15.BÖLÜM

Nazenin yatak odasına girdikten bir dakika sonra Metehan da odaya girecekti ki cebinde titreyen telefon buna engel oldu. Yüzünü buruşturup, iç çekerek telefonunu eline aldığında Andaç Binbaşı’nın aradığını gördü. Resmi telefondan gelen bu aramayı hemen cevaplarken ne duyacağını da merak ediyordu.

“Sizi dinliyorum, Binbaşı.”

“Kılıçarslan, kadının durumu ağırlaşıyor. Ambulans helikopterle Ankara’ya sevk ediliyor. Sorgusu iyileştiğinde yapılacak. Haberin olsun.”

Aldığı haberle canı hepten sıkılan Metehan saçlarını gelişigüzel karıştırıp homurdandı.

“Son durumu Vali Hanım’a haber verdiniz mi yoksa ben mi vereyim?”

“Seyfettin Paşa arıyor. Haberi o verecekmiş.”

“Tamam,” deyip telefonu kapadı ama daha elinden bırakma fırsatı bulamadan ekranına mesaj bildirimi düştü. Mesaj, Andaç’ın kişisel hattından geliyordu.

Can Kardeş:

Melek anne sizi merak ediyor. Şehirden ayrılmadan görünseniz iyi olur.

Mesajı okurken yüzünde buruk bir ifade belirmişti. Yatak odasının kapısını tıklatıp içeri girerken mesaja cevap veriyordu.

Metehan: Yüzümü gözümü azıcık toparlayıp geliriz.

Mesajı gönderdikten sonra başını kaldırmış ve Nazenin’i görmüştü. Sırtı kapıya dönük vaziyette telefonla konuşuyordu.

“Tamam. Haberdar edin,” diyerek telefonu kapadığında omzunun üstünden Metehan’a bakıp bir süre öylece kaldı. Adamın yüzündeki yara bereyi gördükçe içi acıyor, hiddetleniyor, usul usul yeniden öfkeleniyordu. Onu dikkatle izleyen Metehan ise yüz ifadesindeki karmaşayı görüyordu. Gergin, üzgün, kızgın…

Nazenin, bir kitap misali okunduğunu fark edip önüne döndüğünde nemli saçlarını geriye attı ve yüzünü sıvazladı. Yeniden Metehan’a döndüğünde ise derin bir soluk alıp kalçasını ardındaki koltuğa dayadı.

“Eve geçiyorum. Hazırlanıp çıkacağım. Sen de duş alıp biraz toparlan. Annen tekrar bu halini görmesin. Harap oldu kadın,” diyerek küçük adımlarla odanın kapısına ilerledi. Tam dışarı çıkacağı esnada bileğini kavrayan ele baktı. “Şimdi değil. Sen bu haldeyken sakin kalamam. Dilim zaten ayarsız. Tam biraz sakinleştik, derken her şeyi yerle bir edebilirim. Bırak, gideyim. Sonra konuşalım.”

Bileğini kurtarıp yürümeye devam etti Nazenin. Kısa süre sonra evin kapısının kapandığını duyan Metehan, derin bir soluk alıp şakaklarını ovdu.

“Sinirinin o kadar kolay geçeceğini zannetmem hataydı zaten. Sen Nazenin’sin. Öyle hemen sakinleşmezsin.”

***

Peş peşe evlerinden çıkıp, hiç konuşmadan askeri binanın önüne geldiklerinde kapıdaki kalabalığı gördüler.

Cihan Başkan, Seyfettin Paşa, Andaç Binbaşı, Kutluhan Albay, Melek Hanım ve Elif aralarında sohbet ediyorlardı. Kendilerine yaklaşan çifti görünce, susup dikkatlerini onlara çevirdiler. Aralarındaki gerilimin son bulup bulmadığını çözmeye çalışan gözlerindeki ifadeyle kıpkırmızı kesilen Nazenin, bakışlarını onlardan kaçırmamaya çalışıyordu. Ancak bunu başarmak çok zordu.

Yanlarına gelip durduklarında Metehan’ın, “Durumu o kadar kötü müydü?” diye sormasıyla kendi düşüncelerinden sıyrılıp asıl meseleye odaklanmaya çalıştı.

“Çok fazla kan kaybetmeye başlayınca Ankara’ya sevk edildi,” dedi Andaç.

“Tahminen sorgusu ne zaman yapılırmış? Doktorlar bir süre belirttiler mi?”

Herkesin gözü sorunun sahibi olan Nazenin’e döndüğünde, Seyfettin Paşa ilk kez söze girip, “Birkaç gün ya da en kötü ihtimalle bir hafta sonra ifadesi alınır,” dedi. Nazenin başını sallamakla yetinirken, Seyfettin kızına yaklaşıp kolunu omzuna doladı ve yürümeye başladı. Baba kız kalabalıktan uzaklaştığında ise Melek Hanım, Metehan’a sokulup sırtını sıvazladı.

“Daha iyi misin oğlum?”

Metehan göz ucuyla annesine baksa da tüm dikkati kendilerinden uzaklaşan baba kızın üstündeydi.

“İyiyim, anne. Endişe etme, iyiyim ben,” deyip o da annesinin sırtını sıvazladı.

Bu sırada Cihan Bey oğluna hitaben, “Aslanım, gel bakayım iki dakika,” dediğinde Andaç gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyor, havaya bakıyordu. Metehan annesinden ayrılıp, babasının yanına giderken, Andaç yerinde duramayıp Melek Hanım’ın dibinde bitmişti.

“Kız, Melekçiğim. Beğendin mi gelinini?”

Kahkaha atan Melek Hanım, bir yandan da Andaç’ın ense köküne sağlamından bir tokat indirmişti.

Elif de, “Elinize sağlık, Melek Hanım,” diye homurdanan Albay’ın sözleriyle keyifle sırıtıyordu.

“Melek anne ya, şaka yapıyorum. Neden dövüyorsun?”

“Eşek herif, ne demeye dalga geçiyorsun Nazenin kızımla!”

Melek Hanım’ın bu çıkışıyla duraksayan Andaç, gözlerini kocaman açmıştı.

“Ooo, Melek Hanım, Nazenin kızınıza gelin, dedim diye mi dayak yedim yani? Vay be! Kaynana Melek’ime bakın! Façan yansın kız, Melekçiğim,” dediği anda Kılıçarslan kadınları kahkahayı patlattı.

“Ah, Andaç oğlan. Hep delisin, biraz sulusun ama böyle çok güzelsin be güzel oğlum. Gel bakayım.” Melek onu kollarının arasına alıp, sıkıca sararken, şakağını usulca öpüp, “Sağ ol, evladım,” diye fısıldadı. “Can kardeşini sağ salim getirdin ya, sağ ol.”

“Ne zamandır böyle şeylerin lafını eder olduk, Melek anne? Yapma lütfen. O deli, beni kurtarmak için merminin önüne atladı. Ben onu manyak bir kadının elinden alıp gelmişim, çok mu?” diyen Andaç’ın sözleriyle Melek’in boğazı düğüm düğüm olmuştu.

Bu sırada kızını kolunun altına alıp yürüyen Seyfettin, kızına dikkatle baktı. Onun ne kadar yorgun hatta hasta göründüğünü fark edince içi parçalandı.

“Nazenin, yavrucuğum. Şu sorgu yapılana kadar izin alsan ve buradan uzaklaşıp biraz dinlensen olmaz mı?”

“Bir sürü işim var, baba. Nasıl bırakıp gideyim? Olmaz öyle şey. Daha Başkan’la görüşüp teklifi reddettiğimi söyleyeceğim.”

Seyfettin bu sözlerle duraksayıp kızının omuzlarını kavradı.

“Şimdi değil. Bu hafta değil. Önce Cansel’in sorgusu yapılacak. Teklifi sonra reddedeceksin.”

Nazenin bıkkın bir soluk alıp, “Baba…” diyecek oldu.

Seyfettin daha sert bir ses tonuyla, “Tek başına değil, hep birlikte hareket edeceğiz,” dedi. “Ve sen bu hafta izin yapacaksın, hanımefendi.” Duraksayıp az ileride babasıyla konuşan Metehan’ı gösterdi. “O zibidiyi de alıp buradan gideceksin. Ağzı burnu düzelene kadar ortalıkta görünmesin. Duydun mu beni?”

Nazenin şok olmuş vaziyette babasına bakıp, “Pardon, anlamadım, ne?” diye sordu.

Seyfettin homurdanarak birkaç küfür savurdu. “Lafımı ikiletme işte. İkinciye demem bunu çünkü. Asabımı bozmayın daha fazla. Barışıyor musunuz yoksa dövüşüyor musunuz işte, ne bok yiyorsanız yiyorsunuz ve buraya bütün sorunlarınızı çözmüş olarak dönüyorsunuz. Bir daha da aranıza küslük, kırgınlık, dargınlık ya da üçüncü şahısların girmesine izin vermiyorsunuz.” Yine duraksayıp kızının çenesini kavradı ve gözlerine daha iyi odaklandı. “İzin vermiyorsun, demem daha doğru olur,” dedikten sonra ona yaklaşıp başının üstünden usulca öptü. “Hadi, Nazo, yorma beni. Yaşlı adamım ben, kızım.”

