25.BÖLÜM
VEDA
Bahçenin içine giren arabaya doğru dönen tüm yüzler gülümseyerek çocukların dışarı çıkmasını bekliyordu. Kapıyı açan Asena dışarı atlarken, Yadigâr da onu takip etti ve bağırdı.
”O salak herife inanıyorum da sana inanamıyorum abi!” diye bağıran Yadigâr’ın sesini duyan herkes bıyık altından gülerken Alparslan ve Bergüzar gözlerini devirmişti.
”Bazen sadece boyları uzuyor ve yaşları büyüyor gibi hissediyorum Esmerim.” derken koluyla karısını sıkıca sardı. Bergüzar onun bu tespitine tıpkı ailenin geri kalanı gibi gülerken birbirlerine giren çocuklarına baktı.
”Zaman ne çabuk geçti. Ne ara bu kadar büyüdüler?”
”Kızım bak! Dövdürtme bana o çocuğu!” diye bağıran Ayaz’ın sesiyle Alparslan’ın gürlemesi bir oldu.
”Yavaş!” Çocuklar ise evin bahçesinde olduklarının şimdi şimdi bilincine varmış, ailelerine dikkatle bakıyorlardı. Yadigâr gözlerini onlardan ayırıp yeniden Ayaz’a döndü ve öfkeyle göğsüne parmağını dokundurdu.
”Hele bir yap! Hele bir yap. Gör bak neler olacak? Ben Bergüzar Yalın’ın kızıyım, sana o yaptığını ödetirim Sadullah!” dediğinde anne ve babasının onun bu cesaretine bıyık altından güldüğünün farkında değildi. Ayaz kardeşine doğru adım atıp aralarındaki mesafeyi sıfıra indirerek onun gözlerine dikkatle baktı.
”Unuttuğun bir şeyi hatırlatmak istiyorum kardeşim! Ben de Alparslan Yalın’ın oğluyum ve o salak arkadaşını döverim!” Dediği anda iyice kızışan ikilinin arasına Asena girdi.
”Yeter be! Ben de Bergüzar ve Alparslan’ın kızıyım! İkinizin de kafalarını birbirine sürtüp, ateşi yeniden bulabilirim! Kendinize gelin!” tüm aile onun bu haklı isyanına kahkaha atarken, aradan geçen on yılda kaç kavgayı böyle yaparak ayırmayı başardığını düşünüyorlardı.
Ayaz artık on sekizine gelmiş ve liseyi bitirmesine birkaç ay kalmıştı. Yadigâr ve Asena ise lise birinci sınıfa gidiyorlardı. Bugünün kavga sebebi ise Yadigâr’ın yüzme kulübünden bir erkek arkadaşıyla ekstradan çalışma yapmış olmasıydı. Cihangir ve Ayaz, kızların liseye başlamasıyla iyice durdurulamaz bir koruma içgüdüsüne bürünmüş ve onları daha da boğmaya başlamışlardı.
”Ayaz… O şıracı arkadaşını da çağır, sizin canınıza okuyayım!” Alparslan’ın sesi Ayaz’ı durdurdu ve kendinden son derece emin ve buz gibi bakan iki çift göz birbirini buldu.
”Şıracı?” Alparslan, bıyık altından gülümseyerek
”Hani şu bozacının şahidi şıracı olan şıracı!” dediğinde Ayaz da aynı babası gibi gülümsedi. Bergüzar oğlu ve kocasına dikkatle bakarken,
”Bir tek ten rengi ve gözleri bana benzemiş. Geri alabildiğine Alparslan! Şu bakışlara bak! Buzlar Prensi!” diye isyan ederken Alparslan gülerek karısının saçlarını öptü ve onu göğsüne çekti.
”Ben babam değilim! Ve onun gibi olmayı da istemiyorum!” demesiyle Alparslan’ın havaya kalkan kaşını dikkatli bakışları takip etmişti.
”Neyi istemiyormuşsun Sadullah?”
