17.BÖLÜM
Günler sonra şirkete gelip tam anlamıyla işlerin başına geçen Alparslan, müdürlerle toplantı yapmıştı. Toplantının konusu Ankara ve İzmir’deki şirketlerin İstanbul’a taşınacak olmasıydı. Tabii bu büyük değişim birkaç yıl sürecekti. Sonuçta koskoca şirketin kapısına kilit vurup gidemezlerdi.
İstanbul’daki şirketin çalışanlarına sağladığı çalışma alanı şu an tam kapasiteydi. İş ve özel hayatına İstanbul’da devam etmek isteyenlerin sayısı netleşecek, oradaki şirket kapasitesi buna göre büyütülecek, çalışanlar ve aileleri için özel lojmanlar yapılacaktı. İstanbul’a geçiş yapmak istemeyen çalışanları ise gelecek iki yıl boyunca aynı iş yerinde çalışmaya devam edebilirdi. Taşınma son bulup, Ankara ve İzmir binaları kapandığındaysa yeni işleri yine Yalın Holding öncülüğünde hazır olacaktı.
Süleyman Yalın’ın, ‘Ayrı gayrı olmuyor, dördünüzü de bir arada göreceğim. Dizimizin dibinde olacaksınız. Derhal yapıcı çözümler üretin. Kimse zarar görmeden, işinden, ekmeğinden olmadan İstanbul’da bir araya gelin.’ dediği anda dördü de kafa kafaya vermiş ve bu yola başvurmuşlardı.
Çalışanları için taşınma süreci yılbaşından sonra başlayacak olsa da Tomris ile Atilla İzmir’den, Alparslan ise Ankara’dan İstanbul’a vakit kaybetmeden geçecekti. Gerek oldukça git gel yaparak da buradaki işlerini iki yıl boyunca yürütecekti. Hepsi biraz daha fazla yorulacak, yıpranacaktı ama uzun yıllar sonra ailenin birbirine kenetlenecek olması onları teşvik ediyordu.
İstanbul’a geçileceğinin haberini, sabah evden çıkmadan önce alan Bergüzar’ın ise pek keyfi yoktu. Yine ayrılacak olmalarına içerlemişti. Eğitim Öğretim Yılı başladığı andan itibaren sadece Alparslan’ın buradaki gözü kulağı olacaktı. Şu an yaptığı birçok iş alanını başkasına öğretip devredecek, devamındaysa onun giremediği toplantılara, iş görüşmelerine girecekti. Alparslan, kendisini bu konuda destekleyip, bilgilendirmesinin yeterli olacağını söylemişti. Bu işi yapacak güvenilir tek çalışanının kendisi olduğunu belirterek ikna etmeyi zor da olsa başarmıştı. Böylece yeni bir işe ihtiyacı olmayacak, birlikte çalışmaya devam edeceklerdi.
“Bergüzar Hanım…” diyen sesi duymasıyla ayaklandı ve odaya girdi.
“Buyurun Alparslan Bey?” Alparslan başını kaldırıp ona dikkatle baktıktan sonra
“Halkla İlişkiler bölümümüzdeki Selin Hanım’ın ağzı baya iyi iş yapıyormuş. Halkla gıybet ilişkilerinin iyi olduğu besbelli. Hiç tanımadığım birini asistan olarak almak yerine Selin Hanım’ı değerlendirmek istiyorum. Sizin de okulunuz için hazırlık yapmanız gerekiyor sanırım. Böylece erkenden yeni eğitim hayatınıza adapte olmaya başlarsınız diye düşünüyorum. Lütfen Selin Hanım’ı buraya gönderir misiniz?” demiş ve yüzünün aldığı ifadeyi izlemişti. Bergüzar’ın gözlerindeki keskin bakıştan asıl amacını anladığını anlayınca gözlerini önüne indirdi. Yeniden göz göze geldiklerinde tıpkı ilk tanıştığı o adama dönüştüğünü biliyordu. ‘Taviz yok’ diyordu. Acımayacaktı, belliydi. Bergüzar, ‘yapma’ demek istese de o bakışı iyi biliyordu. Araya girse de durdurmaya çalışsa da yapacaktı.
“Gitmeden, yeni ekibi kurmadan çürük elmaları ayıklamak istiyorum. Bunun özellikle bizimle bir ilgisi yok. Dün bizi konuşan, yarın başkasını konuşur, hatta rakiplerimize konuşur. Güvenemem. İtiraz etme. Sadece dediğimi yap. Lütfen!” Lütfen diyordu ama rica eder gibi değildi. Bergüzar, Selin Hanım’ı yöneticilerin katına çağırıp, onu Alparslan’ın odasına aldı. Odaya gergin bir ifadeyle giren Selin Hanım, aradan beş dakika geçmeden küle dönmüş bir yüzle çıkmıştı.
“Şey… Bergüzar Hanım… Alparslan Bey’in asistanlığını bir süreliğine ben yapacakmışım.” Ah insanlar, dillerini her işe uzatmasalardı ya. O dil, o sözler, o gıybetler hep kendilerine zarardı.
“Biliyorum Selin Hanım. Buyurun, ben size yapmanız gerekenleri özet geçeyim.” Diyerek koltuğundan kalkıp ona yerini verdi. Artık kendisine ait olmayan yerini. Selin Hanım’a her şeyi anlatıp özel eşyalarını aldı ve Alparslan’ın odasına ilerledi. Tam içeri girecekken duraksayıp
“Selin Hanım, Alparslan Bey’e kendisiyle görüşmek istediğimin bilgisini vermeniz lazım.” Diyerek kapıdan uzaklaştı. Selin ise eli ayağına dolanmış hâlde kapıya koşturup bir kere tıklattı, açacak olduğu anda Bergüzar tarafından durduruldu.
