13.BÖLÜM

Bergüzar gelin odasında saçının ve makyajının yapılmasını beklerken, bir yandan da sosyal medyada geziyordu. Şu an herkes peri masallarını andıracağını düşündükleri düğünle ilgili yorumlarda bulunurken, masalın prensesi akşam için heyecanla hazırlanıyordu. Kızlar odaya gelip, hazırlıkların nasıl gittiğine bakarlarken Tomris’in

”Kızlar, ne olur alınmayın ama Bergüzar gördüğüm en güzel gelin olacak.” demesiyle Aylin ve Armağan gülümsemişti.

”Alınmak yerine o gelinin güzel oluşunda parmağımız olduğu için gururlanmayı tercih ediyoruz.” Armağan, yapımı günlerini alan gelinliğe hayranlık ve gururla bakarken Zeynep ve Yıldız’ın da ondan farkı yoktu. Armağan’a gelinliğin yapımında yardım etmiş, ellerinden gelen ne varsa yapmışlardı. Üç arkadaş yine şahane bir iş ortaya koymuştu.

Kız isteme merasiminin üstünden bir ay geçmişti ve bu esnada düğün hazırlıkları tüm hızıyla sürmüştü. İki gece önce kızlar arasında düzenlenen kına gecesinde ellerine yakılan kınaların izi hâlâ avuçlarındaydı. Alparslan o izleri ne güzel öpüp sevmişti. Bunu hatırlarken içi titreyerek soluk aldı. Arkasında muhabbet eden kızlara dönüp gülümserken

”Gelinliğimi giymek için hazırım!” diyerek ayağa kalktı ve giyinmek için paravanın arkasına geçti. Saatlerdir baktığı ve bakmaktan kendini alıkoyamadığı gelinliğine dokunup, mutlulukla gülümsedi. Bir gün gelinlik giyebileceği aklına bile gelmemişti. Şimdi ise onu giyecek olmanın heyecanına, kocasının karşısına çıktığı anda yaşayacakları duyguların merakı karışıyordu.

Üstündeki sabahlığını çıkartıp, askıya astıktan sonra Zeynep ve Yıldız Ege’nin yardımıyla gelinliğin içine girdi.

”Armağan… Sen müthiş bir yeteneksin!” gözleri dolu dolu aynadaki yansımasına bakıyordu. Hislerini kelimelerle ifade edemeyeceğini anlayınca, paravanın arkasından çıktı ve Armağan’a sımsıkı sarıldı.

”Bu çok… Çok güzel Armağan. Hayallerimden daha güzel.” derken ağlamamak için kendini sıkıyordu. Armağan, Bergüzar’ın ellerini sıkıca tuttu ve heyecanla gelinliği görmeyi bekleyen hanımefendilere onu takdim etti.

”İşte bu gecenin prensesi…” Herkes Bergüzar’ın güzelliği karşısında öylece kalmıştı sanki. Kimse konuşmuyor, sadece ona bakıyorlardı.

”Muhteşem!” ilk yorum Tomris’ten geldi ve ardından kızlar düşüncelerini belirtmeye başladılar. Gelinliğin üst kısmı swarovski taşlarla bezenmişti ve sırtındaki açıklık herkesin hayran kaldığı o dövmeyi gözler önüne seriyordu. Etek kısmı kalçalarının hemen üstünden kabararak iniyor ve uzun kuyruğu yerleri süpürüyordu. Saçına takılan duvağın uzunluğu iki metreydi ve Bergüzar’ın her adımında salınarak onu takip ediyor, ona daha da ihtişam katıyordu.

Toprak, yaşlar dolan gözlerini telaşla silerken ablasına sokulup boynuna yüzünü sakladı ve kokusunu derince solurken

“O kadar güzel oldun ki…” demeyi zar zor başardı. Bergüzar da fazlasıyla duygusaldı ve kardeşine sımsıkı sarılırken içi titriyordu.

“Vakti geldiğinde sen, benden daha güzel bir gelin olacaksın.” Toprak bu sözlere utansa da küçük bir tebessüm yüzünde belirmiş, gözleri heyecanla parlamıştı. Bu sırada odanın kapısı aralanıp içeriye kafasını uzatan görevli, misafirlerin yavaş yavaş gelmeye başladığını söyleyince odasındaki herkes dışarı çıktı ve Bergüzar İstanbul’un eşsiz boğaz manzarasıyla baş başa kaldı. Sessizlik uzun zamandır unuttuğu bir şeydi ve bu koşturmacanın içerisinde onu bulmak biraz garip hissettirmişti. Ayaz’ı bir saat önce bakıcısı yanına getirmişti. Babası şirketi ona bıraktığı günden beri oğlunu çok fazla göremediğini düşünüyordu ve bu durum Bergüzar’ı fazlasıyla üzmeye başlamıştı.

