7.BÖLÜM

Olmaz olsun cüzdanımda milyonlar
Kalbimde sevgin oldukça
Zenginlik, mal, mülk, para neye yarar
Yanımda sen olmayınca

Bazen neşe, bazen keder
Hayat böyle geçip gider
Tatlı günler, acı günler
Bir yastıkta hep beraber

Sabahın ilk ışıkları odayı aydınlatırken Alparslan, Bergüzar’ın saçlarını usul usul okşuyordu. Ona anlatması gereken birçok olay vardı. Fakat şimdi düşünmek istediği tek şey birkaç saat sonra evlenecek olmalarıydı. Parmaklarının ucuyla sevmeye korktuğu kadına kardeşinin hayatta olduğu haberini nasıl vereceğini bilemiyordu. Omuzlarındaki ağır yükle zar zor nefes almaya çalışırken gözlerini aralayan kadın, düşüncelerinden uzaklaşıp gülümsemesine neden oldu.

”Günaydın bebeğim.” Bergüzar zorla aralanan gözlerini ovuşturup, yandaki güzel yüze odaklanmaya çalıştı.

”Günaydın Alparslan Bey!” uyku mahmuru sesine ve şiş gözlerine inat sesinde eğlendiğini belli eden o tını Alparslan’ı güldürmeye yetti.

”Demek Alparslan Bey olduk Bergüzar Hanım!” demesiyle yatakta dönüp kadını bedeninin altına hapsetti.

”Bugün çok önemli işlerimiz var. O yüzden hemen yataktan kalkın ve hazırlanmaya başlayın Hanımefendi.” Bergüzar bir anda yaşanan bu yakınlığın şaşkınlığını atamadan, dudaklarına konan öpücükle aklı başından gitmişti. Alparslan uzaklaşacağı sırada kollarını boynuna sımsıkı dolayıp, onu kendine daha çok çekti ve doyasıya öpmeye başladı. Saniyeler dakikalara döndü, akrep ve yelkovan birbirini kovaladı. Dakikalar sonra birbirlerinden ayrıldıklarında ikisi de nefes nefese fakat bir o kadar da mutluydular.

Onlar birbirlerinden gözlerini alamadan gülümsemeye devam ederlerken aşağıdan gelen seslerle irkildiler. Bergüzar zor da olsa bedenini doğrulttu ve Alparslan’a baktı.

”Davul sesi mi o?” Alparslan’ın dudakları kıpırdayıp duruyordu. Birilerine söylendiği o kadar belliydi ki Bergüzar bunun da sürprizin bir parçası olduğunu anladı.

”Evet bebeğim duyduğun davul sesi. İtalyanlar da bizim asma davulumuza merak saldı her halde.” Dişlerinin arasından hırlar gibi konuşurken ayağa kalkıp, pencerenin önüne gitmişti. Pencereyi açmasıyla aşağıdan yükselen

”Abi…” Bağırışları Bergüzar’ı da ayaklandırdı.

”Ne bağırıyorsunuz lan mal kardeşlerim!” Alparslan iyice surat ekşitip söylenirken, küfür etmemek için kendini zor tuttuğu belli oluyordu. Fakat onun bu hâli kardeşlerini daha da eğlendiriyor olmalıydı ki şamata hız kesmeden devam etti. Tomris abilerinin arasından birkaç adım öne fırladı ve

”Durun bu nikâh kıyılamaz!” diye yaygarayı bastı. Alparslan avuç içini alnına vurup

”Bak Bergüzar, manyak kardeşlerinle uğraşamam dersen…” demeye çalışıyordu ki daha cümlesini tamamlayamadan Bergüzar’ın, Tomris’e eşlik eden sesiyle gözlerini açtı.

”Siz kardeşsiniz!” Alparslan başta olmak üzere herkes şok olmuş, bir Tomris’e bir de Bergüzar’a bakıyorlardı. Kızlar ise gülmekten neredeyse ağlayacak hâle gelmişlerdi.

”Ayy, dur dur. Şimdi doğuracağım yoksa!” Bergüzar’ın bu sözleri yeni bir kahkaha dalgasına sebep olurken, Alparslan sevdiği kadını kolunun altına aldı ve şakağına küçük bir öpücük kondurdu.

”Akıllısı beni bulmazdı zaten.” Diye mırıldanırken kahkahalarını zor zapt ediyordu.

”Baktınız aslan gibi bir oğlunuz oldu. Arkasından niye üç tane daha çocuk yaptınız? Bana kardeş istiyor musun diye sordunuz mu? Üç tane delinin abisiydim. Şimdi de birinin kocası olacağım.” Bu sözlerine Neşe ve Süleyman gülerken, bir yandan da

”Hee oğlum tamam! Sen öyle yaparsın. Seni de görürüz.” Diyen Neşe Hanım’ın sesi kulaklarına ilişti. Bu sözler üstüne üç gelin de birbirlerine baktı. Gözlerinin önünden düzinelerce çocuk geçiyor gibiydi ve gözleri dehşetle kararmıştı.

”Hadi ama daha hazırlanmamız lazım!” Tomris’in sözleriyle herkes kendine geldiğinde Atilla boynundaki davula tokmağı yeniden vurup otelin içine doğru yürümeye başlamıştı. Bergüzar ve Alparslan pencereyi kapatıp içeriye girdikten sonra birbirlerine tebessümle baktılar.

“Demek bu sürprizden herkesin haberi vardı. Ben de bir başımıza evleneceğiz diye üzülmüştüm.”

“Kambersiz nikâh olur mu Esmerim?” derken alnına bir öpücük bırakıp geri çekildi.

”Sen burada hazırlanacaksın. Ben ise yan odanda olacağım. Bugünün keyfini çıkar bebeğim.” Demesiyle odadan çıkarken Tomris, Aylin ve Armağan odaya girmişti. Kısa süre sonra kapı tekrar aralanmış

”Sürpriz…” Diye bağıran dört kız ortalığı inletmişti. Ankara’daki arkadaşları Emel, Dicle, Ayten ve Gül onu aralarına alıp, sımsıkı sarılırlarken Sedef anne de kapıda belirdi. Bergüzar dışarı baktığında sadece Yalın ve Karcan ailesini görmüştü. Böyle bir sürprizi hiç beklemiyordu. Gözyaşlarını elinin tersiyle silip, arkadaşlarına ve annesi gibi sevdiği Sedef Hanım’a gülümsedi.

”Sizi burada, yanımda gördüğüme çok sevindim.” Bu sözleriyle kızların gözleri de yaşlarla doldu. Kızlar, Bergüzar’a sımsıkı sarılıp iyi dileklerden bulunduktan sonra Sedef anneyle kucaklaşmış, yüzünü onun boynuna saklamıştı.

“İyi ki geldin Sedef anne.”

“Canım kızım, tabii ki geleceğim. Böyle bir günde seni yalnız bırakır mıyım? Kızımın mürüvvetini göreceğim.” Derken birbirlerinden biraz uzaklaştılar. Sedef anne onu bir güzel süzüp karnını okşadığı sırada Armağan

”Hadi artık gelin hanımı hazırlamalıyız.” Demiş, Tomris ise Bergüzar’ı banyoya götürmek için hareketlenmişti.

