18.BÖLÜM
Kaç yıl olmuştu görmeyeli? On altı, belki de on yedi… Çok zaman olmuş, yıllar çok şeyi değiştirmiş, alıp götürmüştü. Hem annesinin genç ve güzel yüzünden, hem de kendi çocukluğundan. Yaşayamadığı, yarım kalan, eksik kalan ve bir daha asla tamamlanma ihtimali olmayan çocukluğunu hatırladı. Hep acı vardı o yıllarda. Gözyaşı, yalnızlık, korku, bilinmezlik… Kendine yetemezken kardeşine yetmek için verdiği mücadele vardı. Çocuk yaşta büyüyen, anne olan Bergüzar’a bugününden bakınca içi acıyordu.
Kendine, kendi çocukluğuna içi acıyordu da bu kadın… Hâlâ öfke, kin ve nefretle bakan bu kadın hiç mi üzülmüyordu? Hiç mi pişman olmamış, keşke dememişti. Gözlerindeki ifadeye bakılırsa dememişti. Evi terk ettiği ve son kez göz göze geldikleri günkü gibi baktığına göre değişen hiçbir şey yoktu.
“Aynı bana benziyorsun.” Sanki midesi bulanmış gibi, tiksintiyle söylediği bu sözlerle kendine geldi Bergüzar. Korumanın araçtan inip çevreye bakındığını görünce Meral’in önüne çıktığı karanlık alana geçti.
“Ben sana benzemiyorum. Hiç benzemedim ve benzemeyeceğim.” Çenesi tir tir titrerken, dişlerini sıka sıka söylediği bu sözler Meral’i güldürmüştü ama bu gülüşte tek bir mutluluk parıltısı bile yoktu. Zaten annesini hiç mutlu gördüğünü de hatırlamıyordu. Yüzü gülmez, gözleri kötü kötü bakar, bakışıyla aşağılar, ezerdi. Yine öyle bakmaya başlayınca aklı başına gelen Bergüzar duruşunu dikleştirip, başını kaldırdı. Artık o küçük kız değildi.
“Ne var ne istiyorsun?” diye diklenmesiyle Meral de diklendi.
“Senden hiçbir şey istemiyorum. Sen bana hiçbir şey veremezsin. Ancak alıp götürürsün. Gençliğimi aldığın gibi, güzelliğimi aldığın gibi.”
“Niye karşıma çıktın o zaman Meral Açıktan. Ben, seni değil, üvey oğullarını bekliyordum.” Demesiyle kahkaha attı ama bu da tıpkı gülümsemesi gibi içi boş bir davranıştı. Tamamen ima yüklüydü.
“Geleceklerini biliyorsun değil mi? Uymadığın o anlaşmanın intikamını almak için gelecekler ama seni değil, sende olan ve benim için değeri paha biçilemeyen kişiyi almaya gelecekler. Toprak’ı alacaklar.” Dişlerini sıksa da tükürür gibi söylediği sözlerle Bergüzar anlık olarak titremişti. Toprak’ı almaya gelecekler diyordu. Bunca şeyi o yaşasın diye yapmıştı. Şimdiyse onu ateşin ortasına koyup, hedef hâline getirdiğini anlıyordu.
Eğer kendisini öldürmek isteseler gık demezdi. Demek ki bunu Ender ve Eren de biliyordu. O yüzden hedeflerini değiştirmişlerdi. Meral’in sözünden zerre şüphe etmiyordu çünkü bunca yıl sonra karşısına çıktıysa gerçekten geçerli bir sebebi vardı. Toprak, kendisi için ne kadar kıymetliyse, Meral için de öyleydi. Yurda verildikten sonra sadece onu almak istediğini öğrendiği günden beri bunu biliyordu. Toprak’ın canı söz konusu olmasa gecenin bir vakti, hastane bahçesinin köşesinde önüne durmazdı. Yine de olan biteni daha iyi anlamak için
“Ne diyorsun?” sorusunu sordu.
“İkimizin de Toprak’a olan zaafını biliyorlar. Benden annelerinin intikamını almak, senden ise verdiğin sözleri tutmamanın acısını çıkarmak için Toprak’a zarar verecekler. Bana onu getir. Kızımı getir. Onu sen ya da sevgilin koruyamazsınız. Ancak ben koruyabilirim.” Çıldıracak gibi bakan gözlerindeki panik Bergüzar’ın kanının çekilmesine sebep oluyordu.
“Bergüzar, Toprak’ı senden alacağım. Buna engel olamazsın.” Bağırışıyla yerinden sıçrayıp silkelenerek kendine geldi. Meral’in gözlerine buz gibi bir ifadeyle baktı, baktı ve fısıldadı.
“Kardeşim yanımızda güvende. Sen bizden uzak durduğun sürece de güvende olmaya devam edecek.” Sözlerinin son bulmasıyla yüzünde patlayan tokadın sesi gecenin sessizliğinde yankılanırken başı sağ omzuna doğru yıkılmıştı. Yediği tokadın şokuyla bir an tepki veremedi. Ancak kendine gelmesi çok uzun sürmedi. Başını kaldırıp, kabul etmek istemese de tıpa tıp benzediği kadına baktı.
“İstediğini yap, Toprak’la aranda daima duvar olacağım. Çünkü sen kötüsün, senden ona fayda gelmez. Geleceğini bilsem üvey oğlunla anlaşmak yerine sana gelirdim. Ama biliyorum ki sen, ondan bile kötüsün, çıkarcısın.” Dediği anda çenesini kavramak üzere olan eli durduran başka bir eli gördü.
“Bir daha dokun… Hele bir dene… Seni üvey oğullarının kapısına paramparça gönderirim Meral Açıktan!” diyen buz gibi sesi duydu. Alparslan’ın sesini.
