8.BÖLÜM
Doğru söz içinmiş diller
İşte kalbin sev dediler
Bana yalan söylediler
Bana yalan söylediler
Kaderden bahsetmediler
Aylardır gönlüne, gözlerine ağırlık, sırtına ise kambur olan sırrı söylemişti. Karşısında öylece donup kalan kadının yüzünü kavrayıp usulca okşadı.
“Bergüzar…” ses yoktu. Tam tahmin ettiği gibi şok geçiriyordu. Ellerindeki titremeyi durdurmak için elleriyle sardı ancak kendi elleri de titriyordu.
“Ne dedin?” Dakikalar sonra gelen soruyla biraz olsun nefeslenirken
“Toprak ölmemiş Bergüzar. Her şey Meral ve Eren’in kurduğu bir oyunmuş.” Dedi. Bergüzar zar zor nefes alıp silkelendi.
“Yaşıyor… Kardeşim…”
“Evet, yaşıyor. Şu an babamlarda. Seni bekliyor.” Bergüzar’ın gözlerindeki şaşkınlık büyürken yüzü kaskatı oluvermişti. Alparslan’ın aylardır süren dalgın hâllerini, gerginliğini düşündü. Onu kendisine, Ankara’daki zamanlarına benzettiğini hatırlarken ellerini ayırdı ve zorla
“Sen, bunu biliyordun.” Diye fısıldadı. Alparslan’ın
“Biliyordum ama…” demesine fırsat vermeden bir anda ayağa kalkıp geri geri adımladı ve ondan uzaklaştı. Gözlerindeki şaşkınlığın yerini buz gibi ifade alırken, Alparslan da bunu fark etmişti. İçinde büyüyen telaşa engel olamayıp ona doğru yaklaşmak istese de Bergüzar yine geri gitmişti.
“Bana söylemedin. Kardeşim… Yaşıyormuş. Ve sen bana söylemedin.”
“Söylemek istedim ama…”
“Ama söylemedin Alparslan. Bana kızıp, küstüğün ve buna sebep gösterdiğin şeyi sen bana yaptın.”
“Ben sana bir şey olursa diye…” demesine kalmadan Bergüzar öfkeyle bağırmaya başladı.
“Yaşıyor diyorsun. Yaşıyor! Aylardır ölü sandığım, gözlerimin önünde öldü sandığım kardeşimin yaşadığını söylüyorsun. Böyle bir şeyi nasıl saklarsın? Bana ne olacaktı ki? Daha önce duysam ne olacaktı?” susup soluk almaya çalıştı ama sinirini yatıştıramadı.
“Acım dinerdi. Aylardır her gece rüyamda kardeşimin ölüm ânını görmez, gözyaşı dökmeyi bırakırdım belki. Bu olurdu işte. Ama bana bir şey olmazdı.” Alparslan’ın gözyaşları yanaklarına dökülüyor ancak Bergüzar bunu umursamıyordu.
“Ne zaman öğrendin? Bunu ne zamandır benden gizliyorsun?” Alparslan bir adım atıp yakınına gelmek için çabaladı. Aralarında birkaç adımlık boşluk vardı fakat ruhlarındaki uzaklık ondan çok daha fazlaydı. Hissediyordu.
“Kızmanı, öfkelenmeni, kırılmanı anlıyorum.”
“Ne zamandır biliyorsun diye sordum be adam! Cevap versene.” Gözlerini kısa süreliğine kapatıp zorla yutkunduktan sonra koyu kahverengi harelere baktı.
“Yaz başıydı, sen okula başlamadan önce öğrendim. Söylemek istedim…” Bergüzar gözlerini salonda gezdirip duvar saatinin içindeki dijital ekranda yazan tarihe baktı. Ekim ayındaydılar. Beş ay gibi bir süreden bahsediyordu. Beş aydır gerçeği biliyordu fakat söylememişti. Çok uzundu, aradan geçen zaman çok uzundu.
O beş ayda neler yaşamışlardı. Koca bir yaz geçmiş, güz gelmişti. Yaz boyunca derslerine odaklanıp geleceğine yön vermeye çalışmıştı. Yaz sonunda evlenmişlerdi. İtalya’da her şeyden habersiz tatil yapmıştı. Bazen hayatına devam ettiği için kendine kızmış, için için kendini yemişti ama Alparslan’a bir şey belli etmemek için çabalamıştı. Üzülmesin, yüzü gölgelenmesin, planladığı tatil keyifle geçsin diye duygularını örtmüştü. Kendisi onun için duygularını örterken, kocası da gerçekleri örmüştü öyle mi?
Savsak adımlarla kapıya ilerlemeye başladığında peşi sıra ilerleyen Alparslan, onun ne yaptığını, nereye gittiğini anlamaya çalışıyordu. Koşar adım yanına varıp elini tuttu. Yardım etmeye çalışsa da Bergüzar olabildiğince hızlı adımlarla kapıya yürümeye devam etti. Kapı kolunu kavrayıp dışarı çıkarken üstünde ne bir mont, ayağında ne bir ayakkabı vardı. Yaşadığı şokla öylece yürüyordu.
Onun için mont ve ayakkabı alan Alparslan arkasından koşarken aniden önünde durduğunu gördü. Sessizce ne yapacağını beklemeye başladı. Yanına sokulup, sımsıkı sarılmak istiyordu ama nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyor, bekliyordu.
“Araba…” dedi fısıltıyla. Önünde duran arabaya diktiği gözlerinde ilk kez yaşlar belirmişti.
“Araba patladı… Paramparça oldu… Gözümün önünde öldü. Nasıl, nasıl yaşar?” susup başını sallarken boğazından yükselen feryat bahçeyi sarmıştı. Ellerini ağzına kapatıp var gücüyle yakarırken dizlerinin bağı çözüldü sanki. Olduğu yere çöküp kalmadan önce beline dolanan kolları hissetmemişti.
Alparslan, onun dermanının kalmadığını anlayıp bedenine sarılırken yere oturdu, karısını da kucağına oturtup sarıldı. Kollarındaki ceketi omuzlarına örtüp, saçlarını öperken
“Ne olur sakin olmaya çalış. Lütfen… Size bir şey olmasın.” Diye mırıldanıyordu. Fakat aylar boyunca yüreğinde koca bir yangınla yaşayan ve her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan Bergüzar, nefes almadan ağlıyordu. O ağlıyor, Alparslan ağlıyordu.
“Gerçekten yaşıyor mu? Benim kardeşim… Toprak…”
“Yaşıyor bebeğim.” Diye mırıldanırken yüzünü ıslatan yaşları silmeye çalıştı. Bu sırada Bergüzar da ona iyice sokulmuş, yüzünü kavramış, onun gözyaşlarını siliyordu.
“Alparslan… Emin misin?” fısıltıyla sorduğu bu soruya tebessüm etmeye çalışırken başını salladı.
“Seni her şeyden çok sevdiğime emin olduğum gibi eminim. Kardeşin yaşıyor Esmerim.” Boynuna sokulup ağlayan karısını içine katmak ister gibi sarıp sarmaladı. Sırtını sıvazladı, saçlarını öptü, kulağına onu çok sevdiğini fısıldadı.