”Âşık olmak, sevmek…’’ derken açılan kapıdan içeri giren yabancı plakalı aracı gören herkes nefesini tutmuş, gülmemek için direniyordu. Aracın açılan kapısından dışarı çıkıp, bahçeye adım atan Zeynep ve Yaşar’ın ardından Ada göründüğü an Ayaz’ın kaşları istemsizce çatıldı. Tanıştıkları ilk günden beri ikisi karşı karşıya geldiklerinde oluşan elektriğin herkes farkındaydı. Ayaz’ın büyümesiyle aralarına soktuğu soğukluğa inat eder gibi Ada her yanlarına gelişince daha da güzelleşmiş ve büyümüş oluyordu. Ayaz’ın onu tanımazlıktan geldiği son beş yıllık süreç ise kimsenin gözünden kaçmamıştı. Ayaz dikkatle Ada’ya bakarken bir an kendine geldi ve yerde duran sırt çantasını eline alıp eve yöneldiği sırada babasıyla gözleri yeniden buluştu. Alparslan oğluna göz kırparken kıvrılan dudakları ona hiç anlayamadığı bir şey anlatır gibiydi…
Zamanı geldiğinde anlayacağı bir şey…
Sevmek Zamanı anlayacağı bir şey…
***
”Cihangir ve Ayaz lise bu sene bitiyor. Ne yapmayı planlıyorsunuz?” diye soran Yaşar onlara dikkatle baktı. Ayaz yolunu çok önceden çizmeyi seven, kararlarını verip o kararlara göre adım atan biriydi. O sebeple de okumak istediği bölümü çok uzun zaman önce belirlemişti.
”Uluslararası ticaret.” dediğinde herkesten onaylayan mırıltılar yükseldi.
”Cihangir?” Cihangir ve Ayaz o an göz göze geldiklerinde, Ayaz
”Artık söyle de bilsinler. Sonsuza dek saklayamazsın Cihangir!” deyince ortam bir anda sessizleşti. Asena ve Yadigâr da göz göze gelip birbirlerine bakarlarken neler döndüğünü anlamaya çalışıyorlardı.
”Cihangir’in bizi baya şaşırtacak planları var sanırım!” Alparslan’ın sözleriyle Cihangir’in keskin kahve bakışları onu buldu.
”Harp Okuluna girmek istiyorum!” sözleri yemek masasına bomba düşmüş gibi bir etki yaratırken, Yadigâr’ın elini masanın altından sıkıca tutan Asena şaşkınlıkla ona bakıyordu.
”Bunu ne zamandır düşünüyorsun?” Ömer’in sorusuyla baba oğul bakıştılar.
”Uzun zamandır.”
”Bize daha evvel söylemeni isterdim. Sana engel olacağımızı mı düşünüyorsun? Sana böyle bir izlenim mi veriyoruz?” adamın sesi gittikçe sertleşirken, Alparslan onun omzuna dokundu.
”Sakin Ömerim!” Cihangir elindeki çatalı bırakıp bir anda ayaklanırken, iki abisi ve kardeşinin keskin bakışlarını üstünde hissediyordu.
”Afiyet olsun!” deyip bahçenin çıkışına ilerlerken, Ayaz da masadan ayrılıp arkadaşının peşine takıldı.
”Kızma Ömer ama ben kararıyla gurur duydum!” diyen Alparslan’a tüm babalar katılırken Ömer de gülümsemeye çalıştı.
”Hergele! Aklından geçenleri anlamak için günlerdir uğraşıyorum. Dönemin bitme vakti yaklaştıkça bir garip olduğunun farkındaydım zaten ama nedenini çözememiştim. Karın ağrısı şimdi anlaşıldı.” Alazoğlu ailesinin en küçük oğlu Ali Sami, babasına bakarak
”Yani ona izin verecek misin?” diye sorarken, abileri Savaş ve Oktay da babalarına bakıyordu.
”Hayat onun! Tercihlerine ancak saygı duyabilirim. Yapmak istediği mesleğin risklerini hepimiz gibi o da biliyor ama… Eğer bunu istiyorsa onu tutamam!” Şirin’in gözünden düşen bir damla yaşı gülümseyerek silerken kadının titrek ve korku dolu sesini duydu.
”Ya ona bir şey olursa?” her anne gibi Şirin de yüreğinde büyüttüğü endişeyle kocasına bakıyordu. Ömer’in son derece kararlı bakışlarına sesi eşlik ederken durumun ciddiyetini kavradı.