”Hızlıca duş almalısın. Hadi bakalım, koş biraz diyeceğim ama…” dedikten sonra onu şöyle bir süzdü. Kocaman göbeğiyle koşması zor ve tehlikeli olacağı için

”…Koşmadan da hızlı olabilirsin.” Diyerek toparlamaya çalışırken Bergüzar’ın ters bakışları, gözlerini ok gibi delip geçince, sevimli bir maymun misali gülümsedi. Bergüzar onun bu çabasına gerçekten gülümseyip duşa girmiş, kendisine söylendiği gibi on dakika sonra işini bitirip dışarı çıkmıştı.

”Şimdi ne yapmamı istersiniz?” Bergüzar hepsinin yüzüne tek tek bakıyordu. Armağan ona yaklaşıp, elinden tuttu.

”Senin için bir şeyler hazırlamıştım. Gel benimle.” banyonun yanındaki odaya girdiklerinde, siyah elbise kılıfının içerisinde saklı olan kıyafetin ne olduğunu anlamak zor değildi. Bergüzar hissettiği heyecanla derin bir nefes alıp yeniden yaşlarla dolan gözlerini Armağan’a çevirdi.

”Şu an hamile olduğun için ve sadece nikâh kıyılacağı için daha sade bir elbise hazırladım. Ama sana söz veriyorum, gelinliğin muhteşem olacak.” Bergüzar ileri bir tarihte düğünü olabileceği ihtimalini ilk kez öğreniyordu. Gözlerinde biriken yaşlar yanaklarına dökülürken Armağan’a olabildiğince sarıldı.

”Ne diyeceğimi bilemiyorum. Çok teşekkür ederim Armağan.” Armağan ise onun yanaklarına düşen gözyaşlarını usulca silerken gülümsedi.

”Daha elbiseni bile görmedin. Ne teşekkürü?” Bergüzar’ın konuşmasına izin vermeden onu soyunma kabinine götürüp elbise kılıfını eline tutuşturarak içeri girmesini sağladı. Bergüzar üstündeki bornozu çıkartırken oraya bırakılan iç çamaşırlarına şaşkınlıkla bakıyordu.

”Bu iç çamaşırlarını Tomris aldı değil mi!” kulağına erişen kahkaha tahminini doğrulamaya yetmişti. Tomris’e söylenerek iç çamaşırlarını giyip aynadaki yansımasına baktı.

”Bunları seksi bulmak için erkek olmaya gerek yok!” Armağan’ın gülüşü yeniden duyulurken, hafif yan dönerek sırtını kaplayan dövmesini görmeye çalıştıktan sonra elbise kılıfını eline aldı. Heyecandan kalbi hızla atsa da içinde beğenip beğenmeyeceğine dair en ufak bir şüphe hissetmiyordu. Farkında olmadan nefesini tutup kılıfın fermuarını yavaşça açtı ve nefesinin kesildiğini hissetti.

Balık model, düşük omuzlu bembeyaz elbise sadeliği ve şıklığı aynı anda barındırıyordu. Heyecandan titreyen ellerine hâkim olmaya çalışarak elbiseyi kılıfından çıkarıp, elini kumaşın üstünde tüy misali gezdirdi. Bu sırada kendisine seslenen Armağan düşüncelerinden arınmasına neden olmuştu. Artık daldığı düşler diyarından ayrılıp bambaşka bir hikâyenin içine girmek için hazırlanması gerektiğini hatırlayarak elbiseyi giydi. Giyinme kabininden dışarı adım atmasıyla yeniden Armağan’a sarılmıştı.

”Çok teşekkür ederim. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu, hayatımda aldığım en özel hediye.” Birbirlerine olabildiğince sıkı şekilde sarıldıktan sonra Armağan, Bergüzar’ın elbisesinin fermuarını kapatmak için geri çekildi. Ancak kızın gözlerinden sicim gibi dökülen yaşları fark etmesiyle duraksadı. Yüzünü nazikçe ellerinin arasına alıp, akan yaşları tek tek silerken

”Bundan sonra akacak gözyaşının sebebi mutluluk olsun. Çok mutlu olun, çok sevin, her gün, her dakika, her saniye… Birbirinizden hiç ayrılmayın, bıkmayın, küsmeyin. Hayatımda gördüğüm en güçlü kadınlardan birisin ve sen çok değerlisin. Bunu sakın unutma.” Diye fısıldadı.

“Sen de… Sen de benim gördüğüm en güçlü kadınlardan birisin Armağan.”

Armağan, Aylin ve Bergüzar… Hepsi bu hayatta yara almış, ayakta kalmak için var güçleriyle mücadele etmiş ve mücadele etmeye devam eden kadınlardı. Yaraları ayrı, acıları farklı ancak duruşları aynıydı. Birbirlerine yaşlarla dolu gözlerle bakıp, gururla gülümseyerek sırtlarını sıvazlarken duygusal ânı bozan tabii ki Tomris’in şen şakrak ve sabırsız sesi oldu.

“Hadi ama meraktan çatladık burada. Zaten Armağan elbiseyi göstermedi. Neymiş ilk Bergüzar görmeliymiş. Siz gelinsiniz yahu… Görümceniz ne derse onu yaparsınız!” Demesiyle Armağan’ın odadan çıkması ve Aylin’in makyajını yarım bırakarak ona bakması bir olmuştu.

Aylin ve Armağan ona imalı imalı bakarken, Tomris bir an Murat’ın peşinde koşup durduğunu, ona karşı aldığı gardının ise her geçen gün düştüğünü hatırlayıp kıpkırmızı olmuştu. Görümce adayı olan iki kadına bunları söylememesi gerektiğini hatırlasa da hiçbir şey yokmuş gibi omuz silkti.

“İki görümce adayına karşı tek başınasın Tomris Yalın! Bizce, kılıçlarını çekmek için çok yanlış bir konumdasın.” Aylin sözlerini bitirip, gülmemek için kendini tutmaya çalışırken Armağan sadece sırıtıyordu.

“Ben, kız alıp, kız verme işini sevmedim. Trip bile atamıyorum. Hâle bak! Üç tane abim var diye seviniyordum. Ben görümce olacaktım, resmen hayallerim okyanusa düştü.” Büktüğü dudağı, melül melül bakan gözleriyle kızları ve Sedef anneyi kahkahalara boğmayı başardı. Gülüşleri odayı inletirken Bergüzar giyinme odasından çıkmış o anda herkes gülmeyi bırakıp hayranlıkla esmer güzeli kadına bakmaya başlamıştı.

Tomris’in az önce gülmekten dolan gözleri şimdi yaşadığı duygusallığa yerini bırakıyordu. Bergüzar’ın ailem dediği dört kız ve yurt müdiresi Sedef Hanım ise çoktan gözyaşlarını serbest bırakmıştı.

“İşte gelin hanım da geldi.” Armağan’ın titrek bir sesle söylediği bu sözler havaya karışıp giderken Bergüzar odanın tam ortasında durup, kendi çevresinde bir tur döndü.

“Çok… Çok güzel olmuşsun.” Emel’in fısıltısı hepsini tetiklemeye yetmişti. Bergüzar gerçek anlamda göz kamaştırıyordu. Saçı ve makyajı özenle yapılırken, kızlar da kendi odalarına geçip hazırlanmaya başlamışlardı. Saatler hızla ilerleyip öğleden sonrayı bulduğunda gelin odasının kapısı usulca aralandı ve içeriye Neşe ile Süleyman girdi. İkisi de Bergüzar’ı gördükleri an donup kaldılar. Sessiz ama çok şey anlatan bakışlarla onu süzdükten sonra kendini toplamayı başararak Bergüzar’a ilk sarılan Neşe Hanım oldu.

