20.BÖLÜM

Alparslan ve Bergüzar’ın yaptıkları konuşmanın üstünden günler geçmişti ve bu sürede hiç karşılaşmamışlardı. Alparslan o günden beri evinden çıkmamıştı. Sitede boş duran evlerden birine yerleşmiş, yalnızlığın garip hissiyle baş etmeye çalışıyordu. Günlerdir avuçlarında tuttuğu yüzüklere bakarken gözünden akan yaşlara engel olmadı. Kendisini böylesine seven bir kadına acı çektirdiği için duyduğu öfkesiyle baş edemiyordu. Tedaviler, ilaçlar hiçbiri işe yaramıyor, tek bir anısını bile hatırlayamıyordu. Bergüzar ve çocukların canını nasıl yaktığının farkındaydı ama onun da canı yanıyordu. Bir boşluğun içerisinde oradan oraya sürüklenirken, değişen her şeye adapte olmaya çalışmak çok zordu. Gözlerini kapatıp ağrıyan başını ovuştururken birkaç gün önce kardeşleriyle yaptığı konuşmayı hatırladı.

‘’Hatırlamıyorum diyorsun. Başka da bir şey demiyorsun abi. Tamam, hepimiz hatırlamadığını biliyoruz. Durumun ne kadar zor olduğunun da farkındayız ama… Hatırlamıyorum demek yerine, karını ve çocuklarını tanımaya çalışsan belki her şey daha kolay olur. Onlardan kaçmak, saklanmak yerine yeniden tanışsana.’’ İşte bu sözler Ertuğrul, Atilla ve Tomris’e aitti. Hem kardeşlerinin, hem Bergüzar’ın o gece söylediği sözleri çok düşünmüştü ve hepsinin söylediklerinde ne kadar haklı olduğunu anlamıştı. Anlaması biraz zamanını almıştı ama anlamıştı. Hatırlamanın dışında asıl yapması gereken, yeniden sevmeyi öğrenmekti ve Alparslan bunu öğrenmeye başlayalı birkaç gün oluyordu.

Kafasındaki zamanı rafa kaldırıp, şimdiki zamana odaklanmaya çalışarak uyandığı gün, en şık takım elbiselerinden birini giydi, kravatını bile özenle bağlayıp evinden çıktı. O gün o evden çıktıktan sonra yaptığı tek şey Bergüzar’ı ve çocukları uzaktan uzağa izlemek olmuştu. Bergüzar’ın iş yerinde ve aile arasındaki davranışlarını, oturup kalkmasını, konuşmasını izlemişti. Bir de merakına yenik düşüp onun eğitim ve iş hayatındaki geçmişini araştırmıştı. Doçent Doktor unvanına sahip bir akademisyen olduğunu görünce hem şaşırmış, hem hayranlık duymuştu. Farkına bile varmadan yine onun zekâsından, çalışkanlığından etkilenmişti. Güzelliği ise zaten su götürmez bir gerçekti. Güzel kadındı, etkileyici, insanı kendine çeken bir yanı vardı. Arada tebessüm ederken yakaladığı kadının çok merak ettiği gamzelerini ise daha görme şansına erişememişti.

İşte kendine çizdiği bu yolda yürüyüp, düşe kalka da olsa ilerlemeye çalışırken eve döndüğü bir akşam içinde doğuveren cesarete tutunup evden çıktı ve soluğu Bergüzar ve çocukların yaşadığı evde aldı. Aslında kendi evinde! Anlam veremediği, akıl erdiremediği ancak kalbini dolup taşıran bir his sürekli ona Bergüzar’ı görmesi gerektiğini fısıldıyordu. Bu yüzden sürekli onu izliyor, gözlemliyordu. Her gün daha fazla görmek, daha fazla tanımak isteği doğuyordu sanki. Çünkü boşanalım dedikleri o gece, kadının gözlerinde gördüğü şeyin ne olduğunu anlamıştı. Aşktı bu. Hem de öyle gelip geçici bir aşk değildi. O gururlu, dik duruşun altında yatan, ancak gözlerinden atamadığı, gözüyle, bir bakışıyla sevecek kadar büyüktü sevdası. Alparslan’ı o bakışları vurmuştu sanki. Hem de tam kalbinden. Hayran kalmıştı karşısındaki kadına. ‘Seninle son kez sevişmeyi isterdim.’ Demişti. Sonra da Otuz üç yaşındaki Alparslan’la, kocası Alparslan’ı aldatmak düşüncesinden bile kaçmıştı. Aslında aynı adamdı, aynı beden, aynı kokuydu. Kim bilir o güne kadar tenleri, bedenleri kaç kere bir olmuştu. Ama karşısında duran adamla kocasının aynı olmadığını biliyor, kocasını incitmeyi ise aklından geçirmiyordu. Bu sadakat de Alparslan’ı etkileyen, kalbinde anlamadığı o kıpırtıyı başlatan en büyük etkenlerden biriydi. İşte bu hislerle geldiği evin kapısını Emine Hanım’ın gülümseyerek açtığında içeri tereddütle girdi.

”Bergüzar burada mı?” Emine Hanım ona gülümseyerek

”Hayır oğlum, daha gelmedi.” Dedi ve ekledi.

”Ama çocuklar odalarında!” Alparslan usulca başını sallayıp çocukların odasına ilerlerken sırtından akan buz gibi teri hissediyordu. Emine Hanım ise ona arkasından bakarken aklına gelen şeyle

”Soldaki ikinci kapı Ayaz’ın, üçüncü kapı Yadigâr’ın odası evladım!” diye ona seslendi. Alparslan, Ayaz’ın odasının önünde durup bir süre cesaretini toplamayı bekledi. Derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı usulca çalıp Ayaz’ın ”Girin!” demesiyle içeriye doğru başını uzattı.

”Ayaz… Biraz konuşabilir miyiz oğlum?” Oğlum… Ağzında yabancı durmuştu ama sadece ağzında yabancı durmuştu. Hızla atan kalbini sakinleştirmeye çalışırken çalışma masasının başında oturmuş bir şeylerle uğraşan Ayaz’a uzaktan baktı. Sesini duymasıyla kaskatı olan bedenini fark ederken, sabırlı olması gerektiğini kendine hatırlatıp odaya adım attı. Yavaşça Ayaz’ın yanına ilerleyip onun yanına sandalye çekti ve oturdu. Birkaç dakika sessizce varlığına alışmasını bekledikten sonra ne diyeceğini bilemese de söze başladı.

”Ben… Ben seninle tanışmak istiyorum.” demesiyle Ayaz’ın şaşkın gözleri babasına dönmüştü.

”Ama bizi sen unuttun!” Alparslan tereddüt etse de bir cesaretle elini oğlunun başına uzattı ve saçlarını usulca okşadı.

”İsteyerek yapmadım babacım. Özür dilerim. Size bunları yaşattığım için çok üzgünüm.” derken Ayaz’ın masada neyle uğraştığını fark etti ve anında gözlerine yaşlar doldu. Ailecek çekilmiş bir fotoğrafa bakıyordu.

”Mesela bu fotoğrafımızın nerede çekildiğini bana anlatarak başlayabiliriz.” diye yeniden konuştu. Ayaz babasının gözlerinde gördüğü akmaya hazır yaşların gerçekliğine inanamayarak elini ona doğru uzattı ve gözlerine dokundu. Alparslan onun bu hareketiyle gözlerini kapatıp zar zor nefes alırken, yanaklarını ıslatan yaşları iki küçük el sildi. Bunlardan birinin Yadigâr’a ait olduğunu anlaması ise güç olmadı. Gözlerini yavaşça açıp karşısında duran iki küçük cana bakarken,

”Bana yardımcı olur musunuz?” diye sorduğunda Ayaz ve Yadigâr başlarını sallayıp bir anda boynuna atıldılar. Aslında çocukların böylesine küçük bir adım beklediklerini nasıl anlayamamıştı? Kendine kızarken aklına gelen şeyle buruk bir şekilde gülümsedi. Çünkü baba olmanın nasıl bir duygu olduğunu hatırlamadığı aklına gelince, gözünden bir damla daha yaş süzülüp çocuklarının saçına kondu. Ayaz ve Yadigâr onun dizlerine oturup başladılar tüm anılarını sırayla anlatmaya…

Akşam iş çıkışı eve gelen Bergüzar içeri girdiğinde kulağına dolan kahkaha seslerini duyunca şok oldu. Şaşkınlıkla Emine Hanım’a bakıp

”Ne oluyor?” diye sorarken, kadının yüzündeki mutluluğu görmemek imkânsızdı.