“Git buradan yoksa…”
“Yoksa ne, ne yaparsın? Sen bana ne yapabilirsin ki?” diye iyice deliren kadına doğru adım atmıştı ki Bergüzar’ın araya girmesiyle durdu.
“Toprak…”
“Toprak, terk ettiğin zamanki küçük kız çocuğu değil Meral! Elinden tutup, ‘Annen seni istiyor’ diyerek onu sana getirmemi mi bekliyorsun? Yirmi yaşında genç bir kadın o. Senin yokluğunda biz çok büyüdük anne!” bağırışıyla geri geri adımlayan Meral, ikisine de öfke kusarak bakıyordu.
“Onu alacağım…”
“O yaşta birini pazardan meyve sebze alır gibi alıp, evine götürebileceğini mi sanıyorsun?” Diye araya giren Alparslan, bir kolunu Bergüzar’ın omzuna dolayıp onu kendine çekmiş ve yürümeye başlamıştı.
“Bu geceyi unutmayın. Bu sözlerinizi de tabii…”
“Siktir git, şovunu başkasına yap kadın. Biz o naraları yemiyoruz.” Alparslan’ın gayet normal bir şey söylüyor gibi söylediği bu sözler, Bergüzar’a kahkaha attırmıştı. Omzunu saran kolunu altına daha da sokulup fısıldadı.
“Sen nereden çıktın?”
“Sigara içmek için insanların olduğu yerden ayrıldım. Daha sakin bir yere geçeyim dedim. O sırada senin duraksadığını görüp ardından geldim.”
“İyi ki geldin.” Başını çevirip, biraz eğdiği anda göz göze geldiler.
“İyi ki dediğin her şeyde başı çekmek için buradayım Esmerim.” Derken insanlardan uzak bir banka oturdular.
“Bergüzar, Toprak’a bu olanları anlatacak mısın?” sorusuyla gerilen bedenine bakarken, en az onun kadar gergindi.
“Biraz daha bekleyemez mi? Ortalık sakinleşse ve öyle konuşsam, o da buraya alışsa… Bilmiyorum. Kafam karmakarışık. Sanırım ben de anlatmaya hazır değilim.” Demesiyle kıza kolunun altına aldı ve saçlarını okşadı.
“Hazır ben de yanınızda değilken bol bol hasret giderin. Kendini toparla ve arayı uzatmadan gerçekleri ona anlat. Çünkü bir şeyler olduğunun farkında. O yüzden sürpriz şekilde döndü. İkimize de bakışı şüpheciydi. Neler olduğunu anlamaya çalışıyor.”
“Farkındayım. Ertuğrul ve Armağan’ın vurulduğu geceden beri binlerce soru sordu. Hepsini geçiştirdim ama inanmadığı besbelli.” Durup hüzünle önüne bakarken gözlerine yaşlar dolmuştu.
“Anlatması en zor gerçek, annemizin onu istediği ama benim yüzümden böyle büyüdüğü gerçeği galiba. Bunu nasıl anlatacağım? Duyduğunda tepkisi ne olacak? Meral’e kızacak mı, annesi tarafından sevildiğini, istendiğini bilmek mutlu olmasını mı sağlayacak? Yoksa benden nefret mi edecek? Ya bana öfke duyup, ‘senin yüzünden yurtta büyüdüm’ derse ne diyeceğim? O zaman ne yapacağım? Ya da Meral’e giderse… Onu durduramam ki.” Bunca ihtimali düşünerek yaşamak çok zordu. Kaybetmemek için savaşırken kaybetme ihtimaliyle yüzleşmek zordu. En sevdiğinin nefretini hissetme olasılığı hepsinden zordu. Asıl korkutan da buydu.
Alparslan ayaklanıp onu da kaldırdı, ellerini birleştirdi. Araca doğru yürürlerken ikisi de hiç konuşmamıştı. Bergüzar araca binmeden önce
“Aylardır özlemini çektiğin kardeşinle yan yana olmanın keyfini çıkar. Bunları düşünmeyi biraz ertele. Ne zaman hazır olursan konuşursunuz biliyorum. Hazır olduğun zaman, en doğru zaman olacak ve Toprak seni anlayacaktır.” deyip sarıldı, öptü, eve uğurladı.
Kızlar günlerini evde geçirirken, Alparslan ise hastane, ailesinin evi, şirket ve kendi evi arasında mekik dokuyordu. Herkese yetişmeye çalışırken daha fazla yoruluyordu. Bu yüzünden gözünden bile anlaşılıyordu. Tabii hayatın yorucu, stresli, kötü yanları kadar iyi yanları da vardı.
Mesela Aylin ve Atilla hastaneden taburcu olduktan kısa süre sonra küçük bir nikâh merasimiyle evlenmişti. Bugün ise düğünleri olacak, düğün öncesinde yapılacak fotoğraf çekimi için aileler bir araya gelecekti. Bu yüzden sabah erkenden evden çıkan Alparslan’la gün içinde hiç konuşmamışlardı. Bergüzar bunu garipseyip huzursuzca evde volta atmış, Alparslan’ı beklemiş ama saatler ilerledikçe de gücü kalmadığından oturduğu yerde sızmıştı.
Aslında bu etkinliklerin hepsine Bergüzar ve Toprak da davet edilmiş, ancak ikisi de davetleri kibarca geri çevirmişti. Kızların, aileler ile tanışmaktan tedirgin olduklarını anlayan Alparslan, onları üstelememiş ve zamana bırakmıştı. Her ne kadar Bergüzar, Ankara’daki şirkette ailenin tamamıyla karşılaşsa da bu, gerçek bir tanışma değildi.
