4.BÖLÜM

Hadi yüreğim ha gayret
Hele sıkı dur hele sabret
Başını eğme dik tut
Bu bir rüyaydı farzet

Sırtları duvara, omuzları birbirine dayalı, el ele öylece oturduktan yarım saat sonra ilk ayaklanan Alparslan oldu. Uyuşmuş bacaklarının üstünde durmayı başarınca elini Bergüzar’a uzattı ve

“Hadi… Artık yerden kalkma vakti. Hadi Esmerim.” Demesiyle elini sıkıca kavrayan eli hissetti. Şimdi buradan kalkacak, acılarını, gözyaşlarını tam da burada bırakacaklardı. Derin bir nefes alıp ayağa kalkan Bergüzar, dip dibe durduğu adamın gözlerinin içine bakarken kalbi hızla atmaya başlamıştı. Günler hatta aylar sonra ilk kez bu kadar yakın, ilk kez bir nefes mesafede duruyorlardı. Gözlerini kapatırken, alınları birbirine değdi, kolları bedenlerine dolandı. Bir süre sessizkalıp soluklarını dinlediler. Evin sessizliğini, kalp atışlarına eşlik eden soluklarının sesi bozuyordu. Alparslan, kollarının arasında usul usul titreyen bedeni şefkatle okşayıp saçlarını öptükten sonra geri çekildi. Fakat elini sıkıca tutmayı ihmal etmedi.

“Gel bakalım Esmerim…” diyerek kendi yatak odalarına ilerlerken onu da beraberinde ilerletiyordu. Odadan içeri girip ışıkları açtı. Yatağa ilerleyip yorganı kaldırdı ve gözleriyle bir kez daha ‘hadi” dedi. Tedirgin adımlarla yatağa ilerleyen Bergüzar duraksayacak gibi olunca omuzlarını kavrayıp okşadı.

“Kaçmak yok, tek başına sessizce saatler geçirmek yok. Kuytu köşelerde ağlamak hiç yok. Kaçtığın bütün yolların bana çıkar, sessizliğin bende son bulur, gözyaşlarını ise benim koynumda akıtırsın. Her şeyi birlikte yaşayacağız. Şimdi uslu uslu yatağa gir bebeğim.” Demesiyle yüzünün seğirdiğini, dudaklarının hafifçe kıvrıldığını görüp gülümsedi. Arkasında durup, kollarını ona sarınca Bergüzar’ın gardı bir kez daha düşmüştü. Kollarının içinde döndü, gözlerine baktı ve omzuna yaslandı.

“Canım acıyor. Canım çok acıyor.” Boğuk sesinden dökülen fısıltılı sözler Alparslan’ın kalbine ok misali saplamıyordu. İçin için ağladığını kolları arasında sarsılan bedeninden hissederken sırtını sıvazlayıp, sakinleşmesi için uğraştı. Ancak bir işe yaramamış, Bergüzar peş peşe iç çekip, daha yüksek sesle ağlamaya başlamıştı.

Aylardır saklandığı, sessizliğe, sevgisizliğe mahkûm ettiği kalbinin kalınlaşan duvarları çatlamıştı da acısı oluk oluk dışarı akmaya başlamıştı sanki.

“Ağla… Ağla ki rahatla, ağla ki acın biraz olsun dinsin.” Dedikten sonra birkaç dakika da yatağın dibinde öylece durdular.

“Böyle olsun istemedim. Kimsenin canı yansın istemedim. Toprak…” dedi ama devamını getiremedi. Az evvel yüreğinde çatlayan o duvarlar, kardeşinin ismini söylemesiyle yıkılıverdi. Gözleri kanlanıp, bacakları bedenini taşımaz hâle gelene kadar ağladı, ağladı. Bazen yüksek sesle, bazen sessizce ağladı. Feryadını, isyanını, pişmanlıklarını sevdiği adamın kollarında haykırdı.