Düşünceler aklını mesken tutarken kapının açılıp kapandığını duydu. Yavaşça kapıya doğru dönmesiyle Alparslan’ın olduğu yerde donup kalması bir oldu. Karısına hayranlıkla bakıp zar zor yutkundu. Bir şeyler söylemek için dudaklarını aralıyor ama söyleyecek söz bulamayıp, öylece susuyordu. Gözlerine dolan yaşları umursamadan Bergüzar’a doğru yürüdü ve sımsıkı sarıldı. Yüzünü karısının boynuna gömüp, mutluluk gözyaşlarını ona armağan ederken

”Çok güzel olmuşsun.” demeyi başardı. Birkaç adım geri çekilip ona dikkatle bakarken, şaşkınlıktan açık kalan ağzını, elleri yardımıyla kapatıyordu. Bergüzar ise onun bu hâline bakıp ağlamamak için direniyor, karşısında tüm yakışıklılığıyla duran adama bir kez daha hayran oluyordu.

”Sen de hayatımda gördüğüm en yakışıklı damatsın.” diye fısıldadı.

Bu sırada aralanan kapıdan içeriye giren Tomris’in kucağındaki oğlunu görmesiyle ekledi. ”Tabi oğlumdan sonra!” Alparslan gözlerindeki yaşları silip bir yandan da gülüyordu. Ayaz, bembeyaz bir smokinin içerisinde anne ve babasına bakıp, gülücükler saçarken Tomris ise abisi ve Bergüzar’ın bu aşk dolu gözyaşlarına bakıp, mutlulukla kıkırdadı.

”Size hayran olduğumu daha önce söylemiş miydim?” Alparslan, onun bu sözlerine kahkaha atıp kardeşini kolunun altına aldı ve sımsıkı sardı.

”Biz de senin bu deli hallerine hayranız bıcırık!” deyip, saçlarını öptü. Tomris, Ayaz’ı annesine verirken abisinin dikkatli gözlerinin üstünde olduğunun farkındaydı ve bu durumdan derhal kurtulmak için odadan çıkmaya çalışırken Alparslan’ın sesini duydu.

”Çok güzel olmuşsun!” Bergüzar, onların bu garip ilişkisine gülümsedi. Alparslan’ın yüzündeki tebessümün babacanlığı, kardeşlerini koruması, her zaman onların arkasında oluşu takdir ettiği ve hayran olduğu özelliklerinden sadece biriydi. Tomris

“Teşekkür ederim abiciğim. Sen de çok yakışıklısın.” Diyerek odadan çıkarken Alparslan, karısına ve oğluna yaklaşıp, ikisini de öptükten sonra

”Bugün bizim günümüz. Ve… Dibine kadar eğleneceğiz.” Deyip gülümsedi. Bergüzar bir an karşısında konuşan adamın Ertuğrul ya da Atilla olduğunu düşündü. Bu gibi sözleri daha önce ondan hiç duymamış olması, şaşırmasına sebep olmuştu. Alparslan, Ayaz’ı kucağına alıp kapıya ilerledi ve onu bakıcısına teslim ettikten sonra yeniden karısının yanına geldi.

”Güzelliğini kimsenin görmesini istemem ama… Yapacak bir şey yok sanırım.” Karısının dudaklarına yaklaştı, kısa bir soluklanmanın ardından onu uzun uzun öptü.

”Bergüzar Özden Yalın! Artık konuklarımızın yanına inmemiz gerek.” deyip karısının elini ona doğru uzattığı kolunun üstüne koydu ve diğer eliyle sıkıca tuttu. O sırada Bergüzar’ın ellerinin buz gibi olduğunu fark edip gözlerine baktı.

”Bu gece senin… Bu gecenin yıldızı sensin. Benim yıldızım sensin. Gönlünce eğlen, keyfini çıkar.” dudaklarına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra odadan çıktılar.

* * *

Işıklarla bezenmiş yoldan yürürken, duvarlarda asılı olan fotoğraflarına bakıyorlardı. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş ve hazırlanmıştı. Salonun son halini ikisi de görmemiş olsa da, bir ışık şöleninin içerisine gireceklerini tahmin ediyorlardı.

Uzun yolun son bulmasıyla konukların alkış seslerini duymaları bir oldu ve tam tahmin ettikleri gibi bir ışık şöleninin içinde gözlerini açtılar. Alparslan bir anlığına Bergüzar’a baktı ve kulağına eğilerek

”Esmerim…” diye fısıldadı. Kadının dolu dolu olan gözleri mutlulukla parlıyordu.