Gece yarısı eve gelen Alparslan, salondaki ışığı fark ederek ilerledi. Koltukta uzanmış, dizlerini karnına kadar çekip, kollarını da bacaklarına bağlamış uyuyan sevgilisine yaklaştı. Saçlarını usulca sevmek için elini uzatıp dokunmasıyla Bergüzar’ın yattığı yerden fırlaması aynı anda olmuştu.
“Şşş… Benim, benim Bergüzar. Ben geldim.”
“Ben… Ben uyuyakalmışım. Kâbus görüyordum sanırım…” gibi sözler geveleyip koltuğun ucuna ilişti. Onun yanına oturup, sırtını sıvazlamaya başlayan Alparslan, gerginliğinin azalmak yerine arttığını fark etmişti. Neden bu kadar gergindi? Bir şey olmuştu da haberi mi yoktu?
“Bergüzar, iyi misin bebeğim?”
“İyiyim, iyiyim tabii ki.” Gördüğü kâbusu unutmaya çalışırken, bir yandan da gülümsemeye çalışıyordu.
“Aylin ve Atilla’nın düğünü nasıldı?” sorusuyla muhabbeti değiştirmek istediğinde
“Şöyle ki…” deyip sessizleşen Alparslan ise onun bu girişimini anlamış ama bozuntuya vermemişti.
“Ne oldu?”
“Düğün ileri bir tarihe ertelendi. Çünkü fotoğraf çekimi alanına sürpriz bir konuk geldi, Ertuğrul ise o konuğu paket etti.” Bergüzar dediklerinden bir şey anlamayıp
“Ne diyorsun Alparslan, açıkça anlatır mısın?” diye sorunca bilmece gibi sözlerini açıklamaya başladı.
“Sürpriz konuğumuz Ender’di. İyileşmiş ve turp gibi karşımızdaydı. Her zamanki gibi ortalığı karıştırdı…”
“Sonra?” diye panikle soran sevgilisini rahatlatmak ister gibi ellerini avuç içlerine alıp okşadı.
“Ertuğrul, ilk ve son kez efendi gibi konuşup ailelerimizden uzak dur dedi.”
“Hepsi bu kadar mı?”
“Biz de inanamadık ama hepsi bu kadar. Gözümle görmesem belki şüphe ederdim. Ama şunu fark ettim… Bizim küçük hergele büyümüş. Akıllı, uslu, mantıklı ve daha sakin bir adam olmuş.” Deyip koltuğa uzanırken Bergüzar’ı da kendine çekmişti. Yan yana ama bambaşka düşüncelerle tavana bakıyorlardı.
“İlk kez aptal gibi iyimser olmak istiyorum. Bu kâbusun bittiğine inanmak istiyorum. Bu gece yapılan konuşmanın ardından herkesin kendi sınırlarına çekilmesini ve bir daha o sınırlardan dışarı çıkmadığını düşünmek istiyorum.” Durup başını azıcık aşağı eğdi ve Bergüzar’ın saçlarını öptü.
“Bir de seni istiyorum. Seninle geçecek bir hayat istiyorum… Fakat bu, aptalca bir iyimserlik değil. Şu an gerçekleşmemiş olsa da yakın gelecekte gerçekleşecek biliyorum.” Derken telefonuna gelen mesaj sesiyle odağı değişmişti. Birkaç saniye ekrana bakıp kahkaha attıktan sonra ses kaydına basıp
“İkinci Karcan çıkarması hayırlı olsun abicim.” Demiş ve kaydı göndermişti.
“En küçük hergele de Mehmet Bey’i ikna etmeyi başardı. Hafta sonu yine kız istiyormuşuz. Hem de aynı aileden.” Deyip, durumu tiye alarak bir kez daha gülerken
“Hayırlı olsun.” diyen sesteki burukluğu fark etmemişti. Bazen en yakınınızdaki bile içinizde kopan fırtınaları fark etmezdi. Edemezdi. Tıpkı şu an olduğu gibi.
“Beyler, bu kız istemelerin bize geri dönüşü olacak biliyorsunuz değil mi? Hem de Karcanlardan olma I. Murat tarafından. Yani demem o ki… O puştun bakışı bakış değil. Hepimiz Murat’ı tanıyoruz. Ne yapıp edecek, ilk ve son Yalın çıkarmasını yapacak. Tomris’i ikna edecek. Harbiden seviyorsa tabii.” Deyip ikinci ses kaydını da gönderdikten sonra yanındaki boşluğu fark etti. Bergüzar yoktu. Ne ara gitmişti? Yanından kalkıp gittiğini bile fark etmediğine şaşırmayı bırakıp, kendine kızdı. Armağan ve Ertuğrul’un vurulduğu günden beri onu çok ihmal etmişti. Biliyordu. Koltuktan kalkıp yatak odasına ilerlerken kendine söylenmeye de devam ediyordu.
Bergüzar ise banyoya girmiş, elini yüzünü yıkıyordu. Ender’in adını duyduğunda rengi atmış, Alparslan’ın kardeşleriyle mesajlaşmasını fırsat bilerek yanından ayrılmıştı. Tabii bir de o konuşmaların aklına getirdiği düşüncelerden kaçmıştı.
Kız istemek için, kızın ailesine gidilir, herkesin gönül rızası alınırdı. Fakat o an fark etmişti ki toplumlarında oldukça normal olan bu geleneği gerçekleştirebileceği bir ailesi bile yoktu. Bir gün Alparslan’la evlenseler, kendisini kimden isteyeceklerdi. İşte içine işleyen, yarasını kanatan gerçekler bunlar olmuştu. Baştan sona uyumsuzuz diye düşünüp, yansımasında gördüğü kadına acımasızca güldü. ‘Onun kocaman, sevgi dolu bir ailesi var, senin ise kız kardeşin ve ailem dediğin arkadaşların, Sedef annen. Baban yok, annen yok.’ Diye düşündüğü sırada tıpkı annesi gibi güldüğünü fark edince korkuyla aynadan uzaklaştı.