”Salondalar!” Bergüzar usulca salona doğru ilerlerken

”Kimler salondalar?” diye sordu ama gördüğü manzarayla hem cevabını aldı, hem de ağzı şaşkınlıktan açık kaldı. Alparslan ve çocukların yüzleri krema içerisinde kalmıştı ve çocuklar babalarının o hâline bakıp katıla katıla gülüyorlardı. Bergüzar gülmemek için kendini sıkarken

”Bensiz nasıl Pie Face oynarsınız?” diye salona girmesiyle Alparslan’ın şaşkın bakışlarının kendisini bulması bir oldu. Yerdeki sehpanın son boş kalan kenarına oturup dikkatle çocuklara baktığı anda aklı başına geldi.

”Alparslan… Bu şam şeytanları ne diyerek seni bu oyunu oynamaya ikna ettiler?” Alparslan dikkatle Bergüzar’a ve çocuklara baktı ve kendine inanamayan bir ses tonuyla

”Ben bu oyunu çok seviyormuşum!” demesiyle Ayaz ve Yadigâr’ın salondan koşarak kaçması bir oldu.

”Bu doğru değil, değil mi?” diye sormasıyla Bergüzar kahkahalarını daha fazla tutamadı ve katıla katıla gülmeye başladı. Başını ‘hayır’ anlamında sallarken, ayağa kalkan Alparslan salonun girişinde kendisini gözetleyen iki çocuğa doğru hızla koşmaya başladı. Ayaz ve Yadigâr çığlık çığlığa bahçede koşularına devam ederken, yüzü kremadan görünmeyen Alparslan’ın dışarıya çıkmasıyla korumalar önce ufak çaplı bir şok yaşadılar. Ardından da gülüşlerini saklayabilmek adına başlarını onun aksi tarafa çevirdikleri an Alparslan’ın aklı başına geldi. Yüzü krema kaplıydı.

Bahçede resmen depar atan Ayaz çoktan dedesinin evinin kapısına varmıştı. Ancak Yadigâr havuzun başında babasına bakıp gülmekle meşguldü ve Alparslan bunu fırsat bilerek ona doğru yöneldi. Nazlı Yadigâr’ın şen kahkahaları kulağında melodi gibi tınlarken, küçük kızın kendisinden kaçmak için havuza atlamasıyla şok oldu.

”Yadigâr!” diye ortalığı inleten sesi korkusunun kanıtıydı. Tam havuza atlamak için hamle ettiği sırada kendisini tutan Bergüzar’a endişeyle baktı.

”Bıraksana Bergüzar!” Bergüzar onun bu hâline gülümseyip, havuzu gösterdi. Nazlı Yadigâr, havuzun soğuk suyuna rağmen gülerek içinde yüzüyordu. Alparslan bir kızına, bir de Bergüzar’a baktı.

”Bir buçuk yıldır dalış ve yüzme eğitimleri alıyor. Korkulacak bir şey yok… Aslında var…” demesiyle sesi yükseldi.

”Yadigâr çabuk çık o sudan. Hasta olacaksın!”

 *   *   *

Alparslan duş alıp, üstünü değiştirdikten sonra çocuklarının daveti üzerine elinde bir demet çiçekle kapıyı çaldı. Bergüzar kapıyı açıp ellerinde çiçeklerle kendisine mahcup bir gülümsemeyle bakan kocasına baktı. Gülmemek için dudaklarını kemirirken

”Elim boş gelmeyeyim dedim!” deyişiyle kadının yüzünde görülesi bir gülümseme belirdi ve Alparslan o çok merak ettiği gamzelerini ilk kez net olarak gördü.

”Hoş geldin. Çok kibarsın!” derken ellerindeki çiçekleri aldı. İçeri geçmesi için onun önünden çekildi. Alparslan’ın değişmeyen kendine has kokusu ve parfümü burnuna dolarken, gözlerini kapamaktan kendini alamamıştı. Çenesini hafifçe kavrayan parmaklar ve bir anda yanağına konan öpücüğün şaşkınlığıyla gözlerini aralarken

”En çok beyaz gülleri seviyormuşsun. Çocuklar öyle dedi…” Diyen binbir duyguya bürünmüş o sesi dinledi. Alparslan yüzündeki çapkın gülümsemeyi gizlemeden yemek masasının hazır olduğu odaya geçerken, Bergüzar ardından öylece bakakalmıştı. Şaşkınlığını üstünden atıp, çiçekleri vazoya koyarak masaya geldi ve yerine oturdu. Aylar sonra hep birlikte yedikleri yemeğin ardından çocuklar uyumak için odalarına çıkarlarken Alparslan salona geçip oturmuştu. Bergüzar da birkaç dakika sonra elindeki şarap kadehleriyle içeri girip, kadehlerden birini ona uzattı ve onun oturduğu koltuğun diğer ucuna yerleşti.

”Çocuklar birçok şey anlattılar ama ben senden de bir şeyler dinlemek istiyorum… Bizimle ilgili…” Bergüzar’ın gözleri bir anlık şaşkınlıkla Alparslan’ı buldu.

”Emin misin?” Alparslan ona tebessüm edip,

”Evet! Sanırım bu adımı atmak için geç bile kaldım.” diye fısıldadığında Bergüzar derin bir nefes aldı.

”Senden hiçbir şeyi gizlemek istemiyorum…” Adamın yüzünde oluşan tereddüt açıkça belli oluyordu.

”Gizleme o zaman!” dediğinde Bergüzar sözlerine zor da olsa başladı. Tanıştıkları zaman yaşananları nasıl anlatacağının korkusu yıllar sonra yine yüreğine çöreklenmişti.

”2015 Yılının Nisan ayında Ender Açıktan’ın tehditleriyle senin yanında işe girmek zorunda kaldım!” Alparslan elindeki kadehi sehpaya bırakırken yudumladığı içkiyi zorla yuttu ve şaşkınlıkla ona döndü.

”Ne?”

”Şşşş… Sadece dinle. Lütfen!” demesiyle başını sallayıp hikâyelerinin geri kalanını dinlemeye başladı. Annesinin onları terk edip, Eşref Hulusi Açıktan ile evlenmesini, yetimhanede geçen yılları, Toprak’ın hastalığını, onunla tanışmasını, yapması gereken ama yapmadığı hırsızlığı, Toprak’ın öldüğünü sandıkları zamanları ve Ayaz’a hamileliği sırasında küs geçirdikleri günleri bir bir anlattı.

”O kadar öfkeliydin ki herkese, her şeye saldırıyordun. Tabi en çok da bana. Çünkü en yakınında ben vardım ve öfkeni, acını, hayal kırıklığını benden çıkarıyordun.” deyip bir süre sustuğunda Alparslan uzun uzun onun gözlerine baktı.

”Neden çekip gitmedin? Neden onca çileye rağmen benimle kaldın?” Bergüzar başını koltuğu yaslamış Alparslan’a bakarken hüzünlü bir gülüş dudaklarında belirdi.

”Sen hiç, birinin gözlerinde yaşadığını hissettin mi?” Alparslan ona ve sevgisine hayranlıkla bakıyordu. Gözlerindeki hüzne inat, dudaklarındaki gülümseme kalbini ağzına getiriyordu.