“Hayatım…” diye ona karşılık verip gülümsedikten sonra yürümeye devam ettiler. Alkış ve ıslık sesleri kulaklarını uğuldatıyordu. Alparslan’ın yüzündeki gülümsemeyi birçok insan ilk kez görüyordu ve bu onlar için çok şaşırtıcı bir durumdu.

İnsanların buna genel yorumu ‘Gülmeyi biliyormuş!’ Olmuştu. Dans pistine geldiklerinde Alparslan, karısını nazikçe kendine çevirdi ve salonu dolduran müzikle dans etmeye başladılar.

Aşk serseri bir kuş

Bazen istesen de tutamazsın

Aç kanatlarını

Bırak korkuların, orada kalsın

Biz seninle sonsuz olalım

”Neden daha önce gelmedin?” Alparslan’ın kulağına fısıldadığı soru Bergüzar’ı güldürmüştü.

”Sizden biraz küçük olduğum için olabilir Alparslan Bey!” Alparslan’ın sağ kaşı itinayla havaya kalkarken, dudaklarında tebessüm belirdi.

”Siz şimdi bana yaşlı mı demek istiyorsun Bergüzar Hanım?” doya doya birbirlerine gülüyorlardı.

”Ben size asla öyle bir şey söylemedim!”

”Demek öyle! Sen şimdi görürsün yaşlıyı…” demesiyle Bergüzar’ı kendinden uzaklaştırdı, birkaç saniye sonra onu kendine tekrar çekerek yere doğru uzattı ve dudaklarına doğru eğildi.

”Bu pisti, bu gece ağlatmazsam bana da Alparslan demesinler!” karısının dudaklarına uzun bir öpücük bırakırken, salondan kahkahalar ve ıslık sesleri yükseliyordu.

Her sabah yanında uyansam

Gözlerinde yakamoz olsam

Ömrümü ömrüne doladım

Bırak sende kaybolayım

Bergüzar beklemediği bu öpücüğün şaşkınlığıyla Alparslan’a bakıp kalırken, damat bey hiçbir şey olmamış gibi dans etmeye devam ediyordu.

”Ne oldu yavrum… Başını mı döndürdüm?” demesiyle Bergüzar’ın şaşkınlıkla kocaman olan gözleri ve ardından gelen kahkahaları Alparslan’ı da güldürmüştü.

”İçindeki romantik deveyi bugüne kadar saklamayı nasıl başardın kocacım!” Alparslan gülmeye devam ederken, ona göz kırpmayı da ihmal etmedi. Bu sırada son bulmak üzere olan şarkının sözlerini Bergüzar’ın kulağına fısıldadı.

Bu masalda mutluluk var

İnanırsan varolurlar

Tutun bana N’olur korkma

Bu masalda mutlu son var

Sende benim yarınım var

İnan bana N’olur korkma

Bir kadının yaşayabileceği en güzel anlardan birini Alparslan karısına unutmayacak şekilde yaşatıyordu. İnsanlar bu geceye peri masalı diyorlardı ama o masalı gerçek yapmak için ödedikleri bedelleri bilmiyorlardı. Zaten bilselerdi de konuşacaklarını kimse düşünmüyordu. İlk dans şarkısının son bulmasıyla kardeşleri başta olmak üzere birçok çift pistte onlara eşlik etmek için yerini alırken, Ertuğrul ve Armağan, Atilla ve Aylin, Murat ve Tomris, Arda ve Toprak yanlarına gelip, dans etmeye başlamışlardı.

Armağan’ın bir hayli iddialı elbisesi gören herkesten tam not alırken, belirginleşen karnı ben buradayım diyordu. Siyah takım elbisesinin içerisinde asilce duran Ertuğrul ise bir koluyla karısının belini sıkıca sarmış, diğer elini kızının üstüne koymuştu.

”Bu ne güzellik uyuz şey!” diye Armağan’a laf atan Alparslan kardeşlerini ve kahkahaya boğarken aklına Armağan ile ilk tanışması gelmişti.

Ertuğrul, Açıktanlar ile sürdürdüğü savaşın galibi olabilmek için Dubai’ye gitmiş, Armağan ise Cenk tarafından kaçırılıp, bir harabeye hapsedilmişti. Süleyman Bey’in önsezileri sayesinde alınan önlemler sonucunda Alparslan, Armağan’ı kurtarmış ve birkaç gün ona göz kulak olmak zorunda kalmıştı. Bu sırada aralarında oluşan sürtüşme, laf sokma gibi olaylar gerçek anlamda tanıştıktan sonra da devam etmişti. Birbirlerini kedi köpek gibi sevmeleri ise ailenin her zaman espri konusu olmuştu. Şu an kendisine dikkatle bakan Armağan usulca dudaklarını araladı ve ‘aslında hiçbir şey demiyorum’ edasıyla konuşmaya başladı.