“Özür dilerim… Her şey için özür dilerim. Seni hayal kırıklığına uğrattığım için, defalarca sorduğun hâlde sana gelmediğim, senden yardım istemediğim için özür dilerim. Oysa sen bana sordun. ‘Seni tehdit ediyor mu?’ diye sordun. Fakat ben… Ben korktum, size bir şey yaparlar diye korktum. Seni de Toprak’ı da kaybetmekten korktum. Korktum ve korktuğum her şey başıma geldi.” Aylar sonra ilk kez o günlerden bahsediyor, kendi içinde yaşadığı buhranı anlatıyordu.

“Belki söyleseydin her şey daha farklı olurdu, bunu sen de biliyorsun ama… Artık yapacak hiçbir şey yok. Üzülsek de kahrolsak da zamanı geri alıp, yapmadığımız ya da yanlış yaptığımız her şeyi telafi etmek istesek de çare yok. Bununla yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Bir yanımız hep buruk, hep eksik olacak… Keşkelerimiz hiç bitmeyecek ama hayat devam ediyor Bergüzar. Ve ben, buradayım. Beni kaybetmedin, ben yanındayım. Tüm yaşadıklarımıza rağmen birlikte devam edeceğimizi biliyorum. İnsan, diğer yarısından nasıl vazgeçer, onu bırakıp nasıl gider?” bir adım geri gidip, kadının yüzünü kavradı ve ağlamaktan kıpkırmızı olan gözlerine baktı.

“Kendimi sakinleştirip sağlıklı düşünemediğim için yanına gelmedim. Ağzımdan olmayacak bir söz çıkıverir de hayran olduğum o kalbi kırarım diye çok korktum. Çok üzgündüm, senin kadar değil belki ama ben de bir kardeş kaybettim ve acısıyla baş etmem zor oldu. Önce kendimi toparlamak istedim. Bencilce ama gerçek bu. Yeniden ayaklarımın üstünde durmadan sana bir faydam olmayacaktı. Aksine zararım dokunacaktı. Hani aylar önce sana ‘Ben delirirsem sen sakin kal ve bekle. Çünkü bekleyenim olduğunu bilirsem yolumu bulur dönerim. Yeter ki gitme.’ Demiştim hatırlıyor musun?” Bergüzar hafifçe başını salladı.

“Ben ayarsızımdır, deliyimdir. Kafam atınca gözüm görmez, dilim ne dediğini bilmez. Ben de kendimi bilirim, o yüzden sana o sözleri söylemiştim. Sen gitmedin ya, ben de yolumu bulup sana geri geldim işte.” Deyince Bergüzar’ın gözyaşları yeniden hızlandı. Başını önüne eğip bir süre öylece durduktan sonra gözlerini buluşturdu. Fısıltıyla

“Senden başka kimsem yok ki… Nereye gideceğim, kime gideceğim. Sen ve bebeğimiz varsınız. Başka yolum, varılacak yerim, sığınacak limanım yok ki…” dediğinde Alparslan’ı darmadağın etmişti. Ne annesi, ne babası, ne de kardeşi kalmıştı. Bu hayatta sırtını yaslayacağı kimsesi yoktu. Kimsesiz olduğunu böyle dile getirince Alparslan kendini düşünmeden edemedi. Kocaman bir ailesi vardı. Bir sürü sıkıntıya rağmen sevgi dolu büyüdüğü, hâlâ başının okşandığı ailesi, sırtını dayadığı canları vardı. Bergüzar ise bunlardan yoksun ve yalnızdı. İçi acımış, soluğu kesilmişti. Kimsesi olmayan kadının her şeyi olabilmek için, bütün kırgınlıklarını, öfkesini kenara koymaya yemin ederken bir kez daha sarıldı. Sıkı sıkı, sımsıkı sarıldı. Yüzünü, gözlerini, saçlarını, ellerini öptü.

“Yürüdüğün yol, sığındığın liman, bazen annen, bazen baban, bazen de kardeşin olacağım. En yakın arkadaşın, dostun, sırdaşın… Aldığın her nefeste ben, baktığın her yerde ben, attığın her adımda ben yanında olacağım.” Durup gözlerine bakarken yüzünü ıslatan yaşları siliyor ancak yerine yenileri geliyordu.