“Neden söylemedin? Bunca zaman neden söylemedin? Neden sakladın? Acı çektiğimi görmedin mi? Hâlime hiç mi üzülmedin? Söyleyeyim de acısı dinsin diye de mi düşünmedin Alparslan? Ben her gece onun ölümünü gördüm. Günlerce tek kelime etmeden, yemeden, içmeden yaşadım da yaşadığını öğrenince mi yaşayamayacaktım?” İçini çeke çeke ağlıyor, sesi yettiğince bağırarak sorularını sıralıyordu.
“Sen değil miydin senden gizlediklerim için kızan, gönül koyan, küsen? Ne oldu da benden gerçekleri gizleyecek kadar yaptıklarını, kendi sözlerini, öfkelenme sebebini unuttun?” duyduğu sözlerle lime lime olan, vicdanının altında ezilen Alparslan aklından geçenleri nasıl dile getireceğini bilemeyip öylece düşündü. Bir dakikanın sonunda aklını, kalbini dolduran kelimeler usulca akmaya başlamıştı.
“Söylemek istedim. Taa en başında, ilk öğrendiğim gün söylemek istedim ama… Hamileliğin riskli dönemiydi. Zaten zor toparlanmıştın. Emin olmadan söyleyemedim.” Ağlamaktan kızaran gözleri yeniden buluşurken ikisi de birbirini var gücüyle tutuyordu. Kaybetmekten korkar gibi.
“Hani aylar önce sen bana gerçekleri söyleyememiştin ya… Ben sana çok kızmıştım. Küsmüş ve seni yalnız bırakmıştım. İlahi adalet mi dersin, kınadığın başına gelirmiş mi dersin… Ben de bu gerçeği sana söyleyemedim. Sanki rollerimiz değişti, senin o zamanlar ne çektiğini anlayayım diye…” Bergüzar’ın gözlerine bakmaktan kaçınıp başını eğse de Bergüzar buna müsaade etmemişti. Başını kaldırıp yeniden gözlerini buluşturdu.
“Beni ona götür.” Dedikten sonra ayağa kalktılar. Az önceki sözlerine karşılık hiçbir şey söylememesi Alparslan’ın yüreğini dağlamıştı. Geçti sanılan yaralar, kırgınlıklar belki de geçmiyor, sadece acısı hafifliyordu.
Araç hareket ettikten sonraki bir saatlik yol bitmek bilmemişti sanki. Bergüzar buz gibi elleriyle bebeğini okşarken, Alparslan göz ucuyla onu izliyordu. Uzayıp giden yol son bulup evin bahçesine girdiklerinde arabadaki sessizlik iyice ağırlaştı. Aracın kapı kolunu kavrayıp usulca açan Bergüzar araçtan indiğinde derin bir soluk almıştı. İkinci soluğunu almaya çalışırken elini kavrayan elin de buz gibi olduğunu hissederek ona baktı.
“Bağır, kız, küs… Ama şimdi değil. Evimize geri döndüğümüzde ağzıma sıç. Ama şimdi değil.” Şimdi yanında olacak, elini sıkı sıkı tutacağım demenin başka bir yolu varsa da Alparslan yine kendi bildiği yolu tercih etmişti. O da en az kendisi kadar gergin ve endişeliydi, Bergüzar bunu anlıyordu. Gözlerine tereddütle bakıp kapıya ilerledi. Kapının ardında aylardır ölü bildiği kardeşinin olduğunu kendine sürekli tekrarlıyordu. Kalbi resmen ağzında atıyor ne yapacağını, ne tepki vereceğini bilemiyordu. Kapının önünde durup titreyen elini kaldırdı ve birkaç kez vurdu. Alparslan’ın elini mümkünmüş gibi daha sıkı tutup iç çekerken kapı aralanmış Neşe ve Süleyman’la karşı karşıya gelmişti. Onların da yüzlerinin tıpkı oğullarınınki gibi endişeyle kasılıp kaldığını anladı.
Merhaba ya da iyi akşamlar demek istese de ağzından tek kelime çıkmadı. Titrek adımlarla salona yaklaşırken kalbi duvarlarını daha da zorladı. Salonun kapısında duraksayıp içeriye tedirginlikle bakarken gözlerinde yaşlar belirmişti. Uzun siyah kirpiklerini peş peşe kırpıp gözlerindeki yaşlardan kurtulmaya çalışırken kardeşini gördü. Ancak görüşü bulanıktı. Alparslan’ın elini bir an bile bırakmazken, diğer eliyle yüzünü silmeye çalıştı.
Toprak ise karşısında donup kalmış ablasına tebessüm etmeye çalışıyor, bir yandan da onu incelemekten kendini alamıyordu. Kocaman olmuş göbeğiyle ablası daha önce hiç görmediği kadar kilolu görünüyordu. Yanakları bile elma gibi olmuştu. İlk şaşkınlıktan sonra aklından geçen tek şey hamileliğin onu daha da güzelleştirdiği olurken birkaç adımda ablasına yaklaştı.
“Hamileyken de bu kadar güzel olamazsın.” Demesiyle afallayan Bergüzar, duyduğu sesi ne kadar özlediğini iliklerine kadar hissetti. Keskin bir soluk alıp hızla Toprak’a sarıldı. Tek kelime edemese de içinde coşan mutluluğu anlatmak ister gibi sarıldı. Gerçek olduğuna inanmak ister gibi eline, yüzüne, epey uzayan saçlarına dokundu. Kokladı, tedirginlikle öptü.
“Toprak…” diye mırıldanırken kardeşinden gelen şefkati kabul etti. Şimdi Toprak onu öpüyor, seviyor, gözünün içine gülerek baksa da bir yandan da ağlıyordu.
“Abla…” derken sesi küçük bir kız çocuğu gibi çıkmış, eskiden olduğu gibi yine ablasının boynuna sokulup, başını omzuna koymuştu. Kolları arasında kanlı canlı duran kardeşini sarıp sarmalayan Bergüzar biraz geri çekilip yeniden gözlerine baktı. Yüzünü sımsıkı tutuyor, soluk alışını izliyordu.
“Nasıl?” diye sorarken sesi titremeye devam ediyordu. Toprak tıpkı ablasının yaptığı gibi geri gidip onun yüzünü avuçlarının arasına aldı.
“Anlatacağım… Her şeyi anlatacağım.” Derken ikisi de usulca başlarını sallıyorlardı. Bu sırada Bergüzar göz ucuyla salona bakınca ilk fark ettiği kişi Eşref Hulusi Bey olmuş, gözleri onun üstünde donup kalmıştı.