”Bugün damat olduğun için senin üstüne gelmeyeceğim. Yani…” deyip şöyle bir düşündü. Bu sırada hepsi gülmemek için kendilerini tutuyorlardı. Buna Alparslan da dâhildi. Armağan’ın kendisine her zaman verecek bir cevabının olması hoşuna gidiyordu.

”23 Nisan gibi düşünebilirsin. Benden sana bir günlük izin!” demesiyle hepsinin gülmeye başlaması bir oldu. Alparslan bir elini Armağan’a uzatıp tutarken ona doğru yaklaştı ve Bergüzar’ı Ertuğrul’a bıraktı. Armağan söylediği laflardan sonra Alparslan’a kirpiklerini kırpıştırarak bakıyor ve sevimli sevimli gülümsüyordu. Alparslan onun bu hâline gülerken

”Allah’ım yarabbim. Tipe bak! Çirkin!” diye söylendi.

”Sen de çok çirkinsin abiciğim. Sıkıntı yok!” ikisi de gülerek dans etmeye devam ederlerken gözü Aylin ve Atilla’ya takıldı. Aylin hamileliğiyle birlikte daha da güzelleşmiş ve duygusallaşmıştı. Bu durum Atilla’yı epey yorsa da doğuma az kalmıştı. Armağan’ın da ablasından pek farkı yoktu doğrusu. Hele birbirlerini buldukları anda ağlamaya başlamaları Alparslan’ın en çok güldüğü durumdu.

”Bizim kız! Gel bakayım.” derken Armağan’ın saçlarını öptü ve teşekkür ederek onu kocasına teslim etti. Atilla en şebek hâliyle Bergüzar’a yaklaşıp

”Kızzz… Sen gelin mi oldun?” dediğinde kahkahaları yine çalan şarkıya eşlik etti. Bergüzar, Atilla’yla dans etmeye başlarken, Alparslan da Aylin’in elini sıkıca tuttu ve dudaklarına götürüp öptü.

”Güzeller güzeli hanımefendi… Bu dansı bana lütfeder misiniz?” Aylin onun bu hâline genç bir kız edasıyla gülerken

”Ne demek damat bey… Büyük mutluluk duyarım…” dedikten sonra dans etmeye başladılar.

”Aylin Hanım size bir sorum olacak. Bu güzellik genetik mi acaba?” dediği sırada yanlarında biten Derin’in

”Amca” demesiyle gözleri ona dönmüştü. Alparslan bacaklarına sarılan Derin’i kucaklayıp Aylin’le dans etmeye devam ederken Derin’in bir kez daha ‘amca’ demesiyle mest olmuştu.

”Amcam… Söyle bebeğim.” Derin sapsarı dalga dalga saçlarını arkaya atıp en güzel gülümsemesini amcasına sunarak cilve yaparken herkes onun bu yaptığına gülüyordu. Derin, Alparslan’ı ne zaman görse gözlerinden kalpler çıkarak bakıyordu sanki.

”En büyük rakibim geldi!” diyen Bergüzar, işaret parmağını Derin’e doğru sallayınca küçük kız çocuksu kahkahalarıyla ona baktı ve yüzünü Alparslan’ın omzuna gömdü. Alparslan ise onun bu yaptığıyla resmen eriyip bitiyordu. Ah bu kızlar, kalplerini nasıl çalacaklarını daha el kadarken biliyorlardı. Derin’in ve Aylin’in saçlarını öpüp, onları Atilla’yla baş başa bıraktı.

Az ilerisinde dans eden Murat ve Tomris’e ilerleyince Murat, sevdiği kızı abisine bırakıp kendisi de Bergüzar’ın yanına gitti. Abi kardeş birbirlerine uzun uzun bakarlarken Tomris’in gözünden bir damla yaş düşüp yanağına kondu. Alparslan ona gülümseyip, parmağının ucuyla gözündeki yaşı sildi.

”Şşş…” diye mırıldanırken, alnına dudaklarını bastırdı.

”Bugün ağlamak yok. Hem ağlarsan…” demesiyle Atilla ve Ertuğrul da onlara yaklaştı. Üç abi hep bir ağızdan

”Sümüklerin akar!” dediklerinde Tomris onlara gülerek bakmıştı.