“Ağlama artık Esmerim. Hadi, uzan şöyle…” Bergüzar biraz olsun rahatlamış, yüreğindeki o sıkıntı hafiflemiş olarak yatağa girmişti ki Alparslan dikkatli gözlerle onu süzmeye başladı. Saçından ayağının ucuna kadar birkaç kez baktı, baktı ve

“Benim tanıdığım Bergüzar hayatta bu hâlde giyinmez. Ne oldu senin allı güllü geceliklerine? Şu hâle bak, olacak şey değil.” Diye söylene söylene giysi dolaplarının olduğu odaya girdi. Dolapları talan edip askılardan birini çekip aldı ve bir güzel inceledi. Aradığını bulmuş gibi, zafer dolu tebessümle yatağın başına geri döndüğünde Bergüzar’ın şaşkınlığını yok sayıp onu yeniden ayağa kaldırmıştı.

“Toparlanacağız… İyileşecek ve iyi olacağız. Her şeye rağmen. Kendin gibi olmazsan, bunu başaramayız. Kaldır kollarını.”

Geceliği yatağın üstüne bıraktığı gibi Bergüzar’ın üstündeki pijama takımını çıkarmaya başladı. Uzun kollu üstü tek hamlede çıkarırken, onun itiraz dolu mırıltılarını duymazdan geliyordu.
Dizinin üstüne çöküp, pijamanın altını da çıkardıktan sonra ne yaptığını ancak idrak edebilmişti. Başını hafifçe kaldırdı, gözlerinin önünde duran bedene baktı. Altındaki siyah çamaşır dışında çıplaktı. Eskisine göre daha da büyüyen göğüslerinden başlayıp gözlerini usulca aşağı indirdi.

Karnının ne kadar büyüyüp belirginleştiğini onu örten kıyafetler olmayınca daha iyi anlamıştı. Zar zor yutkunurken parmağının ucuyla karnında beliren dikey çizgiye dokundu. Göbeğini ortalayıp kasıklarına doğru inen çizgiye dokunurken

“Bu çizgi… Normal mi? İlk kez böyle bir şey görüyorum.” Diye sormadan edemedi. Çömeldiği yerde öylece kalmış, başını kaldırıp Bergüzar’ın gözlerine merakla, şaşkınlıkla ve biraz da endişeyle bakmaya başlamıştı. Hâli, tavrı, merakı o kadar içten, o kadar doğal ve tam Alparslan’a göreydi ki Bergüzar uzun zaman sonra ilk kez gerçekten gülümsedi. Buz gibi olan parmak uçlarıyla sevdiği adamın saçlarını okşayıp, titrek nefesler alırken, doktorundan öğrendiklerini ona da aktardı.

“Östrojen hormonundan kaynaklı oluyormuş. Hormon çok fazla salgılanıyormuş çünkü bebeğin rahme tutunmasına, meme kanallarının büyümesine ve süt yapmasına yardımcı oluyormuş. Aynı zamanda da vücudu doğuma hazırlamak için pelvis kemiğini gevşetiyormuş.” Uzun zaman sonra gülmesinin ardından, uzun zaman sonra da bu kadar uzun uza konuşması Alparslan’ı hepten şaşırtmıştı.

“Hormondan yani…”

“Hıhıı, evet.”

“Vücudun bir makine gibi bebeğimiz için çalışıyor yani.” Demesiyle yeniden gülümseyen Bergüzar’ın gözlerine yaşlar birikmişti. Alparslan duydukları karşısında öylesi büyük bir hayranlığa bürünmüş ve öyle güzel bakıyordu ki içini titretiyordu.

“Öyle de denebilir.” Derken kasıklarına giren sancıyla irkildi. Eli hızla ağrının merkezine gidip orayı tutarken, Alparslan da telaşla ayaklanmıştı.