“Onun burada ne işi var?” sorusunu sorarken sesi buz gibiydi. Usulca arkasına geçip omzunu kavrayan Alparslan ise
“Toprak’ı Hulusi Bey getirdi.” Deyince Bergüzar şaşkınlığını saklayamayarak önce kocasına, sonra kardeşine baktı. Neşe, Süleyman, Atilla ve Ertuğrul’a da şöyle bir bakıp yeniden Hulusi’ye odaklanırken
“Karşılığında ne istiyor peki?” sorusunu sorunca Alparslan aylar önce aralarında geçen bir konuşmayı hatırladı. Karşılıksız sevgi, karşılıksız iyilik görmedim demişti Bergüzar. O yüzden kendisi ya da kardeşi için yapılan her şeyin altında başka bir neden arıyordu. Yapılan iyiliğin, yardımın ya da olması gerekenin bile diyetini nasıl, ne şekilde ödeyeceğini soruyordu. Hatırladığı konuşma ve şu an gördükleri Alparslan’ın yüreğine kor, başına kar gibi düşmüştü.
“Hulusi Bey yapılması gerekeni yapmış bebeğim. Toprak’ı bize getirmiş.”
“Ne şimdi? Neden bunca ay sonra?” Buz gibi sesi yine salonda yankılanırken Toprak usulca ablasından uzaklaşıp, göz ucuyla ailenin diğer fertlerine baktı. Kardeşinin bu hareketini ânında yakalayan Bergüzar
“Neden dedim?” diye sesini yükseltince, karşısındaki yüzlerin dalgalanışını izledi. Bu sırada Toprak araya girip
“Ablacığım, senin bu kadar uzun süre ayakta kalman doğru mu? Geçsene şöyle.” derken onu tutmuş, koltuğa oturtmuştu. Yanına oturup ablasına bakarken, eli usulca karnına gitti.
“Dokunabilir miyim?” Bergüzar bu soruyla gözlerini ona çevirip yarım yamalak bir gülümsemeyle başını sallamıştı. Toprak elinin birini yeğeninin üstüne koyup
“Merhaba yakışıklı. Yakışıklı diyorum çünkü böyle bir anne babadan daha azı beklenemez. Bu arada ben teyzen oluyorum.” Demesiyle salondaki gerginlik azalmıştı. Yüzlerde buruk bir tebessüm belirirken Bergüzar hâlâ Toprak’a dikkatlice bakıyordu.
Artık aileyi baş başa bırakması gerektiğini düşünerek ayaklanan Eşref Hulusi Bey ise adımlarını hızlandırıp salondan çıkacakken Alparslan
“Sizinle biraz konuşabilir miyiz?” demişti. Hulusi sadece başını sallayarak onaylayınca Alparslan, babasına ve kardeşlerine bakıp üst katı işaret etti. Onlar üst kata yönelirken kendine gelen Bergüzar
“Bir dakika, bir dakika… Öyle kapalı kapılar ardında konuşamazsınız. Ne konuşacaksanız burada, yanımızda konuşacaksınız.” Deyince Alparslan’la gözleri buluştu.
“Yüzüme bön bön bakma Alparslan. Ne dediğimi duydun. Burada konuşacaksınız dedim. O kadar!” Yalın kardeşlerin en atarlı giderli, soğuk bakışlı ferdine koyduğu bu postayla Hulusi Bey’in yüzünde bir sırıtış belirecek gibi olurken, Süleyman Bey çoktan kıs kıs gülmeye başlamış, Neşe Hanım gururla gelinine bakmış, Atilla ve Ertuğrul ise gülmemek için kafalarını önlerine eğmişti.
“Hey hat… O nasıl yargı dağıtmaktır Bergü…” diyen Toprak’ın sözleriyle başını hafifçe sallayıp dudaklarını kemiren Alparslan yıkılan forsunu eline alarak karısının yanına oturdu.
“Tamam, Bergüzar haklı. Nasılsa bütün konuştuklarımızı eninde sonunda öğrenecek.” Hulusi Bey az evvel kalktığı koltuğa yeniden otururken, diğerleri de ona eşlik etmişti.
“Karın Meral ve oğlun Eren’in illegal şekilde kaçırdığı paraları geri alman için sana yardım edeceğim.” Hulusi Bey başta olmak üzere herkes bu dediklerine şaşırmış, paraları geri alması konusunda nasıl yardımcı olacağını düşünmüşlerdi. Ancak teklif Alparslan’dan geldiğine göre aklında bir fikir olduğunu anlayarak sessiz kalmaya devam ettiler. Ailesi sessiz kaldıysa da Hulusi Bey
“Bunu nasıl yapacaksın?” diye sormadan edemedi.
“Şirket hesaplarınızdan aktarılan tüm paraların geri alınabilmesi için resmi olarak başvurular yapmalı, hukukî işlemler başlatmalısınız. Fakat anladığım kadarıyla bunları karşılayacak maddi yeterliliğe sahip değilsiniz. Ben, size bu süreçte maddi destek sağlayacağım, şirket avukatlarımızın da sizin davalarınıza bakmasını isteyeceğim. Eminim ki avukatlarımız sizi bu zor durumdan kurtaracak yollar bulacaktır. Legal şekilde paralarınızı geri alırsınız ve kendi yolunuza bakarsınız.” Hulusi Bey kısa süre düşünüp, olumlu anlamda başını sallayınca Alparslan sözlerine devam etti.
“Ancak… Bunu yapmadan önce sizinle anlaşmak istiyorum. Herkesin şahitliğinde, bana söz vermenizi istiyorum.” Hulusi Bey ona dikkatle bakıyor, sözlerini ölçüp tartıyordu.
“Hangi konuda anlaşmak istiyorsun Alparslan Bey?”
“Meral ve Eren’i karımdan oğlumdan ve Toprak’tan uzak tutacaksınız. Ne yaparsınız, nasıl yaparsınız orasını ben bilmem. Onların güvenliğinden emin olduktan sonra size yardım ederim.” Eşref Hulusi bir süre düşünüp başka çıkar yolu olmadığını iyice idrak ederken
“Tamam.” Demiş ve başını sallamıştı. Alparslan da anlaştıklarını var sayıp başını salladı. Bu sırada onları sessizce dinleyen Bergüzar, kardeşinden gözlerini ayırıp Hulusi Bey’e döndü.
“Madem kardeşimi getirecek akla ve vicdana sahiptiniz neden bunca ay beklediniz? Neden şimdi? Aradan geçen zaman içinde neler oldu?” Herkesin yüzündeki gerginliğe bakıp yine Hulusi’ye odaklandı.
“Yüzlerinizden belli, bir şey olmuş. Neler olduğunu anlatmadan şuradan şuraya gidemezsiniz Eşref Hulusi Bey. O yüzden anlatmaya başlasanız iyi olur.” Sesindeki soğukluğu, tehditkâr sözleri ve ses tonunu daha önce Bergüzar’dan hiç duymayan Alparslan, karısına şaşkın ve ürkek bir ifadeyle bakıyordu. Eve döndüklerinde kendisini neyin beklediğini artık kestiremiyordu. İçindeki bilinmezliğin ürpertisi büyürken Hulusi Bey Toprak’la bakışmayı bırakıp Bergüzar’a odaklandı.
“Bak kızım, ben sandığın gibi biri değilim. Meral gibi vicdansız, oğullarım gibi gözü dönmüş biri değilim. Süleyman’la yıllardır tanışır, birbirimizden pek haz etmeyiz ama bu karakterlerimizin baskın olmasındandır. Evet, annenizle…” durup kendi sözüne yüzünü ekşitti ve devam etti.
