19.BÖLÜM

 

Ertuğrul, Atilla ve Alparslan aynı aracın içinde evlerine doğru ilerliyorlardı. Alparslan tüm gün şirkette uyum sağlamak için uğraşıp durmuş ve epey yorulmuştu. Yorgunluğunu bastıran şey ise az sonra girecekleri evin kapısının ardında onu bekleyen kalabalık ailesiydi. Her hücresinin gerildiğini hissediyordu. Zorla nefes alıp yolu izlemeye devam ederken onlara doğru yaklaşan güçlü motor seslerini duydular. Ertuğrul “Geliyorlar!” dedikten sonra Atilla ile sırıtarak camdan dışarı bakmaya ve yaklaşan sesleri beklemeye başladılar. Alparslan ise neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

“Ne geliyor?” Demesine kalmadan yanlarından rüzgâr gibi geçen yarış motorunun sesi kulaklarının uğuldamasına neden olmuştu. Onun ardından sarı Chevrolet Camaro yanlarından geçip motoru takip etmeye devam etti. Atilla telefonunu çıkartıp birini ararken sesi dışarı vermişti.

“Asfalt ağladı biliyorum!” Diyen sesin eğlendiği belli oluyordu. Ertuğrul gözlerini devirip

“Yavrum, ayağının altındaki frene basmayı unuttun sanırım!” Dediğinde Armağan’ın gülüşü kulaklarına doldu. O sırada telefondan bir kişinin sesi daha duyuldu.

“Efendim Atilla?” Sesin sahibini Alparslan hemen tanımıştı ama sesinin neden bu kadar boğuk geldiğini anlayamamıştı.

“Bergüzar! Yavaş güzelim. Yavaş!” Derken gözleri yoldaydı, önlerinde giden motor ve arabaya bakıyordu.

“Bergüzar?” Armağan konferans yaptıklarını anlayıp gülerken

“Diyorum ki acaba ışıklarda biraz eğlensek mi?” Diye sordu. Bergüzar’ın boğuk gülüşü kulaklarına dolarken Atilla ve Ertuğrul yeniden gözlerini devirip homurdandılar. Az ilerindeki kırmızı ışıkta ilk duran simsiyah yarış motoru oldu.

Onun yanına Armağan, motorun diğer yanına ise Yalın erkeklerinin içinde bulunduğu araç durdu. Armağan aracın camını indirirken, motoru kullanan Bergüzar da kaskının vizörünü kaldırdı ve Armağan’a göz kırptı. Kulağına taktığı kulaklıktan Ertuğrul’un sesini duymasıyla başını sağ tarafındaki araca çevirdi ve siyah filmle kaplı cam kayarak aralarından yok oldu. Gözleri anında Alparslan’ı bulurken midesinin kasıldığını hissetti. Şu an aklından neler geçtiğini az çok tahmin edebiliyordu çünkü onun şaşkın suratı kendini ele veriyordu. Bergüzar, Ertuğrul’un söylediklerini anlamak için dikkatini ona vermek üzereydi ki Armağan’ın arabasından gelen güçlü motor sesi gülmesine neden oldu.

“Ne var Armağan?” Armağan’ın kahkahası kulağına ilişirken gözleri yine Alparslan’a takılmıştı. Gözlerini derhal kaçırıp Armağan’ın söylediklerini dinlemeye başladı.

“Seni biraz gergin gördüm bebeğim! O altındaki canavarı garajda yatsın diye almamıştın sanırım. Belki kullanmak isterin!” Demesiyle Bergüzar elinin altındaki gaza dokunarak motorunun resmen kükremesini sağladı. Armağan da aynı şeyi arabasıyla yaparken ışığın yeşile dönmesine on saniye kaldığını fark eden Alparslan

“Yarışacaklar mı?” Diye şok olmuş hâlde sormaktan kendini alamadı. Armağan arabanın camlarını kapatırken, Bergüzar kaskın vizörüne uzandı ama indirmeden önce Alparslan’a göz kırpıp

“Şaşırdınız galiba Alparslan Bey!” Demekten kendini alamadı. Siyah filmli vizörü indirmesiyle gözleri artık görünmez olmuştu.

“Hemen arkanızda olacağız! Telefonlarınızı kapatmayın!” Ertuğrul sözlerini hızla tamamlayıp ışığın yeşile dönmesiyle gözlerini bir anlığına kapadı. Alparslan ise önce kardeşlerine sonra da ortalığı inleterek ileri doğru atılan motora ve arabaya baktı.

“Yekta! Sakın kızları kaybedeyim deme!”

“Takip etmesi biraz zor olacak gibi!” Diye mırıldanan Yekta da gaz pedalına yüklendi ve araç hızla kızların peşine takıldı. Bergüzar arabaların arasından makas atarak ilerlerken Armağan da onun arkasından aynı şekilde ilerliyordu.

“Kızlar! Trafiğin anasını bellediniz! Yavaşlayın artık!” Diyen Ertuğrul’un öfkelenmeye başladığını anlayan Armağan

“Tamam ya! Azıcık eğlenemeyelim değil mi!” Dediğinde Alparslan’ın gözleri kocaman olmuştu.

“Karınla eğlence anlayışlarınız çok farklı görülüyor.” Ertuğrul elden ne gelir der gibi başını sağa sola salladı. Bir sonraki ışıklarda yine yan yana durduklarında

“Bergüzar yağmur başlıyor. Dikkat et!” diyen Atilla olmuştu. Kardeşlerinin birbirlerinin eşlerine bağlılığını, saygın ve sevgisini uzaktan bir göz gibi izlese de mutlu olmuştu.

“Islanmaya niyetim yok. Evde görüşürüz!” boğuk sesin son bulmasıyla motor bir anda öne doğru atıldı.

“Bergüzar!” Atilla telefona dişlerini sıkarak bakarken

“Aramayı sonlandırdı.” Demişti. Gittikçe kendilerinden uzaklaşan ve nokta hâlini alan motorun virajlardaki estetik hareketleri ne kadar hoş görünse de hepsinin yüreğini ağzına getiriyordu.

“Utanmasa dizini sürtecek!” Alparslan dikkatle Bergüzar’ın kullandığı motoru takip etmeye çalışıyordu.

“Görmeye çok hevesliysen bir gün pistte tüm hünerlerimizi sergileriz Alparslan Yalın. Seni mi kıracağız!” Armağan’ın bu sözleri söylerken güldüğü sesinden belliydi.

“Sohbetinize doyum olmaz ama ben şu kızın kıçına yapışmazsam içim rahat etmeyecek. Hadi görüşürüz.” Demesiyle telefonu kapatması ve gaza basması bir oldu.

Yaklaşık yarım saat sonra eve vardıklarında bahçeden içeri önce Bergüzar sonra Armağan, en son erkeklerin arabası girdi. Ertuğrul arabadan inip Armağan’ın kapısını açtığında yüzüne ters ters bakıyordu.

“Beni delirtmek mi istiyorsun?” Armağan kemerini çözüp gülümseyerek arabadan indi ve kocasının yanağına öpücük kondurdu. Ertuğrul bununla bile yelkenleri suya indirecek seviyeye gelince, Alparslan’ın tutamadığı kahkahası kulaklarına doldu.

“Ulan hergele! Şu hâline bak!” Demesiyle Ertuğrul’un homurdanması bir olmuş, Armağan ise birkaç adımda Alparslan’a yaklaşmıştı.