“Ne oldu? Bir şey oldu. Ne oldu Bergüzar?” Onun endişe dolu bakışlarıyla gözleri yaşarırken

“Tekme attı!” dedi ve gözlerinden yaşlar usulca süzüldü. Alparslan ise şok olmuş, karnına öylece bakıp kalmıştı. Birkaç saniyenin sonunda toparlanıp, yeniden önünde diz çöktü. Buz kesmiş elini Bergüzar’ın karnına koydu. Ancak öyle ürkek, öyle çekingen dokunuyordu ki bebeğin hareketini hissetmesine imkân yoktu. Bergüzar, karnını saran elin üstüne elini koyup, bastırdı ve

“Burada… Ve şu an dönüyor.” Diye fısıldadı. Alparslan dikkatle elinin altındaki canının hareketini hissetmeye çalışırken, heyecandan alnı boncuk boncuk ter olmuştu.
Saçlarındaki beyazları, gözlerinin altındaki koyu halkaları, uzayan sakallarını yakından inceleyen Bergüzar ise bebeğin durulduğunu hissediyordu.

Ancak Alparslan hâlâ heyecanla onu hissetmeyi beklediği için sesini çıkarmayıp, bebeğini hareket ettirecek bir çözüm yolu düşündü. Onun gözlerinde bir kez daha, bir an bile hüzün ya da hayal kırıklığı görmeye tahammülü kalmamıştı.

“Çikolata…” diye fısıldamasıyla Alparslan, gözlerini gözlerine çevirmiş ve yanaklarına iz yapan yaşları görmüştü.

“Ne?”

“Evde çikolata var mı?” Bu soruya anlam veremeyip duraksadıktan sonra

“Var.” Diye fısıldadı. Sanki daha yüksek sesle konuşsa bebeğin hareketini kaçıracak, hissedemeyecekti.

“Şu geceliği giymeme yardım ettikten sonra çikolata getirir misin?” Bebeği hissedememiş olmanın hüsranıyla yüzü düşse de doğruldu ve yarım kalan işini tamamlamak için işe koyuldu. Bembeyaz ipek saten geceliği giydirip, incecik askılarını biraz gevşetti. Çünkü Bergüzar’ın büyüyen göğüsleri, şişen karnı kumaşı zorlamıştı. Eski hâline göre zayıf görünse de hamilelik değişimleri kıyafetlerinde kendini belli etmişti. Bir adım geri çekilip elinin tersiyle yanağını okşadı, ince uzun boynundan süzülüp dekoltesinin üstünde gezindi. Hâlâ çok güzeldi. Hatta eskisinden de güzeldi. Hamilelik ona bambaşka bir hava katmış gibiydi.

“Çikolata dışında bir isteğiniz var mı bebecik ve annesi?” Sorusuyla irkilen Bergüzar’ın eli yine karnına gidivermişti. ‘annesi’ demişti. Anne olacağını biliyordu elbet ama bunu Alparslan’ın ağzından duymak, hele de böyle neşeli neşeli duymak garip hissettirmişti.

“Hayır, teşekkürler.” Derken yatağın kenarına oturdu, Alparslan da odadan çıkıp mutfağa indi. Elinde çikolata dolu kavanoz ve bir tatlı kaşığıyla geri döndüğünde Bergüzar’ı yatağın başlığına yaslanmış şekilde buldu. Kavanozu ve kaşığı ona uzatıp banyoya ilerleyecekti ki bileğini kavrayan el durmasına sebep oldu. Omzunun üstünden bakarak ‘Ne oldu?’ diye soracakken Bergüzar bir bakışıyla yanındaki boşluğu göstermiş ve gelmesini istemişti.

Usulca yatağa ilerleyip, yanına uzandı. Yan gözle Bergüzar’ın kaşık kaşık çikolata yemesini izlerken gülecek gibi oluyor ancak kendini tutuyordu. Böyle beslenmeye devam ederse doğuma kadar alacağı kiloları tahmin etmek zor değildi ama Alparslan bu durumdan memnundu. Çünkü zayıflayan bedeninin doğum zamanında ona yardımcı olamaması korkusu yüreğine çöreklenmişti. Verdiği kilolardan, yaşadığı duygusal ve psikolojik yıkımdan sonra doğumu kaldıramaz da kötü şeyler yaşanırsa diye korkmaya başlamıştı. Gerilen yüz hatları, çatılan kaşları, buz gibi ve keskin bir ifadeyle bakan yeşil gözlerinin farkında değildi ama Bergüzar çoktan fark etmişti. Yatağın içine doğru biraz daha kayıp başını çevirerek ona baktı.

