14.BÖLÜM

Düğün telaşı bitince hafta sonunu ailesiyle dinlenerek geçiren Bergüzar, Pazartesi sabahı erken saatte soluğu şirkette almıştı. İki hafta sonra yapılacak ihale için çalışmalarını hızlandırması gerekiyordu. Osman Bey artık sabahları kendisiyle işe gelmiyor, bazen gün ortasında şirkete uğrayıp, bir kahve içip gidiyordu. Bergüzar’ın şirkete alışma döneminin çoğunda Nadide Hanım ve Osman Bey İstanbul’da kalmış, ona destek olmuşlardı. Şirket çalışanları ise yeni patronlarına alışmıştı. İlk günlerdeki ön yargıları, tedirginlikleri Bergüzar’ı tanıdıkça ve çalışkanlığını gördükçe son bulmuştu. Ancak Ankara’dayken babasıyla da sohbetini ettiği Tahir’de durumlar değişmemişti. Kendisine öfke dolu bakışlar atmaktan, iğneleyici sözler söylemekten ve açığını kollamaktan vazgeçmiyordu. Bergüzar ise Tahir’in bu davranışlarını bir süreliğine daha görmezden geliyordu. Başını dosyalara resmen gömmüş, nefes almadan çalışırken odasının kapısı çalındı.

“Gel!” kapının aralandığını duyarak başını kaldırmasıyla babasını görmesi bir oldu. Usulca ayaklanıp ona yaklaşırken Osman Bey de aynısını yapmıştı. Odanın ortasında buluşup birbirlerine gülümsediler ve sıkıca sarıldılar.

“Hoş geldin.” Diyen kızının sesinde kendisini her gördüğünde beliren heyecan tınısını duyarak iç çekti.

“Hoş buldum güzel kızım. Nasılsın?”

“İyiyim, geçsene baba.” Derken koltuğu göstermiş ikisi de karşılıklı oturmuşlardı. Vakit kaybetmeden kahve söyleyen Bergüzar, kahveler gelene kadar babasına evde olanları anlatmıştı. Ayaz’ın emeklemeye başlamasıyla evde de bir kaos ortamı oluşmuştu. Çünkü Ayaz, hiç olmadık yerlere gidiyor, evin altını üstüne getiriyordu. Bu durumdan en çok keyif alan ise tabii ki Alparslan’dan başkası değildi. Oğlunun peşinde koşmak hoşuna gidiyordu ve bunu da açıkça dile getiriyordu. Resmen Ayaz’la çocuk olmuştu. Koca bir çocuk.

”İşler nasıl gidiyor bakalım? Alışabildin mi?” Osman Bey, kahvesini yudumlarken kızına gururla bakıyordu.

”Alıştım. Sıkıntı yok gibi görünüyor. Yakında bir ihale var ve onun için hazırlanıyoruz.” Osman Bey kahve fincanının ardından gülümsedi.

”İhaleye Yalın Holding de giriyormuş!” Bergüzar onun gibi gülümseyerek

”Biliyorum.” Derken kahvesini içmeye devam ediyordu.

”Aranızda oluşacak bu rekabetin evinize yansımayacağını umut ediyorum.”

”Biz çok badire atlattık baba. Bir ihaleyle yıkılmayız.” dediğinde Osman Bey kıs kıs gülmüş, bu sırada aklına gelen şeyle doğrulup ona dikkatle bakmıştı. Kahve fincanını orta sehpanın üstüne bırakırken, boğazını usulca temizledi.

‘’Senin için bir koruma ayarladım. Her an yanında olacak.’’ Bergüzar itiraz edecekti ki elini havaya kaldırdı.

‘’Artık patronun asistanı değil, patronsun. Zaten bu konumda hizmet vermek için eğitim almıştın ve başarısız olacağını düşünmüyorum. Sadece konumunun değiştiğini fark etmen ve buna uyum sağlaman gerekiyor. Bence bunu başardın da… Hem de beş ay gibi kısa bir sürede. Telefonum her zaman açık, her ne olursa arayabilirsin kızım. Şimdi çıkmam lazım ama önce sana bir şey vermek istiyorum.’’ yanında getirdiği çantayı açıp içinden çıkardığı kırmızı kadife kutuyu tedirgince Bergüzar’a uzattı.

‘’Umarım beğenirsin.’’ Bergüzar hiç beklemedi bu hediye karşısında şaşırırken paketi eline alıp Osman Bey’e gülümsemeye çalışarak

‘’Teşekkür ederim.’’ Dediğinde babası da gülümsedi.

‘’Aç bak bakalım. Belki beğenmeyeceksin, peşin peşin teşekkürü kabul etmiyorum.’’ Bu sözlere gülen kadın, kadife kutunun kapağını yavaşça kaldırdı. Gördüğü şey karşısında bir anlık şaşkınlık yaşadıktan sonra yeniden ona bakmıştı.

‘’Bu çok güzel ve zarif bir hediye. Buna hiç gerek yoktu. Teşekkür ederim.’’ yerinden kalkarken Osman Bey de ayaklandı ve bir anlık duraksamanın ardından birbirlerine sarıldılar.

‘’Doğum günün kutlu olsun.’’ Demesiyle Bergüzar’ın aklı başına gelmişti. Şaşkın yüz ifadesini saklamaya fırsat bulamadan babasıyla göz göze geldi ve

‘’Bugün On yedi mayıs mı?’’ diye sordu.

‘’Evet, bugün on yedi mayıs ve sen yirmi sekiz yaşına girdin. Nadide’nin sana çok selamı var ve tebrik ediyor. Tatil hazırlıkları için Bodrum’a gitti. Eee, kadın yıllarca bu ânı bekledi.’’ Bergüzar, babasının sözlerine gülüp tekrar teşekkür ettikten sonra vedalaşmış, Osman Bey şirketten çıkmıştı.

Saatler ilerleyip öğleni bulduğunda Bergüzar’ın odası çiçek bahçesine dönmüştü. Fakat tam karşısında duran bembeyaz gül demetinden başka hiçbir çiçeğe bakmıyordu. Önünde duran not kâğıdını defalarca okumuş ve her seferinde gözleri yaşlarla dolmuştu. Not Alparslan’ın el yazısıyla yazılmış ve onu anlatan kelimelerle bezenmişti.

‘Bebeğim, Karım, Kadınım, Evladımın annesi…

Yeni yaşın sana ve ailemize güzellikler getirsin…

Ömrünün geri kalan her ânı bana ve oğlumuza nasip olsun…

Sevdam, nefesim…

İyi ki doğdun Esmerim…

Kocan…’

Bergüzar içinde coşan duyguları bastırmak için derin bir nefes aldı. Gözlerini kapattı. Bu sırada odasının kapısı çalınca

“Gel!” Diye seslendi. Asistanının nahif sesiyle kendine gelip elindeki kocaman hediye paketine baktı.

“Bergüzar Hanım, hediyenizi şöyle bırakıyorum. Bu arada saat iki de Yalın Holding’de toplantınız var.” derin bir nefes alıp arkasına yaslanan Bergüzar

“Tamam. Teşekkür ederim.” Dediğinde asistanı gülümseyerek odadan çıkmıştı.

Bergüzar’a bu durum hâlâ garip geliyordu. Çalışma hayatında basamakları birer birer çıkmayı hedeflemişti ama hayat yine kendisine sürprizlerle gelip, tüm planlarını alt üst etmeyi başarmıştı. Babasının mirasına konan, hiçbir şeyden anlamayan aptal görüntüsü vermekten korkuyordu.

Özden Holding’in başına geçtiği günden beri, yani yaklaşık altı aydır doğru düzgün uyuduğunu hatırlamıyordu. Sabahın beşinde kalkıp duş alıyor, bir saate yakın kitap okuyor ya da dosyaları inceliyor, sonrasında da şirkete geçiyordu. Normalde işten çıkış saati altı olmasına rağmen Bergüzar en erken yedide çıkıp eve gidiyordu. Bazı akşamlar eve geç dönüyor, Alparslan ve Ayaz’ı televizyonun karşısında çizgi film izlerken uyumuş hâlde buluyordu. Oğlu hızla büyüyor, o ise bu anları kaçırdığını hissediyordu. Osman Bey’le şirkete ilk gelişini ve konuşmalarını düşündü.