”Diyelim ki boşandık. Ya her şeyi hatırlarsam… O zaman ne olacak?” bu soru Bergüzar’ı güldürdü. Alparslan ise neden güldüğünü anlamaya çalışarak ona bakmaya devam etti.

”Önce kendine, sonra bana ve tüm aileye kan kusturacaksın. ‘Hadi ben salaklık ettim ve senden boşanmak istediğimi söyledim. Sen bunu nasıl kabul ettin bebeğim?’ diye soracağına kalıbımı basarım.” Alparslan bu sözlerine  gülümseyip ceketinin iç cebine uzandı ve yüzüklerini çıkardı.

”On üç yıl sonraki Alparslan’ı kızdırmak ve salak olduğumu düşünmesini istemiyorum.” bir süre sustu ve sözlerine devam etti.

”Sana bakarken tam şurada bir şeyler oluyor… Ben galiba, seni unutan aklımı değil, seni seven kalbimi dinlemeyi öğrendim. Ve o kalp bana, sana tekrar âşık olabileceğimi söylüyor.” Bergüzar, onun söylediği şeylere o kadar şaşırmıştı ki ne yapacağını bilemeyerek koltukta doğruldu ve oturuşunu dikleştirdi. Bir süre önünde duran büyüklü küçüklü alyanslara ve Ertuğrul’un tasarımı olan siyah taşlı yüzüğüne baktı.

”Biz bu yüzükleri takmak, seninle bir yuva kurmak için çok savaştık. Çok badire atlattık. Herkes düğünümüze ‘peri masalı’ dedi ama o masalı gerçek yapan acıları hiç bilmediler.” gözünden bir damla yaş firar edip yüzünden süzüldü.

”Ama en önemlisi ne biliyor musun Alparslan Yalın…” Alparslan başını sallarken

”Ne?” diye fısıldadı.

”Biz çok sevdik… O yüzükleri bir anda çıkarıp atıp, sonra da hiçbir şey olmamış, kalplerimiz kırılmamış, hayallerimiz yıkılmamış gibi kolayca takamayacak kadar çok sevdik.” Alparslan aldığı cevapla şaşkına dönüp ayaklanırken salonda birkaç tur attı ve Bergüzar’ın dizlerinin önüne çöktü. Tam ağzını açacaktı ki Bergüzar’ın sözleri, sözlerinin celladı oldu.

”Sana bir şey söylemek istiyorum.’’ Durup soluklandıktan sonra devam etti.

‘’Bir süre Amerika’daki şirketin başında olacağım. Bu süre içinde çocuklarla ilgileneceğine inanıyorum. Lütfen onlarla bu evde kalır mısın? Düzenlerinin daha fazla bozulmasını ve bocalamalarını istemiyorum.” Alparslan zorla nefes alıp

”Ne kadar bir süreden bahsediyorsun?” diye sorduğunda Bergüzar’dan cevap gelmesi uzun sürdü.

”En az üç ay, en fazla bir yıl.” demesiyle Alparslan’ın yüreğinde bir şeyler koptu sanki. ‘O da gidiyor’ diye aklından geçirirken panik ve korku duygusu yüreğine çöreklenmişti. Gitmesini, uzaklaşmasını istemiyordu. O giderse ne yapacağını bilemiyordu. Onu kendinden uzak tutmaya çalışsa da günlerdir izlediği kadının iyi hissettiren, güvende hissettiren varlığından ayrı kalmak istemiyordu. Belki bencilce bir düşünceydi ama Bergüzar’ı uzaktan izlemek bile iyi hissettiriyordu. Tahmin etmediği kadar iyi. Onu ikna etme umuduyla aklını toplamaya çalışıp, gözlerini gözlerine dikti.

”Herkes bir şansı daha hak eder… Esmerim!” demesiyle Bergüzar’ın eli havaya kalkıp hızla Alparslan’ın yüzüne indiğinde salonun duvarları o sesle dalgalandı sanki.

”Sakın bana… Esmerim deme! Onu bana söyleyen adamın her Esmerim dediğinde gözlerindeki aşkı gördüm ben. Bana af dileyen gözlerle bakarken o kelimeyi söyleme. Çünkü onu söyleyebilmek için önce gerçekten âşık olmalı, sonra da o aşkı iliklerine kadar hissetmelisin Alparslan Yalın!” Alparslan gözlerini ve duyduklarının acıdan kaskatı olmuş yüzünü yavaşça ona çevirdi.

”Benim aynı Alparslan olmadığımı mı düşünüyorsun?” Aslında öyle düşündüğünü biliyordu ama bir de cevabı ondan duymak istemişti. Bergüzar ise onun bu sözlerine gülüp sanki az evvel vurmamış, yanağında tokat izi bırakmamış gibi yüzünü şefkatle avuçlarının arasına aldı.

”Gözlerin Alparslan, gözlerin… Sevdiğim, âşık olduğum, canımı istese tereddütsüz vereceğim adam gibi, kocam gibi, sevgilim gibi, canım gibi bakmıyor. Aynı Alparslan olmadığını düşünüp, düşünmemek değil bu… Ben aynı adam olmadığını gözlerinde görüyorum.” Alparslan derin ve titrek bir nefes aldı.

”Peki ya inandırırsam?” Bergüzar hâlâ avuçları arasında tuttuğu yüzü sakince severken,

”Önce çocuklarını inandır Alparslan… Çünkü ben sana ikinci bir şansı yıllar önce vermiştim. Sen o günleri unuttun ama çabalamak senin elindeyken elinden geleni yapmadın. Omuzlarıma öyle bir yük bıraktın ki ben o yükün altında ezildim. Çocuklarıma hayatımda ilk kez, hem de defalarca bağırdım. Ben onları bağırmak için değil, sevgiyle sarıp sarmalamak için dünyaya getirdim. Sen, benim tüm umutlarımı defalarca söylediğin can yakan sözlerinle, yüreğimden kanata kanata söküp aldın.” Alparslan bacaklarının bedenini taşımadığını hissederek kendini yere bıraktı. Sırtını arkasında duran orta sehpaya dayarken, dizlerini kendine çekip ellerini saçlarının arasından geçirdi.

”İnsan umudu olmadan yaşayamaz. Onun için… Ben hayatımın geri kalanına Bergüzar Özden olarak devam etmekte kararlıyım!” Alparslan’ın korku, şaşkınlık ve acıya bulanmış bakışlarıyla gözlerinden yeniden yaşlar süzülürken çocukları düşünmeden edememişti.

”Çocuklar… Gidişinle ilgili onlara ne diyeceğiz?” Bergüzar derin bir nefes alırken sırtını koltuğa yasladı ve gözlerini kapattı.

”Sömestr’da yanıma gelebilirler, tabi ben de sık sık gelmeye çalışırım. Şu an orada olmam gerek, bunu anlayacaklarını umuyorum. Çünkü daha önce de defalarca işimiz sebebiyle onlardan ayrı kaldık.” Alparslan doldurduğu şarap kadehindeki içkiyi tek seferde içtikten sonra tıpkı Bergüzar gibi koltuğa kendini bıraktı.

”Ne zaman gidiyorsun?” Bu soruyu o kadar korkarak sormuştu ki sesindeki o tınıya kendisi bile inanamamıştı.

”Özden Holding’in kuruluş yıldönümü için düzenlenen partiden sonra…” tarihin bu kadar yakın olduğunu fark eden Alparslan ne yapacağını bilemeyerek yüzünü ovuşturdu ve sebepsizce gülümsedi. Kendi gülümsemesine şaşırırken başını yana çevirip, Bergüzar’a baktı. Elini yavaşça uzatıp parmak uçlarıyla kadının yüzünü severken, gözleri buluştu.

”O fotoğraflardaki gülüşlerimin sebebini şimdi anladım…” Bergüzar ona yorgun bir tebessüm ederken

”Neymiş?” diye sordu.