“‘Gel ya da gir’ demeden sakın içeri girme.” Dayanamamıştı yine yardım etmeye çalışıyordu. Bu kapıdan içeri girerken o hatayı bir kere yapmış ve çok iyi azarlanmıştı. Unutmamıştı ilk günlerini. Hâlâ anbean aklındaydı.
“Teşekkür ederim Bergüzar Hanım.” Ne ilginçti değil mi? Arkasından atıp tuttuğu, iftiralar attığı, yaftaladığı, küçük gördüğü, aşağılamaya çalıştığı birinden yardım eli görmek ne ilginçti.
Aslında yüreğinde merhamet olan insanlar, vicdan sahibi insanlar, yüreğinde sevgiden başka hiçbir duyguya yer olmayan insanlar için bu normal bir davranıştı. Bunu garipseyen ise gönlünü bu duygulara açamayan insanların anlamazlığıydı. Eğer kalbinizle, şefkatinizle, merhametinizle, vicdanınızla bakmazsanız görmezdiniz. Bergüzar’ın çabasını da ‘acıma’ olarak adlandırırdınız. Yardım elini, acıma olarak görenler kendi egolarına boyun eğenlerdi.
“Gir!” Selin içeri girip bilgi verdi ve hızla geri çıktı.
“Sizi bekliyor Bergüzar Hanım.” Bergüzar teşekkür edip aralık kapıdan içeri girdiğinde Alparslan arkasına yaslandı ve ona gülümseyerek baktı. Ancak bir yandan da başını sağa sola saklıyordu.
“Yine dayanamadın ve benimle anlaşmanın ilk püf noktasını verdin değil mi?” diyerek kapıyı işaret ettiğinde Bergüzar usulca omuzlarını silkmişti.
“Bazı duygular insanın hamurunda olur ya da olmaz. Yani hamuru kararken içine kattıklarımızla alâkalı. Sedef anne bana ya da yetiştirdiği hiçbir çocuğun hamuruna, öfke, nefret, intikam gibi duyguları katmadı Alparslan. Sen istediğini söyle, yap… Ben yapamam. Hamurumda yok.” Yerinden kalkıp tam karşısına geçti, kollarını uzatıp kızın kollarını omuzlarının altından sıkıca kavradı.
“Özel hayatında olmasın ama iş hayatı kurtlar sofrasıdır. Burada o duygularını işin içine katmazsan kafanı koparırlar. Sen, iyi olayım derken seni rezil rüsva ederler. Bakınız… Ertuğrul Yalın. Tecrübeyle sabit!”
“Biliyorum ama…”
“Sen bu sözlerimi düşün.” Sessizce birbirlerine bakarlarken gözü kapıya ilişti.
“Bu kapıdan girdiğin ilk ânı hatırlıyorum.”
“Yalancı, yüzüme bile bakmamıştın.” Demesiyle kızı kendine çekip resmen göğsüne sakladı.
“Ama ilk gördüğüm an hissettiğim şeyler… Çok güzeldin. Dedim ki bu ne? Bu huri, benim gibi adamın cehennemine ne günah işleyip de düştü.”
“Gerçekten de günahım büyüktü.”
“İşlemediğin hiçbir günahın yükünü yüreğine alma. Benimki sadece benzetme içeren anlık bir düşünceydi.’’ Derken alınları birleşmiş, gözleri kapanmış şekilde dip dibe durdular.
‘’Uzun süre canını sıktım, seni delirttim. Ama bunun sebebi gözlerindeki o cevval bakışı fark etmemdi. Sabrını zorlamak, sınırlarını görmek istedim. Bunu görmek için uğraşırken seni üzdüm, ağlattım. Gözlerinizden akan her damla için özür dilerim Bergüzar Hanım. Siz, bugüne kadar en uzun çalıştığım, uyum yakaladığım yardımcım oldunuz. Kuralların yıkılmadığı, çizgilerin hep belirgin kaldığı bir çalışma arkadaşı oldunuz. İş ahlâkınızdan, çalışkanlığınızdan, bitmeyen enerjinizinden, hep daha iyisi için çabalayan mücadeleci ruhunuzdan, yeri gelince ‘patron’ falan demeyip elinizi masaya vurmanızdan…” durup imalı imalı güldü.
“… Ya da patronun bacağına masanın altından vuracak cesaretinizden bahsetmiyorum bile.” Bergüzar gülmeye çalışsa da gözyaşlarına engel olamamıştı.
“Vedalaşır gibi konuşuyorsun.”
“Çünkü bir daha o masaya yardımcım sıfatıyla, göreviyle oturmayacağını biliyorum. Hayallerine doğru emin adımlarla ilerlerken bana yardımcı olacaksın ama çok özel ya da önemli durumlarda burada olacaksın. Alparslan Bey ve Bergüzar Hanım’ın, asistan ile patron hikâyesi bugün burada son buluyor. O yüzden de güzel bir vedayı hak ediyor.” Kızın çenesini kavrayıp gözlerine pür dikkat bakarken sevgilisi gibi bakmıyordu. Her ne söyleyecekse, bunu söyleyecek Alparslan, deneyim sahibi, görmüş geçirmiş olan bir iş arkadaşı gibiydi. Sıcacık, samimi ama nasihat etmek için de doğru ânı bekleyen hâli vardı.
“İnatçı, keçi gibi inatçı ve dik başlı kadın. Bu kapıdan başın dik çık. Sen, istemediğin hiçbir şeyi yapmadın. Doğru bildiğinden şaşmadın. Kendinle gurur duy. Ben zaten seninle gurur duyuyorum. Bunu da sakın unutma. Mesleki hayatının devamında sana başarılar dilerim. Ve bütün emeklerin, sabrın, nezaketin, güler yüzlülüğün, bu odada bana hep dost, arkadaş, sırdaş olduğun için teşekkür ederim. Minnettarım Bergüzar Hanım.” Değer verdiği bir çalışma arkadaşından, omuz omuza oldukları bir dosttan ayrılır gibi hissederek sıkı sıkı sarıldılar.