”Yaa… Dalga geçmeyin! Duygulandım. Olamaz mı yani!” Alparslan kardeşine sıkıca sarılırken, usulca saçlarını sevdi.

”Olabilir tabi… Ben de en yakışıklı abimi, çok güzel bir kıza kaptırsam duygulanır ağlardım.” deyip güldü ama sözlerine de ciddiyetle devam etti.

”Ağlamak yok. Üzülmek yok. Mutlu olacağız. Tamam mı?” derken gözünün bir ucuyla da Murat’a bakmayı ihmal etmedi. Murat ve Bergüzar ise bu sırada Toprak’la Arda çiftine bakıyor, kaş göz işaretiyle onların dedikodusunu yapıyorlardı.

“Ne dersin bizim kız, bizim iki deli bir olacak gibi? Kızını istesek verir misin?” sorusuyla bir anda afallayan Bergüzar zar zor yutkunurken gözlerini kardeşinden alamamıştı. Ne güzel gülüyor, Arda’yla birbirlerine ne güzel bakıyorlardı. Tıpkı ailenin diğer çiftleri gibi.

“Daha yaşı küçük. Belki birkaç sene sonra. O zaman düşünürüm, izin verip vermeyeceğimi.” Murat kıs kıs gülerken aklına gelen şeyle hafifçe kaşlarını çatmıştı.

“Bu iki deli, düğünden sonra Amerika’ya dönecekmiş. Haberin var değil mi?” Bergüzar hüzünle başını sallarken

“Toprak, yıllar evvel kazandığı burs hakkını artık kullanacak ve okuyacak. Belki de Suna Hanım gibi çok başarılı bir cerrah olur? Neden olmasın? İnşallah o günleri görürüz.” Deyince Murat da

“İnşallah. Başarılı olacağına hiç şüphem yok.” Demişti. Çift değiştirme sırası Toprak’la Arda’ya gelince Arda biraz çekinerek ve gergin şekilde Bergüzar’a yaklaşırken Toprak çoktan Alparslan abisinin yanında soluğu almıştı.

“Deli kız, bu ne güzellik? Sen bu dingille neden bu kadar güzelken dans ediyorsun?” sorunun saçmalığına kahkaha atan Toprak topuzunu dürtüp

“Ben gelinin kız kardeşiyim ve simli kocaman topuzumla güzel olmak zorundayım tamam mı?” dediği anda Alparslan da kahkahayı patlatmıştı. Gerçekten deliydi bu kız. Hakkını veriyor, her sözüyle bunu onaylıyordu. Onlar gülüp eğlenirken Arda ise Bergüzar’a tek kelime edememiş, alnından süzülmeyi bekleyen ter damlalarıyla sessiz bir savaşa girmişti. Onun gerginliğine usulca gülen Bergüzar

“Tamam yahu, bu kadar gerilme. En fazla iki evirir çevirir döverim. Sonra da kardeşimin gönlünden geçeni onaylarım. Dayağım da analık babalık hakkım olur.” Deyince Arda iç çekip gülmeye başladı.

“Senin elini ayağını öpsek o hakkı ödeyemeyiz Bergüzar. Ne güzel bir kız yetiştirmişsin. Tıpkı kendini yetiştirdiğin gibi.” Sözleriyle ikisi de dans etmeyi kesip bir an birbirlerine baktılar ve sıkıca sarıldılar.

“Üzme, üzülme… O sana, sen ona gözün gibi bak. Başka bir şey istemiyorum. Kardeşimi sana emanet ediyorum Arda Karcan.”

“Ben de emanetine iyi bakacağıma, ömür boyu sevip, baş tacı edeceğime söz veriyorum.” Bergüzar bu sözleri duymanın rahatlığıyla ona gülümserken şarkı bitti ve dans eden bütün çiftler birbirlerinden ayrılıp, çalmaya başlayan oyun havalarına ayak uydurdular. Ailenin beyefendileri arada pistten kayboluyor ve dışarıda alkol alıp, bir tane de sigara içip geri geliyorlardı.

Dans pisti saatlerin ilerlemesiyle iyice kızışırken, Bergüzar hayatında ilk kez Alparslan’ın çevresini umursamadan güldüğünü ve gerçekten göbek attığını görüyordu. Üç Yalın, iki Karcan erkeği de itinayla dans pistinde kıvırtırken, çevrelerini saran tüm yakın dostları onların bu hâline gülüyorlardı. Alınan alkol oranı arttıkça yakalardaki papyon, kravatlar, yelek ve ceketler çıktı. Gömlek düğmeleri açıldı, gömleklerin etek kısımları pantolonun dışına taştı.