“Hâlâ uyuzun tekisin! Otuz üçünde de böyle olduğunu görmek sinirlerimi bozdu.” Deyip yüzünü memnuniyetsizce ekşitti. Alparslan ise karşısındaki kadının özgüvenine şok olmuş durumdaydı.

“Siz genelde bu şekilde anlaşıyorsunuz. Alışsan iyi olur abicim.” Atilla konuşurken gülmemek için kendini sıkıyordu. Armağan, uzun sayılabilecek bir süre Alparslan’a baktı, tepkisini izledi ve hiç tereddütsüz ona sımsıkı sarıldı.

“Hoş geldin!” Derken sesinin titremesine engel olamamıştı. Alparslan ise bir an ne yapacağını bilemeyip Ertuğrul ve Atilla’ya bakarken, onların gülümsediklerini görünce Armağan’a sarıldı.

“Normal sevebiliyorsun sanırım!” Muziplik dolu sesi Armağan’ı gülümsetirken birbirlerinden ayrıldılar.

“Şirkette tura çıktığın haberini aldık ama kavuşmayı iş çıkışına saklamak istedik.” Armağan bu açıklamayı yaparken, Bergüzar motorunun yanında durmuş, onları sessizce izliyordu. Armağan’ın, Alparslan’a sarılmasıyla içinde kopan fırtına boğazına yumru olup oturmuş ve yutkunmasına engel olmuştu. Kaskını eline alıp onlara doğru yaklaştığında Atilla kolunu Bergüzar’ın omzuna sarıp saçlarını öptü.

”Çocuklarla konuştuk. Durumdan haberleri var.” Bergüzar hafifçe başını sallamak dışında hiçbir şey yapmayıp sessizliğini korurken bahçenin kapısı açıldı ve çocukları okula götürüp getiren araç içeri girdi. Aracı görmeleriyle herkes gerilmişti. Alparslan’ın yumruk yaptığı ellerinden gerginliği açıkça belli oluyordu. Bir anlığına gözleri birbirini bulduğunda, o gözlerde gördüğü şeyin korku olduğuna inanmak Bergüzar’ın canını yakmıştı. Aracın sürgülü kapısı açılınca dışarı ilk çıkan Derin oldu.

”Baba!” deyip koşarak Atilla’ya yaklaştı ve babasının onu kucaklamaya hazır kollarına atladı. Alparslan’ın gözleri huzursuzca kapanırken, zar zor nefes aldığını gören Bergüzar, ona destek olmak istiyordu ama bunu nasıl yapacağını da bilemiyordu. Bu sıra da itişe kakışa arabadan inen Tuğra ve Tuğrul’un bağırışları kulaklarına ulaşırken Ertuğrul,

”Lan hergeleler! Arpası bol gelmiş danalar gibi tepişip durmayın!” diye bağırdı.

”Ay içim şişti!” lüle lüle saçlarını elinin tersiyle itip, kardeşlerine ters ters bakan Mavi’nin bu tavrı hepsini kahkahalara boğmuştu.

”İşte geldi prenses!” Ertuğrul’un kızına aşkla bakışını yakalayan Alparslan, onun omzunu sıktı ve gülümsedi. Yağmur, Yiğit, Deniz Ege de peş peşe arabadan inip yanlarına gelirlerken Nazlı Yadigâr da görüş alanlarına girdi. Esmer kavruk teni, simsiyah saçları, kahverengi gözlerini gölgeleyen uzun siyah kirpikleriyle diğer çocuklardan kolayca ayrılıyordu. Annesine olan benzerliği ise Alparslan’ı şaşırtmıştı. Resmen onun küçük bir kopyası gibiydi.

Küçük kız kafasını kaldırıp önce annesine ardından babasına baktı. Bir süre olduğu yerde öylece durduktan sonra annesine doğru yürümeye başladı. Alparslan ise gözleri bir an bile kızından ayırmıyordu. Tabi çocuklar da gözlerini Alparslan’a dikmiş sessiz sessiz bakarlarken, onu incelemekten kendilerini alamıyorlardı. Yadigâr annesinin tam önünde durup kollarını açtı ve kendisini kucaklaması için bekledi. Bergüzar elindeki kaskı motorun üstüne bırakıp onu kucağına alırken, beklenen son kişi de arabadan inmişti. Sadullah Ayaz onlara bir kez bile bakmadan arkasını dönüp eve ilerlerken Bergüzar

”Sadullah!” dediği anda adımları durdu.

”Sence de anlatman gereken bir şeyler yok mu?” Okulda olanların ima edildiğini bilerek onlara dönen Ayaz sadece annesine bakarak

”Yok!” dedi ve yürümeye devam etti. Ayaz’ın bakışlarındaki soğukluk Alparslan’ın tüylerini diken diken etmişti. Konuşması, mimikleri, dik başlılığı ve yüzü tıpkı kendisine benzerken, ten rengi Bergüzar’a çekmişti. Bergüzar ise hâlâ oğluna bakarken sinirinden dişlerini sıkıyordu. Yadigâr omzuna başını koyup, kollarını boynuna dolayınca sinirini bir anlığına unuttu ve kızının saçlarını usulca öptü. Küçük kız ise gözünün ucuyla babasına bakıyor, onu inceliyordu. Karşısındaki adam tıpkı babasına benziyordu. Yani eskisi gibiydi. Farkın görünende değil, görünmeyende olduğunu anlamak onun için çok zordu. Kızının sessizliğini ve babasına kaçamak bakışlar attığını fark eden Bergüzar gözlerini baba kız arasında gezdirdi.

”Sanırım onunla yeniden tanışman gerekiyor. Tanışmak ister misin?” Bergüzar’ın kısık sesle sorduğu bu soruyu aslında hepsi duymuştu. Herkes hem gergin, hem de heyecanla Yadigâr’ın cevabını beklerken, Alparslan derin bir nefes alıp annesine benzeyen küçük kıza baktı.

”Hı hıı!” Kısacık bir bekleyişten sonra Nazlı Yadigâr’ın cevabıyla herkes derin bir soluk alırken, Bergüzar yavaşça Alparslan’a doğru yürüdü. Tam önünde durup kızını ona uzattı. Alparslan bir an ne yapacağını şaşırarak acemice Yadigâr’ı kucaklarken, ellerinin titremesine engel olamamıştı. Yadigâr bedenini saran o çok tanıdık kolların verdiği huzurla kollarını babasının boynuna dolayıp başını göğsüne koydu ve titrek bir nefes aldı. Alparslan, kızının dudaklarından çıkan o titrek nefesin kalbine ok misali saplandığını hissederken, siyah dalgalı saçlarını korkarak okşadı.

”Merhaba…” ilk adımı atan adam şimdi ondan bir hamle bekliyordu. Nazlı Yadigâr başını kaldırıp kahverengi gözlerini yeşil gözlü adama dikti. Kollarını boynundan çözüp, tedirginlikle ellerini sakallı yanaklarına dokundururken

”Merhaba baba!” diye fısıldadı. O sırada evlerinden çıkan Süleyman, Neşe ve Suna da yanlarına gelmişti. Murat, Arda, Tomris ve Toprak da az ileriye park ettikleri arabanın yanında durmuş onların kavuşmasını, tanışmasını izliyorlardı. Bergüzar gözlerine dolan yaşlar yüzünden başını çevirip başka yöne bakarken, dişlerini sıkmaktan kendini alamadı. Suna, Neşe ve Süleyman gözyaşlarını gizlemeden akıtırken, diğerleri de tıpkı Bergüzar gibi başka şeylere odaklanmaya çalışarak kendilerini sıkıyorlardı.