Nazenin bu sözlerle gülümseyip babasına sıkıca sarıldı. “O nereden çıktı, Paşa’m?” dedi. “Sen yaşlı falan değilsin.”

“Hadi oradan, hadi oradan. Küçük kızım bile otuz yaşına gelmiş. Daha nasıl yaşlı olmayayım yahu!”

Az evvel ayrıldıkları insanların yanına geri dönerlerken Nazenin’in gözleri bu kez Cihan Bey ve Metehan’a takıldı. Cihan Bey, oğlunu kenara çektiğinde tıpkı Seyfettin’in sözlerine benzer sözler söylemişti.

“Nazenin’i de seni de iyi görmedim, evlat. Biraz dinlenmenizi istiyorum. İkinizin de!”

“Bunca işin arasında o dediğin zor, Başkan’ım.”

“Oğlum, bu suratla lojmanda bile gezemezsin. Haline bak. Kadın yüzünü dağıttı. Dinlenmen, toparlanman lazım. Nazenin’in de dinlenmesi ve sakinleşmesi lazım. Kız harap oldu seni öyle görünce. Belli etmemeye çalıştı ama…”

Metehan göz ucuyla Nazenin’e bakıp, “Çok kızmış, gücü yetse beni parça parça edecek sanki,” dediğinde, Cihan Bey homurdanarak güldü.

“O kızın babası Seyfettin Tuna. Gücüyle olmasa da seni aklıyla parçalar, orasını merak etme. Sen kendini hatta aklını kollamaya bak. Bir kadının korkudan doğan öfkesi, siz bordoların tümüne bedeldir. Bu da sana baba nasihati olsun.”

“Sağ olasın, içimi ferahlattın,” dedi ve yanlarına yaklaşan baba kıza doğru döndü.

“Cihan, Melek, Elif ve Andaç, artık gidelim mi? Herkes hazır mı?” diye soran Seyfettin, ayrılık vaktinin geldiğini böylece belirtmişti.

Herkes birbiriyle vedalaşıp, kısa kısa sohbet ederken, Melek Hanım da Nazenin’e sarılıp kulağına eğildi. “Çok yorgun görünüyorsun, güzel kızım. Biraz dinlen, olur mu?” diye fısıldadı.

Nazenin bu sözlere tebessüm edip, “Dinlenmeye çalışırım,” dediğinde Melek daha fazla üstelememiş ve oğluna yönelmişti.

“Oğlum, kendine dikkat et. Nazenin’den de gözünü ayırma. Onu çok iyi görmedim,” diye fısıldayıp oğlunu usulca öptü ve ilerlemeye başladı.

Andaç bir koluyla can kardeşine, bir koluyla kız kardeşine sarılıp başını ikisine de usulca vurdu. “Toparlanın! Derhal! Ve bir siktirin gidin de tatil yapın. Lütfen,” deyip geri çekilirken işaret ve ortaparmağıyla önce kendi gözlerini, ardından da onların gözlerini işaret etti.

“Anladık. Gözün üstümüzde. Siktir git gari!” diye homurdanan Metehan, gözlerini devirirken yanında duran Nazenin’in omzuna kolunu dolamıştı. Bu sırada yanlarına yaklaşan Seyfettin Paşa’yı görünce elini Nazenin’in omzundan çekti.

Seyfettin Paşa ise gördüklerini görmezlikten gelip, “Metehan, gel,” diyerek az ileriyi işaret etti.

Adamı sessizce ama tedirginlikle takip eden Metehan, kalabalıktan epey uzaklaştıklarında, “Emredin, Paşa’m,” dedi. Seyfettin duraksayıp ona omzunun üstünden dikkatle baktı.

“Nazenin çok yorgun ve bunalmış görünüyor. İkna et, birkaç gün izin alıp dinlensin. Yoksa hasta olacak.” Metehan’ın şaşkın bakışlarına aldırmadan, yürümeye devam edip homurdandı ve yarım yamalak da olsa yine ona bakıp söver gibi söylendi. “Ulan, anlamadın mı? Al kızımı, buradan uzaklaştır. Tatile götür diyorum yani.”

Metehan bu çıkışla silkelenip, kendine gelirken, “Emredersiniz, Paşa’m,” diye karşılık vermiş, Seyfettin ise daha da köpürmüştü.

“Paşa olarak değil, Nazenin’in babası olarak istiyorum, ulan.”

Kendisini bekleyen helikoptere ilerleyen adamın ardından koşturan Metehan derin bir soluk alıp ona dikkatle baktı. “Sağ ol, Seyfettin amca,” dedi. “Teşekkür ederim. Her şey için.”

Bu sözlerle Seyfettin belli belirsiz tebessüm etti ve Metehan’ın kolunu tutup sıktı. “Sen de dinlen. Yüzün gözün toparlansın, öyle dön, aslanım. Sizi Allah’a, kızımı ise sana emanet ediyorum. Habersiz bırakmayın,” deyip helikoptere adım attı. Ardında bıraktığı kızına bakıp, göz kırparken ufak bir selam çakmayı da ihmal etmedi. “İkna et, Metehan. İkinizin de dinlenmeye ihtiyacı var. En geç yarından sonra bu şehrin sınırları dışında olun. Bana da her an haber verin. Ayrıca Meliha anneni ara. Sesini duysun.”

“Anlaşıldı, Seyfettin amca. Meliha annemi arar, Nazenin Hanım’ı ikna eder, seni de haberdar ederim. Yolunuz açık olsun.”

Seyfettin bir an ona dikkatle bakıp, yüzündeki yara bereyi gördükçe içten içe üzülse de belli etmemek için duygularını gizledi. Elini uzatıp Metehan’ın omzunu kavradı ve sıktı. “Sizin de yolunuz açık olsun, aslanım. Dikkat edin. Şu kıza da yemek yedir. Çöp gibi kalmış.” Durup arkasını döndü ve bir anda, “Ayrıca…” diye bağırdı. Bir daha kızıma dokunursan kafanı kopartırım, aslanım.” Sözleriyle afallayan Metehan ne olduğunu anlamaya çalışırmış gibi sağına soluna bakındı. “Ne zaman dokundum, diye düşünme. Ben söyleyeyim. Az önce kızıma sarıldın, puşt!” demesiyle Metehan dudaklarının arasından kaçan gülüşe engel olamayıp o gülüşü saklamak için öksürmeye başladı.

“Kararlılıkta Seyfettin Tuna gibi olun!”

“Kes sesini, lan!”

“Emredersiniz, Paşa!” deyip, selam verirken ardından kopan kıkırtıları duydu. Babası, annesi, kız kardeşi ve Andaç helikoptere binmeden önce sırtını sıvazlamıştı.

“Aferin, doğru yoldasın, can kardeşim. Bir kızı istiyorsan en çok babasıyla abisini seveceksin. En çok babasıyla abisine eyvallah edeceksin. Yani bize!”

Helikopter havalanmak üzereyken Metehan duyduğu bu sözlerle yüzünü ovuşturdu. “Andaç…” dedi. “Siktir git, birader. Yoksa seni döverim.”

Helikopter havalanıp gökyüzüne yükselmeye başladı. Metehan, geri geri adımlayarak Albay ve Nazenin’in yanına gelmişti. Helikopter gökte süzülerek gözden kaybolmaya başladığında, “Hadi gidin, dinlenin artık,” diyen Albay’ın sesiyle kendilerine gelen ikili, bir an için önce birbirlerine, daha sonra da Albay’a bakıp başlarını salladı. Onunla da vedalaşıp lojmana doğru yürümeye başladıklarında, yorgunluğunu iyice hisseden Nazenin adım atmakta bile zorlanıyordu.

“Yoruldun.”

“Yoruldum. Senin yüzünden yoruldum, Binbaşı,” deyip, yürümeyi sürdürürken derin bir soluk aldı ve başını yavaşça salladı.

“O zaman izne ayrıl. Tatile gidelim. Dinleniriz,” diyen adama hışımla döndü.

“Seni parçalarım, Metehan! Bir daha böyle rahat rahat konuşursan gerçekten seni paramparça ederim,” dedi ve adımlarını hızlandırıp, homurdana homurdana yürümeye devam etti. Apartmana girip koşar adım merdivenleri çıktı. Evinin kapısını açıp içeri girdi. Kapıyı kapamak üzereyken sert bir darbeyle kapıyı iten adama baktı ve bir adım geriledi.

Metehan hışımla içeri girip kapıyı gürültüyle kapadıktan sonra, “Paramparça ettin zaten!” diye bağırdı. “Bugün bu halde olmamızın sebebi sen değil misin Nazenin?”