“Aylardır buradayım ve iş hayatına dair o kadar bilgi öğrendim, tecrübe edindim ki anlatamam. Siz huysuz ama disiplinli, idealleri olan, bunun için gece gündüz çalışan bir patron, iyi bir yol gösterici ve öğretmensiniz Alparslan Bey. Asıl ben teşekkür ederim. Her şey için çok teşekkür ederim. Duygularımızın karşılıklı olduğunu bilin. Biraz daha konuşursak salya sümük ağlayacağım.” Titreyen sesini, puslanan ve usul usul yanaklarına süzülen yaşları gizleyememişti. Alparslan ise sırtını cesaret vermek ister gibi sıvazlayıp kapıya yöneldi. Kapıyı açtığı anda masada gördüğü kişiden hoşlanmamıştı ama şimdi suratını buzdolabına çevirip, yardımcısının vedasına gölge düşürmeyecekti. Çünkü böylesi bir surat ifadesi onun gidişinin asilliğine yakışmazdı.
Centilmenliğini bozmadan odadan çıkma önceliğini verdi, koridora çıktıklarında ise yanında sessizce yürüdü. Asansörün kapıları açılırken karşılıklı durdular. İkisinin gözlerinde de garip bir hüzün vardı ama mutluluk, gurur ve teşekkür gibi duygular da onlara eşlik ediyordu. Elini uzatıp, Bergüzar’ın sıkıca kavrayışını hissederken gözleri buluştu.
“Yolunuz açık olsun Bergüzar Hanım.”
“Teşekkür ederim, sizin de yolunuz açık olsun Alparslan Bey. İstanbul’un size ve tüm Yalın Holding’e hayırlı olmasını diliyorum.” Asansöre binip yüzünü kapıya döndü. Kapı usulca kapanırken birbirlerine hoş bir tebessümle baktılar.
Alparslan hızla odasına dönüp kapısını kapattı, ceketini çıkartıp askıya astı ve yeniden masasına geçti. Telefonu çalmaya başlayınca göz ucuyla ekrana bakıp hafifçe kaşlarını çattı.
“Bergüzar?” diye aramayı cevaplarken saate baktı. Yanından ayrılalı birkaç dakika olmuştu.
“Ne oldu inanamazsın.” Asansörde ne olmuş olabilirdi ki? Kaşlarını çatıp ayaklandı ve şirketin önünü görebilmek için cama yaklaştı. Bergüzar’ın ufacık görünen bedeni şirketin girişinde sağ salim duruyordu.
“Ne oldu bebeğim? Yani birkaç kat aşağı inerken ne olmuş olabilir?”
“Alparslan ya… Bozmasana!”
“Neyi?”
“Sanki hiç haberin yokmuş gibi, işinden en nazik, en kibar şekilde kovulan çalışan oluşumu anlatacaktım. Yani sevgilim olarak bundan haberin yokmuş gibi olmalı.” Son sözlerini fısır fısır söylese de ne dediğini net olarak duymuş ve kahkahayı patlatmıştı. Yaklaşık bir dakika boyunca sadece güldükten sonra
“Akşama ne yemek yapayım diye soracaktım? Ev hanımlığı bölüm bir.” demesiyle Alparslan yine gülmekten renkten renge girdi.
“Delisin sen…”
“Sen de bana delisin…”
“Öyleyim… Çakma pavyon güzeli, küçük ayyaş seni! Akşama yaprak sarma, karnıyarık, bulgur pilavı ve cacık istiyorum. Tatlı olarak da İzmir Bombası şahane olur.”
“Sulu yemek restoranı mı işleteceğiz? Bu ne? Bunca şeyi yiyecek misin?” Yüzünü sıvazlayıp, gülmekten ağrıyan kaslarını rahatlatmaya çalıştı.
“Önce onları, sonra da seni yemeyi düşünüyorum.”
“Bir hafta kapalıyım hayatım. Sonra uğra.” Telefonu kapatıp, güvenliğe doğru ilerleyişini izledi. Elinde tuttuğu bir şeyi vermişti ama bu mesafeden ne verdiğini anlamak imkânsızdı. Güvenliğe bir şeyler söyleyip, merdivenlerden aşağı indi ve taksiye bindi. O anda güvenliğe ne verdiğini de anlamış oldu. Şirket aracının anahtarını.
***
“Bebeğim, yarın şirkete gelebilir misin?” Sorusuyla izlediği filmden gözlerini ayırıp, kolları arasında durduğu adamın yüzüne baktı.
“Bir aydır şirketteki herkese yaka silktirdin. Sonunda seninle çalışmak yerine herkes istifa etti değil mi? Ve yine bana kaldın.”
“Ben hep seninim Esmerim. Sana kalmam, sende kalırım.” Bu romantik sözlere içi gitse de kaşını yavaşça kaldırıp saf ayağına yattı.
“Beni bu sözlerle kandıramazsın. Maaşıma zam isterim, ayrıca yemek şirketten olmalı. Tabii sigortamı da yatıracaksınız. Bir de yol parası var. Bunlar önemli.” Muhabbeti geyiğe vurmak için söylediği bu sözlere Alparslan da eşlik etmeye karar verdi.
“Her cumartesi özel bir tesiste masaj, spa, hamam da ister misin bebeğim?”
“Yanına promosyon olarak seni veriyorlarsa neden olmasın.” İşte böyle bir cevap almayı beklemediği için zar zor yutkunup, kızı bir güzel süzdü.