“Meral’le tanışıp evlenme şeklimiz baştan sona hataydı ancak ben bu hatanın bedelini yıllardır ödüyorum. Ödedikçe de akıllandım. Bu sebepten artık Meral’in ya da oğullarımın yaptıklarına göz yummuyorum. Çünkü ben göz yumdukça onlar daha fena şeyler yaptılar ve yapıyorlar. Biliyorum, görüyorum. Belki geç kalınmış bir uyanış ama uyandım. Oğlum Ender kendi kötülüğünde boğulup, canice öldürülünce uyandım. Kötü de olsa evlat evlattır. Candır. Canım çok yandı, senin, sizin de canınız yansın, daha fazla acı çekin istemedim. Gönlüm razı gelmedi. Ben de Toprak’ı ait olduğu yere getirdim.” Susup başını önüne eğerken Gerginliği bedenine, acısı gözlerine yansımıştı. Geç kalınmış pişmanlık ve üzüntü üstünden oluk oluk akıyordu. Onun hâlini görüp, yaşadığı duygusallığı anlamamak imkânsızdı.
“Sizi yıllar evvel de ayırmak, o yurttan sadece Toprak’ı almak istedi. Sebebini bilmesem de anlasam da ona engel oldum. Siz kardeştiniz ve ayrı gayrı büyümeniz olacak şey değildi. Neden sadece Toprak’ı istediğini sorduğumda bana saçma sapan bahaneler sundu. Bunlardan bahsedip seni daha fazla üzmek istemiyorum. Kendi canın bir yana, içinde bir can daha var. O sabiye bir şey olursa kendimi hiç affetmem.” Yine susup soluklanırken gözleri Süleyman Bey ile Alparslan arasında mekik dokumuştu. Asıl mevzuya geldiğini belli eden bu bakışlar konuşmaya devam etmek için müsaade ister gibiydi. Süleyman Bey başını belli belirsiz sallarken Alparslan hepten gerilmiş, pür dikkat Hulusi’ye bakıyordu.
Az sonra söyleyeceği gerçeklerin karısına bir darbe daha indireceğini canlı canlı izlemek acısını, tedirginliğini, korkusunu katlıyordu.
“Ancak yakın bir zamanda Toprak sayesinde seni neden istemediğini öğrendim.” Demesiyle Bergüzar oturuşunu olabildiğince dikleştirip
“Sizi dinliyorum.” Derken kardeşine de bakmıştı. Toprak sayesinde ne öğrendiğini, kendisine ne gibi acı gerçekler söyleyeceğini merak ediyordu. Canının acıyacağını bile bile duymak için sabırsızlanıyordu. Ancak Hulusi Bey ve ailesindeki herkesin tedirgin bakışlarının da farkındaydı.
“Bunu şimdi söylemek doğru mu bilemiyorum.” Demesiyle tebessüm etmeye çalışan Bergüzar herkesi rahatlatmak ister gibi ifade takındı.
“Bunun sebebini ne kadar merak ettiğimi tahmin bile edemezsiniz. Lütfen ne öğrendiyseniz açıkça, dosdoğru söyleyin Hulusi Bey.”
“Meral ve Eren’in kurdukları tuzağı, Toprak’ı senden kaçırdıklarını öğrendiğim anda onu sana getirmek, kardeşin ölmedi demek istedim.” Demesiyle Toprak’ın söze girmesi bir olmuştu
“Ben istemedim.” Bunu öyle kendinden emin söylemişti ki Bergüzar kardeşine şaşkınlıkla bakıp kalmıştı.
“Ne demek ben istemedim?”
“Çünkü onlar beni odamda uyuyor zannederken yaptıkları bir konuşmayı duydum. Evden kaçmayayım diye kaldığım odanın kapısını bir süre kilitlediler. Fakat bir gece o kapıyı kilitlemeyi unuttuklarını fark edip evin içinde gezmeye başladım. Amacım evden kaçıp size ulaşabilmekti. O sırada Meral ve Eren’in konuşmasını duydum ve evden kaçmaktan vazgeçtim. Duyduklarımın gerçekliğini araştırmam hatta Eşref Hulusi amcayı görebilirsem, duyduklarımı ona da anlatmam gerektiğine karar verdim. O sıralarda Hulusi amca beni kaçırdıklarını ya da o evde kapalı tuttuklarını bilmiyordu. Eve gelip de gerçekleri öğrendiği anda beni getirmek istedi ama ben ‘annemden’ ayrılmak istemediğimi söyledim.” Annem derken yüzünü buruşturup, parmaklarıyla da havada tırnak işareti yapmaktan kendini alamamıştı.
“Tabii Hulusi amca bunu yemedi. Beni yalnız yakaladığı ilk anda size geri dönmeme sebebimi sordu. Ona duyduklarımı anlattım. Meral ve Eren’in şirket hesaplarından kendi hesaplarına para aktardığını, şirketin batmak üzere olduğunu söyledim. Bu, onunla ilgili duyduğum gerçekti. Diğer gerçek ise seninle ilgiliydi abla.” Ablasının elini sıkıca tutup, gözlerine bakarken sözlerine nasıl devam etse bilemiyordu.
“Benimle ilgili ne duydun Toprak? Seni aylarca o evde tutacak ne duydun? Bu kadar önemli olmasa oradan kaçmanın bir yolunu bulurdun, biliyorum. Söyle artık.” Ablasının endişeyle dolan gözlerine aynı duygularla bakarken
“Arif Kesen, senin öz baban değilmiş.” Diye fısıldayıvermişti. Böylesi bir gerçek başka nasıl söylenirdi bilememişti. O da olduğu gibi dosdoğru söylemişti. Ablasının yüzünde beliren ifade koca bir boşluk hâlini alırken, ellerini daha sıkı tuttu ve idrak etmesini bekledi. Bir dakika kadar kimseden çıt sesi bile çıkmazken, Alparslan, dişlerini birbirine kenetlenmiş karısını izliyordu.
Neşe Hanım Süleyman Bey’in eline resmen yapışmıştı. Ertuğrul’la Atilla da oturdukları koltuklarda diken varmış gibi tedirginlerdi. Herkes endişeli, herkes tedirgindi. Gözleri bebek ve Bergüzar’ın gözleri arasında gidip geliyordu.
“Babam, babam değil miymiş?” soru devrik miydi yoksa saçma mı? Babası nasıl babası olmazdı? Kafasının içinde onlarca soru dönüp dururken, sözlerini
“Babam… Aslında babam değil miymiş?” diye yineledi.
“Değilmiş. Bizim babalarımız aynı kişi değilmiş.” Toprak’ın dilinden dökülen bu sözlerle gözlerini kapatıp soluklandı. Birkaç saat önce kardeşinin yaşadığını öğrendiğindeki şok ya da şaşkınlığa benzer hiçbir emare göstermiyordu. Meral’in yalanlarına, oyunlarına o kadar alışmış ve kanıksamıştı ki duyduğu gerçeğe bile şaşıramamıştı. Hatta yıllardır merak ettiği ‘beni neden sevmiyor, beni neden istemiyor?’ sorularının cevabını şimdi almış, annesi olacak kadının davranışlarını yirmi küsur yaşında anlayabilmişti.