”O kadar güzelsin ki…” Boğazına oturan yumruyu yok saymaya çalışsa da gözlerinden akan yaşlar duygularını ele veriyordu. Onun bu hâlini gören Bergüzar çoktan kendini koy vermiş ve Neşe Hanım’a sımsıkı sarılmıştı. Dakikalar sonra Neşe Hanım omzuna değen elin varlığıyla Bergüzar’dan ayrılıp Süleyman Bey’e müsaade etti. Bergüzar, ağlamaktan kırmızılaşan gözlerini Süleyman Bey’in yaşlar akan gözlerine dikip, kısa süre öylece baktı. Süleyman, yıllar boyunca yapamadıkları, geç kaldığı için, onların yanında olamadığı için o kadar pişmandı ki… Bergüzar bunu gözlerine her baktığında anlayabiliyordu.

“Kızım…” Bergüzar’ın nefesi kesildi sanki. İki adım ötesinde kollarını açmış onu bekleyen adamı görmekte zorlanıyordu. Çünkü gözlerinden akan yaşlar görüşünü flulaştırmıştı.

Bergüzar yıllarca kardeşine aile olmaya çalışmış, anne ve baba sevgisinin yokluğunu çekmişti. Annesi tarafından istenmeyen ve sevilmeyen, babası tarafından neredeyse öldürülecek olan bir kızın hayatı boyunca duyabileceği en güzel söz sanırım bu olmalıydı.

Ona ‘Kızım’ diyordu. Koşulsuzca seveceğinin bir göstergesi olarak söylediği bu sözler kalbindeki o boşluğu, sevgiye olan özlemini doldurmaya yetmişti. Heyecan ve mutluluktan titreyen bacaklarına inat Süleyman Bey’e yaklaşıp kendini onun kolları arasına bıraktı. Süleyman kızın saçlarını usulca öptü, parmak uçlarıyla sevdi. İkisi de içini çeke çeke ağlıyor, ikisi de birbirini teselli etmeye çalışıyordu.

“Özür dilerim. Açık açık size sahip çıkmadığım, korktuğum için çok özür dilerim kızım.” Bergüzar’ın ailesinin başına gelenler Süleyman’ın en büyük yürek yangınlarından biriydi.

“Senin bir suçun yok…” bir an sustu ve

“Baba!” Diye fısıldadı. Zamanında Süleyman’ın yüreğinde öyle fırtınalar kopmuştu ki adam her şeyi yaşadığını zannediyordu. Fakat bu duyduğu söz daha önce hiç yaşamadığı duygular yaşamasına yetmişti. Bergüzar’ın yüzünü ellerinin arasına alıp, gözlerinin içine bakarken odanın kapısı usulca aralandı ve içeriye Alparslan girdi. İkisinin de bakışları bir an genç adamı bulsa da Süleyman Bey yeniden Bergüzar’ın gözlerine bakıp, o meşhur sözü fısıldadı.

“Hoş geldin…” Kızın alnına dudaklarını bastırırken, Alparslan karşısındaki manzaraya bakıyor, gözüne dolan yaşları siliyordu.

Süleyman Bey, Bergüzar’dan ayrılıp gözlerini kuruladıktan sonra oğluna döndü. Alparslan ise ilk kez böyle gördüğü babasına biraz şaşkın ama oldukça dikkatli bakıyordu. Gözleri ağlamaktan o kadar çok kızarmıştı ki bu görüntüye içi acımıştı.

“Baba…” Süleyman gözlerindeki izlere inat mutlulukla gülümsedi.

“Aslanım… Alparslan’ım…” İki koca adam birbirine kenetlenir gibi sarıldığında da Süleyman Bey sözlerine devam etti.

“İlk göz ağrım. Beni ilk kez baba yapan evladım. Canım… Oğlum… Gururum…” Süleyman titreyen sesine inat konuştukça, Alparslan’ın gözlerinden yaşlar usulca akmaya başladı. Bergüzar’la Neşe ise onları sessiz ama aynı duygusallıkla izlemeye devam ediyordu.

“Asıl sen benim gururumsun. Babam…’’ derken eğilip elini öptü.

“Kızıma sahip çık. Ve bir daha asla üzme. Gözüm hep üzerinde olacak Alparslan Yalın. Sakın unutma!” Derken bir eliyle oğlunun, diğer eliyle de kızının elini sımsıkı tuttu. Gözlerinin içine huzurla bakan evlatlarına o da gururla bakıyordu.

“Hayat size ne getirirse getirsin önce birbirinizi dinleyin ve birbirinizi sakın ola bırakmayın. Ailenize sahip çıkın. Evladınızı sevgiyle büyütün, o sizin canınız ve sizden sadece sevgi istiyor. Eminim ki çok iyi anne ve baba olacaksınız. Benim zaten ne kadar iyi bir dede olduğumu konuşmamıza gerek yok!” Deyip göğsünü kabartmasıyla çocukları gülmeye başlamıştı. İkisine de son bir kez bakıp karısını alarak odadan çıktığında genç çift kendilerine gelmek için birkaç dakika sessizce kapıya bakmaya devam ettiler.

Dakikalar sonra toparlanmayı başaran Alparslan, yanında duran kızın güzelliğine bakarken aklı başından gitmişti. Usulca arkasına geçip, ellerini oğlunun üstüne koydu. Elbise, Bergüzar’ın uzun boyuna, geniş omuzlarına ve esmer tenine öyle yakışmış, üstüne öyle güzel oturmuştu ki onun bir parçası gibi duruyordu. Elbisenin sırt bölümündeki açıklıktan görünen dövmenin de ona bambaşka bir hava kattığı inkâr edilemez bir gerçekti. Alparslan dudaklarını omuz ve boyun dekoltesinde usulca gezdirirken, bu sefer aklı giden Bergüzar oldu.

“O kadar güzel olmuşsun ki… Hayatımda gördüğüm en güzel gelin, en güzel kadın, en güzel anne sensin bebeğim.” Dudakları kızın şah damarının tam üstünde durdu. Kalbi hızla atıyordu. Bunu anlamamak imkânsızdı. Alparslan ondan bir adım uzaklaştıktan sonra bedenini kendine çevirdi. Gözleri ağır ağır üstünde dolanırken, yaşadığı hisleri anlatacak kelime bulamıyordu. Aslında gözleri duygularını o kadar güzel belli ediyordu ki kendisi bunun farkında değildi. Gözlerinden ara ara akan yaşlar, bir erkeğe ağlamanın ne kadar yakıştığını ispat ediyordu.

“Şükürler olsun!” Gözleri tarifsiz bir mutlulukla buluşurken, Bergüzar ilk kez ona rahatça bakacak fırsatı bulmuştu. Siyah takım elbisenin içinde her zamankinden uzun ve kalıplı durmasının dışında, yeni tıraş olduğunu belli eden saç ve sakalları gözüne daha da yakışıklı görünmesine sebep oluyordu. Alparslan, Bergüzar’ın aşk dolu bakışları altında hayatında ilk kez kızardığını hissetti. Gömleğini yakasını usulca çekiştirirken, odanın neden bu kadar sıcak olduğunu düşünüyordu.

”Hayatımda gördüğüm en yakışıklı adamsın… Şimdilik!” cümlenin sonundaki ‘Şimdilik’ ayrıntısına takılan Alparslan ona dikkatle baktı.