“Bu gecelik yeni galiba…” Eli usulca geceliğin eteğinin altına ilerlerken, Bergüzar şansını daha da zorlamaya kararlıydı.
“Yoo, ilk kez dikkatlice baktığın için yeni sanmış olabilirsin. Normalde üstümde ne olduğuna bakmadan çıkarıp attığından…”
“Dışını değil içindekini istediğimden!”
“Muhabbet gittikçe erotikleşmeden dur ve asıl konuya gel.” Hızla ondan uzaklaşıp koltuğun ucuna uçar gibi gitmesine gülen Alparslan
“Yarın toplantı yapacağım. Senin de orada olmanı istiyorum hepsi bu. Şimdi gel buraya…” deyip üstüne gelmeye başlayınca çığlığı basmıştı.
“Olmaz…”
“Neden? Daha regli tarihine bir hafta var. Oradan yol yapma yemem. Özledim, gel.”
“Film izliyoruz…”
“Boş ver sen, sahte, yalancı aşkları anlatan filmleri… Biz gerçeğini çekelim.” Deyip dudaklarına yaklaşmaya başlamıştı ancak Bergüzar onun son sözlerine kahkaha atmakla meşguldü.
“Onca sanatçı, sinema emekçisi bu sözlerini duymasın çok ayıp.”
“Ben de onu diyorum Esmerim. Ayıp… Ayıp da yatakta oluyor madem, filme takılıp kalmayalım.” Bu adam gün geçtikçe daha fena oluyordu. Edepsiz ve açık sözlü olması yetmezmiş gibi peşinden de ayrılmıyordu. Bir ay önce şirketten ayrılmış, ilk iki hafta işsiz olmanın depresyonunu yaşıyor gibi yapıp Alparslan’ın sabrını epey zorlamıştı. Eee, bu işler parayla değil, sıraylaydı. Vakti zamanında çektiklerini, evde ona bir güzel çektiriyordu. Doğrusu Alparslan da ağzını açıp tek kelime etmiyor, ne istese yapıyordu.
Evdeki iki haftanın ardından okul açılınca dört yıl öncesine dönmüş gibi olmuştu. Yıllar sonra okula gitmek, öğrenci olmak… Özlemişti.
Kendini koltuğa atıp ders notlarını, hocalarının ders konularıyla ilgili tez ve makalelerini okurken, Alparslan ise onu sessizce ama büyük bir keyifle izliyordu. Bunu yaparken de ona dair yeni şeyler keşfediyordu.
Mesela saçlarını parmağının ucuna doluyor sonra açıyor, sonra tekrar doluyordu. Bunu yapıyorsa okuduğu yazının en önemli yerinde olduğunu anlıyordu. Bir de koltuğa bağdaş kurarak oturup, notlarını kucağına yığıp, saçlarını başının tepesine gelişi güzel toplayıp, kalemle tutturma hareketi vardı. O da bir şeye kafasının takıldığının, anlamadığı için de kendine kızdığının göstergesiydi. Parmaklarının arasında kalemini çeviriyorsa sıkıntı yoktu. O zaman her şey yolunda demekti.
Alparslan tüm bu şifreleri onu gözlemleyerek öğrenmişti. Onu izlerken de üniversite yıllarındaki Bergüzar’ı hayalinde canlandırmak hoşuna gitmişti. Ne zaman akşam olup eve gelse, bir şeyler okusun, ders çalışsın diye resmen gözünün içine bakıyordu. O çalışsın ki kendisi de onu ilk kez görüyor gibi izlesin, incelesin, yeniden ve yeniden tanısın.
Bergüzar ertesi gün öğleden sonra şirkete girdiğinde herkesin konferans salonuna beklendiğini öğrenerek oraya geçti. İçerisi tıklım tıklımdı. Oturacak yer bile kalmamıştı. O yüzden sahneye doğru yaklaşıp, merdivenin en alt basamağında durdu. En ön sıraya bakıp Alparslan’ı görmeyi beklerken Yalın ailesinin tamamını görünce şok olmuş, bedeni ısınmaya başlamıştı. Kalbi hızla atarken kürsüye çıkan sevgilisini gördü.
Siyah takım elbisesinin içinde, donuk bir yüz ifadesiyle mikrofona yaklaştı ve mikrofonu ayarlayıp, kürsünün iki yanına ellerini dayadı. Gözleri salonda hızla gezmiş ve kendisini görünce bir süre sekteye uğramıştı. Anlık bir şeydi ama herkes bu küçücük molayı fark etmişti.
“Katılımınız için teşekkür ederim. Hepiniz hoş geldiniz. Ancak bunca işin arasında neden burada olduğunuzu merak ediyorsunuz biliyorum. Ve ön sırada oturan patronlarınızın da burada olması, konuşulacak şeyin önemini sizlere fısıldıyor. Yoksa neden İstanbul’dan kalkıp gelsinler değil mi?” Susup yeniden salonu dolduran çalışanlarına baktı.
“Tabii bir de yaz sonundan beri süren asistan değişimimi merak ediyorsunuz. Şirketteki kimse o koltuğa oturmak istemiyor ve bunun için dua ediyor biliyorum. Çünkü benimle çalışmak, uzun süre bana dayanmak kolay bir şey değil. Bunu benim kadar sizler de biliyorsunuz. Merak etmeyin, endişelenmeyin… O koltuğa oturacak kişilerin listesi tamamlandı. Bugün şirketteki son günleri. Kendilerine bilgi verildikten sonra çıkış işlemleri yapılmaya başlandı.” Yine duraksamış ve o kişilerin gözünün içine bakmıştı.