“O yüzden hiç sevmedi, istemedi.” Vereceği ilk tepkinin, söyleyeceği ilk sözlerin bunlar olmasını kimse beklemiyordu ancak Bergüzar yine onları şaşırtıyordu. Sanki sinirleri alınmış gibiydi. Hatta komple duyguları alınmış gibi. Tepkisizce kardeşine bakıp
“Peki o… O kimmiş?” diye sorunca Toprak ve Hulusi Bey yeniden göz göze geldi. Bergüzar onlara bakıp belli belirsiz bir tebessüm takınırken, Toprak’ın elini usulca sıktı.
“Kim olduğunu buldunuz değil mi? O yüzden bunca zaman gelmedin. Orada kalmak istedin. Çünkü ipin ucunu yakalamıştın ve gerçekler yumak gibi önüne diziliyordu.”
“Buldum. Daha doğrusu Hulusi amca buldu. Bana bu konuda çok yardım etti. O olmasaydı benim bulmam çok uzun sürerdi.”
“Kimmiş peki?”
“Adını söylememizi istemedi…” diye söze giren Toprak’ın sözünü kesip
“Çünkü bu gerçeği kabul etmedi.” Dedi ancak Toprak vakit kaybetmeden sözlerine devam etti.
“Hayır, hayır. Öyle bir şey yok ablacığım. Onu aradık, duyduklarımı anlatıp doğruluğunu sorduğum anda hiç tereddütsüz kabul etti. Meral’le geçmişte birlikteliği olduğunu ancak hamile olduğundan kesinlikle haberi olmadığını söyledi. Onun da senden haberi yokmuş. Adamcağız şok geçirdi resmen.” Bergüzar kocaman açtığı gözleriyle kardeşine bakıp, ilk kez bu konuyla ilgili tepki vermeyi başarınca herkes ufak bir soluk almıştı.
“Nasıl haberi olmamış? Yalan söylüyor olmasın?” Bu soruyu sormakta o kadar haklıydı ki kimse yadırgamamıştı.
“Öz babanın annesi yani babaannen gelin adayının ne mal olduğunu hemen anlamış, babanı da tehdit etmiş. Eğer onunla evlenirsen seni bir daha görmem, sana evladım demem demiş. Baban da anne sözü dinleyen akıllı bir adammış da paçayı kurtarmış. Meral yedi başlı yılan gibiymiş mübarek. Her taşın altından çıkıyor.” Toprak’ın son sözleriyle anlık sessizlik kahkahalarla bölünmüş, Bergüzar bile onun bu sözlerine dayanamamıştı. Yanaklarına düşen yaşları hızlıca silip kardeşini göğsüne çekti ve saçlarını öptü.
“Deli kızım… En ciddi anlarda bile şebeklik yapabilen kızım.” Gözleri yaşlı, yanakları hafif nemli ama yürekleri kavuşmanın mutluluğu ve huzuruyla doluydu.
“Babam ve Eşref Hulusi amca kusura bakmasın ama… Senin baban kadar akıllı değillermiş. Düşmüşler Meral’in oyunlarına. Hulusi amca alınmadın inşallah.” Derken Hulusi Bey’e bakıp sırıtmasıyla Süleyman Bey başta olmak üzere herkes kahkahayı basmıştı. Hulusi ise başını sağa sola sallarken bir yandan da sağ elinin işaret parmağını sallıyordu.
“Ortağına böyle sözler söylemek yoktu hani! Bu konuda anlaşmıştık.” Resmen Toprak’a ayak uyduran Hulusi’ye bakıp kalırlarken
“Ortak mı?” diyen Atilla olmuştu.
“Hulusi Best Friend’im ve aynı zamanda ortağım olur. Tüm sırları birlikte çözdük dimi ortak? Çat bi beşlik.” Derken bir anda ayaklanıp ona doğru gitmiş ve sıkıca sarılmıştı. O evde geçirdiği aylarda Hulusi Bey’le gerçekten yakınlaştıkları, gönül bağı kurdukları aşikârdı.
“Hep, bir tane de kızım olsun istemiştim. Allah evlat acısından sonra bana onu gönderdi sanki.” Bir an Bergüzar’a bakıp boynunu bükerken
“Sözümü yanlış anlama kızım. Senin ne acılar çektiğini ancak tahmin edebilirim ama şunu bil… Eğer Toprak o eve gelmiş olmasaydı ben gülmeyi, mutlu olmayı yeniden öğrenemezdim. Toprak, senin hayatının gerçeklerini, benim ise dımdızlak ve beş parasız kalmak üzere olduğumu öğrenirken bana da yeniden yaşamam, gülmem ve her güne şükür etmem için sebep verdi. Her şeyden önce, asıl önemli olanın sağlığımın yerinde olması olduğunu bana hatırlattı. Tıpkı ilaç saatlerimi hatırlattığı gibi…” deyip Toprak’ın saçlarını şefkatle okşamıştı.
“Bir de şunu hatırlattı… Ölüp gidersem kimsenin üzülmeyeceğini, hem karımın, hem oğlumun ben hiç var olmamışım gibi hayatlarına devam edeceğini… Şimdi o yüzden ayağa kalkıp, onlarla mücadeleye başlamak istiyorum. Yedikleri o paralar, mallar, benim emeğim, benim hakkım. Onlara yedirmem, yersem ben yerim. Ya da keyfim ne isterse onu yaparım.” Yüzlerde buruk bir tebessüme sebep olan sözlerinden sonra asıl konuya dönmeyi hatırlamış gibi ‘heh’ demiş ve yeniden konuşmaya başlamıştı.
“Baban seninle tanışmak istiyor. Bunun için Ankara’dan gelecekti ama olanları ona anlattığımızda önce kardeşinle ilgili gerçeği öğrenmen gerektiğini söyledi. Toprak’la buluştuğunda kendisini haberdar etmemizi de özellikle istedi. Eğer sen de tamam dersen babana haber vereceğiz.” Bergüzar sanki son sözlerle duyduğu gerçeği ilk kez tam olarak anlamıştı. Panikle Alparslan’a dönüp öyle bir bakışı vardı ki gören herkesin yüreğine dokunmuştu. Kocaman bir gerçekle hatta üç gerçekle yüz yüzeydi. Kardeşi hayattaydı, babası bildiği adam babası değildi ve öz babası kendisiyle tanışmak için haber bekliyordu.
Alparslan’ın elini kavrayıp yardım ister gibi sıkışı içindeki fırtınayı açık ediyordu.
“Şşş, sakin ol bebeğim. Eğer istemezsen tanışmak zorunda değilsin. Ne zaman hazır olursan o zaman tanışırsın. Tamam mı? Sen iyisin değil mi? Rengin bembeyaz oldu.” Deyip ayaklandı ve bir bardak dolusu suyu uzattı.