Bedenindeki o DNA, o kan çekiyordu işte. Ne yaparsa yapsın bazen annesinin yansımasına bakıyor gibi hissediyordu. Allah’ın bir sınavı da bu benzerlik olabilir miydi? Bir çocuk, annesine bu kadar benzeyebilir miydi?
“Bergüzar… İyi misin bebeğim?” Alparslan’ın sesiyle kendine geldiğinde gözlerinden akan yaşları gördü. Ağladığını bile fark edemeyecek kadar acıya gömülmek… Bunları yaşamak mıydı sınavı yoksa bir hatasının bedelini mi ödüyordu? Bilmeden bir hata mı yapmıştı? Bilmeden yaptığı bir hatanın bedeli bu kadar ağır olur muydu? Bilmiyordu.
“İyiyim… Geliyorum.” Yüzünü yıkayıp dışarı çıktığında Alparslan’la burun buruna geldi. Gözlerine dikkatle bakan gözlere bakmamak için çabalasa da yakalanmıştı.
“Ağladın mı sen?”
“Yüz temizleme jelini yıkarken gözüme kaçırdım. Yani ağlamadım.”
“Peki… Tamam. O zaman asıl konumuza gelelim.” Diyerek kızı kucaklayıverdi. Yatağa ilerlerken, az önceki yüz temizleme jeli yalanına inanmadığını fısıldayan iç sesine ‘Kes sesini, bir şey olsa söylerdi. Sözü var.’ diyordu.
“Ben, bunca yaşananlar esnasında seni çok ihmal ettim. Diyorum ki… Tatile mi gitsek? Bu hafta sonu değil ama gelecek hafta sonu… Birileri daha ‘kız isteyeceğim’ diye tutturmazsa boşum. Hani diyorum ki… Boşum diyorum, özledim diyorum Bergüzar Hanım…” boynuna sokulup burnunun ucunu dokundurmaya başlamıştı.
“Bilemiyorum… O gün gelsin yeniden düşünelim.” Dedikten sonra Alparslan’ın dudaklarının bıraktığı her öpücüğün keyfini çıkardı, özlem giderdi.
***
Ertuğrul ile Armağan hayatlarını birleştirme kararı alıp, ilk adımı attıktan sonra herkes rahat bir nefes almıştı. Sonuçta Mehmet Bey’i ikna etmek kolay olmamış, Ertuğrul’un burnundan getirmişti. Ama Ertuğrul, o adamın bile gönlünü çalmanın yolunu bulmuştu. Atilla’nın gönül çalmak konusundaki başarısı ise tartışılamazdı. Adam tam bir kayınpeder sevici, yalakanın tekiydi.
Alparslan, gün geçtikçe büyüyen yeğeni Derin’i omzuna yatırmış, mırıldanışını dinlerken bir yandan da sırtını pışpışlıyor gaz çıkaracağı o en değerli ânı bekliyordu. İki ailenin genç kuşağında tek eksik kişi Arda’ydı. Kış tatili için arkadaşlarıyla sözleşmiş ve Palandöken’e gitmişti.
“Diyorum ki şu düğün telaşları bitince hep birlikte…” Aniden salona giren çalışan
“Ertuğrul Bey, kapıda polis memurları var ve sizi soruyorlar.” dediği anda ortam sessizleşmişti.
“Neden ki?” derken ayaklanan Ertuğrul’un ardından hepsi ayaklanmış ve kapıya ilerlemişti. Kapıdaki polis memurlarından biri Ertuğrul’a, hakkında suç duyurusu olduğunu söyleyip sebebini ise şu cümlelerle açıklamıştı.
“Ender Açıktan’ı öldürmek suçlamasıyla gözaltı kararınız var.” Hepsi birbirine bakıp kalmış, resmen buz gibi olmuşlardı. Ne yani Ender ölmüş müydü? Dahası, öldürülmüş müydü? Ertuğrul, ilk şaşkınlığını atıp polis ekipleriyle emniyete doğru yola çıkarken, Alparslan da babasını arayıp haber vermişti. Evde bıraktıkları Armağan, Aylin ve Tomris’e dikkatli olmalarını tembihledikten sonra polis araçlarını takiben onlar da emniyete gitmeye başladılar.
***
Sabah gözlerini açtığında Alparslan’ı yanında göremeyen Bergüzar ne yazık ki buna şaşırmamıştı. Yaklaşık üç aydır böyle yaşamaya alışmıştı. Bazen var, bazen yok. Çoğunlukla yoktu. Toprak’la kahvaltı ettikten sonra salona geçip oturmuş, bu sırada Toprak ise duşa gireceğini söyleyip odasına gitmişti.
Televizyon kumandasına basıp, birkaç saniye sonra gelen ekrana bakıp kanal değiştirmeye başladı. Gündüz kuşağı programlarına dair hiçbir fikri yoktu. Zaten televizyonla da arası yoktu.
Kanallar arasında gezerken çok tanıdık bir isim duydu ancak kanalı geçmişti ve telaşla geri dönmeye çalışıyordu. O adamın adının geçtiği her şey önemliydi. Kanala yeniden dönmeyi başardığında altta kırmızı fon üstünde, beyaz ve kocaman harflerle yazan yazıyı okudu.
“Ender Açıktan Ölü Olarak Bulundu!’