”Şimdilik derken?” Sesi ve bakışları bir anda buz gibi olmuştu. Bergüzar onun bu ani değişimlerine alışmıştı ve artık daha soğukkanlı davranabiliyordu. Derin bir nefes alıp, Alparslan’a yaklaştı ve dudaklarının bir milim ötesinde durdu. Alparslan onun ne yapmaya çalıştığını düşünürken elinin altında beliren kıpırtı aklını başına getirdi, yüzünü güldürdü. Boştaki eliyle Bergüzar’ı olabildiğince kendisine çekip eğilerek kadının dudaklarına yapıştı.

Öpüşü hırslıydı, tahammülsüz ve kıskançtı.

”Demek oğlum benim yerimi kapacak öyle mi Bergüzar Hanım?” Ancak sesinde ne az önceki soğukluk, ne de öpüşündeki kıskançlık vardı. Bergüzar’ın cilveli gülüşü, elinin altında hareket eden oğlu sakinleşmesine yardımcı olmuştu.

”Sizi seviyorum.” Bergüzar’ın yüzünde öyle bir gülümseme belirdi ki, Alparslan’ın bacaklarının bağı çözüldü sanki.

”Biz de seni seviyoruz…” dudakları buluşmak üzereyken kapının vurulmasıyla, birbirlerinden ayrıldılar. Aralanan kapıdan içeriye uzanan iki kafa Alparslan’ı şimdiden gülümsetmişti.

”Gelsenize hergeleler!” Atilla’nın gözlerinde aniden bir ışık belirirken kapıyı biraz daha itip iyice araladı. Böylece Ertuğrul’la birlikte içeriye adım attılar.

”Ortam müsait mi diye şey etmiştik de!” Atilla’nın hınzır bakışları Alparslan’ın sert bakışlarına çarpıp parçalara ayrılırken, Ertuğrul onları yok sayarak Bergüzar’a ilerledi.

”O kadar güzelsin ki… Gözlerim kamaşıyor.” deyip kızın ellerinin üstünü öptü ve sıkıca sarıldı. Bergüzar bu iltifatlardan utanıp kızarsa da Ertuğrul’a gülümsemeye devam etti.

”Teşekkür ederim… Her şey için!” Ertuğrul’un kaşları anlık olarak çatılırken, ne demek istediğini anlamaya çalıştı. Bergüzar parmağındaki yüzüğü gözüne doğru sallayıncaysa her şey yerli yerine oturmuştu.

”Hmm! Beğendiğine sevindim.”

”Beğenmek ne demek. Bayıldım!” birbirlerine gülümsedikten sonra bakışlarını yanlarında yaşanan garipliğe çevirdiler. Atilla, abisini o kadar sıkı sarmıştı ki Alparslan bir yandan küfür ediyor, bir yandan da ondan kurtulmaya çalışıyordu.

”Atilla! Senden kurtulduğum ilk anda seni si…”

”Şşş!” Bergüzar’ın ani çıkışıyla susmayı başarırken, kardeşinden kurtulmayı da başarmıştı. Atilla abisinin gazabından korunmak için soluğu derhal Bergüzar’ın yanında alınca, Ertuğrul da abisinin yanına ilerledi. Atilla odaya girdiği andan beri abisine o kadar odaklanmıştı ki Bergüzar’ı yeni fark ediyordu. Dudakları arasından istemsizce yükselen ıslık eşliğinde kızın elini tuttu ve kendi etrafında bir kez döndürdü.

”Aman yarabbi! Bu ne güzellik… Dövme de yıkılıyormuş yani!” deyip sırıtırken, kafasının arkasına yediği tokat susmasını sağladı.

”Sen sesini keser misin? Yoksa ben keseyim mi kardeşim!” Ânında tatlı çocuk bakışlarını Alparslan’a çeviren Atilla, sevecen olduğunu düşündüğü gülüşünü ona hediye etti.

”Canım abim… Ben ne dedim ki… Yengemi övdüm. Hepsi bu!” Atilla’nın aldığı ikinci darbe bu cümleden sonra geldi. Kolunu koparırcasına sıkan Bergüzar’ın yaşattığı acıyla attığı çığlık, Alparslan ve Ertuğrul’u kahkahalara boğmuştu.

”Bana bak Atilla! Bana bir daha yenge dersen sonucu fena olur.” deyip ondan uzaklaştı ve müstakbel kocasının kolları arasına girdi. Atilla şaşkınca onlara bakıp isyan ederken Ertuğrul hâlâ gülüyordu.

Şamata son bulduğunda ikisi de abilerini tebrik edip, iyi dileklerde bulundular. Önce Atilla, ardından da Ertuğrul, Bergüzar’ı öpüp ‘Hoş geldin’ demişti. Bergüzar ise, bunun ailevi bir gelenek olduğunu o an anlamıştı. Odanın kapısını açıp dışarı çıkacakları sırada aklına gelen soruyla

”Ertuğrul!” diye seslendi. Ertuğrul ona dönüp gülümseyerek bakarken

”Yüzüğümün taşının neden siyah olduğunu Alparslan’a sordum ama sana sormam gerektiğini söyledi.” dediğinde genç adam başını usulca salladı.

”Hepinizin yüzüklerini size özel olarak tasarladım. Armağan’ın yüzüğü gözleri gibi mavi ve yeşil renklerini barındırıyor. Taşın tam ortasında benim gözlerimi temsil eden bir siyahlığı ise usulca hapsediyor. Aylin’in yüzüğü aynı kendisi ve ruh hâli gibi pespembe… İnadına gülümseyen, inadına umutlu… Güçlü, neşeli kadın. Ailemizin Polyanna’sı. Tomris neşeli görünebilir ama aniden dikenlerini çıkartıp hiç görülmemiş bir tarafını da gösterebilir. Babamın gözünde her zaman narin ve kırılgan olsa da dışarıda sinirli, acımasız ve tam bir değişken ruh hâline sahiptir. Ne beyaz, ne de siyahtır. Bu sebeple onun yüzüğü gri. Sen ise…” Deyip bir an sustuktan sonra devam etti.

“…bizlere karanlıklar içerisinden geldin. İliklerine kadar acıyla dolu olmana rağmen dimdik ayakta durup, abimi yıllar sonra hayata döndürdün. O taşı çevreleyen pırlantalar gibi ışık saçarak ailemize girdin. Alparslan Yalın’ın Esmeri olman da taşın rengine sebep olmuş olabilir tabi.” deyip göz kırptıktan sonra dışarı çıktı. Bergüzar yüzüğüne şimdi daha da dikkatli bakıyordu.

”Bu, aklıma hiç gelmemişti.”

”Benim de… Sanırım onu bizlerden ayıran şey de bu!”

* * *

Herkes hazırlandıktan sonra otelden ayrılıp Büyükelçiliğe doğru yola çıktılar. Bergüzar elleri arasında tuttuğu çiçek demetini heyecandan sıkarken, Alparslan ise kravatını çekiştirip duruyordu.

”Bergüzar… Benim kalbim bu heyecana dayanmayacak galiba.”

”Sen bana lazımsın! Sakın gideyim deme.”

”Seni bırakıp gider miyim be kadın! Bundan sonra tüm yollarım sana çıkar.” deyip dudaklarına küçük bir öpücük bıraktı. Araç durduğu anda dışarı çıktılar ve bu andan sonrasının hızına kimse yetişemedi.