”Diğer vatan evlatlarının ardından söylediğimiz şeyi yine söyleriz Şirinim… Vatan Sağ Olsun!” bu sözlerle herkesin bir anda kanı çekiliverdi sanki. Yadigâr usulca yerinden kalkıp, odasına ilerlerken Asena da onun peşine takılmıştı. Kızlar geçen sene odalarını ayırmış ve kendi zevklerine göre yaşam alanlarını belirlemişlerdi. Odalarını ayırmaları ise onları ayırmaya yetmemişti. Gecenin bir vaktine kadar yatak tepesinde yaptıkları muhabbetler esnasında anne ve babalarına çok defa yakalanmışlardı. Odadan içeri girmesiyle gözlerindeki yaşları serbest bırakan Yadigâr’a, kardeşi sımsıkı sarıldı.
”Şşş… Ağlama canım!” Yadigâr zorla nefes alıp, derin derin iç çekti.
”Ama o… Gözlerindeki kararlılığı sen de gördün Asena! Gidecek!” Asena, Cihangir’in yüzünü aklından geçirirken onun saçlarını usulca okşadı.
”Evet canım… O bakışı hepimiz biliyoruz! Kafasına koyduğunu yapacak olan Cihangir bakışı.” Bu sözlerin ardından Yadigâr gece boyu ağlarken, Asena onunla birlikte kalmıştı. Bergüzar ise kızının kapısının önünde volta atıp, içeri girmek ve girmemek arasında bocalayan kocasına bakarak gülümsedi.
”Bırak dertleşsinler! Hadi gel!” derken ona elini uzattı ve tutmasını bekledi. Alparslan yeniden kapıya bakarken karısının elini tutup yatak odasına girdi ve yatağa uzandı.
”Cihangir ve Yadigâr’ın arasında ne var?” sesi bir anda o kadar öfkeli çıkmıştı ki Bergüzar ona şaşkın şaşkın baktı. Sabahlığını çıkarıp, simsiyah geceliğiyle yatağa girerken, Alparslan’ın bakışlarını üstünde hissediyordu. Kocasına sarılıp, göğsüne yattığında derin bir nefes aldı.
”Aralarında bir şey yok! En azından söze dökülmüş bir şey yok!” Alparslan dişlerini sıkarken
”Ben biliyordum böyle olacağını. En başından beri bunu biliyordum!” deyip öfkesine hâkim olmaya çalışıyordu. Bergüzar başını kocasının göğsünden kaldırdı, kendisinden kaçırdığı gözlerine bakabilmek için çenesini tuttu ve çevirdi.
”İnsan kalbine söz geçirebilir mi?”
”Başlarım kalplerine Bergüzar! Daha Yadigâr on beş yaşında bir çocuk!” öyle bir bağırmıştı ki Bergüzar istemsizce irkilip, ellerini ondan çekti ve bedenini uzaklaştırdı.
”Böyle yaparak sadece işleri zorlaştırırsın Alparslan! Bırak, su akıp yolunu bulsun.” dedikten sonra kendi başucundaki ışığı söndürüp, sırtını ona döndü ve yorganı üstüne çekip gözlerini kapattı. Alparslan onun kalbini kırdığını anlasa da olan olmuştu. Usulca karısına yaklaşıp, parmaklarını açıkta kalan omzundan koluna doğru dokundurdu ve teninin sıcaklığını hissetti.
”Bebeğim… Özür dilerim. Bağırmak istemedim!” dese de karısından hiç bir cevap alamadı. Kollarını ona sarıp, bedenini göğsüne yaslarken yüzünü kadının boynuna gömdü. Hem kokusunu içine çekiyor, hem de dokunduğu her yeri öpüyordu.
”Esmerim…”
”Uyu Alparslan! Şimdi konuşmak istemiyorum çünkü kalbini kırmaktan korkuyorum.” dedi ve kocasının kolları arasında kalmaya devam ederken kendini uykuya teslim etmeye çalıştı. Sabah ikisi de şirketlerine geçmek için hazırlanıyor, Alparslan homurdanarak bağlamaya çalıştığı kravata küfür ediyordu. Bergüzar aynadan bakarken onun bu hâline daha fazla dayanamayıp gülümsedi ve kocasının önünde durdu.
”Eğil!” dedikten sonra kravatı güzelce bağladı. Tam ondan uzaklaşmak üzereyken beline dolanan kollar bunu engelledi.
”Kendimi affettirmek için ne yapabilirim?” sesindeki pişmanlık dolu fısıltı Bergüzar’ın yüreğine dokunmuştu ama o bağırışının bedelini ona ödetmeye de kararlıydı.