”Sende şeytan tüyü var kadın… İnsanı kendine çekiyorsun. Güzelliğin karşısında insanın nutku tutuluyor ve ben senin ruhuna karışıp, hiç bilmediğim diyarlarda dolaşmaya başladım. Elimi tutmazsan yönümü kaybetmekten korkuyorum.” derken gözyaşı yanağını ıslattı. Bergüzar da tıpkı onun gibi ağlıyordu ama kalkanlarını indirmeye de hiç niyeti yoktu.

”Ben ne olursa olsun, hep buradayım. Eğer onu dinlersen o sana yol gösterecektir.” derken bir eli Alparslan’ın yüzüne dokunan elini tutuyor, diğer eli ise kalbine dokunuyordu. Adam usulca ona yaklaşıp alnında uzun uzun öptü ve boynuna yaklaşıp kokusunu içine çekti.

”Yorgun görünüyorsun. Hadi uyu artık.” dedikten sonra ayağa kalktı ve sehpaya bıraktığı yüzüklerin içinden alyansını alıp, hiç tereddütsüz sol yüzük parmağına geçirdi.

”Bu benim kararımdı. Senin kararını ise merakla bekliyorum ama bunu ısrar olarak algılama. Ne yapmak istersen, ne karar verirsen ben hep yanında olacağım Bergüzar Yalın!” deyip kadının yüzünü kavradı ve gözlerine baktı. Dudakları çok kısa bir kavuşma yaşarken alınları birbirini buldu. Alparslan, onun gözünden düşen yaşları usulca silip, yeniden alnını ve saçlarını öptü.

”İyi geceler.”

*   *   *

Alparslan o gece yaşananları kardeşlerine anlatmış, onlardan akıl ve destek almıştı. Aklı fikri, çok yakında gidecek olan kadındaydı. Karısında. Özden Holding için kuruluş yıldönümü partisinin hazırlıkları hız kesmeden devam ederken Bergüzar ise nefes almadan çalışıyordu. Şirketteki koşturmacadan epey yorulup eve birkaç saat erken gelen Bergüzar, çocukların yokluğunu fırsat bilerek valizini hazırlamaya başlamıştı ki çalan telefonun sesi bunu böldü.

”Efendim Irmak.”

”Merhaba Bergüzar Hanım, Tevfik Bey ile toplantınızın bu akşam saat sekizde olduğunu hatırlatmak için rahatsız ettim.” dediğinde aklından uçup giden bu ayrıntıyı unuttuğunu fark etti.

”Teşekkürler Irmak! Kolay gelsin.” diyerek telefonunu kapatıp saate baktı. Çocuklar neredeyse okuldan gelmek üzereydi.

Hazırlanmak için ise bir saati kaldığını fark edip doğruca duşa ilerledi. Duştan çıktığı gibi kendini dolaplarının önünde buldu ve akşam için giyebileceği bir şeyler bakmaya başladı. Gece mavisi, hayli iddialı elbisesinde karar kılıp giyindi ve aynadaki yansımasına baktı. Elbisenin derin göğüs ve sırt dekoltesine yeniden göz atarken, dövmesine bakmaktan kendini alamadı. Aynaya yeniden yüzünü dönüp, sol göğsünün üstündeki kumaşın bitiminde başlayan imzaya bakarken parmaklarıyla kumaşı çekti ve aynadaki yansımasından Alparslan’ın kalbinin üstündeki dövmesine gülümseyerek baktı. Bu dövmeyi Alparslan kaza geçirdikten sonra, derin uykuda olduğu bir gece, iyi dövme yaptığını bildiği birinin kapısına dayanarak yaptırmıştı.

Düşüncelerinden arınıp saçlarını ensesinde topuz yaptı ve altın rengi topuklu ayakkabılarını giydikten sonra makyaj masasının başına geçti. Gözlerinin iç kısmının her yerini siyah kalemle geçti ve kahveliği ortaya çıkan göz bebeklerine dikkatle baktı. Makyajını tamamlayıp yeniden ayağa kalktığı sırada odadan içeri giren çocukların ona hayranlık dolu bakışlarına gülümseyip göz kırparken Ayaz’ın yüzü bir anda ciddileşti.

”Niye bu kadar güzel oldun?” Bergüzar onun bu sahiplenici tavrına gülmek istedi ama kendini tutup

”Bir iş yemeğine katılmam gerekiyor. Onun için hazırlandım.” derken arkasını dönüp dolaptan kaşe montunu çıkardı. Nazlı Yadigâr annesinin sırtındaki dövmeye her zamanki gibi hayranlıkla bakarken, Ayaz da kardeşi gibi bakmamak için kendini sıkıyordu. Kendini bildi bileli onun sırtında uyuyup, boynuna yüzünü kapamayı, saçlarının kokusu arasında uyumayı çok seviyordu. Bergüzar montunu koluna atıp çocuklarını önüne katarak odasından çıktı ve hep birlikte alt kata indiler. Mutfak kapısında kendisini bekleyen Emine ve Saadet Hanım’a gülümseyip,

”Çocuklar size emanet hamınlar. Kendinize dikkat edin…” derken arkasından yükselen sesle duraksadı.

”Ben çocuklarla olacağım!” diyen adama döndüğünde gözlerinin tenini yaktığını hissediyordu. Kararan bakışları onu baştan aşağı süzerken, yeni yetme ergenler gibi yerinde huzursuzca kıpırdandı.

”Peki…” diyerek montunu giymek için aynanın karşısına geçerken, Alparslan’ın buz gibi bakışları dövmesinde dolaşıyordu. Adam yavaşça ona yaklaştı ve tam arkasında durup montunu ellerine aldı. Gözleri aynadan buluşurken bir an bile ayrılmadan soluksuzca birbirlerini izliyorlardı. Alparslan, montunu giydirirken kulağına yaklaşıp yavaşça fısıldadı.

”Bu güzelliğini neye borçluyuz?”

”Toplantıya!” derken Alparslan’ın delici bakışları nefesini kesiyordu. Aralarındaki çekimi değil çalışanları, çocuklar bile fark etmiş ve yüzlerindeki sırıtışı saklayarak ortadan kaybolmuşlardı.

”Toplantının kiminle olduğunu sormamda bir sakınca var mı?” derken elleri arsızca kalçalarını kavramıştı. Bergüzar tenini alev alev yakan bu dokunuştan kaçmak isteyip, yanlış bir karar vererek yüzünü Alparslan’a döndü ve burun buruna durdular. Elbisenin göğüs dekoltesinin derinliği Alparslan’a görsel bir şölen yaşatırken, adamın çenesi kasıldı. Burnunu Bergüzar’ın şakağına sürtüp,

”Bu elbiseyle seni kimsenin karşısına çıkarmak istemiyorum!” dediğinde sesindeki kıskançlık açıkça belli oluyordu. Buna aldırmadan

”Toplantın kiminle Bergüzar Yalın?” sorusunu sorarken bir eli montun içine ilerleyip, belini sıkıca sarmış, diğer elinin parmakları kadının boynundan aşağı usul usul ilerlemişti. Bergüzar’ın nefesi boğazına yeniden ve yeniden tıkandığı anda, dudaklarından

”Tevfik Erler ile…” demeyi zor da olsa başarmıştı. Alparslan dikkatle göğüs dekoltesini incelerken, hafızasını yokladı ve adamı hatırladı. Gözlerinden, bedenine hızla yayılan kıskançlık dalgasını izleyen Bergüzar onun bu hâline gülmemek için kendini sıkarken, Alparslan’ın göğsüne doğru eğildi. Sol göğsündeki kumaş parçasını kenara çekerek kendi imzasının olduğu yeri öpmesi kadının dengesini alt üst etmişti. Dakikalardır neden kendisine bu kadar dikkatli baktığının bir başka nedenini şimdi anlayan Bergüzar, zorla titrek bir nefes alırken Alparslan doğruldu ve gözlerinin içine bakarak elbisesinin önünü düzeltti. Sonra da simsiyah saçlarından iki tutamını topuzundan yavaşça ayırdı ve parmak uçlarında dolayarak sağlı sollu yüzünün iki yanına bıraktı.