Okuduğuna inanamayıp, tekrar tekrar okurken telefonunun çalmaya başladığını duyarak yerinden sıçradı. Korkuyla telefon ekranına baktığında Alparslan’ın adını görmek derin bir nefes aldırmıştı.
“Alparslan…”
“Bergüzar…
“O, o ölmüş.” Derken dişlerini sıkıyordu.
“Evet, evet haberimiz var. Çünkü onu Ertuğrul’un öldürdüğüne dair bir suç duyurusu yapılmış. Ertuğrul gözaltına alındı. Emniyet müdürlüğüne gidiyoruz. Evde kalın ve benden habersiz dışarı çıkmayın.” Deyip sustuğu sırada Bergüzar telefonunun hafifçe titrediğini hissedip ekrana baktı ve ekranına düşen mail bildirimini gördü. Yabancı bir hesaptan gelen maili korkuyla açarken Alparslan hâlâ bir şeyler söylüyordu ama Bergüzar onu duyamıyordu. Çünkü gelen mesaja odaklanmıştı.
Aynen şöyle yazıyordu.
‘Abim ve anneme karşılık kardeşin. Kardeşini alacağım Bergüzar.’ Bunu Eren’in attığını anlamayacak kadar aptal değildi. Tam ağzını açmış, ‘Eren mail attı’ diyecekti ki bir mail daha geldi.
“Eğer sevgiline söylersen onun da sonunu getirirsin. Karar senin.” Yazılı mesajın altında da iki tane link vardı. İlk linke tıkladığında ekranına Ertuğrul ile Armağan’ın vurulma ânına ait kamera kayıtlarının olduğu görüntüler gelmişti. Zar zor nefes alıp,
“Biz evden çıkmayız. Tamam…” gibi birkaç kelime söylemeye çalışıp aramayı sonlandırdı. İkinci linke tıkladı. Korkudan buz keserken, ikinci link de açılmıştı. Ancak bu, ilkinden daha korkunçtu. Çünkü anlık olarak Alparslan’ın konum bilgisini veriyordu. Ne yapacağını bilemez hâlde öylece kalması yetmiyor gibi bir de Toprak’a bir şey belli etmemeye çalışmak işkence gibiydi.
Gün boyunca gelen maillerin bildirim sesini ve bildirimin telefon ekranına düşmesini engellemek için telefon ayarlarını değiştirmişti. Durmadan tehdit dolu mailler alıyor ancak bunu kendisi dışında kimse bilmiyordu.
Ertuğrul, gözaltına alındıktan sonra kanıt yetersizliğinden ve onu en son gören kişi değil kişilerden biri olduğundan serbest bırakılmıştı. Ailecek fotoğraf çekimi yapılacağı gün Ender’i karga tulumba götürmüştü ama sadece konuşmuştu. Süleyman Bey, Karcan ailesinin babası Mehmet Bey ve ailelerin diğer erkekleri de buna şahitti.
Alparslan eve geldiğinde ertesi günün gecesiydi. İki gündür göremediği kızların, özellikle de Bergüzar’ın nasıl olduğunu merak ediyor, endişe duyuyordu. Eve girip doğruca yatak odasına ilerlediğinde onu cam kenarında yerde otururken buldu.
“Bebeğim… Sen uyumadın mı?” Öyle dalgındı ki ne yanına geldiğinin farkındaydı, ne de söylediklerinin. Usulca omzuna dokunup
“Bergüzar.” demesiyle yerinden sıçrayan kadının gözlerinde korkuyu görmüştü. İki gündür aklından geçen ‘Eren ya da Meral, onu tehdit ediyor mu?’ sorusu diline geliyordu ama yine soramıyordu. Eğer şimdi bu soruyu sorarsa ‘Bana güvenmiyor’ ya da ‘bana hiçbir zaman güvenmeyecek’ düşüncesini doğurabilirdi. Ruh hâli buna çok müsait görünüyordu.
“Geldiğini duymadım.”
“Fark ettim.” Derken yere oturup, sırtını cama dayadı. Bergüzar yüzünü, Alparslan sırtını cama dönmüştü. Bergüzar dışarıdaki karanlığa bakıp endişeleniyor, Alparslan ise kalbini aydınlatan kadına bakıp endişeleniyordu. Dili yine Lâl olmuştu. Bu sefer hem kardeşi, hem de sevdiği adam için susuyordu. Ne acı, her susuşu aşklarına kocaman darbeler indiriyordu. Aralarındaki en masum olandı bu aşk. Yalanlarla gölgelensin istemiyordu. Ancak eli kolu bağlanmıştı.
Tehditler yeniden başlayalı bir hafta olmuş, bu sırada hiç dışarı çıkmamışlardı. Toprak ne zaman dışarı çıkmaktan söz etse, Bergüzar bunu saçma sapan sebeplerle geçiştiriyordu. Ancak evde tutmaya çalıştığı kişi küçük bir çocuk değildi. Şayet isterse kapıdan çıkıp gidebilirdi. Bunu anlaması geç olmuştu. Sabah odasından çıkıp, Toprak’ın odasına ilerledi. Kapıyı usulca tıklattı ve araladı. Yatağı boştu, odadaki lavaboya baktı, orada da yoktu. Endişe ılık ılık kalbine yayılırken aşağı indi, evin geri kalanını gezdi. Toprak hâlâ yoktu. Ana kapının önündeki korumalara
“Toprak’ı gördünüz mü?” diye sorduğunda o endişe büyümüş, kocaman bir korkuya dönüşmüştü çünkü
“Sabah erken saatte dışarı çıkmış Bergüzar Hanım. ” cevabını almıştı. Hızla içeri girdi, üstünü değiştirip yeniden dışarı çıkarken Toprak’ı arıyordu. Ancak telefonu cevap vermiyordu.