”Hadi içeri geçelim, yağmur hızlanacak gibi!” diyen Neşe Hanım’ın sesiyle hepsi kendilerine gelip onların evine doğru ilerlemeye başladılar.

”Ayaz nerede?” Süleyman Bey’in bu sorusuyla Bergüzar derin bir nefes daha aldı.

”Evde! Siz eve geçin, az sonra yanınıza geliriz.” diyerek kendi evine yönelirken, Alparslan’ın dikkatli bakışları sırtını deliyordu.

”Gelmemi ister misin?” Bergüzar durup ona döndü.

”Sanırım kendim halletsem daha iyi olur.” dediğinde Alparslan başını salladı. Oğlunun kızı kadar uysal olmadığını anlamak o kadar da zor olmamıştı. Bunu anlaması için bakışlarını fark etmesi yetmişti. Alparslan çevresindeki diğer sekiz çocuğa bakıp

”Sanırım hepinizle tanışmam gerekecek.” dedikten sonra gülümsedi ve onların peşine takılarak hangi eve gireceklerini çözmeye çalıştı. Bergüzar ise kocasının yürek burkan sözlerini duyarak evine girdi. Ayaz’ın yanına gitmeden önce odasına girip üstünü değiştirmişti. Beyaz renkte ince askılı bir bluz, eskitilmiş bazı yerlerinde yırtıkları olan mavi renkte kot pantolonun üstüne bileklerine kadar uzanan gri örgü hırkasını giydikten sonra beyaz spor ayakkabılarını da ayağına geçirdi. Saçlarını tek bir örgü yapıp omzuna bıraktı ve aynadaki yansımasına baktı. Yorgunluktan gözlerinin altına oturan morlukları makyajla kapatıp odadan çıktı, Ayaz’ın odasına ilerledi. Kapısını bir kez çalıp yavaşça araladığında onu yatağının ucunda düşünceli bir hâlde otururken bulmuştu.

”Gelebilir miyim?” Ayaz sadece omuzlarını silkince içeri girip kapıyı kapattı. Tıpkı onun gibi yatağın ucuna oturdu ve sessizce bekledi. Belki kendi kendine konuşmaya karar verir diye ona zaman tanısa da Ayaz ağzını bile açmayınca

”Konuşmamız lazım!” dedi. Ayaz yine sessiz, bir duvar gibi öylece oturmaya devam etti.

”Ayaz… Zor olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun?” Ayaz gözlerini karşısındaki duvarın desenlerine dikmiş sadece oraya bakıyordu.

”Sizin için olduğu kadar benim için ve baban için de zor bir durum. Bunu iyice güçleştirmek yerine kabullenip, bana ve babana yardımcı olmayı denesen!”

”İstemiyorum. Ne onu, ne de seni istemiyorum!” diye bir anda bağırıp ayaklandı ve hızla odadan çıktı. Bergüzar sözlerinin şokuyla donup kalırken gözlerinden yaşların dökülmesine engel olamamıştı. Ayaz’ın evin kapısını çarptığını duymasıyla kendine gelip koşarak alt kata indi, dışarı çıktı.

”Sadullah!” ne zaman Ayaz bir şey yapıp kendisini kızdırsa ona ilk adıyla hitap ediyordu. Bu durum garip bir alışkanlık hâlini aldığı için, Bergüzar’ın Sadullah demesiyle işlerin ters gittiğini herkes anlayabiliyordu. Hep birlikte oturup evde onları bekleyen herkes Bergüzar’ın bahçeyi inleten bağırışıyla ayaklandığı sırada çalan kapıyı açan çalışanlardan biri kenara çekilmeye fırsat bulamadan Ayaz içeri girip üst kat merdivenlerine yönelmişti bile. Bergüzar ondan beş saniye sonra kapıya koşarak gelip merdivenlere yöneldiği sırada Alparslan onu kolundan tutmayı başardı.

”Bırak yalnız kalsın! Belki herkes için böylesi daha iyi olur. Kimse kırılıp üzülmez.” derken Bergüzar’ın ağladığını belli eden gözlerine bakmıştı. Kolunu ondan kurtarıp, merdivenlere oturan Bergüzar ise artık ne düşüneceğini, ne hissedeceğini şaşırmış durumdaydı. Derin bir nefes almak istediği sırada gözleri kızını buldu. Nazlı Yadigâr annesiyle babasının arasından geçip merdivenleri koşarak çıkmadan önce onlara döndü. Gözlerindeki dalga dalga karartının anlamını Alparslan dışındaki herkes çok iyi biliyordu.

”Bizi neden unuttun?” az önceki sakin, çocuksu hâli ve sesi gitmiş, onun yerini saf bir öfke almıştı. Alparslan o gözlerdeki dalgalanmanın anlamını, duyduğu sözlerin sonunda anladığında bedeni sarsıldı.

”İsteyerek unutmadım Nazlı!” demesiyle

”Benim babam bana Nazlı demez! Yâdigar der! Sen bizim babamız değil misin artık?” herkesin nefesi kesilirken, yüreklerde kocaman yaralar açılıyordu. Bergüzar’ın sırtı kasılıp kalmış, gözleri akamayan gözyaşları yüzünden kıpkırmızı olmuş, dudakları titriyordu. Alparslan ise çocuklarının gözlerindeki öfkeyi, acıyı görmekten canının yandığını hissediyordu.

”Yadigâr, yapma amcacım.” diyen Ertuğrul’un gözleri Alparslan, Bergüzar ve Yadigâr arasında gidip geliyordu. Küçük kız cevap vermeden basamakları hızla çıktı ve ardından sesi duyuldu.

”Ayaz… Abicim… Yanına gelebilir miyim?” sesindeki titremeden ağladığı belli oluyordu. Bergüzar dirseklerini dizlerine koyup, parmaklarını birbirine kenetlemiş öylece oturuyordu. Dişleri dudaklarını kemirirken Alparslan’ın ceketini alıp dışarıya yöneldiğini fark etti.

”Bundan kaçamazsın Alparslan!” demesiyle adamın durup öfke dolu gözlerini ona çevirmesi bir oldu.

”Sen ne ukala bir şeysin ya!” Bergüzar şok olmuş hâlde başını yerden kaldırıp inanamayarak Alparslan’ın yüzüne baktı. Alparslan ise onun önüne gelip durduğunda, Bergüzar’ın ayağa kalkıp karşısında dikilmesini izledi. Tüm aile nefeslerini tutmuş, kopacak kıyameti beklemeye başlamıştı. Çocuklar evin çalışanları tarafından üst kata çıkarılırken, araya girmeye çalışan herkesi Bergüzar’ın tek bir bakışı susturdu. Usulca adamın üstüne yürüyüp, İşaret parmağıyla göğsüne vurur gibi dokundu.

”Ben mi ukalayım! Sen daha on iki saat bile görmediğin, tanımadığın birine nasıl bu kadar rahat konuşabilirsin? Acaba ukala olan sen olmayasın!” derken göğsüne bir kez daha vurdu. Şimdi burun buruna duruyor, bakışlarıyla savaşıyorlardı.

”Yeter! İkiniz de kesin şunu. Herkes masaya geçsin. Yemek yiyeceğiz! ” Babalarından yükselen sesin karşısında birbirlerinden uzaklaşan ikili, bir daha birbirlerine hiç bakmadan yemek salonuna geçtiler.