“ Bunca yıldır ilk kez bir asistanla uzun uza çalışacak uyumu yakalayabilmişken, ‘Neden Bergüzar Hanım işten çıktı?’ sorusunun cevabı şu; Bergüzar Hanım kendi hayalindeki kariyere odaklanmak istedi. Bunun benimle ya da şirkette dönen muhabbetlerle alâkası yok. Peki ben, neden yardımcımı değiştirip duruyorum, neden böyle bir şey yapma gereği duyuyorum, bunu da merak ediyorsunuz. Zaten ben de sebeplerini gizlemeyi düşünmüyorum.”
“Yaz sonundaki yokluğumda başlayıp çığ gibi büyüyen dedikoduları başlatan arkadaşların sabrını sınamak istedim. Evet acımasızca biliyorum. Ama sizler de şunu bilin… Kimsenin özel hayatı sizi ilgilendirmez. Kimsenin özel hayatı sizlerin ağzında sakız olamaz, çay kahve masalarınıza, öğle arası molalarınıza meze olamaz. İnsanların özel hayatlarına, tercihlerine saygı duyamayan, onların arkasından konuşan, iftira atan, küçük düşürmek için çabalayan, ayağını kaydırmak için an kollayan kimseyle çalışmayacağımızı bilin. Dün benim dedikodumu yapan, bugün sizin dedikodunuzu yapar. Dün çalışma arkadaşına çamur atan, yarın çalıştığı şirkete çamur atar. Hatta satar!” Ortam resmen buz kesmişti. Kimseden çıt çıkmıyordu. Süleyman Bey, yarım bir gülüşle gümbür gümbür konuşan oğlunu dinlerken, heyecanla ellerini tutan karısına ve kızına bakıp iyice güldü.
“Yani demem o ki… Yola bizimle devam etmek isteyen arkadaşlardan istediğimiz tek şey doğru olmaları. Dürüst olun, doğru olun, eğilip bükülmeyin. Biri hakkında konuşuluyorsa konuşmayı dinlemek yerine, onları susturun. İnsanlara vurulan etiketlerin, atılan iftiraların şahidi olup da sağır, dilsiz taklidi yapmayın. Unutmayın ki o zaman, yapılan haksızlığa ortak olmuş olursunuz.” Gözlerini salonda gezdirdi, merdiven kenarında durup omzunu duvara yaslamış vaziyette kendisini dinleyen ve kahverengi harelerine yaşlar birikmiş olan kadına bakıp gülümsedi.
“Ayakta kalmışsınız Bergüzar Hanım. Gönlüme kurduğunuz tahtınıza oturmak istemez misiniz?” Salonda oluşan sessizlik öyle keskindi ki, Bergüzar nefes almaya bile çekindi. Çünkü bütün gözler üstüne dönmüştü. Yalın ailesi de buna dâhildi. İlişkilerini bu şekilde açıklayacağını hiç düşünmemişti. Şaşkınlığını atmak için hafifçe silkelenip, muzip bir ifadeyle bakan gözlerine odaklandı. Salonu dolduran yüzlerce insanı yok saydı.
“En popüler elli kamyon arkası yazısını ezberlediğinizi bilmiyordum Alparslan Bey.” Alparslan işte tam böylesi bir cevap duymayı beklemiş ve Bergüzar da onu hiç şaşırtmamıştı. Başını arkaya atıp kahkaha sesiyle sessizliği yerle bir ettiği anda herkes ona eşlik etmeye başlamıştı.
“Yani diyorum ki…” deyip sahneden indi. Ağır adımlarla kızın önüne geldi ve ellerini tuttu.
“Bergüzar…”
“Efendim Alparslan Be…”
“Boş ver şimdi Bey’i falan. Onlar bu soruya fazla resmi kalır.” Söylediklerinden hiçbir şey anlamayıp, boş gözlerle yüzüne bakıyor ve kendini aptallaşmış hissediyordu. Toparlanmak için nefes almaya çalışıyordu ki
“Benimle evlenir misin?” sorusuyla dondu. Gözlerini kocaman açmış öylece bakarken, salonda yaşanan anlık şaşkınlığı alkış ve ıslık sesleri sonlandırmıştı. Alparslan’ın sabırsız bakışlarını üstünde hissederken,
“Yüzük nerede Alparslan Bey?” Sorusunu soran insanlara döndü. Alparslan ise planındaki eksiğin ne olduğunu o an anlamıştı. Duraksayıp yavaşça kardeşi Ertuğrul’a döndükten sonra
“Ayıp be! Koskoca İstanbul’dan elin boş mu geldin?” diye çıkıştı.
“Hayda… Kabak niye bana patladı? Sanki ‘evlenme teklifi edeceğim’ dedin de…”
“Sana niye söyleyeceğim oğlum, sorumun muhatabı sen misin?”
“Bana niye ters ters bakıyorsun o zaman abicim?”
“Sen en küçük erkek kardeşsin. Erkek ortamında kabak daima senin başına patlar. Kural böyle.”
“Şükür ki bir kez olsun orta yolu tutturmuşum.” diyen Atilla’nın sözleriyle herkes kahkahalara boğulurken
“O da bir kez olmuş ben abim. İlk ve sonmuş. Bir daha hiç orta yolun olmadı.” Diye cevabı yapıştırmıştı. Olup biten her şeyi hâlâ şaşkınlıkla izleyen Bergüzar’a döndü.
“Hazırlıksız yakalandım Bergüzar…”
“Burada yaşananlara hazırlıksız yakalanan tek kişi benim Alparslan… Ne yapıyorsun?”
“Bunca yıl sonra hayatıma birinin girmesini ve ona âşık olmayı beklemiyordum. Sana… Aşka… Evlenme teklifine… Her şeye hazırlıksız yakalandım.” Bu itiraflar kalbinin yerinden çıkacak gibi atmasına sebep oluyordu. Ne cevap vereceğini biliyordu da ağzını açamıyordu. Sanki dili lâl olmuştu.