Hep birlikte içeri girip, kendilerini bekleyen yetkililerle görüşmüş, salonlardan birine geçmişlerdi. Ailelerinin ve en yakın arkadaşlarının arasında kendilerini kürsüde bulan Bergüzar ve Alparslan birbirlerine gülerek bakıyordu. Bir klasik hâline gelen giriş konuşması, gelin ve damadın isimlerinin ardından şahitlerinin isimleri ve o malum sorunun sorulması.

”Siz Sayın Bergüzar Kesen, kimsenin baskısı altında kalmadan, özgür iradenizle Sayın Alparslan Yalın’ı ömrünüzün sonuna dek eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” Bergüzar’ın gözleri önce salondakilerin, ardından Alparslan’ın üstünde gezindi. Sevdiği adama gülümseyip, önünde duran mikrofona yaklaştı ve

”Evet.” deyişi salonda yankılandı. Alparslan’ın bakışlarındaki rahatlama ve mutluluk herkesi gülümsetmişti. Aldığı yanıtın ardından derin bir nefes alınca herkesten kahkahalar yükselmiş, bunu ise alkışlar takip etmişti. Cevap sırası Alparslan’a gelince salon yeniden sessizleşti.

”Siz Sayın Alparslan Yalın, kimsenin baskısı altında kalmadan, özgür iradenizle Sayın Bergüzar Kesen’i ömrünüzün sonuna dek eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” gözleri yeniden kavuşurken Alparslan’ın hiç tereddütsüz

”Evet.” deyişi duyuldu.

Yeniden yükselen alkış sesinin ardından şahitlerden de onay alındı ve sıra son cümleye geldi.

‘’Ben de sizleri karı koca ilan ediyorum.” bu sözle gelen mutluluk aileyi dalga dalga sararken, Bergüzar ve Alparslan önlerine konan deftere bir ömür dileğiyle imzalarını attılar. Herkes yavaşça ayağa kalktığında nikâhlarını kıyan kişi Bergüzar’ın eline evlilik cüzdanını verdi ve Alparslan’a döndü.

”Gelini öpebilirsiniz.” Salondaki genç kesimden yükselen ıslık sesi ve tezahüratlar eşliğinde Alparslan, Bergüzar’ın alnına uzun bir öpücük kondurdu.

Bu sırada içeride açılan pankartta ve davetlilerin dilinde şu sözler yükseliyordu.

”Senin Adın Bergüzar Yalın… Oooo… Oooo!” Bunu söylerken yerlerinde duramayıp, deliler gibi eğlenen ilk iki kişi ise Ertuğrul ve Atilla’ydı. Onların hâline gülen Alparslan kürsüden ayrılıp kardeşlerinin yanına gitti ve onlarla birlikte bağırmaya başladı.

Şimdi tüm salon aynı şeyi tekrarlıyordu.

”Senin adın Bergüzar Yalın… Oooo… Oooo!”

***

Nikâhın ardından hep birlikte yemek yemiş, bol bol sohbet etmişlerdi. Ertesi gün herkes Türkiye’ye dönerken Alparslan ve Bergüzar İtalya’da kalmış, Ayaz oğlan doğup hayatları sonsuza dek değişmeden önce baş başa tatil yaptılar. Bir haftalık tatil, aylardır gerginlikle yaşayan Alparslan’a bile iyi gelmişti. Aklındaki sorulara rağmen keyfi yerine gelmiş, yüzü gülmüştü. Tatil son bulup da İstanbul’a döndüklerinde takvimler Eylül ayını gösteriyordu.

Eylül’ün ilk günü doğum günü olan Armağan’ın doğum gününü kaçırdıkları için küçük bir pasta alarak onlara sürpriz yaptılar. Bergüzar ve Armağan salonda sohbet ederken, Alparslan ve Ertuğrul ise mutfakta pastayı dilimliyor, demini almış çayı bardaklara servis ediyordu. Doğumuna beş hafta gibi bir süre kalan karısına iş yaptırmayan Alparslan pastaları servis etmeyi bitirip, çayı servis eden kardeşine baktı. Sonra göz ucuyla salonu kontrol etti ve günlerdir aklında dönen, içini kemiren merakla soruyu sordu.

“Toprak’la bağlantı kurdunuz mu?”

“Hayır. İlk ve son olarak o gün konuştuk. Bir daha bağlantı kurmadı.” Çay bardaklarını tepsiye koyan Ertuğrul mutfaktan çıkmadan önce abisine dikkatle bakmış, kendisi de merakla bir soru sormuştu.

“Sence ne planlıyor? O gün neden öyle konuştu?”

“Bilmiyorum. Ben de düşünüp duruyorum, onun için endişe ediyorum ama… Toprak zeki kızdır. Gerçekten önemli bir şeyin peşinde olmasa ya da o evde canı tehlikede olsa bize açık açık söylerdi.” Abisinin sözlerine başını sallayarak karşılık veren Ertuğrul mutfaktan çıktı, salona varmadan önceyse usulca fısıldadı.

“O zaman Toprak’ın hamlesini bekleyeceğiz.” Bekleyeceklerdi beklemesine de Alparslan’ın sabrı kalmamıştı. Derince iç çekip yüzüne gülümseme yerleştirdi.

“Çaylar ve pastalar geldi. Doğum günü çocuğuna en büyük dilimi vermek isterdim ama sana bu kadarı yasak. O yüzden bu kocaman dilimi, iki kişilik tatlı yeme hakkına sahip olan karıma veriyorum.” Deyip Armağan’a göz kırptı ve Bergüzar’a tabağını uzattı.

“Aldığım kiloları vermeye çalışırken de böyle motive edici konuş olur mu kocacım?” sözlerine kıs kıs gülen Alparslan başının üstüne bir öpücük kondurmuştu.

“Olur tabii ki karıcım. Sonuçta benim işim bu.”

“Neymiş senin işin?” sorusuyla bir an durup düşündü. Pastasından biraz bölüp ağzına atıp çiğnedi. Sonra gururla göğsünü kabartıp

“Seni motive etmek. Benim işim bu. Kocanım ya senin.” Dedi ve alyansını gösterdi. Yaptığı harekete gülmekten kıpkırmızı olan Armağan ve Ertuğrul, gözlerinden akan yaşları silmeye çalışıyorlardı.

“Vay seni hanımcılar kralı.”

“Tabi oğlum ne sandın. Görünürde hanımların kütüğü değişiyor ama işin aslı öyle değil. Bizim kütüklere gözle görülmeyen bir not düşülüyor. ‘Hanım Köylü’” sözleriyle hepsi yeniden kahkahalara boğulmuştu.

Güzel geçen sohbetin ardından evlerine dönen Bergüzar ve Alparslan yatağa uzandılar. Uyku vaktinin geldiğini hissetmiş gibi harekete geçen Ayaz’ın tüm hareketleri gözle görülür olmuştu. Bulunduğu yerde döndükçe Bergüzar’ın karnı inip kalkıyordu.

“Uyku vakti geldi, Ayaz Bey hareketlenmeye başladı.” usulca gülen Alparslan, elini şişkinliğin üstünde şefkatle gezdirdi. Bu sırada Bergüzar da elini uzatmış, onun elinin üstüne koymuştu.

“Oğlumuza oralar dar geliyor artık. Bunlar isyan belirtileri.”