”Gülay Hanım, çocuklara onları sofrada beklediğimizi söyler misiniz?” demesiyle çalışanları koşarak merdivenlere yöneldi. Herkes masaya geçip servis yapılmasını beklerken çocuklar da tekrar yanlarına gelmişti. Çocuklar yerlerine geçip otururlarken boş kalan iki sandalyeye bakan Bergüzar gözlerini devirerek derin bir nefes aldı.

”Gülay abla…” Gülay gözlerini ondan kaçırıp, bir solukta

”Yemek yemeyeceklermiş Bergüzar Hanım. Israr ettim ama ikna olmadılar.” deyiverdi. Yanında oturan Tomris, Bergüzar’ın elini tutarken Alparslan dikkatle onlara bakıyordu.

”Sakin ol güzelim. İnat edip, kendilerince size söz geçirmeye çalışıyorlar.” Bergüzar hiç tepki vermeden ellerini ayırdı ve önüne konan çorbada kaşığını çevirdi. Gözlerini yakan şeyi çok iyi biliyordu. Yaşlar akmak istiyor ama o kendisini sıktığı için gözlerini cayır cayır yakıyorlardı. Eğer şimdi kendini bırakırsa, herkesin önünde, hele ki kendisini hiç tanımayan kocasının önünde ağlamaya başlarsa bir daha ayağa kalkamayacağını biliyordu. Güçsüz, çaresiz ve yıkılmış görünmek istemediği için kendini daha fazla sıktı. Bu duruma daha ne kadar dayanırdı bilinmez ama her gün geçirdiği ağlama krizlerinin süresinin uzaması, işlerin iyiye gittiğine işaret değildi. Nefes alıp boğazını temizledi ve

”Yemesinler bakalım!” demekle yetindi. Sofrada ne o, ne Alparslan, ne de diğerleri yemek yemişti. Herkes çocuklar daha kötü olmasın diye rol yapıyordu. Çocuklar yemeklerini bitirip üst kata gittikten sonra ayağa kalkan Süleyman Bey elinde tuttuğu rakı kadehini Bergüzar’ın önüne koyunca genç kadın kendini gülmekten alamadı.

”Yaraya kadar diyorsun yani öyle mi Süleyman Yalın?” derken Süleyman Bey kadehine rakısını koyup eline aldı ve herkesin kadehini doldurmasını bekledi. Boş kadehler ise bu sırada masada ilerleyip, herkese ulaştı.

”Masanın sakisi Toprak ama onu rahatsız etmeyelim… Armağan!” demesiyle Toprak’tan sonra masanın en küçüğü olan Armağan ayağa kalktı ve bardaklara rakı koymaya başladı. Sıra Bergüzar’ın kadehine geldiğinde elindeki şişeyi ona verip

”Sendeki yara kimsede yok!” diye fısıldadı ve yerine oturdu. Bergüzar rakıyı kadehin yarısını geçene kadar doldurduktan sonra durdu. Tomris ise üstüne su ekleyip ona göz kırpmıştı. Süleyman kadehini kaldırıp Bergüzar’a uzun uzun bakarken, Alparslan dikkatle onları izliyordu. Resmen gözleriyle konuşuyorlardı ve bir dakikanın sonunda yine birbirlerine bakmaya devam ederken kadehlerini tokuşturdular. Saatler ilerledikçe kadehler ardı ardına devrildi. Süleyman, Neşe ve Suna bir süre sonra onları yalnız bırakıp istirahate çekildiler. Bergüzar önündeki kadehe bakarken, Alparslan da çaktırmadan ona bakıyor, yüzünü, mimiklerini dikkatle inceliyordu. Bütün akşam boyunca iki doğru tahmininden biri olan gamzelerini görebilmek için uğraşmıştı ama başaramamıştı. Çünkü karşısındaki kadın gülmüyor, sadece tebessüm ediyordu. Tıpkı kendisin gibi. Onunla daha fazla karşı karşıya kalmaya dayanamayan Alparslan ayaklanınca Bergüzar dışındaki herkesin gözleri ona döndü.

”Hepinize iyi geceler. Ben otele gidiyorum!” demesiyle Bergüzar da gözlerini ona çevirmişti.

”Saçmalama abi, otel nereden çıktı.” Alparslan sıkılgan bir şekilde nefes alıp

”Hiç kimsenin rahatını kaçırmak istemiyorum!” derken gözleri Bergüzar’ın gözlerine odaklanmıştı. Salonun çıkışına ilerlediği sırada Bergüzar duyduğu sözlerin öfkesiyle bir anda konuşmaya başladı.

”Benim tanıdığım Alparslan kibrini, gururunu bir kenara bırakmış, derdini açıkça söyleyen bir adamdı. Anne ve babasına evlat, kardeşlerine abi, bana iyi bir koca, iki çocuğunun ise kahramanı bir babaydı!” bir an sustu ve dikkatle onun tepkilerini izledi. Alparslan yavaşça yüzünü yüzüne dönerken hüzünlü ve öfkeli bakışlarını gizleyememişti.

”Sen kimsin? Ben seni tanımıyorum?” duyduğu sözlerle öfkesi ve hüznü birbirine karıştı. Tabi ikisi de alkolün verdiği cesaretle konuşacak gücü buldukları için, sözlerinin nereye gideceğini hesaplamıyorlardı.

”Ben… Hatırladığım kadarıyla iki ay önce sevdiği kadını kaybetmiş, onun acısında kaybolmamak için hayatta kalmaya ve dik durmaya çalışan Alparslan’ım!” Tokat gibi gelen cevapla herkes, en çok da Bergüzar şoka uğramıştı. Atilla ve Ertuğrul ayaklanıp,

”Abi yapma!” dedikleri anda

”Neyi yapamayayım lan! Kafamın içi bomboş. Bir uyanıyorum on üç sene öncesindeyim ya da siz on üç sene sonrasındasınız. Karşımda bir kadın var. Onun karım olduğunu söylüyorsunuz! Ne yer, ne içeri, ne sever, ona nasıl âşık oldum, ya da oldum mu bilmiyorum!” demesiyle Bergüzar bir kez daha sarsıldı. Yerinden kalkıp ona doğru yavaşça ilerlerken

”Devam et, kus öfkeni!” dedi. Alparslan ise bunu bekliyormuş gibi yeniden bağırmaya başladı.

”Ben daha onu tanımıyorum. Bu yetmezmiş gibi iki küçük çocuğun nefret dolu, sözleriyle ve bakışlarıyla azap çekiyorum. Hatırlamıyorum! Ne seni, ne çocuklarımı! Ne de sizleri, hatırlamıyorum.” derken odadaki diğer aile bireylerine baktı.

”Bunun bir anda olmasını hiç kimse beklemiyor ama kimse senin gibi de pes etmiyor. Savaşmadan kazanamazsın. Uğraş verip, ter dökmeden elde edemezsin! Konuştuğunda kalp kıran sözler söyleyerek ya da tek kelime etmeyip susarak bizleri tanıyamazsın. Tanımadığın insanları da hatırlayamazsın. Hatırlamıyorum deyip gönül kanatana kadar, geçmeyen izler bırakana kadar tanımaya çalışsana. Aylar oldu, hatırlamadın zaten. Bir de yeniden tanışmayı denesene.’’ Bir an durdu ve soluklandıktan sonra sözlerine devam etti. Ama bu seferki sözleri en az Alparslan’ın ki kadar can acıtıcıydı.