“Şunu iç bakayım. Yavaşça…” Bergüzar birkaç yudum su içip soluklanırken gözlerine kenetlenen yeşil gözlerdeki korkuyu görüyordu.
“İyiyim. Endişelenme, iyiyim.” Diye mırıldanıp, Alparslan’ın yanağını okşadı.
“Şu an olmasa… Belki daha sonra, tüm bunları biraz sindirip, daha sakin olduğum bir zamanda tanışsam.”
“Sen nasıl istersen öyle olacak bebeğim. Ne zaman hazır hissedersen o zaman tanışacaksınız. Kendini baskı altında hissetmene gerek yok. Değil mi?” derken Toprak ve Hulusi’ye bakıp, onların da bir şeyler söylemesini istemişti.
“Bergüzar, Alparslan doğru söylüyor. Sen sakinleş ve bunları biraz düşün. İstediğin zamanda da Toprak ya da ben babana haber veririz.” Hulusi Bey güvence vermek ister gibi başını sallayıp, tebessüm ettikten sonra ayaklandı. Önce Süleyman ve Neşe’nin elini sıkıp, kendisini misafir ettikleri için teşekkür etti. Sıra Atilla ve Ertuğrul’a geldiğinde onların da elini sıkmış, ardından Alparslan ile Bergüzar’a dönmüştü.
Bergüzar ayaklanmak için hareketlenirken elini kavrayıp avuçlarının arasına aldı.
“Otur kızım, rahatını bozma. Artık üzülme de. Kardeşin hayatta ve yanında. Bundan sonra hiç kimse sizi ayıramayacak. Buna engel olmak için elimden ne gelirse yapacağım.” Derken gözleri Alparslan’ı bulmuş, ona verdiği sözü tutacağını böyle anlatmıştı.
“Her şey için teşekkür ederim. Günün birinde size teşekkür edeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi ama… Teşekkür ederim Hulusi Bey.” Bergüzar’ın sözleriyle yüzünde buruk bir tebessüm belirmişti. Alparslan’la da el sıkışıp en son ortağına yani Toprak’a yaklaştı. Ablası gibi kara kızı sıkıca sarıp öptü.
“Teşekkür ederim ortak. Kendini özletme tamam mı?”
“Sen de kendine çok dikkat et, ilaçlarını aksatma. Özletme. Teşekkür ederim Hulusi amca ve…” diyen Toprak ona yeniden sarılıp kulağına şu sözleri fısıldadı.
“İyi ki varsın.” Hulusi’nin yıllardır içinde var olan vicdan azabı bir nebze olsun bu sözlerle sönmüştü. Gözleri dolmadan önce arkasını dönüp kapıya ilerlerken
“Sen de iyi ki varsın Toprak kızım.” Demişti. Kimse tam olarak iyi ya da kötü değildi. Hayat akıp giderken telafisi olmayan hatalar yapıyordu insan. Hata yapmak, kusurlarla bezenmek fıtratımızda vardı. İnsan olmanın gerçeğiydi bu. Hulusi de vakti zamanında büyük hatalar yapmış, yaptıkları geri dönülmez yaralar açmıştı. Ancak açılan o yaralar sayesinde de şimdiki adama dönüşmüştü.
Yani yaşadıklarından, hatalarından ders çıkarmayı bilmişti. Değişmişti, öğrenmişti. O evden çıkarken hissettiği duyguların en başında huzur vardı.
***
Hulusi Bey’in gidişiyle baş başa kalan aile fertleri şimdi Toprak’ın yaşadığı haberini ailenin geri kalanına vermeye hazırlanıyordu. Akşam birlikte yemek yemek bahanesiyle Armağan, Aylin ve Murat’ı çağırmışlardı. Tomris zaten bu evde yaşadığı için ona sadece hep birlikte olacaklarını haber vermişlerdi.
Saatler akşamı gösterdiğinde kapıdan giren Tomris’i diğerleri izledi.
“Biz geldik.” Tomris’in her zamanki neşeli sesi evde çınlarken salonda gergin bir bekleyiş vardı.
“Hatta size sürprizimiz bile var. Bakın bugün kim geldi.” Diyerek salona bodoslama dalan Tomris, Arda’yı takdim ediyordu ki Toprak’ı gördü. Daha önce Murat ve Arda dışında onu canlı gören yoktu. Ancak kızlar onun birkaç fotoğrafını görmüşlerdi.
Tomris, fotoğraflardan tanıdığı ve gencecik yaşta öldü zannettiği Toprak’a bakarken, Arda da kalabalığın içindeki o yüzü hemen seçmişti. Aylardır ölümünü kabullenmeye çalıştığı kız tam karşısındaydı. Derince çattığı kaşlarının altından bakarken gözlerinde şok ifadesi belirmişti.
“Toprak…” diye fısıldadığı sırada salona giren Murat da yurtdışına tedaviye geldiği zaman tanıştığı kıza aynı şokla bakıp kaldı. Armağan ve Aylin de öylece kalırken, Aylin’in kucağında hiçbir şeyden habersiz olan Derin’in şen kahkahası ortalığı inletti. Kendisini görünce verdiği bu tepkiye her daim mest olan Atilla, usulca karısına yaklaşıp kızını kucakladı ve karısını koltuğa oturttu.
Ertuğrul da Armağan’ı yanına çekip koltuğa oturturken
“İyi misin güzelim?” diye sormadan edememişti. Böylesi büyük bir şaşkınlıktan sonra şekeri yükselirse diye endişeliydi. Armağan konuşacak sesi ya da sözü bulamayıp başını sallarken, Toprak’ın sesini duydular.
“Hoş geldin meteor kalıntısı. Beni özledin mi?” Arda duyduğu sesle irkilip başını birkaç kez salladı, gözlerini kapatıp açtı. Tedirgin adımlarla karşısında duran kıza yaklaşırken, Alparslan ve Bergüzar başta olmak üzere herkes neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bu bakışma, bu ifadeler… Duygusal bakan gözler…
“Bak bebeğim, bu dingil şimdi gidip de benim canım bitter çikolata gibi olan kardeşime sarılırsa… Bak bana bir şeyler oluyor Bergüzar. Oysa ben bu dingile aylar önce, ‘değil kız kardeşimle, kız kardeşim olabilecek biriyle bile olmazsın’ demiştim.” Alparslan sinir krizi geçirmenin eşiğindeyken Bergüzar sessiz ama çok dikkatliydi.
“Bir sus da ne olduğunu anlayalım be adam.” Derken sesi oldukça dalgın çıkmıştı çünkü gözünü kırpmadan onları izliyordu.
Arda, Toprak’ın önünde durup, göğsüne kadar ancak uzanan kızın gözlerine bakabilmek için başını eğdi.
“Sen, gerçek misin?” derken ellerini usulca ona uzatıp yüzüne dokunmuş, saçlarını okşamıştı. Toprak ise yavaşça başını sallayıp, yüzünü kavrayan ellere dokundu ve saniyeler sonra birbirlerine sıkıca sarıldılar. Aralarında duygusal bir ilişki olduğundan bugüne kadar kimsenin haberi yoktu. O yüzden herkes epey şaşkın vaziyette onlara bakıp kalmıştı. En büyük şaşkınlık ise Bergüzar’a aitti. Kardeşinin yirmi yaşını geçtiğini, genç bir kadın olduğunu ilk kez idrak ediyordu.