Bu sırada bir anda tüm salonun ışıkları söndü ve müzik kesildi. Herkes merakla çevresine bakarken loş bir ışık huzmesi altında beliren iri yarı adamlar düzen içerisinde sahneye adım atarlarken, Alparslan en önde ve tam Bergüzar’ın burnunun dibinde durup, gözlerine baktı.

”İzle bakalım Angara’lı… Yapabilmiş miyiz?” demesiyle ışık oranı biraz daha arttı ve Bergüzar, Alparslan’ın ardındaki kişilere baktı.

Ertuğrul, Atilla, Murat, Arda, Yaşar ve tanımadığı birkaç kişi daha dikkatle Alparslan’a bakıyorlardı. Bir anda başlayan müzikle salonu dolduran yüzlerce insandan heyecanlı çığlıklar yükseldi. Bağlamanın sesi kulaklarının pasını silerken, kaşık ve zil sesi Ankaralı Bergüzar’ın kanını kaynatıyordu.

Beyler, hep birlikte birkaç saniye dimdik durup misafirlere göz atarak tüm karizmalarını konuşturduktan sonra şarkının introsunun duyulmasıyla ileri doğru gelmeye başladılar. Ayak, kol ve bel hareketlerini gören Bergüzar, şaşkınlıkla çevresine baktığında herkesin aynı durumda olduğunu fark etti. O sırada şarkının sözleri duyuldu.

Bahça duvarından aştım

Sarmaşık güllere dolaştım

Öptüm sevdiğim helalleştim

Hepsi doğma büyüme Ankaralı gibi öyle güzel oynuyorlardı ki Bergüzar bir yandan gülüyor, bir yandan da onlara alkışlarıyla ritim tutuyordu. Yapılan her koreografide çığlık ve ıslık sesleri salonu doldururken, daire oluşturan erkeklerin ortasına geçen Alparslan, resmen kıvırmaya başladığında Bergüzar daha fazla dayanamayıp parmaklarını dudaklarının arasına götürdü ve ıslık öttürmeye başladı. Alparslan, karısının daha önce hiç ıslık çaldığını görmediği için bu hareket karşısında kahkahalara boğulurken oynaya oynaya onun önüne kadar geldi. Bir dizinin üstüne çökerek

”Bir bakışta yaktın beni, Bir bakışta yaktın beni…

Dert ile bıraktın beni, dert ile bıraktın beni…

Yaktın beni, yaktın beni…

Yanıyorum yanıyorum hele…” diye şarkıyı ona söylerken salonun uğultusu müzik sesini bastırıyordu. İnsanlar telefonlarına sarılmış, bu ânı kaydederken, Alparslan’ın aşk dolu hallerine imrenerek bakıyorlardı. Buzlar Kralı lakabını taktıkları ve bunu hakkıyla taşıyan adam hiç bilmedikleri birine dönüşüvermişti. Konuşuyor, gülüyor hatta kahkahalar atıyordu. Zaten bunlar bile Yalın Holding çalışanlarına fazla gelirken, adam sırf karısına jest olsun diye Ankara oyun havası öğreniyordu ve oyunu hakkıyla, hiç çekinmeden oynuyordu.

Dizinin üstüne çökmüş ona şarkıyı söylerken, Bergüzar eğildi ve dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. Alparslan, muradına erip oynamaya devam ederek arkadaşlarının yanına döndüğünde dudaklarından kopan

”Yeahh!” bağırışı ve kıvıra kıvıra arkadaşlarına oynaması herkesi kahkahalara boğmuştu. Süleyman, Mehmet ve Osman kahkahalarını daha fazla tutamazken, Sadullah Yalın mimarı olduğu manzaraya tebessümle baktı. Ailesinin mutluluğu ve birbirine bu kadar bağlı oluşu yaşlı adamın gözlerini yine yaşartmıştı.

”Bizim hergeleye bak sen! Neler biliyormuş. Çok da güzel oynuyor. Ankara’nın havasından mı, suyundan mı acaba?” diyen Süleyman’a cevabı babası Sadullah verdi.

”Kızından olmasın o Süleyman!” derken, Alparslan’ın Bergüzar’ı piste çıkarmasını ve karşılıklı oynayışlarını izliyorlardı.

Alparslan ise şu an ne onu izleyenleri, ne konumunu ne de şu âna kadar koruduğu dış görünüşünü düşünüyordu. Tek düşündüğü şey, kendisine gülümseyerek bakan karısının mutluluğuydu. Bunun dışında kalanların ise hiç önemi yoktu.