‘’Sen sevdiğin kadının acısını çekip, yasını tutmaya devam et. Fakat bir gün beni ya da çocuklarını merak edersen, gelip sorabilirsin!” Deyip omzunu onun göğsüne vurduktan sonra evin kapısına ilerledi. Bir anda durup yeniden ona döndü ve ekledi.

”Kimi sevdiğin, kimin yasını tuttuğun umurumda değil. Sadece çocuklarımı üzme yeter. Onun dışında ne hâlin varsa gör.” Gözlerini ondan ayırıp merdivenlerin tepesinde konuşmayı dinleyen Süleyman ve Neşe’ye baktı.

”Çocuklar uyumuşlardır. Uykuları bölünmesin. Bu gece burada kalsınlar.” dediği gibi evden çıktı ve kendi evine ağır ağır ilerledi. Kapısının önündeki korumaların kendisine selam verdiğini görse de tepki verecek hâli yoktu ve doğruca evine girip, yatak odasına ilerledi. Odaya girip yatağa bakmaktan kaçınarak banyoya kendini attı ve giysilerini bile çıkarmadan soğuk suyun altına girdi. Bedeni soğuktan zangır zangır titrerken gözyaşlarını akıtmamak için tüm gücünü harcadı.

”Ağlamayacaksın. Seni tanımıyor. Onun için ağlamayacaksın!” Bir süre sonra soğuğa daha fazla dayanamayacağını anlayıp sudan çıktı. Kıyafetlerini çamaşır sepetine fırlatıp bornozunu giydiği gibi giyinme odasına ilerledi ve üstünü giyindi. Bedeni kadar soğuk olan yatağa girmesiyle gözleri yorgunluğuna dayanamayıp kapandı.

Günün aydınlanmasıyla gözleri yavaşça aralanan Bergüzar, bedenindeki ağrıların, halsizliği ve gözlerinin yanmasının ne anlama geldiğini biliyordu. Dün gece buz gibi suyun altında geçirdiği uzun dakikalar ona hastalık olarak geri dönmüştü. Zaten düşük olan vücut direnci buna daha fazla dayanamayıp, isyan etmişti. Herkes, her şey isyan ediyor, bir tek Bergüzar edemiyordu. Bugüne kadar taş olsa orta yerinden çatlardı ama Bergüzar nasıl olduğunu anlayamadığı bir şekilde hâlâ güçlü olduğu yalanına kendini inandırıp, ayakta kalmayı başarıyordu. Yataktan resmen bedenini kazıyarak çıkmayı başardığında doğruca giyinmek için giysi odasına ilerledi. Bedenini taşıyamıyor, sürekli titriyordu. Başındaki ağrı o kadar büyüktü ki gözlerinin içini kıpkırmızı yapmıştı. Aynadaki yansımasına bakıp yüzünün beyazlığını gördüğü anda kendinden korktu. Kendini tanımakta güçlük çekerek, yüzüne renk gelmesi için azıcık makyaj yaptı. Bu sefer makyaj bile onu kurtaramamıştı ama yapacak bir şeyinin olmadığını kabul edip odadan çıktı. Çocukları uyandırmak için odalarına yöneldiği sırada aklına gelen şeyle durup, direk aşağı indi. Kahvaltı masasının hazır olmadığını görünce mutfağa ilerleyip Emine Hanım’ın yanına gitti.

”Günaydın!” sesini duymasıyla bir an duraksadı. Emine Hanım da onun sesiyle korkarak kendisine dönmüş, şaşkınlıkla bakıyordu.

”Kızım! Sana ne oldu böyle? Şeytan görmüş gibi bembeyazsın.”

”Yok bir şeyim. Ben iyiyim de, çocuklar gelmediler mi?” Emine ona dikkatlice bakarken

”Süleyman Bey seni kahvaltı için beklediklerini söyledi.” Demiş, Bergüzar ise evin kapısına ilerlerken

”Tamam.” deyip bahçeye çıkmıştı. Süleyman ve Neşe’nin evine ilerlerken ayaklarını resmen sürüyor, bedenini taşımakta güçlük çekiyordu. Kapıyı çalıp açılmasını beklerken derin bir nefes aldı fakat boğazında hissettiği acıyla gözlerinin dolmasına engel olamadı. Kapıyı açan Tomris gülümseyerek

”Günaydın güzellik!” deyip ona yol verirken, Bergüzar içeriye ilerledi. Tomris ise onun hâlinden bir şeyler olduğunu anlamıştı.

”Sen iyi misin? Hasta gibi görünüyorsun!” onu duymazdan gelip, kahvaltı masasında oturan ailesine baktı. Alparslan masanın diğer ucunda oturuyor ve gözlerini tabağındaki yiyeceklerde gezdiriyordu.

”Günaydın kızım!” diyen Süleyman Bey yanlış anlamasın diye konuşmak zorunda olduğunu bilen Bergüzar, az sonra kopacak curcunaya kendini hazırlayıp

”Günaydın!” diye fısıldadığı an çocuklar ve Alparslan dâhil herkesin başı bir anda kalktı ve gözleri üstüne kilitlendi. Suna Hanım çatık kaşlarla yerinden kalkıp, kendisine yaklaşırken ellerini kaldırıp, kendisine dokunmasını engelledi.

”İyiyim. Bir şeyim yok! Lütfen yemeğine devam et Suna anne!” Suna Hanım olduğu yerde durup, Neşe ve Süleyman’a bakarken Bergüzar gözlerini sakin olmaya çalışarak kapatıp açtı.

”Madem iyisin, yani öyle diyorsun… Tamam! Otur!” Süleyman’ın sert bakışları yüzüne resmen çivilenmişti. Daha önce kendisine böyle baktığını hatırlamayan Bergüzar huzursuzca

”Size afiyet olsun. Şirkete geçmem lazım!” dediği anda Süleyman Bey’in gür sesi evi inletti.

”Sözümü ikiletme Bergüzar!” bir anda odanın içi buz gibi oldu. Kimse nefes almıyor hatta gözünü bile kırpmıyordu. Bergüzar masaya yaklaşıp tek boş yerin Alparslan’ın yanı olmasına içinden söylenerek sandalyeyi çekip oturdu.

”Kahvaltınız bittiyse okula geç kalmayın!” Bu sefer dedelerinin sözleriyle harekete geçen çocuklar oldu. Hepsi sessizlik içerisinde ayaklanıp anne ve babalarını öpmek için yönelirlerken Ayaz ve Yadigâr el ele evin kapısına ilerlediler.

”Sadullah ve Nazlı!” diyen dedelerinin sesinin duyulmasıyla oldukları yerde durdular. Nazlı, dedesine dönerken, Ayaz kılını bile kıpırdatmıyordu. Derin bir nefes alıp sakin olmaya çalışan Süleyman, yeniden

”Sadullah Ayaz!” dedi ama Ayaz yine ona dönmedi. Bergüzar, oğlunun üstüne kitlenen gözlerini bir an bile kırpmadan elini kaldırıp öfkeyle masaya öyle bir çarptı ki Alparslan şok olmuş halde ona bakmıştı. Anında yerinden fırlayıp, kapıya ilerleyen oğluyla kızının önünde durdu.

”Siz ikiniz! Bir daha sözüme ya da başka bir büyüğünüzün sözüne karşı gelirseniz hiç hoş şeyler olmaz! Anladınız mı beni?” diye bağırmasıyla hem Ayaz, hem de Yadigâr’ın ayakları yerden kesilmişti. Daha önce annelerinin onlarla bu şekilde konuştuğunu, hele ki bağırdığını bilmedikleri için yaşadıkları korku da bir o kadar büyük olmuştu.