“Hazırlıkları tamamlayın, elim kulağımda geliyorum mu diyorsun babacığım?”

“Sanırım öyle diyor. Gerçekten eksiklerimizi tamamlamak için son zamanlarımız.” Yattığı yerden doğrulan Alparslan

“O zaman yarın oğlumuz için alışverişe çıkıyoruz ve eksik ne varsa alıyoruz.” Deyip karısının koynuna sokuldu. Sarmaş dolaş uzanıp, oğullarını severken hayaller kuruyor, bazen gülüyor, bazen ise gelecek günlerin mutluluğuyla gözlerine yaşlar doluyordu. Tabi Alparslan, gelecek günlerin mutluluğun yanında bolca şaşkınlık, kaos hatta belki de öfke getireceğini bilerek susuyordu.

Günler hızla akıp giderken bebek için bolca alışveriş yapmış, odasını, kıyafetlerini hatta oyuncaklarını bile hazır etmişlerdi. Bergüzar bir yandan bunlarla uğraşırken, bir yandan da tez konusunu netleştirip çalışmalarına başlamıştı.

Alparslan ise hâlâ Toprak’tan bir haber gelmesini bekliyordu. Yine bir sürü düşünceyle boğuştuğu anda çalan telefonuna bakıp tebessüm etti. Arayan Dedesi Sadullah Bey’di. Ailecek İtalya’ya giderlerken Sadullah dede evine dönmüş, torununu ve gelin hanımı oğlu Süleyman aracılığıyla gönderdiği kısa bir notla tebrik etmişti. Sadullah dede evine gitmişti gitmesine de aklı İstanbul’da kalmıştı. Olan biteni yakından takip etmek istediği için cep telefonu almaya bile razı olmuştu.

“Dede, nasılsın?” kulağına torununun yorgun sesi dolarken, bahçeye ektiği marulların son durumunu kontrol ediyordu.

“Ben iyiyim Aslan parçam, sen nasılsın? Bergüzar kızım ve en küçük torunum nasıl?”

“Bergüzar kızın ve en küçük torunun gayet iyi. Kavuşmak için biri içeride, biri dışarı gün sayıyorlar.” Sadullah Bey bu sözlere gülerken

“Sen saymıyor musun ulan hergele?” deyince Alparslan da gülmeye başladı.

“Sayıyorum, saymaz olur muyum dede. Fakat Ayaz Bey olduğu yere artık sığamadığı için huzursuz, gelin hanım desen doğum yaklaştıkça daha çok zorlanıyor. Onların gün sayma sebepleri benimki gibi heyecandan değil anlayacağın.”

“Analık zordur aslanım. Aylarca canında büyüt, dünyaya getir. Sonra koynunda besle büyüt. Bizler, çocuklar ele avuca gelene kadar pek bir şey anlamıyoruz. Bebek hep anneyle oluyor, bizlere de onları izlemek kalıyor.” Bir an susup hiddetle sözlerine devam etti.

“Heee, bu demek değil ki gaz çıkarmayacak, bez değiştirmeyecek, bebeği avutmayacaksın. Hepsini hatta daha fazlasını yapacak, Bergüzar kızımı yormayacak, üzmeyeceksin. Anladın mı beni hergele?” dedesinin, ailenin kadınlarını korumasına, baş üstünde tutmasına, böylesi sözlerini duymaya alışkındı.

“Yaparım dedem, yapmaz olur muyum? Oğlumuz sağlıkla doğsun da emzirmek dışında her şeyi yaparım. Hani onu da yapacak olsam yaparım…”

“Onu da sen yapma ulan. Kıllı herif. Masum sabiye yazık.” Aniden söze girip söylediklerine kahkahayı patlatırken, dedesinin de güldüğünü duyuyordu. Bir süre karşılıklı gülüp, sohbet ettiler ve asıl konuya geldiklerini belli eder gibi bir anda sessizleştiler.

“Toprak kızımızdan haber var mı?” iç çeken Alparslan

“Haber yok, ses yok. Hiçbir şey yok.” Deyince Sadullah dede de iç çekmişti.

“Sabrın kalmadı biliyorum evlat. Biliyorum, seni anlıyorum ama bebek doğana kadar az daha dişini sık.”

“Bebek sağlıkla doğsun, Bergüzar doğumunu sağlıkla atlatsın. Ondan sonra anlatacağım. Daha fazla susmak, saklamak istemiyorum.” Dedikten sonra vedalaşıp telefonu kapatmışlardı. Dedesiyle konuşunca aklı yine darmadağın olmuş, gözlerini İstanbul manzarasına dikmiş dışarıyı izliyordu. Saatler geçiyor ancak o sadece manzarayı izliyordu. Gerçekleri Bergüzar’a nasıl söyleyecekti? Bergüzar bu haberi aldığında nasıl hissedecekti? Hele ki birkaç aydır bu gerçeği bilip de ondan sakladıklarını duyduğunda ne yapacaktı? Cevabını bilmediği sorularla savaşırken telefonu yeniden çalmaya başlamıştı. Bu sefer arayan babasıydı.

“Efendim baba?”

“Atilla ve Ertuğrul’u da alıp hemen bize gel. Sessizce!” Telefon anında kapanınca neler olduğunu soramamış, merakla ayaklanıp odasından çıkmıştı. Kardeşlerini de alarak doğruca anne ve babasının evine geçerken üçünün de ağzını bıçak açmıyordu. Arada bir birbirlerine kaçamak bakışlar atıyor ama asla konuşmuyorlardı. Gerginlikle geçen yolculuğun sonunda eve varıp içeri girdiklerinde gördükleri manzara inanılır gibi değildi. Salonda karşılıklı oturmuş kahvelerini yudumlayan iki adama bakmayı kesip birbirlerine baktılar.

“Ne oluyor be?” diye fısıldayan Atilla kadar şaşkındılar. Salonun kapısında öylece kalakalmış üç genç adama usulca dönen Eşref Hulusi Açıktan, onlara başıyla selam verip

“Size, sizden izinsizce koparıp alınan birini getirdim.” Dediği anda gözleri yuvalarından çıkacak gibi büyümüştü.

“Ne, nasıl?” soruları Ertuğrul’dan gelirken Eşref Hulusi hüzünlü bir ifadeyle başını aşağı yukarı salladı.

“Olan bitenden geç haberim oldu. Meral ve oğlum Eren, size ve Toprak’a o tuzağı kurduğunda yurtdışındaydım. Eğer burada olsaydım, bunların yaşanmasına katiyen müsaade etmezdim.” Bir an susup soluklandı ve sözlerine devam etti.

“Doğrusu onlar ne yapar eder, arkamdan iş çevirirlerdi. Benim de ruhum duymazdı. Bugüne kadar yaptıklarını, beni nasıl kandırdıklarını duymadığım gibi…” gözleri kederle uzaklara dalıp gittikten sonra toparlanmaya çalışır gibi silkelendi.

“Ama neyse ki Toprak’ı uzun süre saklayamadılar. Olanları öğrendiğim gibi onu size getirmek istedim ancak Toprak istemedi. Meral ve Eren’in bir şeyler karıştırdığını, konunun bir kısmının benimle, bir kısmının ise ablasıyla ilgili olduğunu duyduğunu söyledi. Bunları, onlar konuşurken gizli saklı dinleyerek duymuş.” Salona giren üç kardeş, sessiz olmaya çalışarak koltuklara otururlarken, babalarına da bakıyorlardı. Süleyman Bey, başını hafifçe sallayarak ‘dinlemeye devam edin’ mesajını verince yeniden Eşref Hulusi’nin anlattıklarına dikkat kesildiler.

