HEMDEM VE HEMDERT KİTAPLARI 2022-2023 YILLARI ARASINDA YAZILMIŞTIR!

 

 

Yeğenlerim,

Elif Tanem ve Rasim Uras’a…

Hayatınız boyunca dünyadaki en çılgın halaya sahip olacaksınız.

Ve o çılgın hala her zaman sizin yanınızda olacak.

Daima Hemdem olacağız.

Söz veriyorum ve sizi çok seviyorum…

 

Bu kitapta geçen Şehir ismi, Kurum ve Kuruluşlar tamamen hayal ürünü olup, gerçeği yansıtmamaktadır.

Bu kitapta okuyacağınız bazı olaylar mübalağa sanatına örnek olsun diye ya da tamamen mizah amacıyla yazar tarafından uydurularak yazılmıştır.

 

Valilik Binası Suikastinden Birkaç Gün Sonra

Türkiye – Kuzey Irak Sınır Bölgesi

“Pençe 1, Merkez dinlemede.” Telsizden gelen cızırtılı ses gecenin sessizliğini deler gibiydi. Saatlerdir durdukları bölgede soğuk havaya inat eder gibi kılları bile kıpırdamıyordu. Ancak bu, havanın iliklerine işleyecek kadar soğukluğa sahip olduğu gerçeğini de değiştirmiyordu. Soğukla dişlerini sıkarak mücadele eden Metehan Binbaşı telsizi dudaklarına yaklaştırıp soluklandı ve mandala basıp konuştu.

“Merkez, burası çok sessiz. Hâlâ hareket tespit edebilmiş değiliz. Bekliyoruz.” Eldivenlerin sardığı parmağını mandaldan çekerken karşıdan yine cızırtılı ama çok tanıdık o ses geldi. Albay Kutluhan Kutalmış’ın sesi. Albay, Merkez dedikleri Ankara’dan operasyonu yönetiyordu. Yanında ise birçok paşa ve istihbaratçı vardı. Bunlardan biri Metehan’ın kendi babası Cihan, biri ise Nazenin ile Andaç’ın babası Seyfettin Paşaydı.

“Şehrin kırsalında tespit edilen hücre evlerine baskın için PÖH hazır. Harekete geçmek için şafak vaktini bekliyorlar.” Metehan etrafı gece görüşlü minik dürbünüyle tararken telsizi yeniden aktif etti ve konuştu. “Sabah şehirden ayrılan grupla en son bağlantı ne zaman kuruldu komutanım? İHA’dan görüntü alınabiliyor mu?”

“İHA’dan en son görüntüleme akşam saatlerinde alındı. Hücre evlerinden ayrılan bir grup terörist üstünüze doğru geliyor. Sınırı geçmek için.” Metehan bir süre sessiz kalıp düşünürken yine çevreyi inceliyor, beklenen misafirleri karşılamak için sabırsızlanıyordu. “Bu grubun içinde Valilik saldırısını düzenleyen bombacının olduğunu mu düşünüyorsunuz?” Karşı taraftan önce cızırtılı ses geldi. Ardından da “Evet!” yanıtı gelince Metehan siper aldığı ve resmen görünmez olduğu yerde gerilip birkaç küfrü peş peşe sıraladı. Akdağ il merkezini ve Valilik Binasını resmen havaya uçuran, Vali Hanım’ın ve birçok sivilin canına kasteden bombacı üstüne geliyordu demek. Gelsin dedi usulca. Gelsin de görsün ebesini.

“Bombacının fotoğrafını iletiyoruz. Onu sağ istiyorum Kılıçarslan. Onu buraya getir. Bizi, bu eylemi yaptıran ve Vali Hanım’ı öldürmeye çalışan asıl kişiye götürmesi için onu buraya sağ getir.” Albay’ın sözleri son bulurken yanında duran tablete benzer cihaza bir görüntü iletildi. Gelen dosyaya tıklayıp açtığında bombacının yüzüyle karşı karşıyaydı. “Kime çalıştığını biliyor mu yani? Sadece para karşılığı bombayı hazırlamayı kabul etmiş de olabilir.”

“İhtimaller arasında ama biz kime çalıştığını bildiğini umuyoruz. O yüzden paketi sağlam istiyoruz. Görüş sağlandıktan ve paket alındıktan sonra SİHA’lar devreye girecek. Paketi aldığınız gibi alandan uzaklaşın.” Kısa süreli sessizliğin ardından Albay tekrar konuştu. “Tekrar ediyorum, paketi aldığınız gibi alandan uzaklaşın Binbaşı. SİHA’lar orayı yerle bir edecek.” Metehan bahsedilen alanı bilmem kaçıncı kez incelerken

“Emredersiniz.” demiş ve telsizin mandalını bırakacak olmuştu ki tutamadı dilini. Tutamadı aklından geçenleri. Ve tutamadı gönlündeki endişeli soruları. “O iyi mi komutanım? Güvende mi?” Anlık sessizliğin ardından Albay güler gibi bir tonlamayla

“Kraliçe arı mı?” diye sorunca Metehan da tebessüm etmeden duramadı. Yüzündeki gerginlik silinip giderken gözlerinin önüne o yemyeşil gözler geliverdi. “Evet, Kraliçe Arı.” Cevabına Albay belli belirsiz gülüp “İyi ve güvende. Paşa’nın gözetimi altında. Az ilerimde oturuyor.”