“Evet, benim yüzümden. Her şey benim yüzümden. Bu hale gelmemiz de bu yaşadıklarımız da benim yüzümden!” diye bağırıp bir an sustu. Parmaklarını sinirle saçlarının diplerine geçirip saçlarını çekiştirdi. “Rahatladın mı? Duydun, rahat ettin mi? Suçladın, huzura erdin mi? Kendi davranışlarının, bana söylediğin onca sözün de günahını benden çıkarmak istiyorsan durma, söyle. Devam et, hadi, konuş. Susma. Karşımda böyle durma.” Sinirle arkasını dönüp salona ilerledi. Salonda yürürken homurdanıyordu. Ancak bir an durdu. Başını kaldırdı ve televizyon ünitesinin önünde duran dekoratif vazoyu bir tokatla yere çarptı. Yetmedi ama. Siniri, öfkesi, endişesi bitmedi. Onun yanında duran başka bir dekora daha gelişigüzel ama tam isabet alacak şekilde vurdu. Dekor yere düşüp, parçalara ayrılırken gözlerini bir diğer eşyaya dikmişti ki evin içini, “Yapma, yeter!” diyen ses doldurdu. Sinirle başını kaldırıp, Metehan’ın gözlerine bakarken eşyayı eline aldı, bir kaşını kaldırdı. Bak, nasıl yapıyorum, der gibi bir imalı gülüş takındı.

“Nazenin dedim! Bırak şunu.”

Sözleriyle iyice dellendi, gözü döndü. Elinde ne olduğuna bile bakmadan Metehan’a doğru savurdu. Metehan üstüne uçan porselenden kenara kayarak kıl payı kurtuldu. Porselen parça ise az ilerideki duvara hızla çarpıp parçalanmaktan kurtulamadı.

“Nazenin!” diye yeri göğü inleten sesle duran genç kadın, derin bir nefes aldı.

“Metehan!” diye bağırarak ona tam da onun gibi bir cevap verdi. Sonra da susmadı, devam etti. “Senden gizlemeye çalıştığım ne varsa peşine düştün. Yetmedi, Cansel’in peşine düştün. Pusuya düşmüş gibi gösterip ona tuzak kurdun.” Durup, yine soluklanırken saçlarının diplerini parmaklarıyla karıştırıyor ve biraz olsun sakinleşmek, öfkesini kontrol etmek için dişlerini sıkıyordu. “Neden tek başına gittin? Neden kendini riske attın?” Bir an için tekrar durdu ama öfkeyle bağırarak sözlerine devam etti. “Ben sana bir şey olmasın diye kendimi paralarken sen o kadının burnunun dibine girdin. Neden?” Birkaç adımda Metehan’a ilerleyip çenesini var gücüyle kavradı. “Şu haline bir bak.”

Birkaç saat evvel daha sakin olmaya çalışan, olanları tiye alan, sevdiği adama cilve yapan o kadın gitmiş, yerine öfkesi yüzüne, sesine, beden diline yansıyan kadın gelmişti. Öfkesinin patlak vermesinin asıl sebebinin sorgunun ertelenmesi olduğunu anlamak zor değildi. Kendisini tehdit eden ve geride kalan iki aydan uzun süreyi zehir eden kadının konuşmasını istiyordu. Metehan bunu anlıyordu ancak o da kolay şeyler yaşamadığı için öfke kontrolünü yapmakta zorlanıyordu.

Çenesini kavrayan eli tutup kendinden uzaklaştırdı ama bırakmadı. Başını eğip, olabildiğince Nazenin’in yüzüne yaklaştı. Kahverengi gözleri resmen alev alev yanıyordu. Tıpkı Nazenin’in yeşil gözlerinin yandığı gibi.

“Sen, bana hiçbir şey anlatmadan, açıklamadan git, dedin. Git, dedin bana. Ben her şeyimle sana gelmişken, sen her şeyinle bana gelmişken yaptın bunu. Eğer açıklasaydın…”

“Sana bir şey açıklamak zorunda değilim. Her şeyi bilmek, öğrenmek zorunda değilsin. İlişkimizle işimizi birbirine karıştırma! Ayrıca sen… Kafanın estiği gibi hareket edip ananı, babanı, kardeşini ve seni seven herkesi korkuttun,” deyip geri adımlamak isterken belini saran kol bedenlerini birleştirmişti.

Çenesi öfkeyle kasılıp titreyen, gözleri kopkoyu bir renge bulanmış olan adamın gözlerine bakarken kılı bile kıpırdamıyordu. Ta ki kalçalarını saran eller ayaklarını yerden kesip sırtı duvarla buluşuncaya dek.

Metehan, Nazenin’i kavrayıp kucakladığı gibi duvara dayamış ve bacaklarının arasına girmişti. Elleri kadının poposunu kavrarken, tenini hissetmek için üstündeki pantolonu parçalayıp atacak haldeydi. Ona dokunmak irkilmesine, nefesinin kesilmesine sebep olmuştu. Ama kendisiyle savaşırken, onun dudaklarına sokulup gözlerine daha yakından baktı.

“Sen korkmadın mı? Sen korkmadın mı yavrum?” diye fısıldıyor, bir yandan da avuçiçlerini dolduran etini sıkıyordu.

Nazenin poposuna uygulanan acımasız dokunuşlarla kıpırdanıp, dişlerini sıkarken yaşanan yakınlaşmanın şaşkınlığını ancak atabilmişti üzerinden. Hırsla adamın yüzünü kavrayıp sıktı.

“Daha önce söyledim. Çok korktum, dedim.”

“Biz daha birkaç saat önce bu mevzunun kavgasını etmedik mi kadın? Şimdi yine neden alevlendin sen? Beni deli mi edeceksin, Nazenin?” deyip dişlerini sıkıyordu ki beline sımsıkı dolanan bacakların baskısıyla ona daha çok dayandı.

“Özledim seni.”

Dudaklarına kapanan dudaklar ilk başta küçük bir şok yaşamasına sebep olsa da onlara karşılık vermekte gecikmemişti. Bütün ağırlığını verip Nazenin’i duvarla arasında resmen eziyor ve soluksuz bırakıyordu. Ancak yine de dudaklarından ayrılmıyordu. Elinin birini tişörtünün içine daldırdı. Sertçe göğsünü kavrayıp, sıkarken epey yüksek bir sesle, “Aslında derdin bu,” diye homurdandı. “Öfkenin sebebi bu. Özledin çünkü. Bedenin deli gibi beni istiyor, aklını bu yüzden toparlayamıyor ve mantıklı düşünemiyorsun,” deyip bir kez daha kapandı kadının dudaklarına. Kendini ona bastırıp, sürtünürken ikisi de zevkle inlemiş, öpücükleri daha derin ve daha hırçın bir hal almıştı.

Nazenin’in dudaklarını dudakları arasına hapsedip çekiştirdi, ısırdı. Hatta öyle sert ve uzun ısırdı ki onu yaraladığını ağzına gelen kan tadıyla anladı ama durmadı. Hırsını almak istermiş gibi devam etti. Altdudağını bırakıp üstdudağını aldı dudaklarının arasına, daha sonra dilini kadının ağzının içine itti ve dillerini buluşturdu.

Onu kasıklarının üstünde tutmaya devam edip diğer elini de poposundan çekti. Hiç vakit kaybetmeden ensesindeki saçlarını doladı eline ve başını sertçe geriye çekti. Nazenin acı dolu bir mırıltı koyverse de aldırmadı. Gözü dönmüş gibiydi ve kendisiyle bile başa çıkamıyordu.

Dudaklarını kızın açığa çıkan boynunda dolaştırıp sertçe ısırdı. Nazenin bir kez daha acıyla inlerken bu sefer sesi yüksek çıkmıştı. Metehan ise keyifle homurdanıp, “Bu daha başlangıç, Vali Hanım,” dedi. “Seni sabaha kadar öyle acılarla tanıştıracağım ki aklın falan kalmayacak. Bu daha iyi anların.” Isırdığı yeri var gücüyle emmeye başladı. “Yarın izin dilekçeni yazmaya giderken boynuna fular bağlamak zorunda kalacaksın.” Boynunu soldan sağa milim milim dişledi, emdi. Soluk almadan, zevkine vararak yaptı bunu. Nazenin ise adama tek kelime etmiyor, yalnızca sıkı sıkı tuttuğu başını kendisine bastırıyordu. Bir de ara ara inliyordu.

Bir anda duvardan ayrıldı. Ne olduğunu bile anlayamayıp şaşkın ve puslu gözlerle bakınırken ayakları yerle buluştu. Metehan onu olduğu yerde çevirip, yürümesi için sırtından destek olurken, “Yürü,” diyordu. “Yürü.”

Soluk soluğa gelen bu emirle yürüdü. Ancak adımları savsak ve güvensizdi. Bedeni ihtiyaçla kasılmış, zevkle uyuşmuş, gözleri netliğini kaybetmişti. Nereye gittiğinin bile farkında değildi. Bu sırada belini saran el ona yardım ederken poposuna dayanan sert uzvu da poposunun yarısını saran ve sıkan eli de hissediyordu.

“Benim evime geçiyoruz. Hadi,” deyip poposunu serçe sıkan ve ardından da tokatlayan el yüzünden yerinden sıçradı.

“Mete…” derken kıvranmış ve belindeki elini tırnaklamak pahasına sıkı sıkı tutmuştu.