”Okulda bir kişiye bile ters cevap verdiğini duymayacağım. Yaşadıklarınızı küçümsemiyorum ama unutmayın ki dünya sadece sizin etrafınızda dönmüyor. Yalnızca sizin için değil, bütün aile için zor bir süreç bu. Artık şu naz yapma olayına son verin.” demesiyle kapıyı açıp,

”Akşam yemekte üçünüzü de masada göreceğim!” demesiyle Alparslan’a baktı ve evin kapısını menteşesinden sarsacak şekilde çarpıp çıktı. Alparslan duruma öylesine şaşırıp afallamıştı ki onun sözlerini idrak edemeden, yerinden sökercesine kapattığı kapıya baktı.

”Az önce o bana ne yapmam gerektiğini mi söyledi, yoksa bana mı öyle geldi?” Süleyman oğluna dönüp

”Aile olarak ve ebeveyn olarak yapmanız gerekeni söyledi. Geçmişini hatırlamaman o çocukların senin çocuğun olduğu gerçeğini değiştirmez. Umarım her şeyi hatırladığında büyük pişmanlıklar yaşamazsın aslanım! Daha önceki gibi…” deyip masadan kalktı ve bahçeye çıktı.

   *   *   *

”Babam daha önce diyerek ne anlatmak istedi?” derken gözleri kardeşlerinin üstündeydi.

”Bu senin ilk Bergüzar’a çektirişin değil demek istedi.” Diyen Atilla’nın gözlerinde öfke pırıltıları oynaşıyordu.

”Ne yaptım? Neden yaptım?” sesindeki öfkesi açıkça belli oluyordu ama kardeşlerinin sorulara verecek cevapları yoktu.

”Bunları bize değil Bergüzar’a sor!” diyen Tomris dosyalarını alıp masadan kalkarken,

”Öğleden sonra Bergüzar’ın da katılacağı bir toplantımız var. Hatırlatayım dedim!” diyerek mesajı doğru kişiye iletti ve odadan çıktı.

Bergüzar ise bu sırada bir başka toplantıda yer alıyor ve konuşmaları zor da olsa takip ediyordu. Asistanı Irmak, onun için notlar alırken o ise konuşma yapan kişileri dinlemeye devam etti. Toplantının son bulmasıyla zorla yerinden kalkıp odasına geçti. Başındaki ağrı sabah yaşanan olaylarla iyice çığırından çıkmıştı. Ağrı nedeniyle gözlerinden akan yaşlar sanki vücudunun ona karşı başlattığı isyanın gözle görülür hâli gibiydi. Gözyaşlarını usulca silip önündeki işlere baktı. Bu sırada Irmak elinde sıcacık bir bitki çayıyla yanına gelerek nasıl olduğunu sordu ama kötü olduğu belli oluyordu.

Saatler ilerledikçe Bergüzar’ın durumu ağırlaştı ama inadı tutmuştu bir kere. Yalın Holding’le olan toplantıya girmeden eve gitmeyeceğini söyleyip saate bakmaya başlamıştı. Toplantı saati geldiğinde ofisinden çıkıp asansöre ilerledi. Şirketin ana girişini kullanmak yerine yer altı otoparkına inip, Yalın Holding’in binasına çıkan asansöre ilerledi. Asansöre binip tuşa bastı ve kapıların kapanmasıyla asansör harekete geçti. Yönetim katına adım attığı an başının deli gibi dönmesiyle yanındaki duvara tutunup güç almaya çalıştı. Alparslan’ın asistanının kendisine doğru hızla yaklaştığını fark edince toparlanmaya çalışıp derin bir nefes aldı.

”Bergüzar Hanım, iyi misiniz? Yardım etmemi ister misiniz? Şöyle oturun lütfen!” derken çoktan onu tutmuş ve bekleme alanındaki koltuklara oturtmuştu.

”Alparslan Bey’e haber…” Bergüzar kapattığı gözlerini açıp

”Sakın!” diye fısıldadı.

”Sakın kimseye haber verme.” genç kadın anladığını belirterek başını salladı ve ona bir bardak su getirmek için yanından ayrıldı. Bergüzar, oturup soluklanınca ve suyunu da içince biraz daha iyi olduğunu hissederek ayağa kalktı. Ayağa kalktığında bir an yer ayağının altından kayar gibi oldu ama hemen toparlandı.

”Teşekkür ederim. Bu, aramızda kalsın lütfen!”

”Rica ederim Bergüzar Hanım, ne yaptım ki.” Diyen kadına tebessüm ederken gözü saate takıldı. Toplantıya on beş dakika gecikmişti. Olabildiğince hızlı adımlarla toplantı odasına ilerledi. Kapıyı çalıp içeri girdiği gibi yerine ilerlerken kendi kendine iki kez tökezledi. Durumu fark eden Alparslan başını kaldırıp ona dikkatle bakarken kaşının biri havaya kalkmıştı.

”Gecikmenizin mantıklı bir açıklaması vardır sanırım Bergüzar Hanım!” Kendisine dikkatlice bakıp bedenini süzen gözlerine bakmadan yerine oturan Bergüzar arkasına yaslanıp

”Yok!” demekle yetindiğinde Alparslan gözlerini karşısında oturan kadına dikmişti. Bekletildiği için sinirlendiğini belli oluyordu ve Bergüzar’ın cevabıyla siniri iyice artmıştı. Toplantı daha ilk anından gergin olacağının sinyalini verirken devamı da kimseyi yanıltmadı. İki saatin sonunda Alparslan

”Ben Bergüzar Hanım gibi düşünmüyorum ve buna itiraz ediyorum!” dediğinde Bergüzar’ın gözlerinde oynaşan öfke parıltılarını gördü.

”Şansa bakın ki ben de Alparslan Bey’in düşüncesine katılmıyorum ve itiraz ediyorum!” derken elindeki kalemi sinirle masaya vurmaktan kendini alamamıştı. Toplantı odasında sessiz sessiz oturan Atilla, Tomris ve Ertuğrul ise kopacak kızılca kıyamet için kendilerini hazırlamaya çalışıyorlardı. İkili arasında dakikalarca süren ve gitgide kızışan tartışmayı noktalayan şey Alparslan’ın Bergüzar’a öfkeyle

”Esmer!” demesi oldu. Atilla, Ertuğrul ve Tomris onlara bakarken Bergüzar hızla oturduğu tekerlekli koltuğu geriye itti ve odadan çıktı. Alparslan, onun gözlerinde ilk kez bir duygu görmüş olmanın şaşkınlığını yaşarken, onu neyin bu hâle getirdiğini merak ederek kardeşlerine döndü.

”Birbirimize onca şey söyledik alınmadı da, Esmer deme mi bozuldu şimdi bu kadın?” Sözleriyle Tomris’in bile gözleri dolmuştu. Abisinin neden böyle yaptığını, neden Bergüzar’la normal iletişim kurmak varken durmadan ateş püskürdüğünü anlamıyordu. Hayal kırıklığıyla başını sallayıp yerinden kalktı ve dosyalarını topladı.