“Ben de Toprak’ın daha neler öğreneceğinin merakıyla onun planına ortak oldum. Meral ve Eren’den duyduğu sırların benimle ilgili olan kısmına hiç şaşırmadım. Yıllar evvel emek emek kurduğum ve büyüttüğüm Açıktan Yapı İnşaat batmak üzereymiş. Ender’in ölümünden sonra Eren şirketin başına geçmişti. Ender ne kadar planlı, beş adım sonrasını düşünen, zeki biriyse Eren tam tersidir. Bu, doğduğu günden beri böyleydi. Eline geçirdiği gücü, parayı yerli yersiz, hiç düşünmeden kullanır. Ki kullanmış da. Bazı ihaleleri kazanmak için milyonlarca lira rüşvet yedirmiş, bazı şirketleri ihalelerden çekilmeleri için tehdit etmiş. Derken şirketi batma noktasına getirmiş. Hem de abisini kaybedip de yerine geçeli bir yıl olmadan.” Yine sustu, zar zor soluklandı.

“Tabi ben yaşım ve hastalıklarım dolayısıyla şirketle ilgilenemiyorum. Bir de bunlara evlat kaybetmenin acısı eklenince…” Ne kadar sevmeseler de düşman olsalar da Ender de bir ananın, bir babanın oğluydu. Evladıydı. Yanlışlar yaptı, kötülükler yaptı diye yok sayılmaz atılmaz, üstü çizilmezdi.

“Başın sağ olsun Hulusi! Keşke böyle olmasaydı.” Diyen Süleyman Bey’e bakıp minnetle başını sallayan Hulusi Bey

“Yanlışlarına doğru, yaptığı kötülüklere aferin demem. Diyemem. Ama o benim oğlumdu. Ne yaparsa yapsın canımdan candı.” Derken yaşlar dolan gözlerini pencereye çevirip dışarı bakmaya başladı.

“Şirket batarken Meral de Eren de kendilerini sağlama almışlar. Hesaplarına epey para transfer edip, bir şey olur da paralara el konulur diye sahte kimlik çıkartmış, o kimlikler üstüne açtıkları banka hesaplarına paraları geçirmişler. Yani onlar kaçış için hazırlıklarını yapmışlar ama beni düşünen olmamış. Neyse… Uzun lafın kısası Toprak sayesinde ben bu gerçekleri öğrendim. Ya da hep tahmin ettiğim, aklımdan geçirdiğim varsayımlarımın gerçek olduğunu tescilledim.” duyduklarıyla nutku tutulmuş gibi, oturdukları koltuklara çakılıp kalan üç kardeş, Hulusi Bey’e hüzünle baktılar.

Evlatlarının ve karısının ona yaşattıklarına üzülmüşlerdi ancak asıl merak ettikleri konu Bergüzar’la ilgili olan kısımdı. Merakına daha fazla dayanamayan Alparslan

“Eşref Hulusi Bey, sizin için gerçekten çok üzgünüm ama merakımı mazur görün lütfen. Toprak, ablasıyla ilgili ne öğrenmiş? Ve şu an nerede?” derken salonun kapısına doğru baktığı anda donup kaldı.

“Buradayım Alparslan abi.” Diyen nahif sesi canlı canlı yeniden işitiyor, onu sapasağlam karşında görüyordu. Eli ayağı buz kesip uyuşsa da ayaklandı. Zar zor salonun kapısında dikilen kıza doğru ilerledi.

“Toprak… Güzelim…” demesiyle boynuna sarılıveren kızı öyle sıkı sarmıştı ki yanı başlarında duran annesi gözyaşlarına boğulmuştu.

“İyi misin? Bir şeyin yok değil mi?” bir yandan soruyor, bir yandan ona bakıp nasıl olduğunu anlamaya çalışıyordu.

“İyiyim, gerçekten iyiyim.” Kızın epey uzayan saçlarını okşayıp, alnını öptü ve salona doğru geçmesi için onu yönlendirdi. Toprak’ı yanına oturtup, gerçekliğine inanmak ister gibi elini tutarken, tıpkı Bergüzar’a benzeyen kahverengi harelerine baktı.

“Ablanla ilgili ne öğrendin Toprak?” Toprak merakla yüzüne bakan aile fertlerinin her birini dikkatle inceledikten sonra soluk alıp dilinin ucundaki baklayı çıkardı.

“Akif Kesen, ablamın babası değilmiş.” Eşref Hulusi Bey dışında herkes şok olmuş, kendisine bakıp kalmıştı. Süleyman Bey çatık kaşlarının, şaşkın bakışlarının ardından ona bakıp

“Ne dedin kızım anlayamadım?” Diye sorunca bir kez daha tekrarladı.

“Benim babam olan Akif’in ablamın öz babası olmadığını öğrendim.”

“Yok artık!” Sözleri Ertuğrul’un dilinden dökülürken

“Meral Hanım yine Pandora’nın kutusu gibi.” Diyen Atilla onu takip etmişti. Toprak onlara anlayışla tebessüm edip, o evde aylar geçirmesine sebep olan asıl gerçeği söylemek için oturuşunu daha da dikleştirdi.

“Öğrendiklerim bu kadar da değil.” Diyerek giriş yapmasıyla herkes iyiden iyiye gerilmiş, ağzının içine bakıyor, ne söyleyeceğini merakla bekliyordu.

“Daha ne var? Ben, Bergüzar’a senin yaşadığını nasıl söyleyecem derken babası bildiği adamın gerçek babası olmadığını öğreniyoruz. Bundan başka ne var? Yüreğim dayanmayacak artık.” Toprak endişeyle Alparslan’a bakıp

“Çok üzgünüm Alparslan abi ama bir şey daha var. O da… Ablamın gerçek babasının kim olduğunu öğrendim.”

“Şahane! Gerçekten mükemmel. Tam bir pembe dizi kıvamına geldik. Az sonra içeriye uşağımız girecek ve bahçıvana âşık olduğunu söyleyecek. Bahçıvan da müştemilatta doğup büyüyen ama gözü yükseklerde olan şoförün kızına yanık olduğunu itiraf edecek. Dizinin sonunda da ‘Nihal’i harcayacaklar Matmazel’ diyerek ölen bir Beşir’imiz olursa… Mis gibi.” Atilla’nın saniyeler içinde sıraladığı bu sözlerle ortam sessizliğe gömülmüş, herkes birbirine bakıp kalmıştı ki Toprak

“Bir de bayıl istersen Feriha… Ay pardon Atilla!” deyince kahkahalar koptu. Hepsinin sinirleri bozulmuş, kafaları karman çorman olmuş, yüreklerindeki endişe daha da büyümüştü. Bunca olay, bunca gerçek nasıl olacaktı da Bergüzar’a söylenecekti?

Süleyman Bey biraz aklını toparlayıp

“Peki kimmiş bu adam?” sorusunu sorunca Toprak yeniden ciddileşti.

“Kim olduğunu şu an söylememizi istemiyor ancak Eşref Hulusi amca sayesinde onunla bağlantı kurup, her şeyi anlattım. Yıllar evvel Meral’le ilişkisi olduğunu kabul etti. Kendisi Ankara’dan İstanbul’a gelmek ve ablamla tanışmak için haber bekliyor. Tabi o gelmeden önce, ablamın benim yaşadığımı öğrenmesi gerekiyor.” İşte dananın kuyruğunun kopacağı o günlere geldiklerini anlayan Alparslan iç çekmişti.