“Sus ve yürü, Nazenin. Yoksa seni burada soyup içine gireceğim. Çığlıklarımızla üst kat komşunu rahatsız etmek istemezsin, değil mi bebeğim?” diye kulağına fısıldayan adamın sözleriyle bir kez daha inleyip kıvrandı.

“Senin üst kat komşuların nerede?”

“Yeliz Öğretmen tatilde. Eşi de az önce onun yanına gitmek için evden ayrıldı. Yürü artık, kadın,” diye dişlerini sıkıp hırladı. Nazenin kapıyı açıp, dışarı çıkarken Metehan anahtarı aldı ve kapıyı çekti. Kendi evinin kapısını açıp Nazenin’i resmen içeri itmiş, ardından da kapıyı kapatıp kilitlemişti.

Birkaç adım ötesinde duran kadını tişörtünden yakalayıp, kendine çekerken boğuk ama gür bir sesle, “Gel,” dedi. Bedenine sokulan bedeni bir koluyla sarıp, üstündeki tişörtü çekerek çıkardı. Başını eğdiği gibi dudaklarını sutyenin üstüne taşan göğüslerine dayadı ve bu kez orayı yalayıp emmeye başladı. Elindeki tişörtü yere atıp sırtına uzandı bu kez. Sutyenin kopçalarını sertçe çekiştirip, küfrederken dişlerini kadının yumuşacık etine geçiriyor, onu soluksuz bırakıyordu.

“Siktiğimin şeyi neden çıkmıyor?”

İrkilen Nazenin sırtına uzanıp onun parmaklarının arasında duran kopçayı tek seferde açtı. Metehan sutyeni hırsla çekip, yere çarparken hâlâ sövüyor ama bir yandan da kadının sağ göğsünü emip sol göğsünü avcunun içinde sıkıyordu.

Dudakları göğüsleriyle acımasızca ve uzun uzun ilgilenirken, elleri pantolonun düğmesini kavrayıp açtı. Belini saran kumaşı aşağı indirdiğinde Nazenin bacaklarını kendine çekip onun içinden çıkmıştı. Metehan ise dizlerinin üstüne oturup biraz geri çekildi ve ona aç gözlerle, özlemle, şehvetle, ihtiyaçla baktı.

“Çok güzelsin. Ulan, çok güzelsin be kadın,” deyip üstünde kalan iç çamaşırını tutup sertçe çekti. Kocaman elleri arasında parçalanan külota gururla bakıp, tıslayarak güldü önce. Ardından onu da savurup attı. Nazenin’i kalçalarından tutup kendisine çekti. Burnunun ucunu kadınlığına dokundurup derin bir nefes aldı.

Soluğu kesilene kadar ona baktı ve en sonunda ayaklandı. Nazenin’i kucağına alıp, beline dolanan bacakları usulca okşayarak yatak odasına girdi. Odanın kapısını kapatıp Nazenin’in sırtını bu kez oraya dayadı ve parmaklarını kadınlığına sürtmeye başladı.

Bacaklarının arasındaki sıcaklığı hissedip, zevkle irkilirken yine homurdanmış, bu esnada Nazenin ise bacaklarının arasına giren eli hissederek boğuk bir çığlık koyvermişti. Kalçalarını oynatıp parmaklara daha da sürtünmeye çalıştığı sırada Metehan kıs kıs gülüyor, bir yandan da dudaklarını çekiştirip bırakıyordu.

“Özledin demek…”

“Çok…” diye inleyen kadına baktı. Başını duvara dayamış, gözlerini kapamış, omuzlarını sımsıkı tutmuş, kucağında usul usul kıvranıyordu.

“Ağzım burnum yer değiştirmiş, saçım sakalım birbirine girmiş halde. Doğru düzgün duş bile almadım. Ama sen… Sözkonusu sen olunca hepsinin canı cehenneme diyorum.”

“Hiçbiri umurumda değil. Eğer öyle olsaydı kucağında ne işim olurdu, değil mi Binbaşı,” diye fısıldayan kadının sözlerine homurdanarak güldü. Soluklanmaya çalışırken ona arzuyla baktı.

Nazenin tüm güzelliğiyle, ihtişamıyla, hiçbir engel olmadan gözleri önündeydi. Tıpkı hayallerindeki gibi kusursuz ve can alıcıydı. Başını hafifçe eğip göğüslerine sokuldu. Göğüs oluğundan yayılan kokusunu uzun uzun içine çekerken bir yandan da parmak uçlarıyla vajinasına dokunuyor, her saniye artan ıslaklığını yayıyordu.

“Nazenin…” diye inleyip öne eğildi ve dudaklarının arasına sol göğüs ucunu aldı. Sert hamlelerle emiyor, ısırıyor, çekiştiriyordu. Yaptığı her hamleyle boğazından boğuk iniltiler, dudakları arasından da çığlıklar dökülen kadının sesiyle mest olduğunu hissetti. Parmaklarının ucundaki kadınlığına uyguladığı darbelerini daha da hızlandırıp sertleştirdi.

İlk gecelerindeki o yumuşak dokunuşlar yoktu. O sabır ve nezaket yoktu. Her darbesi güçlü, sert ve can yakıcıydı. Metehan resmen ayrı geçen günlerinin intikamını alır gibiydi.

Nazenin göğsüne acı verici dokunuşlarda bulunan adamın ensesini kavrayıp, bedenine daha da bastırırken peş peşe attığı çığlıkları odada yankılandı. Dili dolanarak, “Mete…” demesiyle göğsünde homurtu yükseldi. Metehan geri çekilip cehennem yerine dönmüş gözlerini gözlerine dikti. Bir an bile ayrılmayan gözleri birbirlerine arzuyla, ihtiyaçla bakıyordu.

Yavaşça yere eğilmeye başladı. Dizlerinin üstüne çöktü ve kadının bacaklarını iyice aralayıp omuzlarına koydu. Avuçiçlerini bacaklarında gezdirmeye başladığı sırada, önünde duran manzaraya iç çekerek baktı.

Bir soluk ötesinde şehvetle, özlemle, ihtiyaçla usul usul seğiren kadınlığına sokulup sıcak nefesini üfledi. Bir yandan da omuzlarından sırtına doğru uzanan bacakları okşamayı sürdürüyordu. İleri geri hareket eden nasırlı ellerin dokunuşu, vajinasına belli aralıklarla üflediği o nefesler, Nazenin’in tenini ürpertip titremesine sebep olmuştu.

Hem bu hislerle sarmalanıp tüm gerçeklikten uzaklaşmak için yanıp tutuşuyor hem de son olanları görüşmek için gerçekleştirmeyi istediği toplantıyı düşünmeden edemiyordu.

Pençe Timi, Emniyet Müdürü, Jandarma Albay, Kutluhan Albay… Hepsiyle bir araya gelmeli ve bundan sonraki adımları görüşmeliydi. Aklına doluşan isimler, o isimlerin yüzleri… Hızla gözlerini açtı ve soluk soluğa, “Acilen toplantı yapılması gerekiyor,” dedi. “Bu durum bekleyemez. Sabah oldu.”

Panikle irkilen kadına aşağıdan bir bakış atan Metehan imalı, yaramaz, fütursuz hatta baskıcı ve erkeksi egosunu gözler önüne seren gülüşüyle onu süzüyordu.

“Bugün pazar. Yani tatil. Yani o toplantı yarını bekleyecek,” dedi boğuk bir sesle. Ardından da devam etti. “Bu anı bozamam. Kadınım beni özlemiş ve kadınım bu kadar arzu doluyken…” Az evvel parmaklarıyla yokladığı yere dudaklarını dayamıştı. Dudakları yavaşça aralanıp dili Nazenin’in en hassas noktalarında gezmeye başladığında, kadının soluk sesleri ve çığlıkları odayı yeniden sardı.

Nazenin ellerini aşağıya doğru uzattı. Bacaklarının arasını dolduran adamın saçlarını kavrayıp çekiştirdi. Metehan ise bu hareketle iyice kendinden geçmişti. Dili durmaksızın Nazenin’in kadınlığını yokluyor, aşağı yukarı gelip gidiyor, girişine peşi sıra darbeler indiriyordu.

“Yarın toplantıdan sonra izin alacaksın. Gideceğiz ve en az bir hafta dönmeyeceğiz. Yüzüm gözüm toparlanmazsa iznimizi uzatacağız. Ve tatil boyunca bunu yapacağız,” deyip dudaklarını usulca yaladı ve homurdanarak inledi.

Dilinde kadının en mahrem tadı vardı. Bu baştan çıkarıcı, tahrik edici ve güzel tadı daha fazla almak için yüzünü yeniden Nazenin’in bacaklarının arasına gömdü. Dudakları onu sertçe emip bırakıyor, dişleri ise yumuşacık etine geçiyordu. Yaptığı her hamleyle seyiren ve tepkileri durdurulamaz olan kadının inleyişleri kulağına ninni gibi geliyordu. Bir an için durup, “Söyle!” diye ulur gibi bağırdığında, Nazenin ne söylemesi gerektiğini algılayamamıştı. Kıpkırmızı olmuş yanakları, ter damlalarıyla kaplanmış alnı, öpüşmeleri esnasında yaralanmış dudakları ve yaşadığı zevkten yaşlar dolmuş gözleriyle baktı sevdiği adama.