“Yanında kim vardı, kiminle dışarı çıktı? Hemen onu arayın.” Araca bindiğinde kocaman bir bilinmeze gittiğini hissediyordu. Kalbi hızla çarparken, telefonunun sesini duydu. Ekranda ‘Alparslan’ yazdığını görünce, olanları duyduğunu anladı. Duymuştu ve neler oluyor diye sormaya arıyordu. Gözlerini kapatıp zar zor nefes aldı, aramayı cevapladı.
“Efendim…”
“Ne oluyor Bergüzar?”
“Toprak yok. Dışarı çıkmış.” Alparslan, o göremese de kaşlarını çatmıştı. Sakin olmaya çalışarak
“Evden çıkmadı, çıktık. Sabah sen uyurken Toprak’la birlikte çıktık. Benimle şirkete geldi, kahvaltı ettik. Az önce de eve dönmek için yanımdan ayrıldı.” dese de Bergüzar hâlâ
“Toprak yok…” demeye devam edince sinirine hâkim olamayıp sesini yükseltti.
“Bebeğim, Toprak’ı şatona kapatamazsın. Kız geldiği günden beri doğru düzgün dışarı çıkmadı. Tamam, korkunu anlıyorum ama…”
“Eren her yerde onu arıyor!” diye ondan daha çok bağırdığı anda Alparslan susuvermişti. Ne demişti, ne demişti?
Eren onu arıyor mu? Bundan neden haberi olmamıştı ya da şimdi oluyordu?
“Sen… Seni… Seni tehdit etti ve sen bunu benden gizledin mi?”
“Şimdi sorman gereken soru bu değil… Bu değil. Toprak’ı bulmamız lazım. Ondan sonra bana istediğini sor, istediğin kadar kız. Ama kardeşim yokken değil.”
“Telefonu kapat! Kapat!”
“Alp…” arama sonlanmış, Bergüzar ekrana bakıp kalmıştı. Bildirimlerini kapattığı mesajlara girip son mesaja tıkladı. Ekranına hareketli konum takibi yüklenmişti. O konumun Toprak’a ait olduğunu anlayıp telefonunu şoföre uzattı.
“Bu konumu takip edin.”
***
Bergüzar’ın yüzüne telefonu kapatıp, vakit kaybetmeden arkadaki aramayı cevapladı.
“Neredesiniz? Her şey yolun…”
“Birileri arkamdaki koruma aracını sıkıştırdı ve şarampolden aşağı yuvalanmasına sebep oldu Alparslan Bey.” Şoförün sakin kalmaya çalışarak söylediği sözlerle odasından fırlamıştı.
“Sakın durma, yavaşlama. Sakin ol ve karşına çıkacak ilk güvenlikli noktaya kadar ilerle. Polis karakolu, polis ya da jandarma kontrol noktası… Ve ona benzer ne varsa işte. Gördüğün anda yardım iste.”
“Tamam Alparslan Bey ama…”
“Ama ne ama? Ama ne?” Atilla ve Ertuğrul’a kaş göz işareti yaparak yanına çağırmış, üçü de çoktan şirketten çıkmışlardı.
“Toprak Hanımla merkezden uzakta bir yerdeyiz. Burada in cin top oynuyor. En az yirmi kilometre…”
“Lan orada ne bok işiniz var Adem? Eve gidecektiniz.”
“Toprak Hanım biraz hava almak isteyince sahil kenarına geldik.”
“Şehir merkezlerindeki sahillerin götüne yılan mı kaçtı lan?” Öyle bir bağırıyordu ki sesi araçtan taşıp yanındaki araca geçen Atilla ve Ertuğrul’a ulaşıyordu.
Alparslan bir taraftan, Bergüzar bir taraftan aynı konuma hareket ederken tek istekleri vardı. O da Toprak’a bir şey olmaması. Bergüzar’ın aracını kullanan kişi
“Araç durdu Bergüzar Hanım.” dediğinde neredeyse araca yetişmişlerdi zaten.
“Daha hızlı, daha hızlı lütfen.” diye yakarışıyla şoför biraz daha hızlandı. Birkaç dakika sonra
“Alparslan Bey ve Ertuğrul Bey’in aracı arkamızda efendim.” demesiyle arkasına baktı. Geçekten tam arkalarındaydılar.
“Yetiştik değil mi? Yetiştik… Yetiştik… Hiçbir şey olmayacak.” Diye sayıklayıp duruyordu. Tek şeritli tali yol, büyük alana açıldığı anda önlerine dizilmiş araçların yolu kestiğini görerek durdular. Bergüzar arabadan fırladığı anda omzuna dolanan kol yüzünden olduğu yerde kaldı.
“Sakın… Sakın Bergüzar. Sakin ol ve bekle.”
“Toprak… Toprak orada, aracın içinde.” Derken araçlardan birinin kapısı açıldı. Eren gün yüzüne çıkıp, siyah gözlüklerinin ardından onlara acır gibi bakarken
“Hoş geldiniz Yalınlar… Ve üvey kardeşim. Yalancı, dolandırıcı, verdiği sözleri tutmayıp adam satan üvey kardeşim.” Demesiyle Atilla’nın her zamankinden farklı çıkan sesi duyuldu.
“Kes sesini.” Onun bu kadar soğuk, donuk ve tehditkâr konuşabildiğini ilk kez duyan Bergüzar, istemsizce başını çevirip ona bakmıştı. Sanki konuşanın Atilla olduğundan emin olmak ister gibi yaptığı bu hareketi ise diğer iki Yalın kaçırmamış, hatta bıyık altından sırıtmıştı. Bergüzar,
“Herkesin görünenin ardında bir yüzü daha vardır Bergüzar.” Diye fısıldayan sesin yabancılığı, içinde sakladığı kızgınlığı, kırgınlığı duymuştu. Buradan döndüklerinde hayatlarının, ilişkilerinin değişeceğini biliyordu.