“Bergüzar, nefes al bebeğim…” Bu komutu bekliyor gibi peş peşe nefes alıp, gözlerine dolan yaşları gizlemek için başını önüne eğdi ama yeniden dimdik durması uzun sürmemişti. Dudakları usulca aralandı, cevap verecek ve herkes derin bir nefes alacaktı ki salonun kapısı açıldı. İçeri telaşla giren Yekta doğruca Ertuğrul’a ilerleyip, kulağına bir şeyler fısıldadı.
Herkes onlara bakıyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu çünkü her ne söylediyse, haberi alan Yalın ailesinin yüz ifadesi değişiyordu. Ortam bir anda gerilmişti. Alparslan, Bergüzar’ı kolunun altına alarak ailesinin yanında ilerledikten sonra salondaki kalabalığa bakıp
“İşinizin başına dönebilirsiniz arkadaşlar. Teşekkürler.” demişti. Ailecek salondan ayrılıp, Alparslan’ın odasına geçtiklerinde önce kapı, ardından perdeler kapandı.
“Neler oluyor?” Diye soran oğluna ve yanında tedirginlikle duran Bergüzar’a bakan Süleyman Bey duyduklarını nasıl söyleyeceğini düşündü. Aklını toparlayıp
“Ender komadan çıkmış. Gözlerini açmış.” Dediği anda Alparslan’ın yüzünün kaskatı kesilişini, Bergüzar’ın ise bembeyaz oluşunu anbean izledi.
Ender komadayken kardeşi Eren’in intikam hırsıyla hamle yapmasını beklemişlerdi. Sonuçta Ender’i komaya sokacak kadar darp eden Ertuğrul’un adamlarıydı. Dubai dönüşünde onu karga tulumba arabaya almış, Cenk’in de Ender’in de hayatına kalıcı izler bırakmışlardı. Ancak Eren hepsini şaşırtarak sessizliğini, sakinliğini korumuştu. Bunun sebebinin Eren’in Ender’den daha iyi bir insan olması ihtimali olmadığını da biliyorlardı. Eren, abisi Ender’den daha acımasız, vicdansız ve korkusuzdu.
Aylardır sessizce beklemesi ise Yalınların ya da Bergüzar’ın her sabah uyandıkları anda aklına şu soruyu getirmekti. ‘Ne zaman, ne yapacak?’ Bu soru akıllarına gelmeli ve hiç gitmemeliydi. Üstlerinde psikolojik baskı oluşturmuş, Yalın ailesinin fertleri birbirlerine belli etmeseler de bu baskıyla günler hatta aylar geçirmişlerdi. Sinirlerinin uzun zamandır yay gibi gergin olduğunu ise o haberi aldıkları gün fark ettiler.
Alparslan ve Bergüzar dışındaki herkes İstanbul’a dönerken onlar üniversitenin Güz döneminin bitmesini, final sınavlarının yapılmasını beklediler. Ender, derin uykusundan uyanmıştı ve tehlike çanları daha yüksek sesle çalar olmuştu. Ender’in toparlanması ve göz önüne çıkması biraz daha zaman alabilirdi. Ancak bu süreçte Eren’in sessizliğini bozacağını düşünüyorlardı.
Bu yüzden Bergüzar’ı Ankara’da yalnız bırakmak istemeyen Alparslan, sınavların bitmesiyle onu da alarak apar topar İstanbul’a geçti. Birkaç ay öndeki neşeleri, sohbetleri bile kalmamıştı. Bergüzar sürekli Toprak’la iletişim hâlinde kalıyor, kardeşine evinden çıkmamasını, çıkarsa da muhakkak yanında korumaların olmasını söylüyordu. Yaşadığı gerginlik, yer yer öfke patlamaları yaşamasına sebep oluyordu. Hiç alâkasız bir şeye öfkelenip, ağlama nöbetleri geçiriyor, kapı sesiyle yerinden fırlıyor, doğru düzgün uyumuyor, yemek yemiyor ve ne yazık ki tıpkı aylar öncesinde olduğu gibi yediğini de kusuyordu. Dudaklarını kemirmekten yara yapmış, dalıp gittiği her an tırnaklarıyla uğraştığı için hepsini kırmıştı.
Günlerdir evden çıkmadan sadece salonda ya da yatak odasında vakit geçirmişti. Alparslan ise onun bu hâlini korkuyla izliyordu. Sevdiği kadın, tedirginlikten aklını kaybetme noktasına gelmişti biliyordu. Birkaç kez ‘seni aradı mı?’ diye sormuş ama cevap hiç değişmemişti. ‘Hayır aramadı.’
Alparslan bu cevaba inanıp inanmama arasında kaldığı her an kendine kızsa da ‘acaba’ demekten kendini alamıyordu. Çünkü Bergüzar hiç iyi görünmüyordu. Böylesi zor bir durumda iyi olmasını beklemiyordu fakat bu kadar kötü olması aklını karıştırıyordu. Sonra kendini ‘Aramadı dedi, aramamıştır. Evham yapıp durma’ şeklinde sakinleştirmeye çalışıyordu.
Gecenin bir vakti girdiği yatak odasına göz gezdirdi. Bergüzar, yatağın ortasında ufacık bir nokta gibi olmuş uyuyordu. Ya da uyuyor gibi yapıyordu. Muhtemelen ikinci seçenek doğru olandı. Gömleğinin düğmelerini açarken sessizce onu izledi. Üstündeki kıyafetlerinden kurtulup örtünün altına girdiğinde bedenini saran sıcaklıkla irkilip titremesine engel olamamıştı.