”Böyle daha güzel oldu!” derken sesi çok uzaklardan geliyor gibiydi. Yemyeşil harelerini kahverengi harelerle buluşturduğunda

”Ne karar verirsen ver, ister git, ister kal… Kararına saygı duyuyorum. Yani aklım duyuyor ama yeni tanıştığım kalbim için bu geçerli değil!” deyip, kadının saçlarını usulca öptü.

”Sana nefesin kadar yakınım. Bunu sakın unutma bebeğim.” demesiyle arkasını dönüp salona ilerledi ve gözden kayboldu. Bergüzar ise hâlâ şaşkın şaşkın tanımakta güçlük çektiği adamın arkasından bakmayı kesip evden çıktı. Derin bir nefes aldıktan sonra da kendisini bekleyen araca ilerledi. Darmadağın olan aklını yol boyunca toplamaya çalışmıştı ama Alparslan’ın son bir ay içerisinde değişen bu ruh hâli kendisini daha fazla yormaktan ileri gitmemişti. Onun tarafından sürekli izlendiğini biliyordu, duyguları ve aklı arasında büyük bir karmaşa yaşadığının da farkındaydı. Tıpkı duygularının ağır basmaya başladığının farkında olduğu gibi. Ancak şu an öncelik asla kendisi değildi. Önce çocukları bu yıkımdan çıkmalıydı. Sonra kendisine sıra gelir miydi? Zaman gösterecekti. Araç durduğunda düşüncelerini de durdurup Ateş’in açtığı kapıdan çıktı.

”Teşekkürler Ateş Bey!” deyip ona göz kırptı ve doğruca otelin kapısından içeri girip restorana ilerledi. Kendisini gören otel müdürü yanına gelip elini sıkarken, çalışanlardan biri üstündeki montunu almıştı.

”İyi akşamlar Bergüzar Hanım. Hoş geldiniz.” Bergüzar adama gülümseyip,

”Hoş buldum Mahir Bey. Tevfik Bey geldi mi?” diye sordu. Adam ona eşlik ederken ‘Evet’ deyip, yanında yürümeye devam etmişti. Restoranın girişine gelip adımlarını durduran Bergüzar, bomboş mekâna baktı ve gözleri Mahir Bey’e döndü.

”Neden bizden başka kimse yok?” Mahir Bey huzursuzca yerinde kıpırdanıp,

”Tevfik Bey toplantının önemli olduğunu, bu sebepten ötürü sizinle baş başa olmak istediğini söyleyince biz ne yapacağımızı bilemedik…” Bergüzar’ın donuklaşan bakışları adamı iyice panikletirken

”Bana sorabilirdiniz Mahir Bey!” diyerek içeri girdi ve adamı arkasında bıraktı. Tevfik Bey, Bergüzar’ın içeri girdiğini gördüğü an yerinden kalkmış, ona doğru ilerlemişti. Adamın üstünde gezen gözleri, bir anlığına huzursuz etse de bunu göz ardı edip ona yaklaştı ve uzattığı elini sıktı.

”Tevfik Bey… Bu kadar önemli bir toplantımız olduğunu bilmiyordum!” derken kaşının biri itinayla havaya kalkmıştı. Adam ona gülümseyip, oturması için sandalyesini çekti ve ona yardımcı olduktan sonra karşısındaki yerini aldı.

”Özel ve önemli bir toplantı…”

”Sebebini sorsam?” Bergüzar sinirlenmeye başladığını hissediyordu çünkü adamın arsız bakışları ve gülüşüne eşlik eden sözleri asabını bozuyordu. Tevfik, açık açık Bergüzar’ın parmaklarına baktı ve gülümsedi. Bu yaptığını fark eden Bergüzar, birkaç gün önce boşanacakları haberlerinin gazetelere manşet olduğunu hatırladı. Bu haberin bu kadar çabuk yayılmış olmasına ise sinirlenmeden edemedi. İş yapmak üzere olduğu bir adamın bu tavırları, bakışları sinirinin artmasına neden olmuştu. Adam az önce sorduğu soruya cevap verirken de şaşkınlığı artarak, öfkesine karıştı.

”Çünkü okuduğum haberlere göre ve gördüğüm kadarıyla…” deyip parmağında artık olmayan yüzüklerinin bıraktığı boşluğu işaret ederek

”Artık Yalın değilsiniz… Yani kısa bir süre sonra resmi anlamda da bu gerçekleşecek…” Bergüzar gülümseyerek adama bakıp ona doğru eğildi.

”Sizi ilgilendirmeyen konulara burnunuzu sokmamanızı öneririm Tevfik Bey!” derken yüzündeki gülümseme silinmiş, yerini buz gibi bakışları ve öfkesi almıştı. Adam ona gülerek bakıp masanın üstünde duran bir dosyayı uzattı. Bergüzar dosyayı eline alıp kapağını açtı ve içindeki maddelere göz gezdirdikten sonra başını yeniden kaldırıp adamın yüzüne aynı şekilde baktı.

”Bu maddeleri değiştirdiğimizi sanıyordum. Yoksa yanılıyor muyum?” Tevfik aynı gülüşüyle ona bakmayı sürdürürken

”O maddeler bizi çok yoracak Bergüzar Özden. O yüzden bu anlaşma bizim için daha uygun!” derken sesindeki tehdidi anlamak zor değildi. Bergüzar dosyayı kapatıp adama fırlatır gibi attığı anda

”Anlaşma falan yok! İş iptal!” diyerek ayağa kalkmaya yeltendi ama Tevfik’in masaya bir anda koyduğu silahı görmesiyle duraksadı. Yüzündeki soğuk bakışlarına eşlik eden gülümsemesini saklamadan

”Beni onunla korkutamazsınız Tevfik Bey! Biz o arkadaşla yakinen tanışıyoruz!” diyerek arkasını dönüp kapıya ilerlemeye başlamıştı ki içeriye giren adamları görmesiyle adımları durdu ve yeniden Tevfik’e döndü.

”Tevfik Bey! Yanlış yerde, yanlış oyunlar oynuyorsunuz. Dikkat edin de o silah sizin bir yerinizde patlayıvermesin!” dediğinde adam öfkeyle ayağa kalktı ve kendisine doğru ilerledi ve tam önünde durdu. Silahını kaldırıp Bergüzar’ın tam kalbinin üstüne namluyu dayadığında, aklı soğuk metalin hatırlattığı o geceye gitmişti. Babası sandığı adamın namluyu şakağına dayadığı geceye. O zaman küçük bir kız olmanın ve bilinmezliğin korkusunu yaşamış ve hiçbir şey yapamamıştı. Ancak şimdi ne o küçük kızdı ne de tehditlerle imza atacak kadar deneyimsiz ve korku dolu hissediyordu.

”Siz erkekler… Gerçekten bazen çok aptal oluyorsunuz!” demesiyle silahı tek eliyle yakalayıp adamın bacak arasına dizini geçirdi ve onu acı çığlıkları eşliğine dizlerinin üstüne çökertti. Elindeki silahı ise Tevfik’in şakağına dayamıştı. Adamın korumalarının silahlarının namlusu Bergüzar’a dönükken içeriye giren bir yığın adam da ellerindeki silahları Tevfik’in adamlarına doğrultmuştu. Adamlar, dizleri üzerine çökmüş, acıyla kıvranan patronlarına bile bakmadan silahlarını attıkları anda içeriye Süleyman, Osman, Yalın ve Karcan erkekleri girdi. Bergüzar onların bu korumacı tavrına artık alışmıştı. Alparslan dışında hepsi Bergüzar’a gülerek bakıyor Alparslan ise neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

”Bergüzar?” şaşkınlık dolu sesi, kadının kulaklarına dolarken gözlerini ona çevirdi ve Tevfik’in kulağına eğilerek

”Yanlış hareket. Çok yanlış! Bize ait bir otelde bana silah çekmen çok yanlış.” deyip adamı yere savurduğu gibi yığılan bedeninin üstünden atlayıp, ailenin erkeklerine doğru ilerledi. Alparslan’ın yanında durup elini tuttu ve avucunu açtığı gibi silahı onun avucuna bıraktı. Gözlerine bakarken göz kırpıp, Alparslan’ın uzun boyuna içinden söylenerek kendisine yaklaşması için işaret etti. Alparslan hâlâ şaşkın şaşkın yüzüne bakıp, ona doğru eğilince sol şakağına küçük bir öpücük kondurup

”Kullanmamaya çalış!” dedi ve dışarıya ilerledi. Alparslan, babasın başta olmak üzere yanında duran tüm aile fertlerine baktıktan sonra gözlerini yemek salonundan çıkan kadına çevirdi ve dövmeyle kaplı sırtının gözden kaybolmasını izledi.