“Ne?”

Metehan onun yüzüne doya doya hayranlıkla bakarken eserinden memnun bir sanatçı edasıyla gülümsemişti.

“Adımı söyle, kadın. Bir daha söyle.”

Bu isteği karşısında belli belirsiz gülen Nazenin soluk soluğa, “Mete…” derken adamın yara bere içindeki yüzünü okşadı. Metehan ise mest olmuş şekilde nefes alıp, mırıldanırken kadının bacaklarının içine, dışına, kasıklarına öpücükler kondurdu.

Usulca ayaklanıp onu yere bıraksa da hâlâ aynı yerde ve aynı yakınlıkta duruyorlardı. Onun yüzünü kavrayıp dudaklarına sokuldu. Ama öpmedi.

“Aç şu kemeri. Çıkar şu pantolonu,” diye fısıldarken sabrı kalmadığını belli etmişti. Nazenin bir an için pantolona bakıp adamın belini saran palaskayı kavradı ve çıkardı. Ardından pantolonun kemerini açıp düğme ve fermuarı da açmaya başladı. Ufak bir kıpırdanışla pantolonun kalçalarından aşağı inmesini sağlayan Metehan bu kez, “İndir şunu da,” diye homurdandı. Aralarındaki tek engel olan boxer’a bakıp yarım bir tebessümle gülen Nazenin, söyleneni yapıp kavradığı gibi aşağı itti. Gözler önüne serilen uzvuna bakıp keskin bir soluk aldığı sırada Metehan’ın kıs kıs güldüğünü duydu.

“Ne o? Gözünüzü mü korkuttu, Nazenin Hanım?” diye mırıldanan adamın gözlerine bakmak için başını kaldırdı.

İmalı bir gülüşle karşılık verip, kaşını hafifçe kaldırırken elini aşağı uzattı ve Metehan’ın aklını başından alan o hamleyi yaptı. Eliyle sardığı sertliğini yavaşça sıkarken tıpkı onun gibi fısıltıyla, “Korkmuşa benziyor muyum hayatım?” dedi.

“Nazenin…” diye inleyip kıpırdanan adamın boynuna boşta duran elini sardı ve kendini tek hamlede yukarı çekti. Bu hareketle yeniden kucağına çıkarken bacaklarını da sımsıkı adamın beline sarmıştı.

“Vakit kaybediyorsun, Binbaşı. Bugün pazar, toplantı yarını beklesin, dedin, tamam da sen…” Durup, soluk alırken dudaklarına iyice sokuldu. “Beni de bekletiyorsun.”

İşte, Metehan’ı zevkten delirten ve iradesini kaybettiren bu sözler olmuştu.

“Senden bir tane daha yok, biliyorsun, değil mi kadınım? Sen teksin. Sen mükemmelsin. Sen eşsizsin. Ve ben sana deli oluyorum. Ve ben seni çok seviyorum. Ve ben seni çok özledim,” derken kendini kadının bacaklarının arasına dayayıp itmiş, tek seferde içine dalmıştı.

Nazenin sertçe içine giren ve özlemle sancıyan boşluğu dolduran uzvun varlığıyla kasılıp çığlık attığı esnada, Metehan’ın ensesine hatırı sayılır tırnak izleri bırakmıştı. Metehan ise hissettiği darlık, ıslaklık ve sıcaklıkla keskin bir soluk alıp, “Naz!” diye evi inletirken ciğerlerindeki bütün havanın tükendiğini hissetti. Ensesine geçen ve dokunduğu yerleri çiziklerle dolduran tırnakların geride bıraktığı sızının bile farkında değildi. “Sen gerçek misin kadın? Kadınım. Benim kadınım…” diye attığı nidalar eşliğinde geri çekilip yeniden ileri atıldı. Alışmaya çalışmak, zaman tanımak falan yoktu. Tek isteği yeniden ona ait olmak, onu hissetmek ve özlediği her hissi doyasıya yaşamaktı.

Peş peşe yaptığı hareketlerle Nazenin’i resmen duvara mıhlamıştı. Kadının duvara çarpan kalçalarını kavrayıp duvarla arasına ellerini koydu. Canı yansın istemiyordu. Elleri tampon görevi görmeye başlayınca daha da hızlandı. Artık soluk alıp verdiğini, bunu nasıl başardığını bile bilmiyordu.

Kadının boynuna sokulup yumuşak tenine dişlerini geçirdi. “Bir daha bırakırsan… Bana git, dersen… Yemin ederim, evi başına indiririm. Bak, gör, sen mi daha güzel eşya kırıyorsun yoksa ben mi işte o zaman anlarsın,” derken göğsüne dolan öfkeyle kadının kalçaları öyle bir sıkmıştı ki Nazenin bacaklarının arasındaki sızıyı değil, kalçalarındakini hissetmiş ve bağırmıştı. “Duydun mu beni? Duydun mu Nazenin?”

“Duydum!”

Nazenin’in feryadıyla homurdanır gibi gülüp, “Aferin kızıma!” dediğinde bir anda bedenlerini ayırdı. Nazenin neler olduğunu anlamak için ona bakarken ayakları çoktan yere değmiş, bedeni hızla olduğu yerden ayrılmıştı. Kolunu tutup az ileriye yürüyen Metehan’ı savsak adımlarla takip etti. Ancak neler olduğunu, neden ayrıldıklarını bir türlü anlayamadı.

Aynanın karşısında durup Nazenin’i kendine çeken Metehan, onu aynaya doğru çevirip avuçiçlerini aynaya dayamış ve kolları arasında hapsetmişti. Kadının sırtını kocaman göğsüyle kaplamıştı artık. Bir süre sessiz kalıp ayna aracılığıyla gözleri buluştuğu esnada kulağına yaklaşıp, “Biraz eğlenelim,” diye fısıldadı. “İzle kendini. Bizi… Nasıl tek beden olduğumuzu, nasıl hemdem olduğumuzu izle de bir daha bana öyle saçma sözler söylemeyi aklından bile geçirme.”

Nazenin duyduğu sözlerin ve ayna karşısında çırılçıplak durup, kendi bedenini görmenin şaşkınlığıyla öylece kalırken Metehan hâlâ bedenini örten üniforma üstünden hızla kurtulmuştu. Yeniden ona sokulup, dizi yardımıyla kadının bacaklarını aralayıp kalçalarını okşadı.

“Rahatla, bebeğim. Çok gerginsin,” diye fısıldadığı sırada bedenini tekrar onun bedeniyle buluşturup inledi. Başını arkaya atıp, yutkunurken boğazında aşağı yukarı hareket eden âdemelmasına hayranlıkla bakan Nazenin, bir yandan da adamın yüzündeki zevk dolu ifadeyi aklına kazıyordu.

Elinin birini aynaya dayayıp diğer eliyle kalçasına uzandı ve Metehan’ın elinin üstüne elini sarıp sıkıca tuttu. Parmaklarının ucu adamın parmağındaki aile yadigârı yüzüğü bulup, okşarken solukları sıklaşmıştı.

Aynaya yansıyan görüntüleri aklını başından almıştı sanki. Baştan çıkarıcı, tahrik edici, bir o kadar da hayranlık uyandırıcıydı. Görüntülerine bakıp, soluk soluğa kalırken kulağının dibindeki sesi duydu.

“Hoşuna gitti, değil mi?”

Adamın gözlerine, yine yansıması sayesinde bakarak başını salladı. Ardından başını geriye atıp adamın omzuna yaslandı. Metehan ise onun bu teslimiyetiyle huzur dolup, şakağına uzun bir öpücük kondururken gözünü bile kırpmıyordu.

Nazenin’in bedeninde kaybolduğu her an onun bedeninde yaşanan kasılmaları, yüzünün aldığı ifadeyi, dudaklarını kemirip çığlıklarını bastırmaya çalışmasını ve ritimleriyle doğru orantılı şekilde salınan göğüslerini izliyordu.

“Sevişmenin sanat olduğunu söyleyenler haklıymış, bebeğim. Bunun bu kadar güzel olacağı, iyi geleceği, yaralarımıza şifa olacağı aklıma gelmezdi. Ama aklıma gelmeyen başıma geldi. Sen geldin. Bana geldin, Nazenin. Beni buldun. Benim oldun,” diye mırıldanıp, iç çekerken kadının dudaklarını yanağında hissetmişti.

“Sen de benim oldun.”

Sözlerine gülümsedi. “Hayatımdaki en doğru karar seni beklemekmiş. İyi ki beklemişim. İyi ki her şeyi seninle tatmışım,” dedi ve onu boynundan uzun uzun öptükten sonra bir elini bel boşluğuna kaydırarak, “Eğil,” diye fısıldadı. Nazenin hiç itirazsız denileni yaparken kalçalarını geriye attı. Bu hareketle poposu yukarı doğru kalkarken beli bükülmüş, gövdesi yere doğru esnerken bel boşluğu iyice kavislenmişti.