“Benim, görünenin ardındaki yüzüm ne sence?” sorusunu merakla ama cevabından korkarak sordu. Bir süre sessiz kalıp, Toprak’ın içinde bulunduğu aracın içini görmeye çalıştı. Tabii bunun imkânı yoktu çünkü camlar tamamen karartılmıştı. Yalnızca şoförü görüyordu. O da yarım yamalak bir açıylaydı. Pek görmek denilemezdi. Bu sırada ise Bergüzar’ın sorusuna vereceği cevabı düşünmüştü. Zar zor nefes aldı. Aldığı nefese karışan tanıdık koku tüylerini diken diken etti.
“Çok güçlü görünen ama çok korkak bir kadın? Cevap bu olabilir mi?” Bergüzar acı bir tebessümle Eren’in yüzüne bakarken bir yandan da Alparslan’ı onaylar gibi başını salladı.
“Hem de ne büyük bir korkağım… Bir bilsen…”
“Anlatmadın ki bileyim.”
“Anlatmadım değil, anlatamadım. Söylemedim değil, söyleyemedim. Çünkü söylersem seni de öldürmekle tehdit etti.”
“Ben kendimi koruyamaz mıydım yani?”
“Ertuğrul’la Armağan’ın başına gelenlere bakılırsa… Koruyamama ihtimalini vardı.”
“Öyle mi?”
“Öyle…”
“Başka neler yaşandı?” Sorusuyla elinin üstünü saran eli hisseden Alparslan anlık olarak gözlerini kapattı.
“Onlar Toprak’ı istiyorlardı ama ben yine de ‘onun yerine beni alın’ diyecek yüreğe de sevgiye de sahiptim. Kararlıydım da… Eren’e ‘beni öldür ve intikamın alınmış olsun’ diyecektim ki…” Sıkıca tuttuğu eli karnına dayadı ve fısıldadı.
“Hamile olduğumu öğrendim.” Alparslan’ın gözleri bir anda açılmış, sessizce onları dinleyen Atilla ve Ertuğrul’un başı aynı anda ve hızda Bergüzar’a dönmüştü.
“Ne?” diyen fısıltılı sese gülümsedi.
“Bebeğimiz olacağını öğrenince bu planımdan vazgeçmek zorunda kaldım. Çünkü burada bir yerlerde…” Derken elini Alparslan’ın elinin üstünde hafifçe oynattı.
“… İkimize ait, masum bir bebek var. Bu yüzden söyleyemedim. Sana bir şey olmasından korktum. Toprak için zaten bitmeyen bir korkum vardı, seninki onun yanına eklendi. Derken bebeğimin canı da eklendi. Bir can, üç canı korumak için uğraşırken korkak oluyorsa… Varsın ben korkak olayım. Ama… Size bir şey olmasın.” Alparslan bu sözleri duyunca, kendi söylediklerine pişman olmuştu. Fakat hâlâ şu an burada oldukları gerçeğini değiştiren hiçbir söz yoktu. O korkular yüzünden şu an buradaydılar.
“Eğer söyleseydin… Birlikte bir yolunu bulamaz mıydık?”
“Bilmiyorum. Artık bilemem, bilemeyiz. Çünkü ben tercihimi bu yönde yaptım ve sonuç bu.” Derken kardeşini nasıl kurtaracağını düşünüyor, ancak yol bulamıyordu.
“Bir yıl önce bu zamanlar kardeşinin ilaçlarına para bulmak için uğraşıyordu. Abim ve ben, sana yardım elimizi uzattık. Fakat sen, bizi sattın. Hem de en büyük rakibimize, hasmımıza.” Diye bağıran Eren’in elini havaya kaldırmasıyla araçlardan biri hareket etti. Eren’in adamlarının kestiği yolun ardına uzanan tali yola doğru ağır ağır ilerleyen arabaya korkuyla bakan Bergüzar
“O anlaşmayı yapan da size ihanet eden de bendim. Toprak’ın suçu yok.” Diye bağırınca Eren güneş gözlüğünü öfkeyle çıkarıp attı. Gözlerindeki ifade ürkütücüydü.
“Abimin de suçu yoktu. Onların ailesindeki psikopat tarafından öldürüldü.”
“Cenk, abine çalıştı. Biz Dubai’deyken Armağan’a saldırdı. Buna çanak tutan abindi. Sonra ikisi de gereken cevabı aldılar. Abin, Cenk’i ortada bırakınca, ona bir daha yardım etmeyince, yüzüne bile bakmayınca psikopat herif de onun peşine düştü. İntikam hırsı, güç gösterisi… Ne dersen de. Şimdi karşımıza geçmiş, Abin sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi konuşup durma lan yavşak!” Atilla’nın sözleriyle iyice kontrolünü yitiren Eren bağıra bağıra
“Madem suçu olmayanlar ölüyor… Ölsün o zaman. Eşitlik sağlansın.” dedi. Usul usul giden arabaya bakıp kahkahalar attı, bir yandan da el salladı. O sırada aralanan araç camının ardında Toprak’ın görünmesiyle hepsi öne doğru atılmıştı.
Belki başka bir aracın içindedir. Belki blöf yapıyordur düşüncesi içten içe hepsinde vardı belli ki… Ancak Toprak’ın görünce bu ihtimal yerle bir olmuştu.
“Hadi… Hadi kurtarın. Bakalım kurtarabilecek misiniz?” deyip adamlarına yolu açmalarını işaret etmesiyle araç da hızlanmıştı. Bergüzar ve Alparslan, Atilla ve Ertuğrul kendi araçlarına geçerken, korumalar da arkadaki iki araca geçmişti.