İşte bu cevabı beklemeyen Metehan hafifçe çattığı kaşlarının altından bakındı bu kez etrafa. Demek Vali Hanım yine operasyonu anbean takip ediyordu. “Anlaşıldı.” deyip çekti parmağını telsizin mandalından. Saniyeler sonra başındaki miğferinin kamerasını aktif etti. Kamerası neyi görüyorsa artık Merkez de o görüntüleri izliyordu.

“Pençe, miğfer kameralarınızı açın.” demesiyle tim üyeleri de aynı şeyi yaptığında Ankara’daki harekât merkezindeki büyük ekranda yedi kutucuk şeklinde anlık görüntüler belirmişti. Merkez’deki herkesin gözü şimdi o yedi kutucuktaydı. Nazenin ise o görüntülerden yalnızca birine odaklanmıştı. Yusuf Yüzbaşı’nın miğfer kamerasıydı bu. Pek net olmasa da Metehan’ı gösteriyordu kamera. Metehan kamuflajlarının içinde, başında miğferi, yüzünde kar maskesiyle gecenin karanlığında resmen yok gibiydi. Boylu boyunca uzandığı yerde uzun namlulu silahının dürbününden etrafı gözetliyordu. Ciddiyetle. Arada bir silahın dürbününden uzaklaşıp miğferindeki ufak dürbünü gözünün önüne indiriyor, incelemelerine devam ediyordu.

Gece güne dönmek üzereyken Pençe Timi’nin görüntülerinin yer aldığı ekrana PÖH Timi’nin görüntüleri de yansımaya başlamıştı. Eş zamanlı şafak operasyonu için timler artık hazırdı ve vakit de gelmişti. “Binbaşı Kılıçarslan, PÖH Timi operasyon için hazır ve harekete geçmek üzere. Sizde bir hareketlilik var mı?” Metehan kulaklığından duyduğu soruyla yine etrafa bakındı sakince. Birkaç saniye süren sessizliğin ardındansa

“Misafirlerimiz geliyor.” dedi ve usulca geri kayıp silahını konumladı dikkatle. O esnada Nazenin ise farkında olmadan yerinde irkilip kıpırdandı. Huzursuz, gergin ve korku dolu bir kıpırdanmaydı bu. Ve istemsizce yaptığı hareketi Albay Kutluhan ile Cihan Başkan fark etmişti. Seyfettin Paşa ise kızının bu hareketinden bir haber dikkatle operasyonun başlamasını bekliyordu.

Cihan Başkan yanında oturan Nazenin’e göz ucuyla bakıp için için gülümsedi önce. Bir şey vardı oğlu ve Nazenin arasında. Uzun zamandır fark ettiği ama onlara fark ettirmemeye çalıştığı bu gerçeğe tebessüm ederken gözleri buluştu genç kadın ile. Ona güven vermek ister gibi bakmayı sürdürüp bir de göz kırparken dudaklarını usulca ve sessizce kıpırdattı. “Sıkıntı yok.”

Nazenin gözlerine tebessümle bakan adamın sessiz sözleriyle derin bir soluk alıp başını belli belirsiz sallarken Cihan Kılıçarslan’ın, oğlu ile arasında adı konmamış duygulara dair ne bildiğini merak etmişti. Metehan ona bir şey mi anlatmıştı yoksa Cihan Bey kendi gözlemleriyle mi aralarındaki duygusal ilişkiyi fark etmişti bilmiyordu. Adamdan gözlerini kaçırıp ekrana odaklanmaya çalışırken baba oğulun birbirine olan fiziksel benzerliklerinden de kaçmaya çalıştı. Çünkü Metehan resmen babasının bir kopyası gibiydi. Cihan Başkana bakarken yıllar sonraki Metehan’a bakıyor gibi hissetmekten kendini alıkoyamamıştı. Hiç şüphesiz ki Binbaşı ileriki yaşlarında da tıpkı babasının şu anki halini andıracaktı.

Bir soluk daha alıp operasyonu takip etmeye çalışırken Metehan’ın “Şimdi!” dediğini duydu. Eş zamanlı olarak PÖH Timinin amirinden de aynı sözü duymasıyla ekranda hareketlilik başladı. PÖH, Hücre evine girip önlerine çıkan teröristlerin nefesini sonsuza dek keserken Pençe Timi de aynı şeyi sınırda pusuya düşürdükleri gruba yapıyordu. Metehan saklandığı yerden hafifçe doğrulup namlusunun hedef aldığı hainleri tek tek indiriyor, bir yandan da bombacıyı o kalabalıktan ayırmaya ve sağ kalmasını sağlamaya çalışıyordu.

“Paket saat yedi yönünde.” diyen Metehan’ın donuk, soğuk ve sert sesi ulaştı Ankara’daki merkeze. Ardından da şu sözlerini işittiler. “Onu sağ istiyorum. Verecek hesabı var.”

HEMDERT – 1.Bölüm’ ü okumaya devam et.

error: Content is protected !!