Duvara monteli boy aynasını iki yandan avuçlarıyla bastırıp, bacaklarını olabildiğince araladı. Gözlerini usulca aynaya diktiğinde, pozisyonlarını net olarak gördü. Kendi bedeni öne doğru eğildiği için Metehan beline kadar görünür olmuştu. Göğsü hızla inip, kalkarken dağılmış saçları alnında oynaşıyor, elleri yine var gücüyle Nazenin’in kalçalarını sıkıp onu olduğu yerde sabitliyordu.

İleri geri uyguladığı her hareketle senkronize hareket eden Nazenin, gözlerini sevdiği adamın heykel gibi bedeninden zar zor ayırıp kendine baktı. Yüzü kıpkırmızı olmuş, saçları dağılmış, kirpikleri gözyaşlarından, alnı ise terden nemlenmişti.

Boynundan aşağı birer birer süzülen ter damlalarını izlerken yerçekimine yenik düşen göğüslerini gördü. İkisi de bedeninden bağımsızmış gibi duruyor ve hızla salınıyordu.

Bu görüntüyle irkilip, titrerken, haykırırcasına inledi. Metehan ise onun yüzüne, şehvetle kasılan mimiklerine, arzu dolu gözbebeklerine bakıp haykırışına eşlik etti. Darbeleri sıklaşıp, sertleşirken bedenlerinin birleştiği anda tenlerinin çarpışmasından çıkan ses odada yankılandı. Metehan daha da hızlanıp hem sıkıca tuttuğu kalçayı kendine çekiyor hem de olağanca gücüyle kendini ona itiyordu.

Nazenin ise tüm bu anlar yaşanırken sadece ayakta kalmaya çalışıyordu. Poposu havada durabilsin diye ayak parmaklarının ucundaydı ve bacakları bu duruş sebebiyle uyuşmaya başlamıştı. Titriyor, kendisini her geçen saniye daha da zorluyordu.

Metehan onun tükenmek üzere olduğunu hissedip keyifle gülümsedi. Yavaşladı ve daha derin darbelerle ritmi düşürüp dokunuşları, teması ve sürtünme hissini arttırdı. Ancak bedenleri o kadar kaygan hale gelmişti ki istediği etkiyi bırakamıyor, istediği zevki de almakta zorlanıyordu.

Geri çekilip Nazenin’den ayrıldı. Kadının şaşkın bakan yüzüne gülerek, “Kal böyle, sakın kıpırdama,” diye fısıldadı ve banyoya yönelmeden önce poposunu sıkıp bir de tokatladı. Nazenin zevkle kıvranıp, homurdanırken Metehan banyoya girdi ve peçete alarak geri geldi.

Kadının bacaklarının arasındaki ıslaklığın parıltısına iştahla bakıp, “Naz…” diye inlercesine kıvrandı. “Sen mükemmelsin, kadınım.” Elini onun bacaklarının arasına sokup, tüm ıslaklığını silerken aynaya baktı ve kendisine anlamaya çalışır gibi bakan gözlerle buluştu. Eline başka bir peçete daha alıp bu kez kendini sildi ve bunu Nazenin’e göstere göstere yaptı.

Adamın avcunda görünüp kaybolan uzva bakıp titrek bir iç çeken Nazenin, “Ne yapıyorsun?” diye fısıldadı. Metehan ise elindeki peçeteyi top gibi yapıp az ilerideki çöpe attı. Sonra kendisini aynı pozisyonda bekleyen kadının mabedine dayandı.

“Yeni başlıyor gibi olacak,” deyip bu kez usul usul itti kendini.

Kadının bedenine giriyor ancak öyle hemen geri çekilmiyordu. Onu zorlayabildiği kadar zorlayıp esnetebildiği kadar esnetiyordu. Kalçalarını sağa sola oynatarak Nazenin’in içinde resmen daire çiziyordu. Bu yüzden Nazenin her geçen saniye zirveye yaklaşıyor, yaşadığı zevkle attığı çığlıklara artık titremeler de eşlik ediyordu.

Bedeni usul usul titremeye başladığında sırtına uzanan ve poposuna iyice dayanan adamın ağırlığını hissetti. Ardından de çenesini kavrayan eli.

“Bak. Kendine bak. Bana bak. Bize bak ve bir daha asla ayrılığı düşünme. Bak!” Son kelimeyi öyle yüksek sesle söylemişti ki Nazenin gözlerini aralamaktan başka çare bulamamıştı. Çenesini sımsıkı tutup, yüzünü aynaya doğru sabitleyen adamın gözlerine bakarken, iç çekip sarsıldı. Aynanın kenarlığını daha sıkı tuttu ve ayakta kalmaya çalıştı. Bunu yapmak artık daha zordu çünkü adamın ağırlığı da üstündeydi.

Bedeni gerilip, titrerken bacaklarının arasında resmen bir volkan yükseldi. Metehan’ın eli, yüzünü kavrayıp yanaklarını baskıladığı halde var gücüyle çığlık attığında, onun da inlediğini duymuştu. Ancak sonrası yoktu. Tek duyduğu kalbinin gümbürdercesine atışıydı. Hissettiği tek şey ise yaşadığı orgazmın sancısı, ardında bıraktığı sarsıntılar ve rahatlamaydı.

“Mete’m…” demeye çalışırken alamadığı soluklar ciğerlerini kavuruyordu sanki. Bir süre gözlerini kapatıp, soluklarını düzenlemeye çalışırken, içinde kıpırdanan uzvu hissederek kaşlarını çattı. Sonrasında ise fark ettiği ayrıntıyla gözleri hızla açıldı.

Kendisi belki de ilk kez bu kadar uzun ve yoğun şekilde tatmin olmuştu. Ancak Metehan olmamıştı. Hâlâ taş gibi sertti ve içindeydi.

“Mete… Sen…” diye fısıldadığında adamın yüzünde yine o erkeksi, imalı, yakıcı gülüş belirdi.

“Her anın keyfini çıkar ve bunu tek başına yaşa istedim. Ve…” diyerek, ileri atılıp Nazenin’i kendisiyle doldurdu. Nazenin, aniden gelen bu darbeyle dengesini kaybedecek gibi olsa da Metehan buna müsaade etmedi.

“Ve…” diye tekrar konuşan adamı görmek için gözlerini aynaya dikip yukarı doğru kaldırdı.

“Ne?”

Kıs kıs gülen Metehan, “Yaşayıp görelim, bakalım doğru muymuş?” diye fısıldadı. Birkaç dakika boynunca kadının bedenine aynı dokunuşlarını sürdürdü. Adını haykırdı, inledi, bağırdı. Bazen homurdanarak küfürler savurdu. Elleriyle Nazenin’i tekrar tekrar keşfederken, arzusu daha da artıp bedeni sarsılmaya başladı. Artık rahatlamak ve onun bedeninde tükenmek istiyordu. Soluk soluğa, “Nazenin…” dediği esnada hissettiği şeyle gözlerini araladı ve ona kocaman olmuş gözlerle baktı.

Az evvel tükendiğini sanan Nazenin, Metehan’ın harekete geçmesiyle, içine bıraktığı darbelerle yeniden zirveye tırmanmaya başlamıştı. Her zerresi kasılıyor, bedeni yeni bir kavuşma için hazırlanıyordu. Kasıklarına yoğunlaşan kan akışı, kadınlığının ihtiyaçla seğirmesi ve içini dolduran sertliği sıkmasıyla şaşkına dönmüştü.

Adama bakıp, başını usulca sallarken, “Neler oluyor?” diye mırıldanıp lafı geveliyordu ki Metehan homurtulu bir kahkaha attı.

“Doğruymuş,” dedi merakla ve keyifle. Ardından bir an durup nefes almaya çalıştı. Onun sırtına uzanıp, kulağına yaklaşırken gözlerini asla ayırmadı. “Kadınlar peş peşe orgazm olabilirler diye bir şey duymuştum.” Aynı keyifle iç çekip, gülümserken heyecanla titremişti. “Doğruymuş,” diye mırıldandığı sırada gözünü bile kırpmadan sevdiği kadına bakıyordu. Onun ilk kez yaşayacağı bu ana, zevke, rahatlamaya anbean tanık olmak istiyordu. Nazenin şehvetle kararan gözlerini kapatırken bedenlerini daha büyük bir sarsıntı sarmıştı. Metehan, “Gözlerini aç,” dedi. “Gözlerime bak ve öyle gel.” Bedenleri kasılıp resmen infilak ettiği esnada sesleri, inleyişleri birbirine karıştı. “Naz…”

“Mete…”

Metehan, bir koluyla Nazenin’in belini sarıp, ayakta kalmaları için çabalarken dimdik duruyordu. Başını geriye yatırmış, göğe doğru haykırırken, sevdiği kadının adını sayıklayıp darbelerini en sert ve derin şekilde sürdürdü. Bedenlerindeki sarsıntılar son bulana kadar da bunu yapmaya devam etti. Nazenin ise kalçalarını parçalamak ister gibi sıkıca tutarak arkasında dimdik duran, üst bedenini gördüğü adama bakıyordu. Bitmek tükenmek bilmeden birbirlerine karışırlarken onu izlemek, yaşananlardan nasıl zevk aldığını, her zerresinin nasıl sarsıldığını, titrediğini görmek çok iyi hissettirmişti. Yüzüne dökülen saçların arasından alnına, sakallarının arasından boynuna, tüylerle kaplı göğsünden karnına ve kasıklarına yol yol inen ter damlaları gün ışığı vurdukça parlıyordu.