‘İlk bir sene çok yorucu ve zor geçecek. Eğer bu süreyi kazasız belasız atlatırsan, karada ölüm yok. Senin şirkete, işleyişe, düzene ve en önemlisi çalışanlarımıza alışman lazım. Kendi yolunu, tarzını bulman için süre gerekli. Tabi buradaki herkesin de sana uyum sağlamayı öğrenmesi gerek. Bu onlar için de zor bir durum çünkü yıllardır orada beni görmeye, benimle ve bana göre çalışmaya alışkınlar. Fakat bunların hepsi zaman içerisinde düzelecek. Osman Bey devri bitti. Artık Bergüzar Hanım’ın devri başladı.’

Bu konuşmayı düşünerek kendine gelemeye çalışırken, hediye paketini açtı ve içinde gördüğü şeye kahkahalarla gülmeye başladı. Kutunun içinde bir bebek bezi vardı ve beze çikolata sürülmüştü.

İyi ki doğdun en güzel anne

‘Ailen’

Notu okurken gözlerinin yaşarmasına engel olamadı. Hâlâ şaşkınca ve gülerek beze baktığı sırada odasının kapısı çalınmadan ve bir hayli hızlı şekilde açılmıştı. Kapı uygulanan kuvvet karşısında son noktaya kadar geri gitti ve yakınındaki boy aynasına hızla vurduğu anda büyük bir gürültüyle patladı. Bergüzar hiddetle ayağa kalkarken, karşısına geçip önüne bir dosya fırlatan Tahir Bey’e öfkeyle bakıyordu. Bu adamın derdi neydi? Bu tavırlar ne demekti? Öfkeyle kararan gözlerini adama dikip

‘’Ne yaptığınızı sanıyorsunuz!’’ diye öyle bir bağırdı ki adam bir an olduğu yerde duraksadı ve patronun kim olduğunu ancak idrak edebildi.

‘’Tahir Bey!’’ Bergüzar önüne fırlatılan dosyayı eline alıp masasının arkasından çıkarak adamın üstüne yürüdü ve tam karşısında durdu.

‘’Ben sizin çalışanınız, öyle alelade kapısını açıp odasına girebileceğiniz biri değilim. Ya kendinize gelirsiniz ya da kendinizi şirketin kapısında bulursunuz!’’ Şirket bünyesinde çalışan birine ilk kez böylesi sözler söylemek zorunda kalmıştı ancak pişman değildi. Çünkü adamın yerini bilmeye ihtiyacı vardı. Elindeki dosyayı açıp şöyle bir baktı.

‘’Sorun ne?’’ Tahir dimdik durup, uzun boyunun avantajını kullanarak Bergüzar’a tepeden bakmaya başladı.

‘’Bu hazırlıkla, ihaleyi kaybederiz.’’ Bergüzar, öfkeli bir nefes aldıktan sonra elindeki dosyayı adamın göğsüne vurarak savurdu.

‘’Bana bak! Bana sakın bir daha işimi öğretmeye kalkma.’’ Dediğinde Tahir sinirle gülümsemişti.

‘’Evet, çok başarılı bir okul hayatınız var. Çok iyi eğitimler almışsınız. Ama iş hayatı kitaplarda yazanlarla aynı değildir!’’ demesiyle Bergüzar’ın gözlerinde alevler çıkmaya başlamıştı.

‘’Dışarı çık… Çık!’’ Tahir hırsla arkasını dönüp giderken, Bergüzar onun bu kadar cesaretli olabilmesine şaşırıyordu. Aniden başına giren ağrıyı dindirmek için avuç içleriyle şakaklarına bastırırken, asistanının sesini duydu.

‘’Bergüzar Hanım, hadi bir süreliğine buradan çıkalım. Aynanın kırılan parçalarını temizlesinler.’’ Bergüzar’ın sinirden aklı bulanmış ve gözleri kararmıştı. Ayağa kalkıp ilerlemiş ancak topuklu ayakkabısının altının kırık parçalar yüzünden kayması ve zemine düşmesi bir olmuştu. Dengesini korumak için ellerini yere koymasıyla avuç içlerine camların girdiğini hissetti. Acıyla kasılıp kalırken, bedeni biri tarafından kaldırıldı ancak gözlerini açamadı.

‘’Bergüzar Hanım, ben Ateş. Osman Bey, size yakın korumalık yapmam için görevlendirdi. Ama biraz geç kaldım galiba.’’ Duyduğu yabancı erkek sesiyle gözlerini araladı. Masasının önündeki koltukta uzandığını fark ettiği sırada yavaşça doğrulmaya çalıştı.

‘’Kendinizi yormayın. Elleriniz ve dizlerinizde kesikler var. Muhtemelen parçalar içinde kalmış olmalı. Sizi hastaneye götürmemi ister misiniz? Ya da Alparslan Bey’i arayalım mı?’’ son soruyu işitmesiyle bir an da doğrulup oturan Bergüzar, gözlerini asistanı ve koruması arasında gezdirdi.

‘’Ateş ve Irmak! Burada olanlardan şirket çalışanları dâhil kimsenin haberi olmayacak. Temizlik görevlilerine de uygun bir bahane bulun.’’ Deyip ellerine ve dizlerine baktı.

‘’Irmak üstümü değiştirmem lazım. Pantolon ve ceket takım olarak bir şeyler ayarlayabilir misin?’’ Irmak hemen dışarıya yönelirken

‘’Tabi ki efendim.’’ Demiş, gözden kaybolmuştu.

‘’Ateş, seninle böyle tanışmak istemezdim ama… Bu yaraları burada halledebilir miyiz? Şu dolabın içerisinde ilk yardım malzemeleri var.’’ Ateş, Bergüzar’ın gözlerinde itiraz istemeyen o bakışı görünce ayağa kalkıp, gösterdiği dolaptan gerekli malzemeleri aldı ve yeniden yanına geldi.

‘’Efendim, bu canınızı yakabilir. Dayanabileceğinize emin misiniz?’’ Bergüzar derin ve sıkıntılı bir nefes aldıktan sonra

‘’Kocamın katil olup, hapiste yatmasındansa, bu acıyı çekmeye razıyım. Hadi başla bakalım.’’ Demesiyle Ateş kendisine denileni yapmaya başladı. Bergüzar hissettiği acıyla bir an irkilirken, gözünden yaşlar istemsizce yuvarlanıp yanaklarına akmıştı.

‘’Dikkatimi başka bir yere verebilmem için bana kendini anlatmaya ne dersin?’’ Ateş başını kaldırıp, Bergüzar’ın o hâlini görünce hemen ve konuşmaya başladı.

‘’Ateş Kerim. Otuz yaşındayım, eski bir askerim. Bazı sebeplerden dolayı görevime son verildi. Ben de evde oturmayı öğrendim. Bu sırada Osman Bey benimle iletişime geçti, bana sizi anlattı. Ben de evde oturmaktansa sizi korumayı tercih ettim.’’

‘’Anlıyorum…’’ diye mırıldanan Bergüzar karşısındaki adama dikkatle baktı. Genç ve hayli yakışıklı bir adamdı. Şirketteki birçok kadının göz bebeği olacağını tahmin etmek zor değildi. Aklına Alparslan gelince kendi kendine gülümsedi. Bu durum kocasının hoşuna gitmeyecekti.

‘’Geçmiş olsun. Tüm parçaları çıkardığımı düşünüyorum ama siz yine de…’’

‘’Çıkardım diyorsan, çıkarmışsındır. Teşekkür ederim.’’ Dediği sırada, Ateş ellerini gazlı bezler sardı. Az sonra toplantı için gittiğinde bunu Alparslan ve diğerlerine nasıl açıklayacağını bilemiyordu. Ateş, ilk yardım malzemelerini toplayıp dolaba kaldırırken, içeriye Irmak girdi. Elindeki kıyafetleri bırakmadan, Bergüzar’ın dinlenme odası olarak kullandığı odaya ilerledi.

Bergüzar, uzun mesai saatleri arasında dinlendiği odasına girip yine kapı arkasında kalan boy aynasına baktı. Elleri sarılıydı. Dizleri ise parçalandığı yerlerden usulca kanıyordu. Bu hâle gelmesine sebep olan adamı düşünürken dişlerini sıkmış içinde büyüyen öfkesine hâkim olmaya çalışmıştı. Birkaç derin nefes alıp üstündeki kıyafetleri çıkarttıktan sonra petrol yeşili tulumu giydi ve saate baktı. Toplantının başlamasına bir saat kaldığını görünce odadan çıktı.

‘’Irmak, odadan dosyaları alıp, arabaya gelir misin?’’ Kapının yanında kendisini bekleyen Ateş’e bakıp

‘’Çıkıyoruz.’’ Demekle yetindi.