* * *

Saatler hızla ilerlerken Bergüzar gelinliğini taşımakta iyice zorlanmaya başlamıştı. Üstünü değiştirmek için gelin odasına geldiğinde hala aşağıdan gelen sesleri duyabiliyordu. Hayallerinden daha güzel bir gece yaşıyor olmasının mutluluk ve heyecanını hala kalbinde hissediyordu. Bu sırada açılıp kapanan kapının sesiyle arkasına baktı ve karşısında Alparslan’ı gördü. Kapının kilidini çevirip, doğruca kendisine yaklaşırken, Bergüzar zorla yutkundu. Alparslan’ın gözleri alev alevdi, baktığı yerleri yakıp kül edecek gibi görünüyordu. Adımları tam dibinde durduğunda, genç kadın nefesinin kesileceğini sandı. Alparslan ise hiç olmadığı kadar sakin bir hâlde ona doğru eğildi ve dudaklarını öptü.

”Hadi seni şu gelinlikten kurtaralım bebeğim.” derken arkasına geçip, fermuarı açmaya başladı. Gelinliğin önü kendi ağırlığıyla öne doğru düştüğünde Bergüzar’ın çıplak bedeni gözler önüne serildi. Alparslan, parmak uçlarını karısının teninde gezdirirken duyduğu zevkle gözleri kayarak kapandı.

”Neden bu kadar güzelsin Esmerim?” Burnunu onun uzun ve gür saçlarına daldırmış, kokusunu içine çekiyor ve boynundaki damarın heyecandan hızla atışını işitiyordu.

”Alparslan…”

”Esmerim…” Bergüzar, gelinliğinin içinden çıkıp ona sımsıkı sarıldı ve

”Aşağı inmemiz gerekiyor.” diye fısıldadı. O sırada Alparslan’ın elleri poposuyla meşguldü ve hiç aşağı inecekmiş gibi durmuyordu.

”Alparslan hadi dedim. Şimdi herkes yokluğumuzu fark edecek!” diye çıkışınca suratını assa da ondan uzaklaştı ve yeniden giyinmesi için yardım etti.

”Çok güzelsin… Hep güzelsin…” derken omuzlarından sırtına doğru öpücükleriyle iz bıraktıktan sonra derin bir nefes alarak karısının elini tuttu ve odadan çıkıp, yeniden düğüne katılmak için ışıklarla bezenmiş yola doğru yürümeye başladılar.

İçeri girmeleriyle oğullarının bakıcısının yanlarına gelmesi ve ağlayan Ayaz’ı onlara vermesi bir oldu. Ayaz uzun süredir anne ve babasını görmediği için huysuzlanmıştı. Tabi saatin neredeyse on biri bulmuş olması ve onun hala uyumaması da bir sebepti. Bergüzar oğluna sıkıca sarılırken, diğer eliyle de kocasının elini tuttu ve piste ilerledi.

Müzikle ilgilenen kişiye göz kırpmasıyla salonu Tarkan’ın sesi doldurdu.

Kalpten kalbe bir yol varsa

Bu aşktır elbet

Rüzgârın yetti bana

Koptu bir kıyamet

Aç kapını, ben geldim

Giydiğim ateşten gömlek

Şarkıyı en sevimli hâliyle Alparslan’a söylerken ve kucağındaki oğluyla dans ederken herkes onların güzelliğine bakıyordu. Alparslan, Bergüzar’ın arkasından beline sımsıkı sarıldı ve oğluna bakarak ikisi de şarkının sözlerini söylemeye devam ettiler.

Kuş sütüyle beslerim seni

Mis yerine koklarım seni

Kalbimin sarayları senin

Sen ağlat, ben severim seni

El üstünde tutarım seni

Dizimde uyuturum seni

Kalbimin sarayları senin

Ben seni yaşatırım seni

Tut kolumdan çek götür beni

Hüüüüp diye içine çek beni

Derken aşk dolu bakışlar birbirini bulmuştu. Sadullah Ayaz, onlara bakıp gülüyor, el ve ayaklarını sallıyordu. Alparslan ve Bergüzar ise şarkının son sözlerini yeniden oğulları için söylemeye devam ederlerken, salondan alkış sesleri yükseliyordu.

Yalnız taştan duvar olmaz

Bunu yaz bir yere

Sarılıp yatmazsam uyku girmez gözüme

Dünya gözümde değil

Olmuşum sana pervane…

* * *

Bergüzar arkasındaki bekâr kız grubuna çiçeğini atmaya hazırlanıyordu. Kızlar ise hep bir ağızdan hazır olduklarını belirttikten sonra Bergüzar çiçeği arkaya atarmış gibi yaptı ve kızlardan bir uğultu koptu.