”Bağırırken bana mı sordun da şimdi benden akıl istiyorsun!” deyip göz kırptığı gibi kollarının arasından çıktı ve kahvaltı için alt kata ilerledi.
”Ulan Cihangir hergelesi, bunlar hep senin suçun! Kızımı benden isteme cesaretini göstersen bile sana şu andan itibaren sadece ‘nah’ var koçum!” deyip birkaç küfür daha savurdu ve odasından çıktı. Ayaz yemek salonuna giren annesine bakıp gülümserken,
”Yandı ortalık Bergüzar Yalın!” diye mırıldanınca kızlarında gözü annelerine döndü.
”Her zaman ki gibi… Kraliçe arı!” diyen Asena annesine öpücük atarken, Yadigâr sadece tebessüm etmişti. Bergüzar hepsini öperek masadaki yerine geçerken içeri giren Alparslan çocuklara şöyle bir baktı ve gözleri Yadigâr’ın kan çanağına dönen gözlerinde takılı kaldı. Bergüzar’la buluşan gözleri ona dilini tutmasını söylüyordu ve karısını daha fazla kızdırmak istemeyen Alparslan
”Size afiyet olsun! Benim bugün erken çıkmam lazım!” dediği gibi salondan çıktı ve ana kapının kapanma sesi ardından geldi. Kahvaltıdan sonra şirkete geçen Bergüzar ise evde hazırladığı sandviçi asistanı aracılığıyla kocasına ulaştırdığında telefonuna gelen mesaja baktı.
”Bunu senin getirmeni beklerdim.” yüzünde oluşan gülümsemeyle mesajı tekrar tekrar okudu. Kocasının kendisine duygu sömürüsü yaptığını anlayacak kadar uzun zamandır birliktelerdi. Telefonunu eline alıp
”Ben bu numaraları yemiyorum Yalın! Ama sen o sandviçi ye…” yazıp gönderdi ve işine geri döndü. Öğleden sonra çalan kapısından içeri elinde kocaman beyaz gül demetiyle girdiğinde Bergüzar gülmeye başladı.
”Aklında bulunsun diye söylüyorum Irmakcım, erkekler yaşlandıkça çocuklaşıyorlar!” Irmak ona gülümserken, çiçekleri camın önüne ve görebileceği bir yere koydu.
”Burada affedilmek istenen bir Alparslan Bey çabası görüyorum!” diyen Irmak’ın sözleri Bergüzar’ı güldürdü.
”Ama o kadar kolay değil!” dediği sırada telefonuna düşen bildirime çatık kaşlarla baktı ve açtı. Gördüğü fotoğrafla kahkahalara boğulurken, fotoğrafın altına yazdığı yazı onu daha da eğlendirdi.
‘Hanımcılık kazanacak’
”Bu adam deli!” derken, ekrandaki fotoğrafı ve yazıyı Irmak’a gösterdiği an o da gülmeye başlamıştı.
”Yalnız, fotoğraf çok güzel!” diyen Irmak hâlâ gülüyordu. Birkaç yıl önce çekilmiş olan fotoğrafta Alparslan takım elbiselerinin içinde Bergüzar’ın ayaklarının dibine diz çökmüş, karısının topuklu ayakkabısını bağlıyordu. Bergüzar ise sanki kocası ayaklarının dibinde değilmiş gibi bir ifadeyle karşısındaki aynaya bakarken mürdüm rengi gece elbisesini elleriyle düzeltiyordu. Bergüzar bu anıyı hatırlayıp gülümserken, fotoğraf paylaşımının altına düşmeye başlayan yorumlara göz attı. Ertuğrul’un yorumuyla kahkahalarına hâkim olamamış, kahkahası odayı sarmıştı.
”De gidi koca Alparslan! Hanımcının dibi olmuşsun!” onun hemen altına Armağan’dan kocasına büyükçe bir taş geldi.
”Sen çok farklıymışsın gibi buralarda sürtme! Evde görüşelim kocacım. Benim canım hanımcı erkeğim!” Atilla’nın,
”Yine ne yaptın canım abim?” yorumuna gülmeye devam ederken Murat’ın bu yoruma gülen surat emojisi bıraktığını gördü. Arda’nın
”Bir kaybediş hiç bu kadar büyük olmamıştı.” Yazmasına Toprak’tan yanıt gecikmedi.