***

Arabası Yalın Holding’in dev binasının önünde durduğunda buz gibi olmuştu. İçeri girince Alparslan’a ellerini nasıl açıklayacaktı ya da akşam dizlerinin hâlini gördüğünde onu nasıl sakinleştirecekti? Hiçbir fikri yoktu. Fakat bundan kaçış da yoktu. Derin bir nefes alıp arabadan indi, doğruca içeriye girdi. Arkasından gelen Irmak ve Ateş’in varlığı daha da gerilmesine sebep oluyordu. Buna alışması biraz zaman alacaktı ama ya şu bakışlar! Sanki çok değişmiş, bambaşka biri olmuş gibi bakan gözlerle nasıl başa çıkacaktı? Bilmiyordu…

‘’Hoş geldiniz Bergüzar Hanım!’’ altı ay önce kendisine gülümseyerek bakan gözlere perde inmiş gibiydi. Bergüzar selam veren herkese gülümseyip, cevap vererek asansöre bindi. Kalp atışları gerginliğinden dolayı gittikçe hızlanırken, Tahir’in söylediği sözler aklını bulandırıyordu. ‘İş hayatı, kitaplarda yazanlarla aynı değildir!’

Asansörün durduğunu fark etti ama inmedi. Ateş ve Irmak kendisine bakarken, yeniden tuşa bastı ve kapılar kapandı. Asansör, hızla terasa ilerlediği sırada çantasında sigara aradı. Ayaz’a hamile kaldığı günden beri sigara içmiyordu fakat çantasında bir tane gördüğünü hatırlıyordu. Teras katına çıktıktan sonra sigarasını bulmayı başarmıştı. Sigaranın ucunu yakıp, uzun zamandır solumadığı zehiri soludu. Duman ciğerlerine dolarken, öksürmemek için kendisini zor tutmuştu.

Karşısında baharın güzelliğiyle ışıldayan İstanbul manzarasına doya doya baktı. Sigarası bitip, içine çekeceği zehirli tütün son bulana kadar manzarayı izlemeye devam etti. Toplantı saatinin geldiğini fark edince tekrar içeri girmiş Irmak ve Ateş de kendisini takip etmişti. Asansör yönetim katında durduğunda Bergüzar dışarı adım attı. Doğruca toplantı odasına ilerlerken, Alparslan’ın asistanı tarafından karşılandı. Uzun zamandır aynı kişiyle çalışmayı başaran kocasını bir ara hususi olarak tebrik etmeyi düşünürken neredeyse gülecek olmuştu.

Kapının önüne gelip, birkaç saniye durdu ve kapıyı çalarak içeriye girdi. Odadaki tüm gözler bir an üstüne döndüğünde Bergüzar elindeki dosyaları sımsıkı kavradı. Herkes onu karşılamak için ayaklanırken boş bırakılan koltuğa yöneldi. Kimse bu harekete anlam vermezken, Alparslan’ın sert bakışları karısının yüzüne kilitlenmişti. Bir gariplik olduğunu fark etti ama anlam veremedi diye düşündü. Dikkatli bakışların altında dosyalarını masaya bırakmasıyla sargılı elleri gün yüzüne çıktı. İçeriye çöken sessizlik ruhunu daraltıyordu.

“Bergüzar… Ellerine ne oldu?” Tomris’in endişeyle sorduğu bu sorunun cevabını hepsi merak ediyorlardı. Ertuğrul ve Atilla bir an birbirlerine, ardından da abisine baktılar. Bergüzar gülümsemeye, rahat görünmeye çalışarak yerine otururken Alparslan dışında herkese baktı.

“Düştüm. Önemli bir şey değil.” Deyip ellerini masanın altına sakladı.

“Nasıl düştün?” Soru çatık kaşlarıyla kendisine bakan Atilla’dan gelmişti. Onun da sesi ciddi ve soğuktu.

“Odanın kapısı kapanmamış fark etmedim. Bir anda yüklenmiş bulundum, kapı arkaya doğru gidip aynaya vurdu, ayna patladı. Tabi ben o panikle kayıp, kırılan parçaların üstüne düştüm.”

“Ve hastaneye gittin ama hiçbirimize haber vermedin. Doğru mu?” Alparslan’ın yükselen sesiyle irkilen Bergüzar bakışlarını ona döndürdü.

“Hastaneye gitmedim. O kadar önemli bir durum yok.” Demesiyle Alparslan’ın avuç içleri gürültüyle masaya iniverdi. Kocaman masa bir anda deprem oluyormuş gibi sallanmıştı.

“Hastaneye gitmedin mi?” Fısıltıyla sorduğu bu soru Bergüzar’ın tüylerini diken diken etmeye yetti. Masanın çevresinde kim varsa geri çekilirken, Atilla ve Ertuğrul bile abilerine ürkmüş bir ifadeyle baktılar. Bergüzar ise odada bulunan aile üyelerine hızlıca bakıp, gözlerini kocasına çevirdi ve dişlerini sıkarak ayağa kalktı. Avuç içlerini masaya koyduktan sonra ona doğru eğildi.

“Gitmedim!” Masaya uyguladığı baskıdan ötürü yaraları alev alev yanıyordu sanki. Tüm bedeni acıyla kasılırken Alparslan’ın öfkeli gözlerine bakmayı sürdürdü. Geri adım atamazdı. Endişelendiği için kızdığını biliyordu ama kendisi de böyle azarlanacak yaşta ya da konumda değildi. Masadan ellerini çekmesiyle zeminde bıraktığı kan izlerini fark edip, doğruca odadan çıktı. Kanaması yeni duran tüm yaraları yeniden kanamaya başlamıştı ve sargılar kan olmuştu.

Hızla koridorda tuvalete doğru ilerlerken toplantı odasının kapısının açıldığını ve arkasından gelen adım seslerini duydu. Tuvalete girmesiyle ellerindeki sargıları çekiştirmeye başladı. Canı yanıyordu ve her sızıda Tahir’in söyledikleri aklına geliyordu. Alparslan’ın soğuk bakışlarını hatırladıkça ağlama isteğiyle dolarken, kabinlerden birine girip kapıyı kilitledi. Bu sırada tuvaletin ana kapısının açıldığını duydu. Saniyeler kabin kapısının altından Alparslan’ın ayakkabılarını görmüştü. Acıdan ve sinirden gözlerine biriken yaşları peçeteye silip, derin bir nefes aldı. Kabinin kapısını açtığında karşısında gördüğü adam, kocasına hiç benzemiyordu. Elleri ceplerinde tepeden tepeden kendisine buz gibi bakıyordu.

Bergüzar bu tepeden bakma olayına iyice sinir olmaya başlamıştı. Tahir denen herif de kendisine böyle bakmış, üstünlük taslamaya kalkmıştı. Başını kaldırıp tıpkı Alparslan’ın bakışlarını taklit ederek ona onun gibi baktıktan sonra yanından zorla geçti ama gidemedi. Adamın kolları arasında sıkışıp kalırken, dudaklarının boynuna değdiğini hissetti.

“Neden doğruyu söylediğine dair şüphe duyuyorum?” diyen Alparslan kulağına usul usul fısıldıyor, her soluğunu resmen onun tenine üflüyordu.

“Doğruyu söylüyorum!” demesine aldırmadan onu bir anda kendine çevirdi ve kucağına aldığı gibi muslukların olduğu mermer zemine oturttu. Bergüzar dizlerinde hissettiği sızıyla inleyince Alparslan’ın aklı başına gelmişti. Düştüm demişti. Bu acı dolu inleyişin sebebinin dizleri olduğunu düşünerek üstündeki tulumun paçalarını yavaşça sıyırmaya başladı. Sıyırırken de

“Eğer dizlerini paramparça görürsem…” dedi ve gözlerini yavaşça karısının dizlerine çevirdi.

“O adamı öldüreceğim!” Sesinde öyle yoğun bir öfke vardı ki bunu duymamak, anlamamak imkânsızdı. Ancak Bergüzar da en az Alparslan kadar öfkeliydi. Son birkaç saatte yaşadığı her şey duygularını, düşüncelerini alt üst etmişti. Gözlerinde parlayan öfkeyle kocasına bakarken

“Hiçbir şey yapmayacaksın!” Diye fısıldadı. Alparslan ise hiç beklemediği bu tepki karşısında bir an afallayıp sessiz kaldıktan sonra

“Buna sen mi karar veriyorsun?” Diye sormuştu. İki inatçı keçi yine kafalarını tokuşturuyor, kuyruklarını dikip birbirlerine diş geçiriyor, hatta can yakıp, canlarını kanatıyorlardı. Bergüzar ellerinin acımasına aldırmadan onu itip mermerden atlayarak zemine bastı. Dizlerindeki kesikler sızlıyor, avuçları hâlâ hafif hafif kanıyordu.