“Ben geldim…” Diyen mırıltılı sesle gözlerini aralayan Bergüzar, bacaklarının arasına hapsettiği ellerini serbest bırakıp, sağ tarafında yatan adama uzandı. Kalçasının sağ tarafını hızlıca okşayıp
“Hoş geldin.” dediğinde şaşıran Alparslan dirseği üstünde doğrulup öne eğildi ve ona bakmaya çalıştı. Günler sonra ilk kez böyle bir tepki vermişti. İçten, samimi ve sıcak bir tepki.
“Nasılsın bebeğim? Daha iyi misin? Çorba içmişsin, hatta biraz da meyve yemişsin. Haberini aldım.” Yüzünü kızın boynuna saklayıp uzun uzun öperken kollarıyla da bedenini sarıp kendine çekti.
“İyiyim çünkü Toprak’la uzun uzun sohbet ettim. Bayadır böyle konuşmamıştık, onun sesini de bu kadar iyi duymamıştım.”
“Bugün Toprak beni de aradı ama yoğunluktan açamadım. Üstelik geri aramayı unuttuğumu şimdi fark ediyorum desem bana çok kızar mısın?” Bergüzar kaşlarını çatıp, kızmış gibi bakmaya çalışıyor ama gülmemek için de dudaklarını kemiriyordu.
“Bana bak, şu dudaklarını rahat bırak.” Diyen Alparslan’ın elleri yüzünü kavramış, ve yanaklarını sıkmıştı. Dudakları böylelikle dişleri arasından kurtulurken yatakta doğruldu, Bergüzar’ı da kaldırıp karşısına oturttu.
“Bana bak, yüzünü asmayı, kendini yiyip bitirmeyi bırak. Hele ki Toprak için her şey bu kadar iyi giderken… Bugünleri çok bekledin, beklediniz. Çok savaştınız. Şimdi o savaşı kazanmaya ramak kaldı. Mutlu olman lazım. Her şeye rağmen mutlu olmalısın.” Bergüzar sanki mutlu olmaktan bile korkar gibi geri gidip başını sağa sola salladı. Bunu o kadar hızlı yapmıştı ki saçları da o hareketle savrulmuştu.
“Korkuyorum… Bu sessizlik beni öldürüyor sanki… Bir şey yapsa ve öfkesini kussa daha az korkarım. Böyle yaptıkça, hiç ses çıkarmadıkça, ne geleceğini tahmin bile edememek, kafamda kurup durmak…”
“Yapma Bergüzar, zaten amacı da bu. Bizi bu hâle getirmek. O yüzden sessiz, hâlâ çok sessiz.” Bergüzar dizleri üstünde doğrulup hızla onun kollarına atıldı. Günler sonra gelen bu sarılma ve teslimiyetse Alparslan’a nefes aldırmıştı. Kendi içine kapanması korkularını büyütmekten, endişelerini artırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Ama şimdi böyle sarılınca… Dünyalar onun olmuştu sanki.
“Geçecek Esmerim, bugünler de geçecek.”
“Geçecek ama nasıl geçecek?” sorusuyla zar zor tebessüm etti.
“Yan yana, el ele geçecek…” derken evin kapısı çalmaya başladı. Gecenin bir vakti kim gelirdi, gelse bile hayırlı haberle mi gelirdi? İkisi de ‘neler oluyor?’ sorusunu sadece bakışarak sorarken Alparslan yataktan fırladı. Kapıda korumalar vardı. Onlardan biri çok önemli bir haber verecek diye düşünerek kapıyı açmasıyla karşısında gördüğü kişiye ağzı açık vaziyette bakıp kalmıştı.
“Bakıyorum ablamdan ayrılman zor oldu. Hatta bir ara kapıyı açmayacaksın zannettim.
“Toprak?” Merdivenlerden hızla inip kapıya bakan Bergüzar daha geride duruyordu ama Toprak onu görmüştü. Gözlerinden akan yaşları da gördüğü gibi…
“Ama artık ağlama… Sevin… Sevin çünkü ayrılık bitti.” Demesiyle ikisinin birbirine hızla yaklaşıp sarılması vardı ki Alparslan’ın gözünde bile yaş bırakmamıştı. Birbirine dolanan kolları, sırtlarını usulca okşuyor, avutuyor, özlem gideriyordu.
“Hoş geldin güzel kızım.”
“Hoş buldum ablacım.” Ablasından zar zor ayrılıp, Alparslan’a ilerledi ve kolları arasına girip başını göğsüne dayadı.
“Bugün buradaysam senin sayende. Eğer biz hiç karşılaşmasaydık, sen o tedaviyi karşılamasaydın…”
“Ben hiçbir şey yapmadım, sen savaştın, siz savaştınız. Ve kazandınız. Eğer hiç karşılaşmadaydık inan bana hayatımda çok büyük eksikler olurdu. Bir daha bu konuyu açmanızı yasaklıyorum hanımlar. Çok ciddiyim.” Derken Toprak’ın yüzünü kavrayıp alnından öptü.
“Hoş geldin toprak kokulu kızım. Hoş geldin abicim.”
***
Bugünler geçecek demişti Alparslan… O gece Toprak gelmeden önce aralarında geçen konuşmada. Bugünler geçecekti ama o kadar kolay ve yarasız beresiz de geçmeyecekti. Derin yaralar açacak, hayat boyu iz bırakacak. Geçecek ama herkesi de kendinden geçirecekti.
Toprak’ın dönüşünün mutluluğunu yaşayamadan Ertuğrul ve Armağan’ın vurulduğu haberi geldiğinde Alparslan’ın yüzünün aldığı hâli hatırlayarak daha çok ağlayan Bergüzar kapkaranlık salonda öylece oturuyordu. Alparslan hastaneye gitmiş, giderken de evde kalın demişti. Gecenin bir vakti gittiği eve üç gün geçip de dönmeyince Bergüzar hastaneye gitmeye karar vermişti. Hastaneye vardığında yanındaki korumaya araçta kalmasını, kısa sürede geri geleceğini söyledi. Araçtan inip hastanenin bahçesine ilerleyip Alparslan’ı aradı.