”En azından benim kafama silah dayamadığı için şanslıyım!” diyen Arda’nın, Toprak’ı istemeye geldiğindeki heyecanını ve korkusunu hatırlayan herkes kahkahalara boğulurken Alparslan hâlâ neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

”Abicim sen hatırlamayabilirsin ama dua et ki… Tevfik gibi çok önemli bir uzvuna vurmamış!” diyen Ertuğrul, dişlerini sıkarak gülmemeye çalışırken, Tevfik’e bakan Atilla

”Acıttı mı koçum?” deyip gülerken yavaşça ona yaklaştı.

”Acıtmıştır, acıtmıştır… Bizim kızın eli baya ağırdır.” artık gülmüyordu ve öfkesini kontrol etmeye çalışarak konuşuyordu. Alparslan ise yerde yatan adama bakarken pis bir sırıtış yüzünde belirdi.

”Bergüzar, dövüş sanatlarıyla mı ilgileniyor?” Süleyman gülmemek için başını mekânın tavanına kaldırıp şöyle bir baktı.

”Bunu öğrendiğinde iki senedir falan tanışıyordunuz. Ayaz bile doğmuştu.” dediğinde hepsi sırıtmaya başlamıştı.

”Belli ki kocası olmam gazabından kurtulmama yetmemiş ve acı bir şekilde bu durumu öğrenmişim.” dedi ve Tevfik’in yanına ilerleyip elindeki silahı Atilla’ya verdikten sonra adamın saçlarını kavradığı gibi bedenini yerden ayırdı.

”Sen benim karıma nasıl asılırsın ulan?” adamı kolonlardan birine çarparken

”Sen benim karıma nasıl silah çekip, onu tehdit edersin?” demesiyle adamı yakasından tuttuğu gibi mekânın camından dışarı var gücüyle fırlattı. Cam büyük bir gürültüyle patlayıp, adam acı çığlıklarla bahçenin çimleri üstüne yayılıp kalırken

”Dua et zemin kattaydık Tevfik Erler! Yoksa beynin paramparça olmuştu.” Dedi arkasını döndü ve çıkışa ilerledi.

”Camın faturasını yarın sana gönderirim hayatım!” Diyen Atilla adamın suratına tükürüp, abisini izlerken Bergüzar otelin dışında duran aracının yanında ağır ağır sigarasını içiyordu. Az önce kopan gümbürtünün ne olduğunu anlamaya çalışıp etrafta koşturan insanları umursamadan sigarasından derin bir nefes çekti.

                                                                                *   *   *

Yaşanan son olayın üstünden bir hafta geçerken bu gece yapılacak olan kutlamaya hazırlanan Bergüzar, aynadaki yansımasına bakıyordu. Bu sırada çalan kapıyı duyup

”Girin!” diye seslendiğinde kapı yavaşça aralandı ve Alparslan içeri adım attı. Bergüzar çocuklardan birinin geldiğini düşünürken içeri giren adamı görmesiyle şaşkınlıkla ona baktı. Aylar sonra ilk kez yatak odasına giren Alparslan’ın gözleri bir süre yatakta takılı kaldı.

”Şaşırttım sanırım!” gözleri yine ayna vasıtasıyla buluşmuştu.

”Genelde ben ne zaman bir gece için hazırlansam Yadigâr ve Ayaz buralarda olup, hayran hayran beni izlerler.” deyip gülerken başını önüne eğdi ve salladı. Alparslan ise onun kızaran yanaklarına bakıp, şaşkın ve muzip bir sesle

”Sen utandın mı?” sorusunu sorduğunda Bergüzar yeniden başını salladı.

”Dikkatli bakışlara pek alıştığım söylenemez… Hatta çocuklarımdan daha dikkatli bakan bir kocam varken bile…” dediğinde Alparslan’ın dudaklarında gülümseme belirdi. Yavaşça Bergüzar’a yaklaşıp arkasında durdu ve kolunun birini onun beline dolayıp burnunu saçlarına gömdü.

”Güzele bakmak sevaptır…” Derken dudakları uzun bir öpücüğü saçlarına kondurmuştu bile. İkisinin de gözleri usulca kapanıp ânın içinde kaybolacaklardı ki çalan kapının sesiyle

”Hehh! Çocuklar da geldiler. Ekip tamam oldu!” deyip, Alparslan’dan uzaklaşmak istedi ama onu sıkıca tutan kol buna izin vermedi.

”Şşş… Rahat dur bebeğim… Ve çocukların yüzlerini iyi izle!” demesiyle

”Girin!” diye bağıran Alparslan tıpkı Bergüzar gibi aynadan kapının yansımasına bakıyordu. Birkaç saniye geçmiş olmasına rağmen açılmayan kapının önünde duran Ayaz ve Yadigâr ise duydukları sese inanamayarak birbirlerine bakıp kalmışlardı.

”Çocuklar!” bu sefer Bergüzar’ın seslenmesiyle yine birkaç saniye gecikmeli olarak açılan kapıdan içeriye sadece iki kafa üst üste uzandı.

”Anne… Baba?” kocaman olmuş gözleri karşılarında duran iki kişiye öylece bakarken, Bergüzar ve Alparslan onların bu hâline gülümsedi. Alparslan elinden geldiğince onlarla vakit geçiriyor, onları tanımaya çalışıyordu. Ayaz’la çizgi film geceleri yapıp, Yadigâr’a defalarca Deniz Kızı masalını okuyordu ve bu duruma epey alışmıştı. Çocuklara ulaşmak, Bergüzar’a ulaşmaktan daha kolay olmuştu.

”Baba… Sen burada ne yapıyorsun?” diyen Ayaz’ın sesindeki korumacı tavır Alparslan’ın kaşının kalkmasına neden oldu. Ayaz ise sorduğu sorunun ne kadar saçma olduğunu idrak ettiğinde yüzünde bir gülümseme belirdi.

”Saçmalama Ayaz… Burası babamın da odası!” diyen Yadigâr onu kenara itip hızla içeri girdi ve babasının kollarına koştu. Alparslan kızını kucağına alıp yanaklarını uzun uzun öperken, Yadigâr onun boynuna iki yana sallanan açık kravata bakıp gülüyordu.

”Anne, babam yine kravatını bağlayamamış.” deyip iki elini ağzına kapatıp gülerken Alparslan ve Bergüzar göz göze geldiler.

”Demek ki bunu yıllar sonra da yapamayacağım!” Bergüzar onun yüzünde gizlemeye çalıştığı gülüşünü hemen fark etmişti. Alparslan’a yaklaşıp kravatın iki ucunu tuttu ve adamı bir anda kendine çekti.

”Yok canım… İşine gelince yapıyorsun da işine gelmediği durumlar daha çok oluyor!” derken kravatı bağlamaya başlamıştı. Yadigâr ve Ayaz birbirlerine bakıp göz kırparken sırıtıyorlardı.