Yaşlar dolan gözlerinin ardından onlara bakarken Toprak’ın doğumunu, eve ilk geldiği ânı, onu tek başına büyütmeye çalıştığı günleri düşündü. O küçük kız büyümüştü. Kabul etmesi garip gelse de gerçek gözleri önündeydi.
Bu sırada aklını biraz olsun toplayan Arda, sorularını sıralamaya başlamıştı. Olan biten her şeyi bir kez de ailenin diğer fertleri için anlattıktan sonra yemek masasına geçtiler. Uzun zamandır böylesine keyifle yemek yememiş, sohbet etmemişlerdi. İçlerinde hep bir burukluk, hep bir acı vardı. Ancak Toprak’ın gelişiyle bu acı, yerini mutluluğa bırakmıştı.
Yemeğin ardından kahve yapmak için mutfağa giden Tomris, arkasındaki hareketliliği hissederek omzunun üstünden arkasına baktığında Murat’ı görmüştü.
“Berdelci başı, bir şey mi istemiştin?” sorusuna kıs kıs gülen Murat usulca ona yaklaşıp
“Seni istemiştim ama…” dedi ve sustu. Tomris’in keskin bakışları, Murat’ın haylaz bakışlarına savaş açarken
“Herkes muradına eriyor… Sen ermicen mi… Muradına?” sorusuyla afallayıp tamamen ona döndü.
“Bana bak Berdelci, benden uzak dur.”
“Duruyorum zaten. Bak, yeterince uzaktayım.” Derken inat eder gibi aralarındaki mesafeyi kapatmış, kızın burnunun dibinde bitmişti.
“Murat, üç abim ve babamın olduğu evde bu kadar cesur hareketler yapman senin can sağlığın için tehlikeli.”
“Şu inadını kırsan ve bana şans versen olmaz mı?” Az önceki şakalaşır ifade yerini ciddiyete bırakmış, Tomris ise onun bu hâlinden dolayı paniklemeye başlamıştı. Atışmalarla, laf sokmalarla, didişmelerle başlayan tanışıklıkları her geçen gün değişiyor, bu çatışmalar onları daha da yakınlaştırıyordu sanki. Tam ağzını açıp cevap verecekti ki ocaktaki kahvenin taşma sesiyle kendine geldi.
Telaşla cezveyi ocaktan alıp söylene söylene yenisini yapmaya başlarken Murat’ın yine kıs kıs güldüğünü duyuyordu.
“Benimki tuzlu olsun güzelim…” deyip kahkaha atarak mutfaktan çıktığında Tomris sinirinden kıpkırmızı kesilmişti.
***
Saat gece yarısını geçerken Alparslan, Bergüzar ve Toprak eve dönmek için yola çıkmıştı. Araç hareket ettikten kısa süre sonra Toprak uyuyakalırken, Bergüzar göz ucuyla ona bakıp gülümsedi. Yol boyunca aracı içinde sessizlik hâkimdi. Ne Bergüzar, ne de Alparslan tek kelime etmişti. Araç bir saat sonra evlerinin önünde durduğunda ikisi de Toprak’a döndü. Hâlâ uyuyan kızı izleyip, yanlarında olduğu için şükür ettiler. Birbirlerinden habersiz, sessizce ama aynı anda aynı duaları ediyorlardı. Araçtan indiklerinde Bergüzar arka kapıyı açıp usulca kardeşinin omzunu okşarken
“Toprak…” Diye fısıldamıştı. Dokunuşuyla hafifçe irkilen ve gözlerini açan kız, nerede olduğunu anlayamayıp ürkekçe sağına soluna bakarken önce ablasını sonra da abisini görerek gülümsedi.
“Geldik mi?”
“Geldik canım, hadi eve girelim.” Şöyle bir gerinip arabadan indi, çevresine bakındı. Gözüne tanıdık gelen bahçeyi gece karanlığına rağmen incelerken eve doğru ilerlediler. Evin kapısını açan Alparslan kenara çekilip onlara yol verirken kızlar sessizce içeri girmişti. Toprak uykulu gözlerle merdivenlere yönelip
“Odam hâlâ aynı yerde mi?” diye sorunca tebessüm eden Alparslan
“Evet, hiç dokunmadık.” Derken Bergüzar’ın elini sıkıca tutup onu da merdivenlere yönlendirdi. Odasının önünde duran kız ikisini de öpüp iyi geceler dileyerek gözden kaybolurken onlar da kendi odalarına ilerlemişlerdi. Yorgunluğu gözlerine yansıyan Bergüzar üstünü değiştirmek için giyinme odasına girerken Alparslan sessizce onu izliyordu. Üstündeki giysilerden kurtulup iç çamaşırlarıyla kaldığında manzaraya iç geçirerek bakmayı kesip, birkaç adımda karısının yanına vardı ve ensesine dudaklarını bastırdı.
“Esmerim…” Saç diplerinden yükselen kokusunu içine çekip, boğazındaki yumruyu gidermek için yutkundu. Fakat yutkunmak o hissi geçirmedi. Karısı kendisiyle konuşmadan da geçmeyeceğini biliyordu. Bergüzar’ın sevgisine de öfkesine de razıydı. Sevdalıydı. Yeter ki susmasın, yeniden sessizliğe gömülmesin, o güzel gözleri gözlerini terk etmesindi.
“Susma kadınım, konuş benimle. Kızgınsın, öfkelisin, kırgınsın. Biliyorum… Ancak susma ne olur.”
“Bunca şeyden sonra anladın mı bari?” Fısıltıyla sorduğu sorunun ardından gözleri buluştu. Alparslan birkaç saniye soruyu anlamasa da anlaması uzun sürmemiş ancak Bergüzar buna rağmen daha net bir soru sormaktan geri kalmamıştı.
“Gerçekten neler hissettiğimi anladın mı?” Alparslan yine duraksadı. Ne diyeceğini, içinden geçenleri en doğru şekilde nasıl dile getireceğini bilemeyerek sessiz kalsa da kelimeler kendiliğinden dile gelmişti.
“Yeniden başlarken anladığımı düşünüyordum aslında… Ancak bunları yaşarken, bir bok anlamadığımı deneyimleyerek anladım. Toprak orada, o kadının yanındayken canına bir şey gelir diye korktum. Sana ve oğlumuza bir şey olur diye aklım çıktı. Gözüme aylardır uyku girmedi. Stresten favorilerimdeki gri saçlarım bile arttı Esmerim.” Son sözleriyle kendini tutamayıp gülmeye başlayan Bergüzar, yüzünü Alparslan’a dönüp parmak uçlarıyla meşhur gri favorilerini okşadı. Yaşananlardan dolayı üzgün olduğunu gözlerinde görüyor ve daha fazla üzülsün istemiyordu. Kendisi de sevdiği adam da hata yapmıştı. Birbirlerini affedip yeniden el ele verdikten sonra o hataları hatırlatıp, ısıtıp ısıtıp önlerine koymaları sadece sevgilerini yıpratırdı.