”Kimin ablası be!” Tomris ise bu şamatayı kaçırmayacak ilk kişilerdendi ve kendini direk gösterdi. Murat’ı etiketleyerek
”Güleceğine azıcık örnek al!” yazması aile içinde oluşacak kaosun büyüklüğünü gösteriyordu.
Bu sırada okulda olan çocuklar ders arasında yanlarına koşarak gelen Süleyman Tuğra’ya bakıp
”Hayırdır?” dediklerinde Tuğra sırıtarak fotoğrafı onlara çevirdi. Kızların fotoğrafa içi giderken, Ayaz telefonunu eline alıp yorum yapmaktan kendini alamadı.
”Elli beşli hanımcılarda bugün!” yorum Alparslan ve Bergüzar başta olmak üzere tüm aile fertlerini kahkahalara boğmuştu. Atilla ve Ertuğrul, abilerinin odasına girerken hemen arkalarından da Tomris onlara katıldı.
”Ağzınızı açarsanız fena olur!” adam hâlâ fotoğrafa gelen yorumlara bakıyordu.
”Ne yaptığını gerçekten merak ettik!” Atilla abisine sırıtırken kafasına yediği top hâlindeki kâğıt onu durdurmamıştı. Ertuğrul gülmemek için kendini sıkarken
”Cidden ya, bu fotoğrafı kullanmanı gerektirecek kadar ne yaptın?” sorusunu sorunca Alparslan derin bir nefes alıp hüzünle fotoğrafa baktı.
”Dün bir anda sinirlenip Bergüzar’a bağırdım. Haklı olarak da darıldı. Gönlünü almaya çalışıyorum ama baya süründürecek gibi.” Bir an sustu ve gözleri telefonuna takıldı.
”Al bak işte! Yemin ediyorum Süleyman Tuğra Atilla ve Arda karışımı bir şey…” herkes telefonunu eline alıp yorumu okurken gülme krizine girmişti.
”Buzlar Kralı lakabıyla bilinen Alparslan Yalın’ın, tahtını hanımcılığa bırakışını üzüntüyle izleyen biz genç nesil hayata karşı duruşumuzdan taviz vermeyeceğimizi sizlere bildirmek isteriz! Saygılarımızla… On sekiz çocuğun erkek olanları!”
”Kıyamam, On sekiz çocuk yazmış bir de. Alazoğlu ve Sarızeybek çocuklarını da kendilerinden hiç ayırmıyorlar!” diyen Tomris’in dile getirdiği Alazoğlu soy ismiyle Alparslan’ın aklına Cihangir gelmiş ve sinir kat sayısı gittikçe artmıştı.
”Anaaa… Bergüzar’a kocaman bir beyaz gül demeti mi gönderdin? Vay anammm… Biz seni kaybetmişiz ya abim!” Atilla’nın şaşkın sesiyle Alparslan iyice hüsrana uğrarken
”Onu paylaşmış deme!” dese de fotoğrafı gördü. Ertuğrul fotoğrafa bakıp gülerken Alparslan’ın gazabından kurtulmak için koşar adım odayı terk ediyor, diğerleri de hızla onu takip ediyordu.
* * *
Şirketten çıkacağı sırada önünde duran motora şaşkın şaşkın bakan Bergüzar kaskın içinden kendisini süzen yeşil gözlü adama ”Hayırdır?” diye sordu ama Alparslan koluna taktığı diğer kaskı çıkartıp karısına uzattı ve sadece ”Atla!” demekle yetindi. Yemyeşil gözlerine oturan karartıyı fark eden Bergüzar tekrarlatmadan kaskını takmak üzereyken yanlarına gelen Ateş ona motor ceketini, bafını ve eldivenlerini uzatınca Bergüzar kendi ceketini çıkarttı ve korumasına uzatıp, motora binmek için hazırlandı. Kol çantasından cüzdanını ve telefonunu alıp yine korumasının verdiği sırt çantasına attığı gibi motora bindi ve Alparslan’ın bedeniyle senkronize hâlde öne, onun üstüne doğru eğildi.
”Bu motorun en sevmediğim yanı o güzel poponun arkadakilere manzara oluşturması. Onun için çantanın saplarını uzat bebeğim. Böylece katil olma oranımı azalt!” Bergüzar kendine denileni yaparken gözlerini devirmeden edememiş, Alparslan ise daha fazla konuşmadan hareket etmişti. Bir saatten fazla motorla yolculuk ettikten sonra bir dağ evinin önünde durduklarında Bergüzar motordan atlayıp çevresine göz atarken kaskını çıkardı ve kocasına döndü.