”Ne oldu kara kız?” diyen Alparslan’ın gözleri Bergüzar’dan bir an olsun ayrılmıyordu ama Yadigâr’ın güldüğünün de farkındaydı. Yadigâr yakalanmanın verdiği telaşla babasına dönüp iki elini yanlara açtı ve ”Hiiçç!” dedi. Bergüzar kravatı bağlayıp, Alparslan’ın yarattığı o çekimden uzaklaşırken soluğu oğlunun yanında aldı ve onun da kravatını bağlamaya başladı.

”Yaa uff! Ben bu şeyi hiç sevmiyorum!” diye isyan eden Ayaz kravatına öfkeyle bakıyordu.

”Ayy, aynı babanın oğlusun Sadullah! Huysuz Şirin Baba ve Junior Huysuz Şirin!” Diye isyan edince Alparslan gülmemek için kendini tutarken Yadigâr ona sırıtıyordu ama herkesin bu direncini kıran yine Ayaz oldu.

”Tamam canım, niye kızıyorsun. Sanki bir şey dedim anneciğim. Allah Allah!” deyip odadan çıkınca arkasında bıraktığı üç kişiyi de kahkahalara boğmuştu. Yadigâr babasının yanağını öpüp kucağından indiği gibi üstündeki elbisenin eteklerini savura savura odadan koşarak çıktı. Yine baş başa kalan Alparslan ve Bergüzar, gülümseyerek birbirlerine bakarken, adam elini ceketinin cebine attı ve bir kutu çıkardı. Kutuyu açıp onun gözlerine bakarak

”Bu gece, yüzüklerimizi benim için takar mısın?” dediğinde Bergüzar başını usulca salladı ve yüzüklere uzandı ama Alparslan onları almasına engel oldu.

”O kadarda öküz değilim…dir herhalde?” derken unuttuğu on üç yılını düşünüyordu. Bergüzar onun ne yaptığını anlayıp gülümserken

”Yani pek normal de değildin ama… Bala bulanmış bir öküzcükten de farkın yoktu yani!” Alparslan, dilini ağzının içinde şöyle bir gezdirdi ve bir anda Bergüzar’ı kendine çekip

”Bak bakalım hâlâ bal tadı geliyor mu?” demesiyle dudaklarına yapıştı. Dudakları uzun ve bir hayli ateşli öpüşmenin sonunda ayrıldığında Bergüzar parmağında hissettiği ağırlıklarla ellerine baktı. Yüzükleri ait oldukları yerde, kısa süreliğine de olsa yine yerlerini almışlardı. Dudaklarında kalan sıcaklığın ve tadın ise uzun zaman sonra hissetmiş olmanın garip heyecanını hissediyordu. Hiç beklemediği anda gelen bu öpücük kalbindeki hasreti harlamıştı sanki.

”Peri kızlarına benziyorsun.” Diye fısıldayan Alparslan cebinden bir şey daha çıkarırken aklındaki düşüncelerden uzaklaşmaya çalıştı. Arkasına geçerek elbisesinin kırmızı çiçeklerinin aynısından bir saç tokasını topuzuna iliştiren adam, kendisine dikkatle bakıyordu. Omuzlarından düşüverecekmiş gibi duran bembeyaz elbisesinin üstüne işlenmiş kırmızı çiçekler ve tül detayı, sırtındaki açıklık o kadar güzel tasarlanmıştı ki Bergüzar’ı olduğundan küçük, gencecik bir kız gibi göstermişti.    

”Çok güzelsin…” derken gözleri yine aynadan buluştu. Bergüzar kızaran yanaklarını umursamadan gülümseyip,

”Sende çok yakışıklı olmuşsun.” Dediğinde bir süre daha birbirlerine baktılar.

”Bu gece gideceksin değil mi?” Alparslan’ın gözlerindeki sıcaklığın yerini hüzünlü bir soğukluk aldı.

”Evet!”

”Çocuklar nasıl karşıladılar?” Şimdi ikisi de birbirlerinden uzaklaşmış, yüz yüze bakıyorlardı.

”Alışkın oldukları bir şey. Biraz buruk buruk baktılar ve işim bittiği gibi gelmemi söylediler. Ayrıca ben yokken senin onlarla kalacak olmana da bir hayli sevindiler.” Birbirlerine bakıp gülümsemeye çalışırlarken kapı çalındı ve aralandı.

”Herkes hazır ama siz bir hazırlanamadınız! Hadi ya!” diye onları azarlayan Ayaz gözden kaybolunca, onun arkasından gülerek odadan çıktılar. Bahçede kendilerini bekleyen herkesin yüzünde heyecanlı bir tebessüm vardı. Az sonra açılacak kapının ardından çıkacak olan Bergüzar ve Alparslan’ın merakı hepsini dalga dalga sarıyordu.

”Sizce nasıllar?” diye heyecanla soran Tomris, bir yandan Murat’ın elini sıkı sıkı tutuyordu.

”Yeniden âşık!” diyen Atilla dönüp Aylin’e göz kırptı ve dudaklarına küçük bir öpücük bıraktı.

”Bu gece Bergüzar gidiyor!” diyen Ertuğrul ise gerçekçiliğiyle Armağan’dan yediği dirseğin acısını gidermeye çalışıyordu.

”Yalan mı güzelim?” Armağan ona ters ters bakıp

”Gerçekçiliğine başlayacağım ama az sus ya!” derken açılan kapıdan çıkan Alparslan’ın kucağındaki Yadigâr hepsine gülümsedi. Onun arkasından Bergüzar dışarı adım atınca, kendilerine heyecanla bakan ailesini süzdü. Gözlerinden geçenleri çok iyi biliyordu. Onların bu hâline gülerken etrafına baktı ve Alparslan’la göz göze geldi. İkisi aynı anda

”Sadullah!” deyince Süleyman Bey gülmemek için dudaklarının içini kemirmiş, Neşe Hanım kocasının arkasına saklanıp, kahkahalara boğulmuştu. Diğerleri ise onlardan güldüklerini gizlemeden kahkaha atıyorlardı. Ayaz hâlâ kravatını çekiştirerek bıkkın bir sesle

”Belki beni unutursunuz diye şey etmiştim. Kızmayın!” dediğinde Bergüzar ve Alparslan da gülmeye başladılar.

”Bin arabaya huysuz!” diyen Bergüzar oğlunun yüzünü kavrayıp yanaklarını öperken herkes aynı ayrıntıya takıldı. Bergüzar’ın parmağındaki yüzüklere… Ve gözleri umutla birleştiğinde hepsi nefesini tutmuş, gecenin getireceklerini bekliyorlardı.

*   *   *

Gecenin başlaması ve konukların gelmesiyle sahneye önce Osman Bey çıkıp kısa bir konuşma yapmış ve ardından da kızını sahneye çağırmıştı. Bergüzar tam gideceği sırada önünde kendisini öpmek için zıplayan kızına dizlerini kırarak eğildi ve onun öpücüklerinin huzurlu hissine vardı. Ayaz da aynı şekilde annesine sarılıp öperken, Bergüzar onlara gülümseyip,

”Teşekkür ederim.” diye fısıldadı. Yanakları yine al al olmuş, esmer tenini örtmüştü. Alparslan ona elini uzatıp ayağa kalkmasına yardımcı olduktan sonra göz göze geldiler. Dudakları sakince kadının alnını buldu ve uzun bir öpücüğü oraya bıraktı.

”Biz tam imzamın olduğu yerdeyiz.” deyip ona gülümsedi ve sahneye kadar elinden tutarak eşlik etti. Bergüzar sahneye çıkıp babasıyla sarılırken Osman Bey’in sözleri kulağına ilişti.

”Ona bir şans daha ver… Bu sefer hatırlamak için değil, senin için ve çocuklarınız için çabalıyor.” diye fısıldadı. Bergüzar ondan bir adım uzaklaşıp yüzüne baktı ve gülümsedi. Onun sözlerini cevapsız bırakıp mikrofona ilerlerken salonu dolduran yüzlerce insana gülümsedi ve konuşmasına başladı. Konuşmasının son bulmasıyla yükselen alkış sesleri arasında ailesine ilerleyip hepsinin tebriklerini kabul etti. Çocuklar çok geç olmadan eve gönderilirken onlar ise misafirlerini ağırlamaya devam etmişti. Gecenin sonunda herkes yorgun argın eve döndüğünde kimse olduğu yerden ayrılmadı ve Bergüzar’ın arabadan inmesini bekledi.