“Şirketimde olup bitenler beni ilgilendirir. Karışma diyorsam karışma Alparslan! Ben senin azarlayacağın, hesap soracağın bir çalışanın değilim!”

“Çalışanım değilsin evet. Ama karımsın! O yüzden ne olduğunu sormaya, öğrenmeye hakkım var!” Sesleri yeniden yükselirken tuvaletin kapısı açılmıştı. İkisinin de gözleri birbirine kilitlenmiş öylece bakıyorlardı ki Alparslan’ın

“Çık dışarı!” Diye bağırmasıyla kapı anında kapandı. Kapıyı kimin açtığına bile bakmadan yaptığı bu hareket Bergüzar için son nokta olmuştu. Sabır diye bir şey kalmamış, öfkesi bir volkan misali patlayıp en yakınında durana, en sevdiğine sıçramıştı.

“İnsanlara bağırmayı kes artık! Toplu kullanım alanında, dahası kadınlar tuvaletinde kavga eden biziz. Burayı kullanmak isteyen insanlardan öfkeni çıkaramazsın Alparslan!” sözlerine son verip arkasını dönmesi ve tuvaletten çıkması bir olmuştu. Toplantı odasının kapısında bekleyen Irmak’la Ateş’in yanına geldiğinde durup ikisine de hiç olmadığı kadar soğuk bir ifadeyle baktı.

“Hanginiz öttü bilmiyorum ama bu bir kez daha tekrarlanmayacak. Ya o çenelerinizi kapalı tutup benimle çalışmaya devam edersiniz, ya da bu hareketlerinizin bedelini ödersiniz!” Bergüzar toplantı odasına girip yeniden yerine geçerken Irmak ve Ateş, sessizce göz göze gelmişti. Bu sırada kapının önüne gelen Alparslan’ın gözleri ise Ateş’in üstünde takılıp kaldı.

“Sen kimsin?” Ateş sakince ona dönüp

“Ateş Kerim. Bergüzar Hanım’ın yakın korumasıyım.” Deyince adamın gözlerinden alevler çıkacak gibi oldu. Bir süre dikkatle Ateş’e baktıktan sonra

“Seni kim işe aldı?” diye sordu ancak aklına gelen kişiyle kendi sorusunu cevapladı.

“Osman Özden!” Ateş, evet der gibi başını sallayınca arkasını dönüp toplantı odasına girdi ve kapıyı çarparak kapattı. Toplantı bir hayli gergin geçerken Bergüzar ve Alparslan ağızlarını bile açmadan öylece oturmuşlardı. Toplantının son bulmasıyla odayı ilk terk eden Alparslan olmuş, Bergüzar soru soran bakışları yok sayarak

“Kolay gelsin!” demişti. Odadan çıktığında arkasından gelen Tomris’in sesiyle koridorun ortasında durdu.

“Hastaneye gitmek ister misin?” Bergüzar sargıları dağılmış ellerine bakıp

“Hayır teşekkürler.” Derken Alparslan’ın odasının önünde durduğunu fark edip yürümeye devam etti. Alparslan ise dışarıda konuşan kardeşine ve karısına dikkatle bakıyordu.

“Sonra görüşürüz Tomris. Gitmem lazım. İşlerim var.” asansöre bindi ve kapanan kapıların ardında kayboldu. Yalın Holding’den ayrılıp, soluğu kendi şirketinde aldığında birçok çalışanın gözü üstündeydi. Bunun sebebinin odasının hâli ya da ellerinin sarılı olması olarak düşünerek asansöre ilerlerken şirketi inleten bağırışla donup kaldı.

“Bergüzar Yalın! Seninle sonra görüşeceğiz. Bu iş burada bitmedi. Seni mahvedeceğim!” Bergüzar şok olmuş hâlde arkasına dönüp, sesin geldiği yöne baktığında güvenlikler tarafından zapt edilmeye çalışılan Tahir’i görmüştü.

“Ne dediğini anlamıyorum! Bağırmak ve tehditler savurmak yerine derdini insan gibi anlat Tahir!” Tahir kahkahalar atarak gülerken, güvenliklerden kurtuldu ve Bergüzar’ın üstüne koşmaya başladı. Ateş ise tehlikeyi fark edip Bergüzar’ı arkasına saklamıştı.

“Hem işten attır, hem de bilmiyor gibi yap! Ne güzel dünya!” bağırışları arasında güvenlik görevlileri adamı tutmayı başarıp, yere yatırmışlardı. Bergüzar bedenine yüklenen stres ve öfkenin altında paramparça olduğunu hissediyordu. Ateş’i önünden itip gün yüzüne çıktı ve Tahir’in gözlerine baktı.

“Seni işten falan attırmadım onu nereden çıkardın? İşten attıracak olsaydım odamdan öylece çıkmana izin vermezdim.”

“Senin beni attırmaya cesaretin yetmez Bergüzar Hanım! Ama olanları babana yetiştirdiğin anda işime son verildi.” Demesiyle Bergüzar olduğu yerde donup kaldı. Sinirden ne düşüneceğini bilemiyor, her geçen saniye daha da öfkeleniyordu.

“Madem Osman Bey işine son vermiş. Git hesabını ona sor. Bana değil!” Diye şirketin ana kapısına yürürken, adamın bağırışlarını duymaya devam etti.

“Patron sen misin, yoksa Osman Bey mi?” Gerçekten bu durumda patron kimdi? Babası mı, yoksa kendisi mi?

“Bence sen sadece bir kuklasın Bergüzar Özden Yalın! Taşıdığın soyadları sayesinde buradasın!” Yeni yeni kurmaya başladığı otoritesi bu sözlerle yıkılırken şirketten çıktı ve kendisini bekleyen aracına bindi.

“Eve gidelim!” yol boyunca tırnaklarını kemirmemek için direnmiş. Olanları sindirmek için bol bol nefes almıştı ancak nafileydi. Aylardır emek verip uğraştığı ne varsa başından aşağı yıkılmıştı sanki. Eve girmesiyle dosyalarını savurup atması bir oldu. Ayağındaki ayakkabıları fırlatırken mutfaktan korkuyla çıkan Emine Hanımla göz göze geldi.

“Kızım, iyi misin?” Kadın ona dikkatle bakarken, ellerinin hâlini de görmüştü. Bugün kendisine iyi olup olmadığını soran ilk insana yaşlı gözlerle baktı. Her an ağlayacakmış gibi hissediyordu. Boğazına oturan yumru yutkunmasına bile engel olurken merdivenlere yöneldi ve yatak odasına ilerlemeye başladı.

“İyiyim Emine abla. Korkulacak bir şey yok.” Odasındaki duşa girip kapıyı kilitledi, kapının arkasına oturup kaldı. Yaşananlar gözlerinin önünden geçip giderken, akmaya hazır yaşları elinin tersiyle sildi. Uzun süre orada öylece otururken yatak odasının kapısının açıldığını duydu. Ne kadar zamandır burada olduğunun bile farkında değildi.

“Bergüzar kızım, herkes aşağıda seni görmek için bekliyor!” Emine Hanım’ın sesi saniyeler içerisinde kaybolurken, Bergüzar yerinden kalkmış, banyodan çıkmıştı. Üstündeki tulumu çıkartıp, dizlerine kumaş değmesin diye şort giydi. Tişörtünü de başından geçirip, saçlarını gelişi güzel topladıktan sonra odasından çıktı. Alt kata inene kadar attığı her adımda hissettiği acıyla gün boyunca sonu gelmeyen öfkesi daha da büyüdü. İçinde patlamaya hazır bir yanar dağ var gibi hissediyordu. Alparslan’a patlamıştı ancak o patlama hissettiklerinin yanında hiçbir şeydi. Yemek salonundan gelen seslerle oraya yöneldi ve herkesi masada otururken buldu.

“Hoş geldiniz!” Dediği anda babası ve Alparslan hariç herkesten toplu cevap almıştı. Yemekler tabaklara konulurken, masadaki tek boş yere yani Alparslan’ın karşısına geçip oturdu. Osman Bey ve Nadide Hanım’ı burada görmek ise bir hayli şaşırmasına neden olmuştu. Demek ki babası, aldığı haberlerle yoldan dönmüş ve karısını da İstanbul’a getirtmişti.

“Doğum günü olan insanlar genelde mutlu olurlar ama bizim kızın canı sıkkın gibi!” Süleyman gergin ortamı yumuşatmaya çalışıyordu. Fakat Bergüzar’ı ilk kez bu kadar beyaz bir tenle, yorgun ve öfkeli gördüğünün de farkındaydı. Gözleri Bergüzar’ın yüzünden ellerine indiği anda kanı çekilir gibi oldu. Çünkü ellerinin içi kesiklerle doluydu.