“Hastane bahçesindeyim. Seni görmek istiyorum, gelir misin?” Cevap veremeden telefonu kapatmış ve beklemeye başlamıştı. Beş dakika sonra bahçeye açılan kapıda beliren adama bakıp iç çekti. Zayıflamış, yüzü yorgunluktan süzülmüştü. Aralarındaki mesafe kapandıkça netleşen görüntüsü tüylerini diken diken etti. Göz altları morarmış, gözlerinin için kıpkırmızı olmuştu. ‘Ne zamandır uyumuyor?’ sorusu aklında belirirken kollarını boynuna dolayıverdi.
“Seni çok merak ettim. İyi misin?” Alparslan, günlerdir hasret kaldığı sevgilisine tıpkı onun gibi sıkıca sarılmış, yüzünü ve saçlarını da öpüyordu. Ertuğrul’un sevdiği kadını kaybetme korkusunu yaşadığı anlara en yakın tanıktı. Onun yerine kendini koymaya bile korkup, kötü düşünceleri zihninden uzaklaştırmaya çalışarak geçirmişti günlerini. Bergüzar’ın da hayatına gölge düşüren o adamın yapabileceklerinin sınırı olmadığını canlı canlı defalarca görmüştü de hiçbiri Bergüzar’a zarar verme ihtimali kadar korkutmamıştı.
“Benim de aklım sende ama burası çok karışıktı. Armağan yeni uyandı, Aylin biraz daha sakinledi. Arda ve Murat’tan bahsetmek bile istemiyorum. Resmen dağıldılar. Kız kardeşlerinin yaşadıkları… Düşüncesi bile kâbus gibi.” Sırtında usul usul dolaşıp şefkatini belli eden elleri hissettikçe ona daha sıkı sarıldı. Sanki mümkünmüş gibi.
“Hani şarkıda diyor ya… ‘Sana bir şey olmasın’… Sana bir şey olmasın Esmerim, size bir şey olmasın. Dayanamam.” Bu sözlerin altında, büyük bir korkuya eşlik ettiği ve elinden hiçbir şey gelmediği o anların izleri saklıydı. Kardeşinin korkusunu yüreğinde hissetse de yalnızca yanında durmak canını yakmıştı. Abiydi o. Bir şeyler yapıp kardeşini iyi etmesi gerekirdi. Çocukken yere düşüp dizlerini yara yaptığında iyileştirdiği gibi… Ama bu sefer yapamamıştı. Sadece yanında durup, Armağan’ın sağ salim uyanması için dua etmek dışında hiçbir şey yapamamıştı. Bu durum da yine kendisini yetersiz hissetmesine sebep olmuştu. Bergüzar ise bunu bir bakışta anlamıştı. Şefkatiyle, sevgisiyle sarıp sarmalayıp, özlemle öptükten sonra ellerinden tutup geri çekildi.
“Sana da bir şey olmasın.” Göğsüne elini koyup, kalbini okşar gibi yaparken gülümsedi. Yanağında beliren gamzesine konan öpücükle gözleri kapanırken
“İkimizin de gamzesi var ama seninki sol yanağında, benimki sağ…” diye mırıldanmış, Alparslan’ın cevabıysa gecikmeden gelmişti.
“Bizi yaradan, birbirimizi tamamlayalım diye yaratmış Esmerim.”
“Bu sözlerinizle kalbimi çalıyorsunuz Alparslan Bey.” Kısık sesli gülüşünü dinlerken, göğsüne sokulmuştu.
“Çalmadım Bergüzar Hanım. Kendi rızanızla, gönlünüzü bana verdiniz. Ben de gönlümü size verdim.” Bir süre hiç konuşmadan, ayaküstü hasret giderdiler. Ayrılık vakti geldiğindeyse yüzlerinde buruk bir tebessüm belirdi.
“Eve vardığında yaz ya da ara. Korumalar sürekli evin etrafındalar. Ben de herkes biraz daha toparlanınca geleceğim. Seni seviyorum.”
“Kendine dikkat et ve biraz uyu. Lütfen… Çok yorgun görünüyorsun. Bir de… Seni seviyorum.” Bergüzar kabanının önünü el yordamıyla kapatıp kollarını göğsünde bağladı ve seri adımlarla yürümeye başladı. Park yeriyle hastane bahçesi arasındaki yürüyüş yolundan ilerlerken karanlığın arasından çıkıveren gölgeyle irkilip geri gitti.
Park yeri ve bahçe arasındaki yolun tam ortasındaydı. Saat gece yarısını geçtiği için etraf epey sakindi. Bu saatte önüne birinin fırlaması da normal değildi farkındaydı. Yüzünü seçemediği kişi her kimse ve az sonra ne yaşanacaksa bu, güzel şeyleri vaat etmiyordu.
Karanlığa inat gözlerini kısıp karartının silüetini çözmeye çalıştı. Beden yapısına bakılırsa bir kadındı… Derken aklı başına gelip bir adım daha geriledi. Endişeyle arkasında kalan hastane bahçesine baktı. Alparslan hâlâ orada mı diye ancak yoktu. Park yerine baktı, aracı görebiliyordu ama orasıyla da arasında çok mesafe vardı. Tam ortada kaldığını anlayıp, karartıya döndüğünde artık karanlıkta olmadığını fark etti. Sokak lambasının altına gelmişti. Yüzü net olarak seçiliyordu.
Yıllardır gazetelerin cemiyet hayatını konu alan sayfalarında gördüğü bu yüz annesinin yüzüydü.