“Senin gri favorilerinle sonradan ilgileneceğim Alparslan Bey! Fakat artık biraz dinlensem iyi olacak.” Arkasını dönmüş dolaba ilerleyecekti ki belini saran kollar durmasına sebep oldu. Kulağıyla boynu arasında gezen ve öpücükler konduran dudaklar usulca hareketlendiğinde
“Gitme… Bir adım uzağıma gitme. Özlerim Esmerim.” Demişti. Alparslan parmaklarının tersiyle ensesinden aşağı yol çizerken, önüne çıkan sütyenin kopçalarını tek seferde açıp askılarını omuzlarından indirmiş, çamaşırın düşüşünü ise aynadaki yansımadan izlemişti. Gözlerinin yeşili tutkuyla kararırken avuç içleri karısının dolgun kalçalarını sardı ve okşadı.
“Bergüzar…” diyen fısıltılı sesi belki de aylar sonra duyan Bergüzar istemsizce irkilmiş, tüyleri diken diken olmuştu. Kalçalarını saran eller şişkin karnına doğru yol alıp dokunuşları şefkatli bir hâl alsa da bakışları aynıydı.
“Bu hergele aramızdan ne zaman çekilecek?” Bergüzar gözlerini devirip kıs kıs gülerken, karnını saran elleri sıkıca tutmuştu.
“Az kaldı… Yakında aramızda değil, yanımızda olacak.” Titrek bir nefes alan Alparslan usulca onun önüne geçip eğildi ve dudaklarını karnına dayadı.
“Pişt, hergele… Kime benziyorsun babacığım? Bana mı yoksa annene mi?” dudaklarının altındaki kıpırtıyı hissedip ürperirken gözlerini huzurla kapatmıştı.
“Bugün tanıştığın deli kız, senin teyzen. Doğduğunda o da bizimle olacak.” Deyip başını hafifçe kaldırdı ve karısının yaşlar dolmuş gözlerine baktı.
“Anan iyice sulu göz oldu Ayaz’ım. Bunda senin payın büyük gibi duruyor. Ananın ayarlarıyla oynayıp durma ulan. Bak kızarım he!” Elinin altındaki kıpırtı bu sefer daha belirgin olmuştu. Gülerek karısının karnına bakıp yeniden
“Ayaz…” diye fısıldadığı esnada
“Sadullah Ayaz…” diyen karısının fısıltısını duydu. Ne dediğini anlamıştı ancak şaşkın şaşkın ona bakmaktan kendini alamamıştı.
“Ne?” derken gülümseyen Bergüzar karnını okşayıp
“Sadullah Ayaz.” Diye tekrarlarken anda ayaklandı. Gözlerine bakıp bir kez de kendisi
“Sadullah Ayaz.” Diye tekrarladı. Bir dakika kadar süren sessizliğin ardından
“Seni fabrika ayarlarına döndüren, bizi yeniden birleştiren dedenin adının oğlumuza çok yakışacağını düşündüm.” Diyen karısına sıkıca sarılmış, koynuna sokulmuştu. Bedeninin epey soğuduğunu fark ederek iyice sarıp sarmaladı.
“Beni şaşırtmaya ve kendine hayran bırakmaya devam ediyorsun.”
“Çok güzel düşünmüşsün.” Derken gözlerinin içi ışıldıyordu.
“Hadi artık giyin ve yatağa geçip biraz konuşalım.” Bergüzar başını sallayıp, kocasının kıyafetlerinin olduğu dolaplara ilerledi, kapağı açıp göz attı. Eşofman altıyla tişört alarak giyinmeye başladığında Alparslan gülümseyerek onu izliyor, bir yandan da gülüşünü saklamak için dudaklarını kemiriyordu. Kendi kıyafetlerine giremeyen karısı son zamanlarda kıyafetlerine ortakçı olmuştu.
Eşofmanın yere değen paçalarına bakıp daha da gülerken ona yaklaştı, önünde diz çöktü. Paçaları birkaç kez katlayıp ayaklandığı gibi karısını önüne katarak yatağa ilerledi. Yatağa yatırıp saçlarını öptüğü sırada
“Üstümü değiştirip geliyorum. Sen uzan ve biraz dinlen. Bütün gün çok yoruldun.” Demişti. Üstünü değiştirip geri geldiğinde Bergüzar’ı yorganın altına girmiş, sırtını başlığa dayamış vaziyette buldu. Gözlerindeki dalgın ifade düşüncelere daldığının en net göstergesiydi. Yanına uzanıp üstünü örttükten sonra kendisi de sırtını başlığa dayadı.
“Konuşalım mı?” cevap olarak başını sallamıştı ancak yine sessizdi.
“Bergüzar, bu soruyu sormaktan nefret ediyorum ama… İyi misin bebeğim? Bak, bizim önceliğimiz senin ve oğlumuzun iyi olması. Sağlıklı olması.” Bergüzar usulca ellerini birleştirirken
“İyiyim, iyiyiz korkma.” Demiş ve derin bir soluk almıştı.
“Sence nasıl biri?”
“Bilemiyorum bebeğim ama karşısındakine saygı duyan biri olduğu kesin. Kendinden önce seni ve kardeşini düşünmüş.”
“Babamın aslında babam olmadığını duyduğumda neden şaşırmadım? Toprak’a şaşırmaktan ona kalmadı mı yoksa…” susup zorla yutkundu.
“Yoksa içimde bir yerlerde eksik o his yüzünden mi şaşırmadım? İkisinden de sevgi görmedim. Bu yüzden olabilir mi? Zaten duygusal hiçbir bağ kuramadığımız için olabilir mi?” Sorduğu sorular çok zordu. Cevaplarıysa maalesef Alparslan da değildi. Sessizliğini koruyup başını hafifçe sallarken, onu kollarının arasına aldı ve göğsüne yatırıp saçlarını şefkatle okşamaya başladı.
“Bilemiyorum bebeğim. İnan, bu sorularına cevap vermeyi isterdim ancak bilemiyorum.”
“Bence dediğim gibi. Babam yani babam sandığım adam sekiz yıl boyunca yanımızdaydı ama aramızda tamamlanmamış bir şeyler olduğunu büyüdükçe anladım. Onu düşünürken, intihar edişini, neden bu yolu seçtiğini düşünürken…”
“Düşünme, artık o günleri düşünme Esmerim. Yeniden aynı acıları, korkuları yaşama. Bana geçmişimle vedalaşmamı söyleyen kadın sendin. Sen de aynısını yap ve geçmişi arkanda bırak. Olması gereken yerde kalsın.” birbirlerine sıkıca sarılarak bir saate yakın zaman geçirdiler. Bergüzar sızıp kalınca Alparslan onu uyandırmadan yastığına yatırdı. Aylar süren stresi, gerginliği, korkuları bitmişti. Karısı da oğlu da iyiydi. Bunun huzuruyla gözlerini kapatıp uykuya daldı.
ESMERİM – ABRE / 9.BÖLÜM’ü Okumaya Devam Et.