”Ben Bergüzar’ın yanına gidiyorum.” Odadan çıkmak üzereyken abisinin

”Ne oluyor ya?” diye soran gamsız sesiyle durdu ve omzunun üstünden baktı. Bu sırada elindeki kalemi ağır ağır çeviren Ertuğrul, Alparslan’ın sorduğu soruya cevap hakkını Atilla’ya bırakmıştı. Atilla’nın bir fısıltı gibi

”Sen Bergüzar’ı Esmerim diye severdin!’’ demesiyle sinir bozucu yüz ifadesi, ifadesizleşti. Odanın kapısında öylece duran Tomris, abisinin içten içe pişmanlık yaşadığını biliyordu ama diline kadar gelenleri de yutmaya niyetli değildi.

‘’Öfken neye kime bilmiyorum ama bildiğim bir şey var. O kadın zaten çok acı çekti, daha fazla acı çektirir ve canını yakarsan karşında beni, hatta hepimizi bulursun.’’ Alparslan duyduğu sözlerle şaşırıp kalmış, kız kardeşine öylece bakıyordu.

‘’Bu oyun değil, sinirlerini bozup durduğun kadın da senin oyuncağın değil. Hatırlamıyorsan bile nazik davran. Nezaket dolu biri olmayı da unutmamışsındır herhalde. O ya da biz, sana anlayışlı olmaya çalışıyorsak keyiflerinden, senin olur olmaz sözlerini duyup kalbimizin kırılması hoşumuza gittiğinden değil. Hatırlamıyorsun, o zaman tanımaya çalış. Sadece karını, çocuklarını değil. Bizleri de tanımaya çalış, çünkü on üç yıl önceki gibi değiliz. Senin hatırladığın hallerimizin üstünden çok sular akıp geçti ve bizler büyüdük. Kendi ailelerimizi kurduk. Eş olduk, anne baba olduk. Lütfen ağzından çıkan sözü de atacağın adımı da düşünerek at. Biz sana yardımcı oluyoruz, sen de bizlere yardımcı ol Alparslan Bey!’’ Kapıyı çarpıp giderken ardında buz gibi olmuş bir adam bırakmıştı. Aklındaki kız kardeşiyle karşısındakinin aynı olmadığını görmek, söylediği sözlerin ağırlığını hissetmek garipti. Elinde büyüyen kız kardeşinden duyduğu ve haklı olduğunu bildiği sözler yüzünün rengini değiştirmiş, al al olmasına sebep olmuştu. Kendinden küçüklere abi olmaya alışıkken onlar tarafından hizaya getirilmek utandırmıştı.

*   *   *

Yemek masasında süren sessizliği bozan Ayaz oldu. Babasının her zaman oturduğu boş yere bakarken

”Hani bu akşam birlikte olacaktık?” diye sordu. Bergüzar ise ne ona, ne de o boşluğa bakıyordu. Gözleri önündeki tabağın yanına işlenmiş yaldızlı desenlerde dolaşırken

”Kimseye zorla bir şey yaptıramayız Ayazcım… Bu babanız bile olsa.” derken sesinin iyice gittiğini fark edip, ilaç içebilmek için önündeki çorbadan birkaç kaşık aldı. Fakat daha fazlasını midesi almayacak olunca masadan kalktı.

”Çocuklar, ben biraz uzanacağım. Eğer uyursam, Saadet ablanızı üzmeden tam vaktinde yataklarınızda olun.” İkisini de başlarını üstünden öpüp üst kata yöneldi. Merdivenlerin tırmanmak o kadar zordu ki ellerini korkuluklara kenetleyerek yatak odasının olduğu kata varmayı başardı ve odasına girip yorgun bedenini yatağa bıraktı.

Ertesi sabah, ondan sonraki sabah ve ondan sonra ki… Günler böyle geçerken Alparslan hâlâ bir şey hatırlayamıyordu. Psikologlarla yaptığı görüşmeler, hipnoz tedavisi… Hiçbiri yanıt vermiyor, bu durum ise adamı daha da agresif, öfkeli ve huysuz birine döndürüyordu. Çocuklar hâlâ onunla konuşmuyor, hatta yanına bile yaklaşmıyordu. Alparslan ise herkesin sözüne, anlatmaya çalıştıklarına rağmen bozuk plak misali ‘hatırlamıyorum’ diyor başka da bir şey demiyordu. Bu sırada güzel olan tek şey ise Toprak’ın doğum yapması ve sağlıkla kızını dünyaya getirmişti. Arda’yla birlikte karar verip adını Işıl koydukları kızlarının, ailelerine yeniden ışığı, ışıltıyı getirmesini umut etmişlerdi.

Bergüzar evinin salonunda oturmuş önündeki dosyalarla cebelleşirken kapının çalmasıyla yerinden fırladı. İşlerine o kadar dalmıştı ki kapı sesi korkmasına neden olmuştu. Yerinden kalkıp kapıyı açtığı an karşısında gördüğü kişiye bakıp kaldı. Onu görmeyi beklemiyordu. Bunca aydan sonra, bir kez bile merak edip gelmediği, eşiğinden içeri adım atmadığı evinin kapısında olması iyi miydi yoksa kötü mü bilemeyen Bergüzar, şüpheyle fısıldadı.

”Alparslan?”

”Rahatsız etmedim umarım!” derken gözleri bir an Bergüzar’ın üstündeki geceliğe takıldı. Tek hamleyle içeri girip kapıyı kapattı ve gözlerine sinirli sinirli baktı.

”Kapının önü, bahçenin her yeri koruma doluyken, gecenin bir vakti çalan kapıyı böyle mi açıyorsun?” Bergüzar karşısındaki adamın bu öfkesine bir an anlam veremeyip, ne dediğini anlamak için üstüne baktı ve aklı başına geldi. Çalışırken üstündeki sabahlığı çıkarıp koltuğun üstüne atmıştı. İşin en ilginç yanı da şu an onun karşısında poposunu zar zor örten şortu, göbeğini ve sırtında dövme olan kısmı açıkta bırakan askılı üstüyle öylece kalakalmış olmaktı. Alparslan’ın gözleri üstünde dikkatle gezinirken, göbeğindeki piercinge takılınca Bergüzar’ın gözlerinde merak pırıltıları oynaştı. Her zaman hoşuna giden bu ayrıntıya tepki verip vermeyeceğini düşünürken, Alparslan’ın bir adım geri giderek uzaklaşması beklemediği bir hareketti.

”Biraz… Konuşabilir miyiz?” dediği gibi ardına bile bakmadan salona ilerledi. Bergüzar birkaç saniye ona arkasından baktıktan sonra derin bir nefes alıp salona girdi. Alparslan şöminenin önüne yürüyüp, yanan ateşi izlerken Bergüzar koltuğun üstündeki sabahlığına uzanmış, üstüne geçirmek için hamle etmişti. Fakat farkında olmadan Alparslan’a sırtını dönmüş ve o muhteşem dövmesini görmesini sağlamıştı. Adam birkaç saniye içinde sabahlığın altında kalan dövmenin olduğu yere dikkatle bakarken Bergüzar’a yaklaştı ve tam arkasında durdu. Bergüzar onun bedeninin varlığını hissederek gözlerini kapatırken ensesine değen parmaklar sabahlığını yavaşça omuzlarından aşağı indirdi.

”Hiçbir erkek, karısının bedeninde bu kadar güzel duran bir dövmeyi unutamaz sanırım… Fakat ben hatırlayamıyorum!” fısıldayarak söylediği her kelime Bergüzar’ı cayır cayır yakıyordu. Saçlarını topuz yapmak için kullandığı kalemin bulunduğu yerden usulca çıkarıldığını hissederken nefesinin kesileceğini sandı. Alparslan, kalemi çekmesiyle dağılarak aşağı doğru salınan saçların yüzüne değişini ve sakallarına dokunuşunu hissettiği anda irkildi. Burnunu kadının boynuna gömüp kokusunu ağır ağır, hatırlamak ister gibi içine çekerken ciğerleri alev alev yandı sanki.