Adamın devasa göğsü soluklarıyla sarsılırken bir kısmı görünen kalçalarına baktı. Estetik bir kıvraklıkla hâlâ içine girip çıkışını izledi. Ancak birkaç saniyenin ardından Metehan geri çekildi. Yere uzanırken kendisiyle birlikte Nazenin’in de yere uzanması için onu kollarının arasında tutmaya devam etti. Yanına uzanmasına yardım ettiği Nazenin’in başının altına kolunu uzattı. Kadının dağılan saçlarını okşayarak, yüzünden çekerken, alnına uzanıp peş peşe öptü.

“İyi misin güzelim?”

Solukları hâlâ düzene girmediği için zar zor ve homurdanarak sorduğu sorusu bir süre cevapsız kaldı. Çünkü Nazenin de en az kendisi kadar dağılmıştı. Usulca titriyor, hızla alıp verdiği soluklar adamın boynuna çarpıyordu. Metehan, sessizlik uzun sürünce bedenini ona doğru döndürdü ve dikkatle yüzüne baktı. Bir yandan da boşta duran sol kolunu beline sardı ve elini sırtına uzattı. Okşayıp, severken, “Naz…” diye fısıldadı.

Nazenin, “Hmm…” diye cevap verince tebessüm etti.

“İyi misin yavrum?”

“Değilim. Pelte gibi oldum. Her kasım sızlıyor sanki.”

Sözlerinin ardından Metehan koluna düşen ılık damlaları hissederek irkildi. O damlaların Nazenin’in gözyaşları olduğunu anlaması zor değildi. Bunca yaşanandan, gergin geçen günlerden, birbirlerini bile isteye incittikleri tartışmalardan, ayrılıktan, uzaklıktan, son yaşanan korku dolu anlardan sonra gelen kavuşmayla bütün sinirleri aniden gevşemiş ve duyguları açığa çıkmıştı.

“Şşt, ağlama,” diye fısıldarken döndü ve kadını bedeninin altına alıp yüzünü sıkıca kavradı. “Ağlamak yok. Daha peşimden koşacak ve kendini affettireceksin, Nazenin Tuna. Sil gözyaşlarını ve hemen toparlanıp başla koşmaya.” Nazenin duyduğu sözlerle şok olmuş gibi ona bakarken istemsizce bedenlerine de bakmış ve bu bakışı Metehan’a kahkaha attırmıştı. “Özlemimizi giderdik. Ama bu seni yanıltmasın. Çünkü hâlâ yapman gerekenler var. Beni kendine inandırmak gibi. Bir daha bırakıp gitmeyeceğine inandırmak gibi. Kırdığın gönlümü sözünle, bakışınla ve çabanla iyi etmek gibi.”

“Bu yaptığın…” diye çıkışıp, gözlerindeki yaşları silen kadına gülerek üstünden kalktı. Gözlerine baka baka sırıttı.

“Hiç kızma. Bunu sen istedin.”

“Biliyor musun Binbaşı? Tam bir gıcık gibi davranıyorsun.”

Homurdanarak ayaklanan Nazenin yürümek istemişti ama kasıklarına saplanan acıyla kasılıp iki büklüm oluverdi. Dudakları arasından yükselen acı dolu haykırışın ardından gözleri yaşlarla dolarken, Metehan korkuyla ayaklanıp ona yaklaştı ve bedenini sardı.

“Nazenin!” derken kadının dudaklarından bir inilti daha yükselince, onu kucağına alıp yatağa ilerledi. Kolları arasında acıyla kıvranan kadına endişeyle baktı. “İyi misin? Ne oldu?”

Nazenin dişleri arasından, “Elinin körü oldu,” diye fısıldadı. “Ne olacak, canım acıyor.”

Metehan onu yatağa bırakıp, yanına ilişirken gözlerindeki endişe barizdi. “Biraz uzan ve dinlen. Ayağa falan kalkayım deme,” dedi. Durup bir an bedenlerine baktı ve haz dolu bir gülümseme belirdi yüzünde. “Hatta böyle uyuyalım. Gel buraya,” deyip Nazenin’i kollarının arasına hapsetti. Küçük bedenini göğsüne dayarken kıs kıs güldü. “Sen ufak tefek olduğundan oluyor bu ağrılar.”

Metehan son sözüyle kalçasına doğru gelişigüzel bir tokat yedi. “Asıl sen ayı gibi olduğundan oluyor bu ağrılar!” dedi Nazenin.

Çemkirişine gülüp yüzünü sevdiği kadının boynuna soktu ve tenini öptü. “Olabilir tabii,” dedi. “Her şey büyük olunca…”

“Pisliksin, biliyorsun, değil mi?”

“Hmm… Peşinden koşacağın, kendini inandıracağın pislik benim. Oldukça iriyarı ve büyük bir pisliğim,” deyip Nazenin’in poposuna dayanan kaçlarını usulca oynattı. Karşılık olarak Nazenin de poposunu ona sürtünce, gülmeden edemedi. “Uyu, bebeğim. Uyandığında enerjini toplamış olman lazım. Çünkü bugün pazar, bugün tatil ve yarın gün doğana kadar içinden çıkmaya niyetim yok.”

“Ee, peşinden koşacaktım ya hani?” diye kıkırdayan kadınını yine boynundan öpüp onunla birlikte güldü.

“Koşacaksın ama bugün kavuşma günümüz. Bugün sana doymak istiyorum. Seni kendimle doldurmak istiyorum. Yarın sabah o toplantıya giderken topuklu ayakkabılarının üstünde durabileceğine ya da acı duymadan koltuğuna oturabileceğine garanti veremiyorum. Haberin olsun.”

Nazenin yavaşça ona dönüp, gözlerine bakarken bir kaşı belli belirsiz kalkmıştı.

Özlemimizi giderdik, diyordun az önce. Ne oldu da tüm gün sevişmek ister oldun?”

“Sen yanımda böyle yatarken sana dokunmamak aptallık olur. Ayrıca bu imkânsız. Ayrıca… Ayrıldığımız an yine özlemeye başladım. Yani özlemimizi falan gidermemişiz. Oldu mu? Hoşuna gitti mi cevaplar? Hadi uyu şimdi!” diye homurdanan adama gülüp ona yeniden arkasını döndü. Sırtını göğsüne dayarken, adamın ellerini de tutup göğüslerinin üstüne koydu.

“Dokun. Sen dokunurken, uyuyup kalmak istiyorum. Seni hissederek,” diye fısıldadı. “Belki o zaman kâbus görmem. Senin dokunuşlarını hissedersem… Öldüğünü, beni bırakıp gittiğini görmem ve huzurla uyurum.”

İrkilen Metehan çatık kaşlarının altından huzursuzca ve hüzünle baktı yüzüne. Yüzünün yarısını görse de ne kadar gergin, endişeli ve ürkek olduğunu anlayabiliyordu.

“Benim öldüğümü mü görüyorsun? O yüzden mi adımı çığlık çığlığa haykırıyorsun?” Sorularını sorduktan birkaç saniye sonra Nazenin başını sallamış ve usulca burnunu çekmişti. Ağlıyordu, gözyaşları yine koluna dökülmeye başlamıştı. Onu kendine daha da çekip sımsıkı sarıldı Metehan. “Kadınım. Ömrümü, gönlümü, hayallerimi, gerçeklerimi, bedenimi, yatağımı, evimi… Vakti gelince sonsuza dek soyadımı paylaşacağım kadınım. Nazenin’im. Naz’ım, hırçın ama en nazlı olanım. İnatçı ama en nahif olanım. Ele avuca gelmez bir kız çocuğu kadar delidolu ve masum ama aklımı başımdan alan işveli, cilveli olan kadınım. Dilberim. Her şeyim. Ruhumun, kalbimin, bedenimin tek sahibi sensin. Hep sen olacaksın. Bir tek canım var sahibi olmadığın. O, Yaradan’ın ellerinde. Canım onundur. Verdiği canı ne zaman alır, bilemeyiz ama… Ben şunu biliyorum, sen de bil. Ben son nefesime kadar seninle, sana ait ve daima sana sadık olacağım.”

Durup, soluklanırken gözyaşları içinde kendisine dönen Nazenin’in yüzünü kavradı ve yemyeşil gözlerini saran kızarıklığa içi giderek baktı. Gözlerini usulca ve uzun uzun öpüp geri çekildiğinde parmaklarının ucuyla da yüzünü sevmeye devam ediyordu.