”Burası neresi?” derken Alparslan da kaskını çıkarmış, sadece
”Gir!” demişti. Bu cevaplarına ve ses tonuna sinirlenmeye başlayan Bergüzar
”Ne yapı…” diyemeden kendini kocasının bedenine ve dudaklarına yapışmış hâlde bulduğunda şaşkınlıktan nefesi kesildi. Alparslan öyle hoyrat öpüyordu ki Bergüzar canının acıdığını hissederek inleyince adam dudaklarını bıraktı. Fakat bedenleri hâlâ yapışık duruyordu.
”Seni soymaya burada başlamamı istemiyorsan gir şu eve Esmerim!” sesindeki arzu Bergüzar’ı daha da şaşırtırken, onun gözlerinde gördüğü pırıltılar ne kadar ciddi olduğunu gösteriyordu. Ondan uzaklaşıp evin kapısına ilerledi ve üstündeki anahtarı çevirerek açıp içeri girdi. Arkasında kendisini adım adım takip eden adamın varlığı boğazını kurutmuştu. Nereye gideceğini sormaya hazırlanırken, kalçalarını saran eller onu üst kata yönlendirdi. Üst katta ki beş kapıdan sağda ve en sondaki kapının önünde durduklarında Bergüzar titrek bir nefes alırken kocasının tok ve arzu dolu sesini duydu. ”Aç!” başını hafifçe sallayıp kapıyı açtığı anda gözüne çarpan ilk şey ortada duran kocaman bir yatak ve onun üstündeki birkaç dal beyaz güldü.
Yatağın az ilerisindeki şöminenin ısısı tüm odayı sarmıştı. İçeri girip camların ardındaki uçsuz bucaksız ormana bakarken üstündeki çantanın ve ceketin bedeninden ayrıldığını hissetti. İkisi de sessizce ânın tadını çıkarmayı tercih etmiş, tek kelime konuşmuyorlardı. Ceketin ardından gömleği, çizmeleri ve pantolonu da yerle buluşurken gözlerini kapatmış kocasının dokunuşlarını hissetmeye odaklanmıştı. Tam bu sırada telefonunun sesi aralarına girdi.
‘’Bir dakikan var, telefonuna bak. Sonra…’’ deyip susan kocasının sözleriyle telefonunu eline aldı ve sosyal medya hesabından gelen bildirimlere tıkladı. Evlerinin merdivenlerinde yan yana oturdukları fotoğrafta Alparslan’ın üstünde takım elbisesi vardı ama kravatı çoktan boynundan çıkmış, gömleğinin birkaç düğmesi açılmıştı. Kendine baktığındaysa elbisesinin bir askısının omzundan düştüğünü, saçlarının darmadağın ama hoş bir edayla sırtına yayıldığını, topuklu ayakkabılarının yerinde yeller estiğini ve eteğin örtemediği bacaklarını basamaklardan aşağı uzattığını gördü. Siyah Beyaz renkteki fotoğraf çok hoş görünüyordu. Buna şüphe yoktu. Gözleri fotoğraftan ayrılıp açıklama kısmını bulduğunda gülmeden edemedi. Çünkü Alparslan aynen şöyle yazmıştı.
‘Hanımcılık kazandı’
* * *
Yıllar geçip giderken çocuklar kendi yollarını çizmeye, çizdikleri o yollarda yürümeye başlamıştı. Ayaz, Yalın Üniversitesindeki son yılını okurken Cihangir de Harp Okulundaki son senesini okuyordu. Asker olacağım dediği o gece herkes epey şaşırtsa da kimse ona karşı çıkmamış, her zaman destek olmuştu. Hatta Cihangir’den sonra aileden biri daha aynı yolu, aynı amacı gaye edinmiş ve Harp Okuluna girmişti. O kişi ise Asena’ydı. Cihangir’e şaşırıp, korktuklarını zanneden aileler onun kararıyla bu duyguları daha yoğun yaşasalar da ona da saygı duydular. Çünkü hayat onundu ve isteği mesleği seçme hakkına sahipti.