“Nasıl olacak bilmiyorum. Hem onun için, hem de oğlumuz için endişe ediyorum ama artık senin yaşadığını öğrenmeli. Bu yükle daha fazla yaşayamam.” Toprak duyduklarıyla donup kalırken Alparslan’a bakıyordu. Son sözlerini tekrar tekrar düşünüp

“Oğlumuz derken?” Diye fısıldayınca herkesin aklı başına geldi. Kimse Toprak’a ablasının hamile olduğunu, dahası doğumuna bir ay kadar bir süre kaldığını söylememişti. Alparslan buruk bir gülümsemeyle

“Ablan hamile. Oğlumuz olacak.” Dedi ve onun tepkisini izledi. Gözleri kocaman olmuş, ağzı açık kalmıştı. Kızın çenesine hafifçe dokunup ağzını kapatırken kıs kıs gülüyordu.

“Nasıl yani, teyze mi oluyorum?” Sevinç dolu bu bağırışın ardından herkes gülmeye başlamıştı.

“İnanmıyorum. O yüzden ablama hiçbir şey söylemediniz.” Alparslan başını sallayıp

“Senin yaşadığını öğrendiğimizde bebek daha çok küçüktü. Ablan da yeni yeni toparlanıyordu. Ona bu haberi verirsek yaşayacağı şok ve şaşkınlık bebeğe ya da kendine zarar verir diye sustuk.” gözlerinde sevinç gözyaşları beliren Toprak

“İyi ki söylememişsiniz.” Derken Alparslan’ın elini sımsıkı tutmuştu.

“Peki şimdi nasıl söyleyeceksiniz?” Alparslan’ın da aklında dönüp duran soru buydu. Nasıl söyleyeceklerdi? Bir süre sessiz kalıp, saatine baktı.

“Ben eve gidip, Bergüzar’la baş başayken anlatayım… Anlatmaya çalışayım. Nasıl olacaksa artık.” Duraksayıp saçlarını gelişi güzel karıştırdı. Başı ağrıdan çatlıyordu.

“Toprak’ı bir anda karşısında görmesin. Duyduklarını sindirip yüz yüze gelmeleri daha iyi.” Ayaklanıp salonun çıkışına ilerlerken herkes ayaklanmış ve onunla ilerlemişti. Süleyman Bey, oğlunun omzunu usulca sıkarken

“Sakin ol, sakin sakin anlat. Kızı panikletmemeye çalış. Aksi bir durum olursa… Allah göstermesin… Haber ver evladım.” Demişti.

“Tamam, benden haber bekleyin. Buraya gelmeden önce ararım.” Kapıdan çıkıp aracına geçecekti ki duraksayıp arkasına döndü. Toprak’ın yanında duran Eşref Hulusi Bey’e baktı bir süre.

“Hulusi Bey, Toprak’a sahip çıkıp bize getirdiğiniz için… Teşekkür ederim. Minnettarım.” Eşref Hulusi başını hafifçe eğerek karşılık verince aracına geçti. Aylardır saklamak zorunda kaldığı gerçekleri kafasında sıraya koyup Bergüzar’a nasıl anlatacağını düşünürken evine doğru ilerledi.

Eve geldiğinde kapıya öylece bakıp yaşanacakların endişesiyle gerilen kaslarını rahatlatmaya çalıştı ancak nafileydi. Anahtarı çevirirken ellerinin usulca titrediğini gördü. Bunu yok saymaya çalışırken kapıyı açıp içeri girdi. Salonda oturan Bergüzar’la göz göze geldiği anda tebessüm etmeye çalıştı.

“Ben geldim.”

“Hoş geldin canım.” Diyen nahif ses yüreğine ok misali batıyordu. Salona ilerleyip, karısının yanına oturmadan önce hafifçe eğilmiş ve başının üstünü öpmüştü. Elleri Bergüzar’ın karnını bulup okşarken koltuğa oturdu fakat gözlerine bakacak cesareti bulamadı. Bebeğe ya da ona bir şey olmaması için dualar ederken

“Nasılsın?” diye sordu. Ancak onun bir garip olduğunu, gerginliğini fark eden Bergüzar dikkatle yüzüne bakmaya çalışıyor, niyeyse gözleriyle buluşamıyordu. Çenesini parmak uçlarıyla kavrayıp başını kaldırdığında yemyeşil gözlerdeki pusu gördü.

“Ben iyiyim de sen iyi değilsin Alparslan. Ne oldu, neyin var?” Ikınıp sıkındıkça Bergüzar’ı daha da panikletip endişelendirdiğini fark ederek gözlerine bakmayı sürdürdü. Gerçeklerden kaçış yoktu. Sakladığı büyük sırrı artık söylemesi gerektiğini biliyordu. Onlar için endişelense de vereceği haberle yaşanacak şokun ardında uçsuz bucaksız bir mutluluk olduğunu kendine hatırlattı. Ablasına, annesi gibi sevdiği insana kavuşmayı bekleyen Toprak’ı düşündü. Yüzüne buruk bir tebessüm yayılırken

“Sana bir şey söylemem lazım.” Deyip, kuruyan dudaklarını yalayarak ıslatmaya çalıştı. Başarılı olamayınca sehpada duran su dolu bardağa uzanıp birkaç yudum su içti.

“Alparslan, ne oluyor?”

“Şşş, lütfen soru sormadan beni dinle. Bana müsaade et her şeyi anlatayım. Senden tek isteğim sakin olman. Bebeğimize ya da sana bir şey olmasından korkuyorum. O yüzden sakin ol.” Bergüzar iyice gerilmiş, karnında dönüp durarak kendisini tekmeleyen oğluna dokunmak için karnını sıvazlamıştı.

“Tamam, sakin sakin dinliyorum. Anlat.” Anlat demesi ne kolaymış, Alparslan bir kez daha anlamıştı. Kendisi de anlatsaydı deyip durmuştu da bazı konuların, söylendiği kadar kolay anlatılamadığını ilk kez deneyimliyordu.

“Biz, birkaç ay önce bir bilgiye ulaştık.” Susup soluklanmak istedi ama içine çektiği her soluk ciğerlerine batıyor gibiydi.

“Aldığımız bilgi Toprak’la ilgiliydi.” Demesiyle kadının gözlerinde beliren büyümeyi de şaşkınlığı da anbean izledi.

“Toprak’la ilgili derken?”

“Şşş, dur. Dur. Soru sormak yok. Sadece dinle.” Bergüzar başını hızla sallayıp, sözlerinin devamını bekler gibi gözünün içine bakınca Alparslan devam etti.

“Atilla ve Ertuğrul araştırma yapmışlar. Hepsini tüm ayrıntılarıyla daha sonra anlatacağım. Söz veriyorum ama asıl konu…” dilinin ucunda duran kelimeler ağzından bir türlü çıkmıyordu. Kıpırdanıp, sağına soluna baktı. İçine çektiği soluğu sesli şekilde verdi ve Bergüzar’ın buz gibi olan ellerini sıkıca tuttu.

“Toprak ölmemiş Bergüzar.”

 

ESMERİM – ABRE / 8.BÖLÜM’ü Okumaya Devam Et.

error: Content is protected !!