“Mutluyum. Niye mutsuz olayım ki… Bunun için bir sebep göremiyorum.” Derken gözleri Osman Bey’in üstünde resmen çakılı kaldı. Osman Bey elindeki kaşığı yavaşça masaya bırakırken, Bergüzar gibi sert ve soğuk bakışlarını üstüne çevirdi.

Masada bir anda oluşan sessizlik, ortamın iyice gerilmesine neden olmuştu. Kısa zaman önce tanışan, kavuşan baba kız, ilk kez birbirlerine bu denli soğuk bakıyordu. Herkes diken üstündeydi. Zar zor kurmayı başardıkları ilişkileri yara alır diyeydi bu tedirginlik.

“Bir şey söylemek istiyorsun galiba Bergüzar! Seni dinliyorum kızım!” Osman, bu sözleri o kadar rahat dile getirdi ki Bergüzar sinirden gülmeye başladı.

“Benim değil ama sizin bana söylemek istediğiniz bir şey olması gerek!” Osman’ın göz bebekleri kapkara oldu. Nadide Hanım usulca ona bir şeyler söylemeye başlamıştı ama Osman pek bunları duyacak hâlde değildi.

“Senin yapmayı atladığın bir şeyi yaptım diye…” Bergüzar elindeki kaşığı masaya vurarak bırakırken

“Sen o şirketi bana bıraktın mı?” sorusunu sorunca Osman Bey ânında susmuştu. Bergüzar bu sessizlikle iyice hiddetlendi.

“Sana sordum Osman Bey! Bana cevap ver!” Öfkesi bedenini resmen ele geçirmiş gibiydi. Bir anda ayağa fırlatmasıyla herkes ayağa kalktı. Araya girmek isteyen Süleyman Bey’i bile Bergüzar’ın bir bakışı susturmaya yetti.

“Bıraktım!” cevabıyla Bergüzar başını yavaşça salladı.

“Peki ben senden böyle bir şey istemiş miydim?” Osman Bey zar zor yutkunup başını sağa sola salladı.

“Hayır!” derken yüzünde pişmanlık ifadesi belirmeye başlamıştı.

“Alparslan Yalın yanıma verdiği asistandan bilgi alır. Osman Özden yakın korumadan ve müdürlerden bilgi alır.” Demesiyle odadaki hava gittikçe ağırlaştı. Bergüzar’ın gözleri bir anda Süleyman, Ertuğrul ve Atilla üstünde gezindi.

“Süleyman Yalın güvenlik içerisine soktuğu adamdan, Ertuğrul Yalın şoförümden, Atilla odamı temizleyen hizmetliden günlük rapor alır!” Odadaki tüm erkekler birbirine bakarken

“Aaa unutmadan Murat Karcan da danışmaya yerleştirdiği kadından bilgi alıyor!” Dedi ve bir anlığına sustu. Karcan, Yalın ve Özden kadınları kocalarına kötü kötü bakarken Alparslan’ın sesi duyuldu.

“Herkes senin güvenliğini düşünü…” sözlerini bitiremeden Bergüzar elini öfkeyle masaya öyle bir geçirdi ki ailesi şok olup kaldı. Masanın bacakları sallanmaya devam ederken

“Madem bana güvenmeyecektiniz niye işin başına geçmeme izin verdiniz!” Diye bağırmasıyla evin içi resmen inlemişti.

“Madem güvenliğimi düşünüyordunuz neden içeriye adam soktuğunuzu benden gizlediniz? Neden bana sormadan Tahir’in çıkışı yapıldı Osman Bey? Bir bildiği vardır deyip bekleyemediniz mi?” Sesi çok yüksek çıkıyordu. Öfkeliydi, kırgındı, kızgındı. Kendini ezilip geçilmiş gibi hissediyordu ve bu his tüm benliğini ele geçiriyordu.

“Tahir’i o hareketinden sonra neden işten çıkarmadığımı düşünemediniz mi?” Masaya vurduğu sağ eli yeniden sızlamaya ve kanamaya başlamıştı. Kan parkeye damlarken Alparslan’ın gözleri Bergüzar’ın ellerinde takılı kaldı.

“Tahir, beni başarısız gösterip eski konumuna dönebilmek için şirketten birileriyle birlik olmuş, gizli kalması gereken ihale bilgilerini rakip firmalara sızdırıyordu. Şirketteki yandaşlarını bulmak için adama sahte dosya vermiştim. Bilgilerin kime gittiğini öğrenmeye çalışıyordum.” Dediği sırada salondan çıktı. Kapının oraya koyduğu dosyalardan birini alıp geri geldi ve dosyayı Osman ile Alparslan’ın arasına fırlattı.

“Belki hazırlanan gerçek ihale dosyasını merak ediyorsunuzdur. Buyurun! Okuyun! Eminim ki şirket içerisinde gezen sahte dosyayı çoktan gördünüz. Düşündüğünüz kadar aptal ve iş bilmez değilim. Sadece bir planım vardı!” Hepsinin yaşadıkları şok ve pişmanlık yüzlerinden belli oluyordu.

“Sonrasında Tahir’in ve yandaşlarının işine son verecektim ama siz bana güvenmeyerek ve zar zor kurduğum düzeni tek hamleyle yıkarak tüm şirketi birbirine kattınız. Şimdi yeniden bana güvenmelerini nasıl sağlayacağımın cevabını hangi çokbilmiş ve güvenlik meraklısı aile üyesi verecek merak ediyorum! Ayrıca yok yere gözünü intikam bürümüş bir insanla karşı karşıya gelmeme sebep oldunuz.” Susup yine kendi kendine güldü.

“Tabi siz onu da biliyorsunuzdur. Şirketten çıkarken arkamdan ettiği lafları da söylediler mi? Beğendiniz mi? Biliyor musunuz haksız değil. Tam olarak doğruları söyledi! Patron ben miyim, babam mı yoksa güvenlik meraklısı sizler misiniz belli değil.” Gözleri tüm erkeklerin üstünde gezinirken şirketteki ilk günlerini düşündü.

Şirkette çalışmaya başladıktan kısa süre sonra içerideki ajanları, yani ailenin erkeklerine haber uçuranları tek tek çözmüştü ancak bunu kimselere belli etmemişti. Ne yapacaklarının merakından susmuştu. İşine karışacaklar mı diye beklemişti. Ve evet, tam da tahmin ettiği şey başına gelmiş, ailenin erkekleri işine karışmıştı. Kendini aptal yerine konmuş hissettiği içindi bu öfkesi. Yoksa Tahir’in yaptıklarını, densiz söz ve davranışlarını bir şekilde atlatır, sinirini yatıştırırdı. Tahir, dış kapının mandalıydı ancak bu adamlar… Kocası, babaları, abileri gibi olan adamlar. Duracakları yeri çoktan geçmişlerdi. Alparslan duyduğu sözleri hazmetmeye çalışırken elini saçlarına sokup geriye doğru ittirmişti. Siniri, öfkesi kendineydi. Karşılarında gördükleri kadının bu hâle gelmesinde en büyük suç ona ve Osman Bey’e aitti.

“Biz bunu fark edeceğini…” Bergüzar konuşmaya çalışan Atilla’ya döndü. İşaret parmağını ona doğrultup sallarken buz gibi bir sesle

Bunu değil Ajanlarımızı diyecektin herhalde Atilla. Ajanlarınızı fark edeceğimi tahmin etmediniz. İşe yeni başlayan deneyimsiz bir kadın. Nereden, nasıl fark edecek ki!” Dediği anda Ertuğrul söze girdi.

“Yok artık Bergüzar. Saçmalama tabii ki öyle düşünmedik sadece…”

“Asıl saçmalayan sizlersiniz. Sandığınızdan daha akıllı ve dikkatliyim. Hâlâ beni tanımadıysanız bilin diye söylüyorum!” Hepsi suçlu olduklarını bilerek öylece durdular.

“İyi ki doğmuşum. Doğum günüm kutlu olsun!” Dediği gibi arkasını dönüp salondan çıkmak için yürümeye başladı ama Alparslan’ın bileğinden tutmasıyla bastırmaya çalıştığı öfkesine hâkim olamayarak, hiç beklenmeyen bir şey yaptı.