”Siz de ilk seferde atayım istiyorsunuz yani! İlk seferde kocayı bulsaydınız burada olmazdınız… Belirtmek istedim!” demesiyle özellikle erkeklerden kahkahalar yükselmişti.

‘’Sus da at şu çiçeği! Başlıcam he! Benim burada ne işim varsa artık.” diye söylenen Gül’den başkası değildi. Bergüzar ona dil çıkartıp yeniden çiçeğini atmak için hazırlandı ve çiçeği arkaya doğru bıraktı. Arkadaşlarına dönüp, çiçeğin kimde kaldığını gördüğünde ise kahkahalarına engel olamadı. Gül, çiçeği parmağının ucuyla tutup havaya kaldırdı ve buruşturduğu suratıyla

”Ben senin atacağın çiçeğe Bergüzar! Burada onca koca meraklısı varken neden bana atıyorsun bunu!” Diye isyan ettiğinde Bergüzar kendini tutup gülmemeye çalıştı ve derin bir nefes aldı.

”Ben attım da… Sen niye tuttun o zaman!” Bergüzar’ın bu sözleri yeni bir kahkaha dalgasını harekete geçirmişti. Gül, en yakınında duran Ayten’e çiçeği tutuşturup giderken, pistten inen kızların bağırışı salonu inletti.

”Hadi inşallah!”

* * *

Gecenin sonunda misafirler bahçeye çıkarken, Bergüzar neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Düğünün sonuna kadar kalan tüm misafirler bahçeyi tıklım tıklım doldururken, Bergüzar çevresine bakındı ve erkeklerden kimseyi göremedi.

”Tomris, abinler nerede?” Tomris ona kocaman ve en şımarık gülümsemesiyle baktıktan sonra

”Bahçedeler ve seni bekliyorlar.” dedi. Bergüzar bahçeye giden merdivenleri inerken, çimlerin üzerinde aydınlatılan yola büyülenmiş gibi baktı. İnsanlar yüz yüze bakacak şekilde iki tarafa sıra olmuş, ellerindeki meşale ve maytapları yakarak geçit oluşturmuşlardı. O yolun sonunda ise kocaman bir çiçeğin önünde Alparslan bekliyordu.

Bergüzar tüm güzelliği ve asaletiyle kocasına doğru yürüdü. Denizin tuzlu suyu havaya karışmıştı ve nemlenen hava tenini usul usul okşuyordu. Maviliğin kendine has kokusunu duyumsarken, gözlerinden bir damla yaş düştü ama Alparslan’ın parmaklarının ucunda durdu.

”Ağlamak yok… Üzülmek yok…” sözlerinin devamını Bergüzar getirdi.

”Mutlu olacağız…” ve birlikte tamamladılar.

”Her zaman!” çevrelerindeki tüm sevdikleri, gecenin sessizliğini yırtar gibi

”Öp, öp, öp!” diye bağırmaya başlayınca Alparslan önce onlara, sonra da karısına baktı.

”Öp diyorlar.” yüzündeki çapkın gülümseme Bergüzar’ın aklını alıyordu. Kocasına yaklaşıp

”Öp o zaman!” diye fısıldadı. Alparslan ise bıyık altından ona gülümsemeye devam ederken

”Öpeyim o zaman!” dedi ve Bergüzar’ın bedeninin geriye doğru gitmesi, o anda da dudaklarında çok tanıdık dudakları hissetmesi bir oldu. Çığlık, alkış ve ıslık sesleri yeniden etraflarını sarmıştı.

Bergüzar ve Alparslan birbirlerinden ayrıldıktan sonra herkes yerde duran ama Bergüzar’ın o âna kadar fark etmediği dilek fenerlerini yerden aldı ve gökyüzüne bırakmaya başladı. Alparslan, Bergüzar’a gülümseyip, feneri yaktıktan sonra ona sıkıca sarıldı. Elleri genç kadının karnında, çenesi omzunda duruyordu. Usulca kulağına fısıldadı.

”Dilek tut bebeğim…” Bergüzar’ın gözleri yavaşça kapandı.

”Hep sen ol… Hep siz olun… Hep biz olalım.” demesiyle dilek fenerini göğe bırakması bir oldu. Gökyüzü dakikalar içerisinde dilek fenerleriyle kaplanmış ve aşağıdan bakanlar için müthiş bir görsel şölen oluşturmuştu. Ama onlardan daha göz alıcı olan bir şey vardı. Birbirine aşkla bakan iki çift göz ve birbiri için atan iki kalp.

Bergüzar & Alparslan

 

ESMERİM – ABRE / 14.BÖLÜM’ü Okumaya Devam Et.

error: Content is protected !!