Alparslan yan gözle Bergüzar’ın bembeyaz olan yüzüne, ardından da az evvel elinin sardığı karnına baktı. Orada bir can daha vardı ve o da korunmalıydı.
“Kemerini tak ve sakin olmaya çalış.” Derken gözlerinin nereye odaklandığını fark eden Bergüzar birkaç kez başını sallayıp zar zor yutkundu.
Tali yola girip, önlerinde olması gereken araca bakınırken bir yandan da arkadaki araçta gelen kardeşlerini arıyordu.
“Alo… Fren sistemini bozmuş olabilirler mi? Yol aşağı eğimli olduğundan ve fren sistemleri çalışmadığından, araç gittikçe hızlanıyor ve biz bu yüzden yetişemiyor olabilir miyiz? Ulan hareket edeli iki dakika olmadı… Bu araba kaçla gidiyor? Aşağısı uçurum!” Dediği anda yanında irkilen ve sesli şekilde iç çeken Bergüzar’a baktı. Saniyelik bir bakıştı bu ama yüzündeki korkuyu, yanaklarını ıslatan yaşları görmüştü. Direksiyonu sol eliyle kavrayıp, sağ elini ona uzattı ve elini tuttu.
“Ertuğrul, hızlanabilir misin? Önümüze geçip, o aracın önünü kesebilir misin?” Bergüzar duyduklarıyla iyice şaşkına dönmüş, endişeden nefes alamaz olmuştu. Alparslan, Toprak ve bebeğinin canına zarar gelmesin diye aldığı kararların sonucunda zarar görebilecekler listesine Atilla ve Ertuğrul’u da eklemişti. Alparslan için onların kıymetini biliyordu. Kendi canını, canı saydıklarını bile ateşe atıyordu.
“Hayır… Hayır olmaz. Size de bir şey olursa…”
“Kimseye bir şey olmayacak Bergüzar!” Diye bağırmasıyla aracın açık alana varması ve Toprak’ın içinde olduğu aracı görmeleri bir olmuştu.
“Orada… Bakın orada duruyor.” Bu seferki bağırışlar Bergüzar’a aitti ve içinde umut barındırıyordu. Kendi araçlarını bir anda durduğunu fark ederek Alparslan’a döndü.
“Neden ilerlemiyorsun? Neden durdun?”
“Bu işte bok yeniği var. Önce kaçırıp, sonra kendi eliyle bırakmaz.” Bergüzar’ın gözleri Alparslan ve ilerideki araç arasında gitti geldi, gitti geldi ve…
Gözlerinin önündeki araç havaya uçtu.
Şok olmuş, gördüğü gerçekliğe inanamaz hâlde öylece bakıyordu. Bir an silkelenip ‘Toprak’ diye fısıldadı.
Neye uğradığını şaşırmıştı. Kemerinden kurtulup kapıyı açarak araçtan indiği anda Alparslan da kendine gelmeye çalışarak araçtan indi.
“Bergüzar…” diye bağırışına, Bergüzar’ın
“Toprak…” diyen feryadı karışıyor, açıklıkta yankılanıyordu. İlk şoku atlatıp, yanmaya devam eden araca doğru koşmak istemişti ki bir patlama daha oldu. Az öncekine göre daha küçük ama yine de korkutucuydu. Beline dolanan kollar yüzünden ayakları yerden kesilirken hâlâ avazı çıktığı kadar bağırıyor, debeleniyor ama alev alev yanan araca bir adım bile yaklaşamıyordu.
Dizlerinde derman kalmayan Alparslan yere yığılırken, onu da kendisiyle yere çekti. Yüzünü kızın sırtına yaslayıp gözyaşlarına boğulsa da hâlâ Bergüzar’ı tutmaya çalışıyordu çünkü şuurunu kaybettiği ve ne yaptığını bilmediği belliydi. Kendi hıçkırıkları arasında yine aynı feryadı duydu.
Toprak diyordu Bergüzar. Çocukluğu, çocuğuydu Toprak. Bir gülüşü, bir soluğu için canından vazgeçtiği, can bildiğiydi.
Kardeşiydi…
Bir kez daha haykırdı… Yankılandı sesi… Yanan arabanın alevlerinin sesinin arasına karıştı.
“Toprak!”
Adaletine tükürdüğümün dünyası derdi Süleyman Yalın… Hep iyileri ağlatır, hep iyileri öldürürdü.
Tıpkı şarkıda da dediği gibi…
Güvenemem servetime, malıma
Ümidim yok bugün ile yarına
Toprak beni de basacak bağrına, oy
Adaletin bu mu dünya?
Ne yar verdin, ne mal, dünya
Kötülerinsin sen dünya
İyileri öldüren dünya
Adaletin bu mu dünya?
Ne yar verdin, ne mal, dünya
Kötülerinsin sen dünya
İyileri öldüren dünya
DEVAM EDECEK…
ESMERİM LÂL – ŞARKI LİSTESİ
Gülşen – Be Adam
Kenan Doğulu – Yaparım Bilirsin
Barış Manço – Gibi Gibi
Grup Gündoğarken – Gibi Gibiyim
Yonca Lodi – Sana Bir Şey Olmasın
Metin Özülkü – Seninle Olmak Var Ya
Sezen Aksu – Hoş Geldin
Sevcan Orhan – Vurulmuşam Bir Yara
Zeynep Baksi Karatağ – Adaletin Bu Mu Dünya
Engin Can – Gelene Roma’yı (Biraz da oynatalım J)
Yazar’ın Seçtikleri
Kayahan – Esmer Günler
Candan Erçetin – Bahar