Alparslan’ın karın boşluğuna öyle kuvvetli bir yumruk geçirdi ki adamın nefesi kesildi. Alparslan iki büklüm olurken

“Beni korumak için o kadar çaba harcamanıza da gerek yoktu. Eğer hakkımda biraz araştırma yapsaydınız, yıllardır kick box yaptığımı ve iyi bir boksör olduğumu bilirdiniz.” Diye son sözünü söyleyip salondan çıkıp gitti.

“Ağzına sıçayım! Ne vurdun be Esmer!” Alparslan hâlâ yediği yumruğun acısını çekerken annesinin sesini duydu.

“Siz nasıl bu kadar salak olabilirsiniz? Gerçekten inanamıyorum. Kızı nasıl delirttiyseniz o nahif kız gitmiş, yerine bambaşka biri gelmiş. Aferin! Aferin size. Güvenliğini düşünürken konumunu, en önemlisi de psikolojisini düşünseydiniz Bergüzar bu hâle gelmezdi.” Gözleri anında Alparslan’a dönerken

“Bundan sonra sen de attığın adımı bir kere değil bin kere düşün. Yiyeceğin ikinci yumruğun nerene isabet edeceği belli olmaz Alparslan Yalın!” Dedi ve Nadide ile göz göze geldi. Elbette Nadide Hanım’ın da söyleyecek iki çift sözü vardı.

“Kadınlar ile erkeklerin arasındaki en büyük fark bu işte. Siz her şeyi kontrolünüz altında ve biz bilmiyoruz zannederken bizim bildiklerimizden haberiniz dâhi olmuyor.” Bir an susup gözlerini kocasına dikti.

“Sana gelirsek Osman Bey, kızının verdiği kararlara nasıl karışırsın? Nasıl ona güvenmezsin? Beyler… Hepinizin işi çok zor. Bergüzar’ı güvensiz hareketlerinizle ne hâle getirdiğinize iyi bakın. Kız öfkeden titriyordu!” derken gerçekten sinirlenmiş görünüyordu. Neşe ve Nadide Hanım salondan çıkarken onları Tomris, Aylin ve Armağan da takip etti. Neşe ise mutfakta bekleyen Emine Hanım’ın yanına girdi.

“Emine, Bergüzar’a göz kulak ol. Çok sinirli. Biraz sakinleşmesi için rahatsız etmeden gidiyoruz ama senden sık sık haber bekliyorum.” Dedikten sonra kapıya yöneldi. Emine Hanım olan bitenin şaşkınlığını yaşarken, Neşe’nin tüm söylediklerine tamam demişti.

“Çokbilmiş Beyler evlerine dönmenin yolunu kendileri bulsunlar. Araçlar bugün sadece biz kadınları evimize götürecek!” Neşe Hanım’ın evden çıkmadan önceki son sözleri bunlar oldu. Erkeklerini öylece bırakıp gitmişlerdi. Onlarda en az Bergüzar kadar kırgın ve kızgın hissediyorlardı.

Alparslan’ın korumaları ve araçları evde öylece kalan babası, kardeşleri ve Murat için yola çıkarken kapının önündeki basamaklara oturup, bir sigara yakmıştı. Bir süre sonra yanına oturan şoförü Halim Bey ise sessizliğinde ona eşlik ediyordu.

“Bir yerde çok büyük yanlış yaptım abi. Karımın öfkeden masaları yumruklayacağı, kendini kaybedeceği hatta bana yumruk atacağı kadar büyük bir yanlış.” Dediğinde Halim’in yüzünde gülümseme oluştu.

“Yanlış yaptığını fark ettiysen, yanlışını bulmana da az kalmıştır bizim oğlan. De bakalım ne yaptın da esmer kız sana yumruk attı?” Alparslan ona da bir sigara uzattı ve ucunu tutuşturdu. Bu sırada ‘esmer kız sana yumruk attı’ ile biten sorusuna gülmeden edememişti. Ciddi ciddi, sağlam bir yumruk yemişti. Yıllar sonra. Hem de karısından. Hayatta inanmayacağı bir şey yaşamamıştı ama yaşadığı öyle ironikti ki gülüyordu. Kendine gülmeyi kesip başladı olanları anlatmaya. Halim son âna kadar onu sessizce dinledi ve sözlerinin bitmesiyle uzun uzun düşündü.

“Süleyman abi dâhil hepiniz bunu hak etmişsiniz evlat. Karının sadece sadakatine, anneliğine güvenmekle olmaz. Ona işinde de güvenmen gerekirdi. Hatanız büyük.” Deyip Alparslan’ın omzunu sıktı. Alparslan bunca ciddi söze başını sallasa da, doğruluğunu kabul etse de yine bir anda gülmeye başlayıp elini karın boşluğuna götürdü.

“Yalnız çok iyi vuruyormuş.” Halim onun bu itirafına gülerken

“Nereye vuracağını da bildiğini kanıtladı. Yüzüme falan geçirseydi çenem kırılabilirdi.” Diye eklediğinde ikisi de kahkahalarla gülmeye başladılar.

“Alparslan Yalın… Karısından yumruk yedi ha! İnanılacak şey değil.”

“Vuran o olsun. Dövsün, sövsün ama susmasın. Başka hiçbir şey istemem.” Derken aklına gelen şey tüylerini diken diken etmişti. Ayaz’a hamile olduğu zamanlardaki gibi susar da konuşmazsa… İşte o zaman vicdan azabı çekmezdi. Vicdanı tarafından boğularak ölürdü.

***

Alparslan eve girip doğruca yatak odasına çıktı, kapıyı usulca araladı. Gece lambasının loş ışığı Bergüzar ve Ayaz’ın yüzünün yarısını aydınlatıyordu. Ayaz annesinin üstünde, yüzünü boynuna gömmüş, saçlarını sımsıkı tutarak huzurla uyurken, Bergüzar da onu sıkıca sarılıp uyumuştu. Alparslan üstünü değiştirmek için dolapların olduğu odaya geçti ve gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Aynadaki yansımasıyla göz göze geldiği an duraksadı.

Saçlarındaki beyazların bu kadar çoğaldığını ilk kez fark ediyordu. Son bir yılda yaşadıkları stres ve yorgunluk bunun en büyük nedeniydi. Aynaya iyice yaklaştı, yüzünü incelemeye başladı. Göz kenarlarındaki karışıklıklar belirginleşmeye mi başlamıştı? Kaşları çatılırken üstündeki kıyafetleri çıkardı ve bedenine bakmaya başladı. Sol göğsünün üstünde başlayıp, sağ tarafa doğru ilerleyen ve göğüs kafesinde biten kartal dövmesini baktı. Hatırladığı anıya gülümseyerek dövmesine dokundu. Bergüzar’la yeni yeni tanışmaya başladıkları zaman, ona bu hikâyeye anlatmıştı. Bergüzar ise duyduğu anıya epey gülmüştü. Onun gülüşünü düşünürken yüzünde beliren gülümsemeye baktı. Karısının gülüşüyle gülüyordu. Şimdi onu kırmış, incitmiş, üzmüştü. Bu olanları nasıl toparlayacağını düşünürken yine dövmesine dokundu. Sanki zihni asıl düşüncesinden kaçmak ister gibi dövmenin kaç yıllık olduğunu düşünmek için kendisini zorluyordu. Kaç yıl olmuştu, üniversite yılları geride kalalı, bu dövme yapılalı? Sorularla içinde huzursuzluk belirmişti.

“Yaşlanıyorsun Alparslan…” diye kendi kendine fısıldadı. Bu duygunun bir anda nereden çıktığını bilemese de morali iyice bozulmuştu. Bu sırada gözleri kartal dövmesinin altındaki kızarıklığa ilişti. Kalbinin üstüne iki isim kazınmıştı. İtalik ve incecik bir yazıyla Bergüzar ve Ayaz yazdırmıştı. İşte Bergüzar’a doğum günü hediyelerinden biri buydu ama onları gösterecek fırsatı olmamıştı. Suçlusu ise kendisiydi.

İçi içini yiyerek uzun bir eşofman altı ve tişört giydikten sonra yatak odasına dönüp karısıyla oğlunun yanına yavaşça uzandı. Bergüzar’ın pürüzsüz tenine dokunmak istese de bunu yapacak cesareti bulamıyordu. Saatlerce karısını izledi, inceledi. Güzelliğine bir daha âşık olup, kokusuna sığınırken gün ağarmaya başlamıştı.