“Her ne düşünüyor ve endişe ediyorsan şimdi boş ver. Şu an sırası değil çünkü şu an bebeğinle tanışma vakti.”

Sağ elini tuttuğu gibi karnına koyup biraz bastırdı. Çikolatanın anne karnındaki bebekleri harekete geçiren etkisinden bir haber olan Alparslan, Bergüzar’ın ne dediğini anlayamasa da elinin altında kayıp giden o belli belirsiz darbeyi hissetmişti.

Az önce endişenin kol gezdiği gözleri kocaman açılırken resmen donup kaldı. Şaşkınlıkla önce Bergüzar’a sonra da karnına baktı. Birkaç saniye, belki de bir dakika kadar sesi çıkmadı, hatta soluk bile almadı. Aklı başına gelmeye başlarken hızla doğruldu ve dizleri üstüne oturup beklemeye başladı. Bir kez daha hareketini hissetmek için beklerken gözlerini sevdiği kadına çevirmişti.

“Ben mi hissetmiyorum?” Bir kaşık çikolatayı iştahla yemeye devam ederken

“Şu an kıpırdamıyor ama az sonra yeniden hareket eder.” Diye mırıldanıyordu.

“Çikolata yediğin için mi hareket ediyor?” sanki dünya düz demişler dahası bunu kanıtlamışlar gibi şok geçiren adama bakarken gülmeden edememişti.

“Babanı bu kadar şaşırtma bebecik, ihtiyar kalbi buna dayanmayacak.” Ankara’da geçirdikleri onca zaman, onca güzel anı, yaşanmışlık… Hepsi bu sözlerle yeniden akıllarına düşüvermişti. Alparslan, duyduğu sözlerle o günlere dönüp düşünürken elinin altındaki kıpırtıyı hissetti.

“Aaa, vurdu.” Derken ki heyecanı görülmeye değerdi. Bergüzar’ın karnına doğru sokulup geceliğini tek hamlede yukarı itti ve bacaklarının arasına girdi. Kulağını hafifçe göbeğine dayarken bir yandan da parmaklarıyla dokunuyor bebeğinden tepki almayı bekliyordu.
Bacakları arasında boylu boyunca uzanan adama bakan Bergüzar ise pozisyonun garipliği ve müstehcenliği sebebiyle kıpkırmızı olmuştu.

“Pişt bebecik, baban geldi. Hadi babana merhaba de.” Sözleriyle gülerken karnına inen darbeyle gülüşü silindi, nefesi kesildi. Bebeği ilk kez bu kadar sert ve bariz bir tekme atmış Alparslan ise bu ânı aynı heyecanla izlemişti.

“Gördün mü, gördün mü Bergüzar. Nasıl vurdu gördün mü? Galiba bana cevap verdi.” Deyip başını kaldırmasıyla Bergüzar’ın yüzündeki acıyı gördü. Resmen acıdan yüzü kasılıp kalmıştı.

“Sadece görmekle kalmadın, hissettin tabii…” bacaklarının arasından çıkıp yanına geldi.

“İyi misin, çok acıdı mı?” gözlerini ondan zar zor ayırıp yeniden karnına bakarken kaşları çatıldı.

“Bana bak evladım, çocuğum… Merhaba de dedim de annenin canından can al demedim… Eşek sıpası…” Tam bir baba edasıyla doğmamış çocuğunu azarlamasına gülmeye başlayan Bergüzar, bebeğin tekme attığı yeri eliyle sarıp okşadı.

“İlk kez bu kadar acıttı.”

“Kıyamam, kıyamam ben sana…” Huzur bulduğu, güven duyduğu kollar, tüm korumacılığıyla bedenine dolanırken göğsüne doğru sokulup soluklandı.