”Eee, bizim kız… Gerçekten gidiyor musun?” diye soran Ertuğrul’a gülümseyen Bergüzar

”Evet, uçağım birkaç saat sonra kalkacak. Hazırlanıp çıkmam lazım. Çocuklar size emanet.” deyip hepsine şöyle bir baktı ve bakışları Alparslan’da kaldı. Tek tek herkesle sarıldı, vedalaştı. O, üstünü değiştirmek için eve girerken Alparslan evin giriş basamaklarına oturmuş, saçlarını karıştırıyordu. Herkes onun ne kadar sıkıntılı olduğunun farkındaydı ama söyleyecek söz bulamıyor, sadece Bergüzar’ı geçirmek için kapının önünde bekliyorlardı. Bir süre sonra oturduğu yerden kalkıp içeri giren Alparslan doğruca yatak odasına yöneldi ama Ayaz’ın aralık olan kapısını fark etmesiyle adımları yön değiştirdi. Kapının eşiğinde durup, oğlunun saçlarını usulca okşayan kadını ve yüzündeki hüznü izledi. Bergüzar onun geldiğini ve kendisini izlediğini biliyordu.

”Gece uyurken de huysuzdur. Hep üstünü açar, yorganını atar hatta bazen yataktan düşmeyi bile başarır.” derken gözünden bir damla yaş düştü ama yüzü gülüyordu.

”Sabah onu uyandırmak zordur, tabi gece uyutmak da. Kaç gece Ayaz’a sitem ettiğini ben bile hatırlamıyorum.” gülerek oğlunun saçlarını sevmeye devam ederken, Alparslan onun sözlerinin anlamını çoktan fark etmişti. İkisinin de gözleri o sözlerin imasının bıraktığı tebessümle buluşurken evin içinde sessizlik kol geziyordu.

”Kahvaltı ettirmek için adamın göbeğini çatlatır. Seninle Beşiktaş maçlarına gitmeye bayılıyor.  Bahçedeki halı sahada yaptığınız maçlara da. Geçen sene iç saha maçlarına hatta yakın çevredeki tüm deplasman maçlarına birlikte gittiniz. Sana hayran bir küçük adam, tıpkı senin gibi. Ne yapsan aynısını yaptığını bir süre sonra sen de fark edeceksindir.” deyip ayaklandı ve Ayaz’ın saçlarını öptükten sonra dolan gözlerini Alparslan’dan kaçırıp Yadigâr’ın odasına ilerleyip içeri girdi. Bir süre kızına uzaktan bakarken

”Sağ ayağını ne yaparsan yap örtemezsin. Doğduğu günden beri o ayağını sardığımız kundaktan bile çıkarmayı başarıyor. Ayaz’a göre daha hareketli, enerjik, çabuk acıkan, biraz da tez canlı bir çocuk. Sana deli divane âşık… Bazen bizi yan yana gördüğünde kıskançlık krizlerine bile giriyor ve inan bunun en acı tarafı sana attığı tripler.” derken Yadigâr’a yaklaştı ve saçlarını öpüp usulca okşadı.

”Cihangir ve Ayaz’a gaz verip sakın kızımı ağlatma! Yoksa döndüğümde hesabını çok kötü sorarım.” Alparslan’ın şaşkın bakışlarına, tehditkâr bir ifadeyle bakarken, adamın teslim oluyor gibi havaya kalkan ellerine gülmemek için kendini sıktı.

”Bunu daha önce çok yaptın, bu sefer sakın yapma!” deyip kızının masum güzelliğine baktı.

”Çünkü asıl peri kızı o… Ve oğlanlar üstüne geldiği anda ağlamaya başlıyor.” gözünden bir damla yaş süzüldü. Alparslan bu manzaraya daha fazla dayanamayıp Bergüzar’ı kendine çekti, sırtını kapının kirişine dayadı.

”Gitmesen olmaz mı?” elleriyle yüzünü seviyor, avuçlarının içini dolduran yüze endişeyle bakıyordu. Bergüzar ondan yavaşça uzaklaşıp

”Gitmem gerekiyor çünkü işlerimi yoluna koymam lazım…” Alparslan yatak odasına ilerleyen kadının kolunu tuttu ve kendine çevirdi.

”Ve…” Bergüzar açık konuşmaya karar verip derin bir nefes aldı.

”Ve… En ufak şeyde önce benden vazgeçen adamı biraz kendimden mahrum etmeliyim. En önemlisi de biraz yalnız kalmalı, senin hayatının neresindeyim bunu anlamalı ve görmeliyim.” deyip sessizleşti.

”Ayrıca çocuklarla baş başa olmanız sana olan güvenlerini yerine getirecek inan bana… Buna hem senin, hem benim, hem çocukların ihtiyacı var Alparslan… İşlerimi ve hayatımı yoluna koyup en kısa sürede geri döneceğim…” yeniden sustu ve parmağındaki yüzükleri çıkartıp Alparslan’ın avucuna bıraktı.

”Ben yolumu buluncaya kadar bunlar sende kalsa daha iyi olur.” dedi ve yatak odasına girdi. Gözleri yatağın üstünde gezinirken, Alparslan’ın da yanında olduğunu hissediyordu.

”Ben güçlü durdukça sen daha acımasız oldun. Ben dayandıkça sen beni yıkmak için savaştın sanki. Bu yatakta tek başıma ağlayarak, sensizlikle savaşarak ve üşüyerek kaç gece geçirdiğimi hatırlamıyorum…” gözlerinden yaşlar dökülürken zorla bir nefes aldı. Alparslan’ın da ondan farkı yoktu. Gözleri yaşlarla kaplı ve kıpkırmızıydı.

”Sen bu odada ve yatakta aynı duyguları yaşar mısın bilmiyorum ama… Eğer yaşarsan bana neler yaşattığını bir nebze olsun anlarsın. Belki o zaman benden vazgeçmek yerine, benim için savaşmayı öğrenirsin.” ceketini alıp odadan çıkarken Alparslan’ın yanından hızla geçti ve merdivenlerden inmeye başladı. Yüzünü ıslatan gözyaşlarını silip, kendisini merdivenlerin başında bekleyen insanlara gülümsedi. Kısa bir vedalaşma daha oldu ve Bergüzar kapının önünde kendisini havaalanına  götürmek için bekleyen araca bindi. Araç evden uzaklaşıp gözden kaybolurken Süleyman Bey çevresine baktı, Alparslan’ın yokluğunu fark etti. İçeri girip merdivenleri yavaşça çıktığında yatak odasının aralık duran kapısından içeri baktı ve oğlunun çökmüş bedenini gördü. Gözlerinden akan yaşların elinde tuttuğu yüzükleri ıslatmasını izlerken yüreğine çöken ağırlığı Neşe’nin elini tutan elleri hafifletti.

”Belki böylesi daha iyidir Süleyman!” derken onun da oğluna bakıp ağladığını anlayabilmişti. Tüm aile kapının ardında acısıyla boğuşan Alparslan’a bakıyorlardı. İçeri girip ona destek olmak isteseler de ne diyeceklerini bilememek içlerinde garip bir boşluk oluşturuyordu. Bu sırada abisini böyle görmeye dayanamayıp odaya girmek için hamle eden Atilla, kapıyı ardına kadar açtı.

”Abi…” dediği sırada Alparslan’ın elinden parkeye düşen yüzüklerin sesi tüm odada yankılandı ve Alparslan bir an da oturduğu yerden kayıp yüzüklerin yanına yığıldı.

 

ESMERİM – ABRE / 21.BÖLÜM’ü Okumaya Devam Et.

error: Content is protected !!