Ayaz uykusundan ağlayarak uyanınca Bergüzar gözlerini zorla açıp çevresine baktı. Yanında uzanan kocasına hiçbir şey demeden yataktan kalktıktan sonra üstüne sabahlığını geçirdi. Ayaz’ı kucağına alıp çocuk odasına geçerken Alparslan sessizce yataktan çıkmış, duşa girmişti. Seslerin fazlasıyla yükseldiği akşamın aksine evde derin bir sessizlik hâkimdi. Kahvaltı sofrasında Ayaz bile mama sandalyesinde ses çıkarmadan oturuyordu. Sanki garipliği fark etmiş ve içine kapanmış gibiydi.

Bergüzar önündeki yiyeceklerle oynayıp duruyor, bir lokma bile almıyordu. Alparslan da ondan farksız değildi. Masadan önce Alparslan, ardından da Bergüzar kalktı. İkisi de üstlerini değiştirmek için odalarına giderken, Ayaz bakıcısı ile kalmıştı.

Bergüzar banyoya girip duş alırken Alparslan da giyinmek için harekete geçmişti. Banyodan çıkıp, ıslak saçlarını havluyla kurulayarak giyinme odasına giren Bergüzar kocasını görerek duraksadı. Onun çoktan işe gittiğini düşünmüştü ancak yanıldığı ortadaydı. Üstüne gömleğini giymeye çalışırken aynada göz göze gelmişlerdi. Gözleri farkında olmadan kocasının aynaya yansıyan bedeninde dolaştı ve o ayrıntıyı anında fark etti. Kalbinin altında yazan ve yeni yazıldığı için tenini kızartan ayrıntı…

Alparslan hiçbir şey olmamış gibi gömlek düğmelerini ilikleyip, kravatını eline alarak kapıya yöneldiği sırada Bergüzar kolunu tutmuştu. Bu tutuşla durduğunda elindeki kravatı hiçbir şey söylemeden almış, boynuna geçirmişti. Parmak uçlarında yükselip kravatı ayarlamaya başladığında kocasının dikkatli bakışlarının farkındaydı. Ancak öyle değilmiş gibi yapmaya çalışıyordu. Kravatı ayarlayıp düzeltirken avuç içlerindeki yaraların kumaşa değmesiyle yanan canı bir anda yüzünün kasılmasına sebep olmuştu. Alparslan ise bunu fark ettiği gibi onun ellerini tuttu ve dudaklarına götürdü.

“Bırak… Ben bağlarım. Canın yanıyor, ben de yanıyorum.” Derken yavaşça boynunu eğmiş, alnını alnına dayamıştı. Tenindeki ıslaklık, bedeninden yayılan sıcaklık, o muhteşem koku… Hepsi akılını alıyordu. Gözlerini kapatıp

“Çok güzelsin!” Derken karısını kendine çekti, dudaklarını dudaklarıyla örttü. Dün gece doğum gününü kutlayacak, herkes gidip Ayaz da uyuyunca sevişeceklerdi. Planı buydu ama gerçek olamamıştı. Dudaklarına usul usul birkaç öpücük kondurduğu sırada Bergüzar yavaşça geri çekilip ondan uzaklaşırken

“Daha değil!” Diye fısıldadı. Alparslan bu kararına saygı duyarak onu bıraktı, saçlarına öpücük kondurdu ve odadan çıkıp gitti. Bütün gün ikisi de asık suratlı ve sus pustu. Birbirlerinden ayrı ama bedenen ayrıydılar. Yoksa duyguları, düşünceleri birdi. Akılları birbirlerindeydi.

Akşam işten döndüklerinde sessizlik kaldığı yerden devam ediyordu. Alparslan salondaki koltuklardan birine uzanmış televizyon izliyor gibi yapıyor, Bergüzar ise kitap okuyordu. Ancak okuduğu tek kelimeyi bile anladığı söylenemezdi. Sadece sayfalara bakıyor gibiydi. Hatta gibisi fazlaydı. Bakıyor ancak görmüyor, anlamıyordu.

Elindeki kitabı bırakıp yanında duran küçük cihazın ekranına baktı. Yatağında mışıl mışıl uyuyan oğlunun görüntüsüyle tebessüm ederken ayağa kalkıp mutfağa girmişti. Alparslan’ın bir gözü ise daima üstündeydi.  Dakikalar sonra elindeki süt dolu bardakla mutfaktan çıktığını gördü. Bardağı dudaklarına götürüp bir yudum alacak olan karısını izlerken çok ilginç bir şey oldu. Bembeyaz olan süt bir anda pembeleşmiş hatta kırmızıya yakın bir renk almıştı.

Bergüzar bardağı dudaklarından ayırıp renk değiştirişine bakarken parmakları aralandı ve bardak, zemine doğru hızla düşmeye başladı. Alparslan ne gördüğünü, ne olduğunu idrak edemese de koltuktan fırlamış ona doğru koşmuştu. Bardak, içi kırmızı renge bürünmüş sütle beraber zemine çarpıp parçalara ayrılırken, Bergüzar da merdivenlere doğru koştu. Birkaç basamağı hızla çıkmıştı ki öylece durup kaldı.

Bir gariplik vardı. Sanki tüm dünya dönüyordu. Burnundan akan kanlar yüzünden süt kırmızı olmuştu. Sütün rengini değiştiren kanı şimdi de evin zeminine damla damla izler bırakıyordu. Kendini yürümeye zorladı, adım atmak, banyoya gitmek istedi ancak hiçbir şey yapamadı. Çıktığı basamakları tepe taklak inerken bedeninin merdivenlerden yuvarlandığını hissediyordu. Zemine bir çuval misali yığıldığı esnada kapanmaya başlayan bilincinden içeri Alparslan’ın feryadı sızdı.

“Bergüzar…” kocasının sesinde duyduğu şey neydi? Korku mu?

***

Alparslan son bir saattir hastane odasının önünde deli gibi adımlayıp duruyordu. Gözlerinin önüne sürekli son yaşananlar gelirken, sinirle saçlarını karıştırdı.  Bergüzar’ın burnundan süt dolu bardağa damlayan kanın, beyazlığı ele geçirmesi gibi panik ve korku da Alparslan’ı ele geçirmişti. Bu sırada doktorun odadan çıkmasıyla herkes ona doğru koşturdu.

”Doktor hanım, karım iyi mi?”

”Bergüzar Hanım gayet iyi. Korkulacak hiçbir şey yok. Sadece biraz yorulmuş ve stres altında kalmış. Kendisiyle sohbet ettik, iyi olduğunu ve eve gitmek istediğini söyledi. Bizim için eve gidip dinlenmesi uygundur. Serum bittikten sonra çıkabilirsiniz. Geçmiş olsun.” deyip gülümsedi ve yanlarından uzaklaştı. Herkes sessizce birbirine bakarken yüzlerinde saklayamadıkları o suçluluk duyguları belli oluyordu.

”Kızımızı kendi ellerimizle bu hâle getirdik. Aferin bize. Sinirden, stresten, üzüntüden hasta oldu!” Kendi kendine söylenen Süleyman, suçlu gözlerle oğluna bakarken Alparslan ise babasının elini tutup, hafifçe sıkmıştı.

”Yapma baba. Şimdi değil!” dedikten sonra derin bir nefes alıp, şükürler ederken odadan içeri girdi.

”Bebeğim…” Bergüzar küçük bir çocuk gibi kollarını açtı, yanına gelen kocasına sıkıca sarılıp

”Alparslan…” diye fısıldadı. Ancak Alparslan tek kelime bile edemezken yüzünü, saçlarını hatta dokuna bildiği her zerresini öpücüklere boğuyordu.

”Bebeğim, iyi misin?” sesindeki korku o kadar belliydi ki Bergüzar’ın tüylerini diken diken ediyordu. Yüzünü Alparslan’ın boynuna gömmüş, orada sakinleşmeye çalışırken mırıldandı.

”Çok korktum.” Alparslan saçlarını seviyor ve öpmeye devam diyordu.

”Ben de çok korktum Esmerim.’’ Kocaman elleriyle Bergüzar’ın yüzünü kavradığında göz göze geldiler.

”Şimdi nasılsın? İyi misin?”

”İyiyim. Eve gitmek istiyorum.” Alparslan alnını uzun uzun öpüp, kokusunu içine çekerken, yüreği titriyordu.

”Serumun bitsin gideceğiz sevgilim tamam mı? Sen uzan bakayım şöyle.” derken karısını yatağına yatırıp, yastıkları düzeltti.

”Bizimkilere haber vereyim. Meraktan öldüler.” Kapıya doğru ilerleyip gözden kaybolurken bile gözlerini ondan ayırmıyordu. Yaşadığı korku aklını başından almıştı sanki. Bergüzar’ın merdivenin sadece birkaç basamağını çıkmış olmasına şükürler ediyordu. Daha fazla yukarı çıkmış olsaydı ve oradan düşseydi durumu daha kötü olabilirdi. Bu ve benzeri ihtimallerin hepsi zihnine çöreklenirken gözlerini kapatıp kısa süre bekledi. Kapının önünde haber bekleyen ailesini endişelendirmemek için toparlanmaya çalışıp dışarı çıktı.