“İyiyim, korkma. Sanırım seninle tanışmak için sabırsızlanıyordu.”

“Ben de onunla tanışmak için sabırsızlanıyordum… Nasıl olduğunu, nasıl göründüğünü, senin nasıl olduğunu çok merak ediyordum ama yanına gelmeye cesaretim yoktu.” Sustu, omuzları düşerken için için konuştu.

“Bunca ay sizinle olamadım. Baba gibi, hayat arkadaşı gibi yanınızda duramadım. Benim de en büyük suçum bu işte. Sen bana, ben ise hem sana hem de çocuğumuza özür borçluyum.” Dudaklarını sevdiği kadının alnına dayayıp öpücük bırakırken

“Özür dilerim Esmerim.” karnına doğru sokuldu ve uzunca öptü.

“Özür dilerim babacığım.” Bergüzar’ın göğsüyle karnı arasına başını dayayıp, sol bacağını bir koluyla sardı. Boştaki eliyle de üstlerini örttükten sonra gözlerini kapadı.

“Söz veriyorum, kaçırdığımız her ânı telafi edeceğim.” Bu sözlerin ardından saçlarını şefkatle okşayan elleri hissederek uykuya dalmıştı. Bergüzar da yaşadığı onca duygu değişimine, ruhsal yorgunluğuna yenik düşüp uykuya dalarken gözlerinin önüne Toprak’ın silüeti gelmişti. Her gece, günün neredeyse her ânı olduğu gibi…

***

“Alparslan, Bergüzar yok.” Diye paldır küldür odaya giren Emine abla gördüğü manzara karşısında ağzı açık kalırken Alparslan zar zor gözlerini araladı.

“Şşş, Bergüzar tam da olması gerektiği yerde Emine abla.” gözlerini yeniden kapatırken onlara şaşkın şaşkın bakan Emine ablanın yüzünde tebessüm belirmiş ancak fark ettiği şeyle saniyeler içinde silinmişti.

“Ama sen olman gereken yerde misin bilemedim evladım. Kızın bacaklarının arasında ne işin var. Başını da dayamışsın memelerine… Süt yapacak onlar. Tövbe yarabbim, kudurdun mu çocuğum. Kalk kızın üstünden.” Derken Alparslan’ı öyle bir cimcirmişti ki yüzünün acıyla buruşmasını izlerken ilk kez üzülmemişti. Azgın teke, kızın tepesine tünemişti. Hamile kadına yapılacak şey miydi bu?

“Ahh, acıdı ama!”

“Acısın! Bana bak, çabuk yan tarafa geç, Bergüzar kızımın da üstünü başını düzelt. Üşütüp hasta olacak senin yüzünden.”

“Tamam, tamam kızma Eminoş, kızma. Geçiyorum yanına.” Bacaklarının arasına ne zaman girmiş, öyle uyumaya devam etmişti hatırlamıyordu. En son hatırladığı yanına uzanıp göğsüne doğru yattığı, bu sırada da bir koluyla bacağını sardığıydı.

Uyanmasın diye usulca doğrulup yanına uzandıktan sonra arkasından sokulup sarıldı, yüzünü saçlarının arasına daldırdı. Bu kokuyu, ipek gibi saçların yumuşaklığını çok özlemişti.

“Bak şu deyyuzun ettiğine. Yine yapıştı kıza kene gibi.”

“Çok ayrı kaldık. Dahasına ne sabrım var, ne de gönlüm dayanır. Belli ki o da hâlinden memnun. Yoksa beni uyandırırdı.” Demesiyle ‘tövbe tövbe’ diyerek odadan çıkmak üzere olan kadına kıs kıs gülmeye başladı.

“Zor bir geceydi, biraz uyuyalım. Uyanınca kahvaltı ederiz. Sana zahmet Atilla’ya haber ver. Bugün işe gitmeyeceğim.”