”Esmer…” Bergüzar’ın gözlerinden bir damla yaş sessizce döküldü.

”Hatırlamak için çok uğraştım ama olmuyor. Yapamıyorum… Bu durum bizden çok çocuklarımızı paramparça ediyor. Onların öfkeli bakışları canımı yakıyor.” derken Bergüzar bu konuşmanın nereye gideceğini anlamıştı. Zar zor nefes alıp onu en kıymetli şeyiymiş gibi tuttu.

”Hatırlamak yerine sevmeye çalışsaydın belki bu hâle gelmezdik… Aklından silinmiş olabiliriz ama kalbin hâlâ sevdiğim adama ait.” deyip susarken Alparslan’ın aldığı kesik kesik nefesleri dinledi.

”Senin gibi güzel bir kadın… ” Bergüzar onu dinlemeye daha fazla dayanamayacağını anlayıp

”Ne söyleyeceksen hemen söyle!” diye fısıldadı. Bunu yüksek sesle söylemeye cesareti de gücü de yoktu.

”Boşanalım!” işte hayatında Alparslan’ın ağzından duyacağına hiç inanmadığı o sözü duymuştu. Sabahlığını düzeltip, buz gibi olan bedenini zorla hareket ettirerek ona döndü. İlk kez akan gözyaşlarını durdurmuyordu. O görecek diye saklanmıyordu. Kahve ve yeşil gözler hayal kırıklıklarıyla birbirini bulduğunda Bergüzar parmak uçlarını onun sakallı yüzüne dokundurdu. Avuç içlerine batan sakalları umursamadan yüzünü aylar sonra severken, Alparslan gözlerini yavaşça kapattı ve bir damla yaş süzülüp tam Bergüzar’ın kalbinin üstüne düştü. Ayak parmakları üstünde hafifçe yükselip dudaklarını onun dudaklarına dokundurduğu an yüreği alev aldı sanki.

Biraz tereddüt dolu da olsa Alparslan’ın elleri de onun yüzünü sımsıkı tutmuş, dudakları ona eşlik ediyordu. Öpmüyor, sadece birlikte soluk alıyorlardı. Alparslan’ın elleri yüzünden omuzlarına ilerleyip sabahlığı omuzlarından aşağı itti. Ardından da bir eli göbeğindeki piercinge diğeri ise dövmesine dokundu. Bergüzar bir an soluğunu tutup gözyaşlarıyla onun bu yaptığına gülünce Alparslan duraksamıştı.

”Bu yaptığın, hâlâ aynı Alparslan olduğunu kanıtlıyor aslında. Seninle son kez sevişmeyi çok isterdim ama sen başka bir kadını sevdiğini söylerken bunu kendime yapamam. Madem öyle olmasını istiyorsun… Boşanalım!” dedi. Birkaç adımda ondan uzaklaşıp yüzüne bakmaktan kaçınarak

”Sadece çocuklar kendilerini toplayana kadar beklemeni istesem…”demişti. Alparslan başını sallayıp

”Tabi ki… Bundan sonrası sadece onların iyiliği için olacak.” deyip son kez gözlerine baktı ve evin kapısına yöneldi. Bu sırada üst kata uzanan merdivenin duvarında asılı olan fotoğraf çerçevelerini görüp duraksadı ve oraya doğru yürüdü. Küçük karelerden oluşan, yüze yakın fotoğraflara bakarken Bergüzar onu sessizce izliyordu. İtalya, Amerika, Fransa, Avustralya gibi birçok ülkede çekilmiş fotoğrafları, ülkelerinde gezdikleri şehirlerin fotoğrafları takip ediyordu. Ankara, İstanbul, Muğla, Şanlıurfa, Trabzon… Alparslan gezmeyi seven bir adam olduğunu bile bilmiyordu. Onun bildiği tek şey Ankara’daki o koca şirkette çalışmak, çalışmak ve çalışmaktı. Fotoğraflara bakmaya devam ederken kendi düğünlerini, kardeşlerinin düğünlerini, çocuklarının doğumlarını, Bergüzar’ın kocaman göbeğiyle verdiği hamilelik pozlarını görmüştü. Duvarda O kadar çok anı vardı ki… Alparslan hepsine tek tek dakikalarca baktı.

”Bu eve daha önce neden girmediğimi şimdi anladım galiba… Gülmeyi bilmeyen bir Alparslan olarak bu kapıdan girmem sizlere haksızlık. Ben… Ben hiç böyle güldüğümü bilmiyorum. Hatırlamıyorum!” Bergüzar yavaşça ona yaklaşıp yaşlı gözlerle gülümseyerek yüzüne baktı ve yanağını hafifçe okşadı.

”Ama ben biliyorum…” Alparslan, duvardaki fotoğraflara ve karşısında duran kadına baktı.

”Niye kabul ettin? Boşanmayı!” Sorusuyla Bergüzar yine gülümsedi.

”Çünkü artık seni üzgün görmek istemiyorum. Her geçen gün daha da üzülüyorsun biliyorum. Ben, senin omuzlarına yük olmak için evlenmedim Alparslan. Seninle bir ömrü paylaşmak, mutlu olmak, her zorluğu aşmak için evlendim. Fakat bir gün o zorluğun kendim olabileceği hiç aklıma gelmemişti… Sana kızgın ya da kırgın değilim… Yüzünü güldürmek, onunla birlikte gülmek, mutlu etmek ve mutlu olmak için evlendiğim adamın üzüldüğünü görmeye daha fazla dayanamam. Onun için kabul ettim.’’ Deyip bir an sustu ve zar zor yutkunarak sözlerine devam etti. Fısıltıyla.

‘’Çünkü sen olsan da olmasan da ben hep seni seveceğim…” derken gözlerinden aralıksız inen yaşlara daha fazla dayanamayan Alparslan kollarını ona sararken, gözyaşlarının gömleğini ıslattığını hissediyordu.

”Bir insan böyle sevebilir mi?” Bergüzar’ın dudaklarından kopan iç çekiş, yüreğini paramparça ederken kulağına söylenen sözleri dinledi.

”Sen bir de kendini görseydin…” sözleri Alparslan’ın bile direncini kıran son sözler olmuştu. Dakikalarca birbirlerine sarılıp ağladılar. Bergüzar severek ayrılmanın acısını yaşarken, Alparslan hatırlayamadığı her ânına, unuttuğu on üç yılına ve kolları arasında tuttuğu kadına ağlıyordu.

Uzun süre sonra birbirlerinden ayrılıp evin kapısına geldiler ve son kez gözleri buluştu. Bu sırada Bergüzar sol yüzük parmağındaki alyansı ve sağ yüzük parmağındaki kendine özel hazırlanan yüzüğü çıkarttı. Alparslan da uyandığı günden beri yabancıladığı için takmaktan kaçındığı ve sadece toplu ortamlarda kullandığı alyansını parmağından çıkarttı. Karısının uzattığı yüzükleri usulca alırken

”Elbet bir gün buluşacağız…” diyen Alparslan’ın sözlerini Bergüzar tamamladı.

”Bu böyle yarım kalmayacak…’

 

ESMERİM – ABRE / 20.BÖLÜM’ü Okumaya Devam Et.

error: Content is protected !!