“İyi görünüyor. Gelin de kendi gözlerinizle görün.”

Hepsi endişeli gözlerle odaya adım atıp, Bergüzar’ın başında toplandığında ailenin kadınları ona iyi olup olmadığını sorarken, erkeklerden hiç ses çıkmıyordu. Suçluluk duygusunun sebep olduğu vicdan azabına hepsi yenik düşmüştü. Bergüzar bu durumu fark edip gözlerini onlara çevirdi.

”Bir daha işime karışmayacağınıza söz veriyor musunuz?” Şimdi herkesin gözü Bergüzar’ın keskin bakışlarındaydı. Süleyman Bey yavaşça yatağın başına yaklaşıp Bergüzar’ı alnından öptü.

”Söz kızım. Söz. Bir daha aynı korkuları yaşamaya kalbim dayanmaz.” derken Bergüzar, Süleyman’a sıkıca sarıldı. Ondan ayrıldığı anda bu sefer bakışları babası Osman’ı buldu.

”Eğer bir gram şüphen varsa, bu iş burada bitsin Osman Bey!” Osman Bey kızının başına gelip, elini sıkıca tuttu.

”Şirket senindir. Bir daha ağzımı bile açmayacağımdan emin olabilirsin.” kızına sarılırken yüreği hâlâ ağzında atıyor gibi çarpıyordu. Osman Bey’in ardından sıra, gözleri tavandaki ışıklandırmada dolaşan üç adama gelmişti. Atilla, Ertuğrul ve Murat’a… Alparslan üçünün de kafalarına bir tokat indirince hüzünle Bergüzar’a baktılar. Ailenin geri kalanı ise onların yediği tokatlara kıs kıs gülüyordu.

”Tamam! Karışmayacağız!” üçü de aynı anda bunu söyleyince Bergüzar da gülmeye başladı. Her şey tatlıya bağlanmış, sular durulmuştu. Hatalarını kabul eden erkeklerin mahcubiyeti zaten belli oluyordu. Serum bitince hastaneden taburcu olan Bergüzar, arabanın arka koltuğunda kocasının göğsüne sarılmış uyuklarken Alparslan ise hâlâ saçlarını seviyor ve öpmeye devam ediyordu.

”Özür dilerim. Önce seninle konuşmam gerekirdi. Seni korumak isterken bu kadar zarar verebileceğimi düşünemedim.” Bergüzar elini onun kalbinin üstünde yavaşça gezdirdi.

”Biliyorum ama kesinlikle tekrarlansın istemiyorum” Alparslan anladığını belirtircesine başını salladı. Yol boyunca bir daha hiç konuşmadılar. Eve vardıklarında onları endişeyle bekleyen Emine Hanım başta olmak üzere bütün çalışanlarına iyi olduğunu belirtip gülümsedi ve yatak odasına ilerledi. Kendi odasından önce oğlunun odasına girdi ve onun huysuz ifadeyle uyuyan küçük yüzüne baktı. Yatağın içine eğilip onu saçlarından öptükten sonra sessizce odadan çıkıp yatak odasına girdi. Alparslan giysi dolaplarının önünde durmuş, üstünü değiştiriyordu. Kıyafetlerine bulaşan kanın bıraktığı ize dikkatle bakarken, kocaman bedenini saran incecik kolların huzuruyla gözlerini kapattı.

”Korkma! Ben buradayım. İyiyim.” Bergüzar’ın dudakları kocasının teninde usulca dolaşıp, dokunduğu her yere öpücükler bırakıyordu.

”İyisin. Yanımdasın!” derken karısına döndü ve eğilerek dudaklarını birleştirdi. Bergüzar’ın elleri belini sararken bir anda can acısıyla bağırması kadının aklını almıştı.

”Ne oldu?” Bergüzar ona korkulu gözlerle bakarken, Alparslan’ın gözlerinde muzip parıltılar belirdi.

”Senden o acının intikamı alacağımdan emin olabilirsin!” demesiyle karısını kucaklaması bir oldu. Bergüzar ise hâlâ ne demek istediğini anlamamış, ona öylece bakıyordu.

”Neyden bahsediyorsun?” Sorusunu sorarken sırtı yatakla buluştu ve bedenini kocaman başka beden kapladı.

”Attığın yumruktan bahsediyorum Esmerim… Yediğim yumruğun acısını hâlâ çekiyorum.” Bergüzar neyden bahsettiğini anlayıp dudaklarını birbirine bastırsa da kendini tutamayıp kahkahalara boğulmuştu.

”Yaptığım her işte iyiyimdir Alparslan Yalın! Bilirsin.” Demesiyle yaptığı imayı anlamak zor değildi. Alparslan, onun edepsizliğine gülüp yanına uzandı ve kollarının arasına aldığı bedeni sıkıca sardı.

“Boks yaptığını bana hiç söylemedin.”

“Kimseye söylemedim. Kendime sakladığım ama yıllardır devam ettim bir spor.” Alparslan başını hafifçe kaldırıp şaşkın şaşkın karısına baktı.

“Yani sen düzenli olarak boks yapıyordun ve ben bunu hiç anlamadım öyle mi? Nasıl olur?” Bergüzar onun şaşkınlığına gülerken

“Haftada iki saat senden kaçmayı başarıyormuşum demek ki… Yürüyüşe gidiyorum, alışverişe gidiyorum diye.” Deyince Alparslan hepten şok olmuştu.

“Vay be… Ben bunu nasıl anlamadım. Tamam hep fitsin, vücudun sıkı, kaslarının da maşallahı var ama… Bu aklıma bile gelmedi.”

“Sürprizlerle dolu bir karın var. Ne güzel işte.” Sözüne belli belirsiz gülerken aklında bambaşka bir soru belirmişti. Çekinerek nefes alıp ona dikkatle baktı.

“Madem bu alanda eğitimin var, o zaman Semih iti nasıl oldu da…” demiş, devamını getirememişti. Bergüzar ise bu soruyu çok yerinde ve doğru bularak belli belirsiz tebessüm etti.

“Arkamdan geldi, çok yorgundum, kafam dalgındı. Şu âna göre daha zayıftım ve o, benden daha güçlüydü. Boş bulunmam, ne olduğunu idrak edememem ve uyguladığı kontrolsüz güç yüzünden karşı koyamadım. Evet, ben boks yapıyorum ama hocalarım hiçbir zaman kendi gücümün üstünde güç uygulamadılar. Güçlerimiz hep eşitti.” Durup soluklanırken odanın tavanına gözlerini dikmiş öylece bakıyordu. O geceyi, yaşadıklarını düşündüğü belliydi. Dudakları aralanıp fısıltıyla

“Ya da o gece yaşadığım şoktan dolayı da olabilir.” Dediğinde Alparslan boynuna doğru sokulup öptü.

“Düşünme… Sormadım farz et ve düşünme.” Bir süre sessiz kalıp yatakta öylece uzanmışlardı. Bergüzar’ın gözleri yorgunlukla kapanırken, Alparslan her gün daha çok sevdiği, hayran olduğu bu manzarayı izledi.

Ertesi sabah sanki gece o olaylar yaşanmamış gibi işe gitmek için hazırlanan Bergüzar’a endişeyle bakıp, onu dinlenmek için ikna etmeye çalışan Alparslan’ın çabaları sonuçsuz kalmıştı. Yüksek Lisans eğitimini tamamlamak üzere olduğu için zaten yoğundu. Bir de üstüne şirket işleri eklenince o yoğunluğa yetişmesi, her işini eksiksiz yapabilmesi zorlaşmıştı. Bir gün bile ara verirsem işlerim aksar sözleriyle oğlunu öpüp vedalaştı ve evden çıktı. Alparslan ise her geçen gün kendisinden daha fazla çalışan, aynı zamanda da evine, oğluna ve kendisine yetişen bu kadına hayran oluyordu. Ne güzeldi onunla yaşamak, soluk almak. Yorulurken bile onunla yorulmak bir başka güzeldi. Tıpkı Bergüzar gibi Ayaz’ı uzun uzun öpüp vedalaşan Alparslan da evden ayrılıp şirkete geçerken aklından, kalbinden geçenler bunlardı.

 

ESMERİM – ABRE / 15.BÖLÜM’ü Okumaya Devam Et.

error: Content is protected !!