“Bok yiyesice. Bergüzar kızımdan ayrılmadığını söylemiyorsun da… Bahane!” deyip odadan çıktığı gibi gülmeye başladı. Onları böyle görünce keyfi yerine gelmişti. Ev telefonundan şirketi arayıp Atilla’ya bağlandığı anda

“Emine abla, bir şey mi oldu?” diyen telaşlı sesine gülümsedi.

“Günaydın yakışıklı oğlum. Telaşlanma, herkes iyi. Hatta çok iyi. Abin bugün şirkete gelmeyecekmiş de haber vermemi istedi.” Abisi şirkete gelmeyecekti öyle mi? Bir de bunu kendisi değil, Emine abla haber veriyordu. Olacak şey değildi.

“Yahu ne oluyor? Abimin şirkete gelmeyeceğine mi şaşırayım, yoksa bunu senin haber vermene mi?” Kadın yeniden gülmeye başladı.

“Seninki sevdiğine kavuşmuş da yanından ayrılamıyor. Ondan gelmiyor.” Atilla birkaç saniye sessiz kalıp

“Gerçekten mi? Sonunda sular duruldu mu?” derken kahkahayı patlatmıştı.

“Aynı yatakta yattıklarına göre durulmuşlar. Neyse sen kapat daha anneni ve Sedef Hanım’ı arayacağım.” Dese de telefonu kendisi kapatıp Neşe’yi aramıştı.

“Emineciğim, hayır olsun sabah sabah.”

“Hayır hayır Neşe Hanım, senin deli oğlanla gelin kız barıştı.” Aylardır beklediği haberi alan Neşe elindeki kahve fincanını bırakıp karşısında oturan kocasına ve kayınpederi Sadullah Bey’e bakmıştı.

“Hergelemin inadı kırıldı, aklı başına geldi yani… Haber verdiğin için teşekkür ederim, görüşürüz.” Diyerek telefonu kapattığı anda kocaman gülümsedi.

“Görev başarıyla tamamlandı Beyler. Dileyin benden ne dilerseniz.” Baba oğul birbirlerine bakıp iç çekerken, rahatladıkları gevşeyen omuzlarından belli olmuştu.

“Hep birlikte akşam yemeği yiyelim o zaman Neşe kızım. Oğlanlar, gelin kızlar…” Bir an durup bıyık altından gülerek

“Şu gıcık çocuk Murat’ı da çağır bakalım. Boyunun ölçüsünü alalım. Sıra ona geldi.” Demesiyle Süleyman’ın beti benzi atmıştı.

“Hoppala, kızımı niye işin içine karıştırıyorsun baba?”

“İki kız emanet aldığın aileye kızını emanet etmek daha iyidir. Murat da eli yüzü düzgün çocuk. Hem yabancıya dünür olma. Siz kız isteme merasimlerine alıştınız zaten.” Kocasına bakıp gülen Neşe, bir yandan da Sadullah Bey’e

“Bence de iyi düşünmüşsün babacığım.” Diyordu.

“Belki kızımın gönlü yok.” Oğluna ters ters bakan Sadullah,

“Senin keçi inatlı kızın gönlüm var demez ki.” Deyince Süleyman yenilgiyi kabul edip susmuştu. Tomris, Murat’ın sözlerine, imalarına inat olsun diye sevse bile seviyorum demezdi. Babası haklıydı. Onlar Karcan ailesiyle ilgili sohbetlerine devam ederken Atilla aldığı haberi çoktan kardeşlerine yetiştirmişti. Uzun zaman sonra herkesin yüzü gülüyordu. Her kışın bir baharı vardı ya hani, Alparslan ve Bergüzar’ın da baharının geldiğini zannediyorlardı.

Onlar mutlu mesut hayaller kurarken, hayat kendi planlarını devreye sokuyordu. Ancak olacakları yaşamadan bilemezlerdi. Şimdilik sular duruldu sansınlar, o sular daha da yükselerek gelecek ve yeniden kurmaya çalıştıkları düzeni kökünden sarsacaktı. Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar derin bir uyku çeken Bergüzar gözlerini aralarken, karnında gezen parmakları, sırtını kaplayan sıcacık göğsü hissediyordu.