“Ölümü düşünüp, canıma bir şey gelmesin diye korkup kaçma. Saklanma. Vakit dediğin de sayılı be yavrum. O vakti boşa harcama, yokluğunla acı çektireceğine varlığınla güzelleştir,” derken usulca alnına öpücük kondurmuş ve tekrar gözlerine odaklanmıştı. “Beni dünyanın en mutlu adamı yapan, yüzümü güldüren, dilimi çözen, kendine methiyeler düzdüren sensin. Sen başardın bunları. Hepsini sen başardın. Hem de çabalamadan sadece varlığının güzelliğiyle yaptın bunu. Değiştirdin beni. Gülmeyen asık suratlı huysuz bir adamdım. Seninle güldüm. Seninle nefes aldım. Sevmeyi öğrendim. Candan, yürekten, içim titreye titreye sevmeyi öğrendim. Gönlün güzeldi. Aklın, fikrin güzeldi. Vuruldum sana. Yüzünün güzelliği zaten dillere destan olmuş, Vali Hanım. Onu bütün Akdağ konuşuyor.” Alnını Nazenin’in alnına dayadı ve yüzüne durmaksızın dökülen gözyaşlarını parmak uçlarıyla topladı. “Benim kadınımın güzelliğinin konuşuluyor olması biraz canımı sıkmadı değil ama…” derken huysuz huysuz homurdanmıştı. Bu sözlerle bir an için de olsa güldürmeyi başardı Nazenin’i. “Seni bu kadar korkutuyorsa benim delibaş oluşum… Seni bu kadar endişelendirip hasta ediyorsa seni korumak için atılışım… Uykularını kaçırıp kâbusun oluyorsa… Beni kaybettiğini sanarak çığlıklar atıyorsan…” derken, doğrulup onu kollarına aldı ve sıkıca göğsüne bastırıp saçlarını, alnını, yanaklarını, dudaklarını peşi sıra öptü. “Ben, sen bunları yaşama diye, huzurla uyu diye… Sakin olmayı, işimle gönlümü karıştırmamayı, seni korumak için deli olurken durmayı da öğreneceğim. Sana söz, öğreneceğim.”

Bu sözlerle derin bir nefes alan Nazenin, gözlerinden yaşlar akmaya devam ederken, son sözünü söyleyip de can verecekmiş gibi bir haykırışla, “Söz mü?” diye odayı inletti.

“Senin tek derdin buysa eğer söz tabii, kadınım, söz. Sen yeter ki pes edip gitme, gitmemi isteme. Beni yokluğunla sınama. Kendini yalnızlığınla kahretme. Ben yeri gelir uzak da dururum senden. Sen nasıl istersen öyle olsun. Yeter ki yüzün gülsün, huzurla nefes al, kâbuslar görmeden uyu. Yahu, gözünü seveyim, yemek ye be kadınım. Yok olup gideceksin diye korkuyorum. Söylemeyeyim dedim ama…” derken, biraz geri çekilip hüzünle ve biraz sinirle Nazenin’e baktı. “Bir deri bir kemik kalmışsın. Yüzün küçücük kalmış, yanakların bile eriyip gitmiş. Gamzelerin kaybolmuş, kadınım. Ayrıca Figen migren ataklarının sıklaştığını, vücudunda strese bağlı yaralar çıktığını, hâlâ reglinin düzensiz olduğunu da söyledi. Tamam, yanında olmayayım. Bu rahatlatacaksa seni olmayayım ama rahatla biraz, gözünü seveyim. Her şeyi kontrol edemezsin, edemiyorsun da zaten. Ben ölürsem diye korkarken sen… Sen kendi kendini öldüreceksin. Yapma bunu. Bunu kendine yapma. Bana yapma. Ailene yapma. Seni seven onca insana, seni örnek alan onca insana yapma. Sen önce kendine, daha sonra bana ve ailene, dostlarına, birlikte çalıştığın insanlara, uğruna çalıştığın bu şehre, insanlarına, bu toprağa, bayrağa, vatana lazımsın. Ama böyle hiçbir işe yaramazsın, söyleyeyim.”

Nazenin, yediği kalaylarla başını eğip, burnunu çekerken, kollarını açıp Metehan’a sarmış ve kucağına çıkıp çocuk gibi göğsüne kıvrılmıştı.

“Tamam, kızma. Yemek yiyorum.”

“He he. Yiyorsun. Yalanına başlarım gari! Yat şuraya da uyuyalım. Bayılacağız yorgunluktan,” deyip bedenlerini yana devirdi. Nazenin’in üst bedenini kollarıyla, bacaklarını bacaklarıyla sardı, sarmaladı. Gözlerini kapatırken usulca, “Uyu,” diye fısıldadı. “Dinlen. Korkma. Ben buradayım.”

Nazenin bu sözlerle gözlerini kapatıp, uykuya dalarken Metehan üstlerini örttü ve kendisi de gözlerini kapadı. Yorgunluktan ve bedenindeki, yüzündeki ağrılardan sızıp kalması çok sürmedi.

Ancak uyanması da çok sürmedi. Adını can çekişir gibi haykıran Nazenin’in çığlığı kulağının dibinde patladığında yataktan fırladı. Ne olduğunu çözmekte zorlanıp bir an etrafına bakındı. Güneş hâlâ gökyüzündeydi. Günün hangi saatinde olduklarını anlayamadı ama çok fazla uyumadığını böylece fark etti.

Nazenin’in acı dolu inleyişiyle ona döndüğünde yattığı yerde sarsıldığını, dişlerini birbirine kenetlediğini ve ellerini üstündeki örtüye geçirip çekiştirdiğini gördü. Parmakları bembeyaz kesilmişti. Dişlerini öyle güçlü sıkıyor ve inlerken, “Mete!” diyordu ki Metehan gördüğü manzarayla şok geçirdi. Nazenin’in seğiren çenesine baktı endişeyle. Ya dişleri kırılacaktı ya da birbirine kenetlenecekti.

Hızla doğrulup, onu omuzlarından tutarak, sarsarken, “Nazenin!” diye bağırdı. “Nazenin, uyan! Uyan, güzelim. Kâbus görüyorsun, kalk.” Ama kadını uyandırmayı başaramadı. Dişlerinden gelen gıcırtıyı duyup, iyice paniklerken bedeninin bir kez daha şiddetle sarsılışını izledi. “Nazenin!” dedi can havliyle. Uyanmasını istiyordu. Her ne görüyorsa gerçek olmadığını anlaması için uyanması lazımdı. “Naz!” Sesi endişeden boğuklaşmış, korkudan gözlerine yaşlar dolmuştu. O uyanmadıkça, oturup çocuk gibi ağlamak istiyordu Metehan. “Naz, lütfen uyan, aç gözünü, sevgilim. Bak, ben buradayım,” diye nefes almadan, konuşurken onun kapalı gözlerinden yanaklarına süzülen yaşları gördü. “Naz…” dedi var gücüyle. “Uyan, ne olur.”

Bağırışıyla kadının gözkapakları titreşti ve usulca aralandı. Bunu gören Metehan bir elini onun sırtına uzatıp, bedenini dikleştirirken diğer eliyle de çenesini kavramıştı.

“Nefes al. Doğrul biraz ve nefes al. Çeneni sıkmayı bırak. Dişlerini sıkmayı bırak. Hadi, güzelim, nefes al,” diye sayıklıyor, birkaç saniye arayla Nazenin’in yanağına usulca vuruyordu. Canını yakmayacak ama onu uyaracak dokunuşlardı bunlar. “Nazenin, hadi bebeğim. Hadi, aç ağzını. Aç şu ağzını!” diye son sözleri haykırırcasına söylediğinde sesi evi inletmişti. Nazenin ise silkelenerek, biraz olsun çenesini gevşetip dişleri arasından nefes aldı. Bu kadarcık çabasıyla bile derin bir soluk alan Metehan, “Şükürler olsun,” dedi. “Hadi, güzelim, biraz daha nefes al. Bak, ben buradayım. Yanındayım. İyiyim. Lütfen nefes al. Korkutma beni, Nazenin.” Başını kaldırıp, gözlerine bakan kadına yalvarır gibi bakarken ellerini sıktığı örtüden ayırdığını ve kollarını açtığını gördü. Boynuna sarılmak için yaptığı bu hareketle tebessüm etti ve onu kolları arasına alıp göğsüne sardı. “Gel. Gel, canım. Geçti. Sadece kâbus gördün ama geçti, bitti,” derken, durmadan onun sırtını sıvazlayıp saçlarını öptü. Dakikalar usulca geçerken, Metehan gözünü kırpmadan ona bakıyordu. Dişlerini az evvelki kadar güçlü sıkmadığını fark etti. “Biraz daha iyi misin?”

“Gidelim,” diyen fısıltılı ve yorgun sesi duydu.

Bir kez daha şükrederken, “Gideceğiz,” dedi. “Yarın gideceğiz. Senin bana, benim sana ihtiyacım var. Birbirimize ihtiyacımız var ve baş başa olacağımız çok güzel bir yere gideceğiz, Naz.”

 

HEMDERT 16.BÖLÜM’ü Okumaya Devam Et.

error: Content is protected !!