“Anne uyandı bebecik…” diye mırıldanan dudaklar yanağında dolaşınca istemsizce gülümsedi.

“Baban yine erkenci… Demek ki bazı şeyler hiç değişmiyor.”

“Yok yahu, normalden daha fazla uyudum. Özlemişim.” Derken boynuna doğru sokulup, sakallarını sürtmüştü.

“Kokunda uyumayı özlemişim Esmerim.” Sözleriyle yanakları al al olsa da usulca döndü ve gözlerini buluşturdu.

“Ben de özlemişim. Sıcacıksın, bu gece hiç üşümedim.” Alparslan keyifle gülümseyip kollarını daha da açtıktan sonra onu göğsüne doğru çekti.

“Ben seni ısıtırım yavrum da yazın başındayız. Hâlâ üşüyor olman normal mi?”

“Bebek ve hormonlar…” diye mırıldanırken büzüşerek daha da göğsüne sokulmuş, örtünün altına saklanmıştı.

“Bana bak bebecik, seninle bozuşacağız artık. Annenin ayarlarıyla oynuyorsun tepem atıyor. Baban bu duruma kızar. Çünkü anan, babanın kıymetlisi. Duydun mu beni?”

Parmağının ucuyla karnına birkaç kez ritmik şekilde dokunmasıyla cevabını almıştı. Bebek epey güçlü sayılabilecek şekilde bir darbe vurunca hissettiği ağrıyla kıpırdanan Bergüzar önce karnına sonra da Alparslan’a ters ters baktı.

“Siz sohbet edecek, atışıp didişeceksiniz diye benim canımdan can gidiyor. Bilin isterim… Bebecik ve babası!” Alparslan gözlerini kaçırıp tavana bakarken

“Ben suçsuzum… Bebek…” derken anında durdu, yarım yamalak doğruldu. Kolunun içinde yatan kadın ise onun bu hareketiyle gölgesinde kalmıştı.

“Bu bebeciğin cinsiyeti ne zaman belli olacak? Çocuğun adı bebecik kalacak yahu!”

Hiç beklemediği bu çıkışla önce şaşıran sonraysa sessizliğe gömülen Bergüzar gözlerini kaçırınca Alparslan bir şeyler olduğunu anladı. Çenesini usulca kavrayıp gözlerini buluşturdu.

“Neredeyse beş aylık olacak, bu zamana kadar öğrenmemiz gerekmez miydi?” yine duraksadığında aklına gelen ihtimalle gözleri parlamıştı.

“Sen biliyor musun?” Hâlâ gözlerine bakmayan Bergüzar başını sağa sola sallarken

“Bilmiyorum.” Demiş birkaç saniye sonra devam etmişti.

“Aslında cinsiyetini haftalar önce gösterdi ama…” Alparslan biraz daha doğrulmuş heyecanla ona bakıyor, bebek cinsiyetini gösterdiği hâlde neden bilmediğini anlayamıyordu.

“Gösterdiyse neden bilmiyoruz?” Bergüzar sustu, usulca yutkundu, yattığı yerden doğruldu. Aklından, gönlünden geçenleri dile getirebilmek için bir süre daha sessiz kaldıktan sonra dosdoğru anlattı.

“Sensiz öğrenmek istemedim. O an yanımda ol, elimi tut istediğim için daha önceki muayenelerde doktora söyletmedim.” Alparslan afallamış, ne diyeceğini bilememişti. Kalbine giren ağrı hem canını yakıyor, hem de heyecanlanmasına sebep oluyordu. Usulca uzanıp sevdiği kadının ellerini tuttu, alnına öpücük kondurdu. Dudaklarına doğru yaklaşırken

“Hazırlan da bebeğimizin cinsiyetini öğrenmeye gidelim. Birlikte… El ele… Hayalindeki gibi, tıpkı arzu ettiğin gibi.” Demiş, dudaklarını teyet geçip gamzeli yanağını öpmüştü.

 

ESMERİM – ABRE / 5.BÖLÜM’ü Okumaya Devam Et.

error: Content is protected !!