Üniversiteye girenler, Üniversiteyi bitirmek üzere olanlar, daha lise çağlarının deli dolu günlerini yaşayanlar… Uzun zamandır tek konuları çocuklardı ve onlar evlenip gidene kadar da yoğun ilgi hep onlarda olacaktı. Sonra yani onlar kendi yuvalarını kurunca ne olacağını bilmiyorlardı fakat bir tahminleri vardı. Yine ilgi çocukların dertleri olacaktı. Ama bu aşamanın en güzel yanı torun sevme heyecanıydı. İleride bol torunlu bir aile olacakları aşikârdı.
Yalın Üniversitesi’nin Spor salonunda düzenlenecek söyleşi için gelen katılımcılarla dolup taşan salona bakan sunucu eline mikrofonu alarak açılış konuşmasını yaptı. Öğrenciler, öğretmenler, sivil vatandaşlar ve bizim büyük ailenin her ferdi salondaydı. Sunucu elindeki kâğıda bakıp, Yalın ailesinden Alparslan’ı, Atilla’yı, Ertuğrul’u ve Tomris’i çağırdı. Ardından da Karcan ailesine sıra geldi. Murat, Arda, Aylin ve Armağan da sahnedeki yerini alınca Toprak’ı da sahneye davet edip kâğıdını kürsüye bıraktı. Gözleri en önde oturan Bergüzar’ı bulurken
”Keşke okulu hemen bitirmeseydim de sizinle biraz daha ders işleme fırsatım olsaydı hocam.” dediğinde Bergüzar, birkaç yıl önce mezun ettiği öğrencisine gülümseyerek bakmıştı. Bu sırada salondan alkış sesleri, ıslıklar ve tezahüratlar yükselmişti. Sahnede durmuş, salona bakan tüm aile bu manzaraya gülümseyip Bergüzar’la gururlanırken Alparslan’ın içinde hepsinden daha büyük bir gurur vardı. Hayallerinden, ailesinden asla vazgeçmeyen bu kadın her başarının hakkını alın teri ve en çok da gözyaşıyla vermişti.
”İzninizle son olarak onu da sahneye davet etmek istiyorum. Alkışlarınızla… Özden Holding yönetim kurulu başkanı, üniversitemizin, alanında en başarı hocalarından biri olan Yalın Üniversitesi Rektörü, Profesör Doktor Bergüzar Özden Yalın’ı sahneye davet ediyorum.” demesiyle salondaki öğrenciler ayağa kalkmış ve ortalığı inletircesine onu alkışlamaya başlamışlardı. Salondaki öğrencilerin hepsi değerliydi ama dersine girdiği öğrencilerinin içinde Tuğrul, Tuğra, Derin ve oğlu Ayaz’ın da görmek, onlara da öğretmenlik yapmış olmak bambaşka hissettiriyordu. Bergüzar ağır adımlarla sahnedeki yerini alırken, sunucu kendisine yaklaşıp elini sıktı ve içtenlikle sarıldı.
”Hoş geldiniz hocam…” genç adamın heyecanla titreyen sesi, saygıyla bakan gözlerinin içinin ışıl ışıl parlamasını gören Alparslan, yine gururla karısına bakıyordu. Bir öğretmenin yaşayıp yaşayabileceği en güzel anlardan birini anılarına ekleyen Bergüzar hâlâ kendisini alkışlayan öğrencilerine, meslektaşlarına ve diğer misafirlere döndü.
”Ertuğrul bize Yalın Okulları ve Üniversitesi’nin projesini sunarken, rahmetli Münir Özkul’un unutulmaz karakterlerinden Mahmut Hoca’nın şu sözlerini söylemişti. ‘Okul sadece dört yanı duvarla çevrili, tepesinde dam olan yer değildir. Okul her yerdir.’ Sanırım yıllar önce bu sözle çıktığımız yoldan hiç sapmamışız…” derken ailesine doğru ilerledi ve Alparslan’ın yanında durdu.
”Sizlere bakıp bunun gerçek olduğunu görmek tarifsiz bir duygu gençler. Hepinize hayallerimizi daha da güzelleştirip gerçekleştirdiğiniz, kendiniz ve üniversitemiz adına her alanda eşsiz başarılara imza attığını için teşekkür ederim. Bu yüzden en büyük alkış size.” demesiyle öğrencilerini alkışlamaya başladı. Salondaki herkes ayağa kalkmış onun sözlerini ve sahnedeki tüm konukları alkışlarken, Yalın ve Karcan’lar da öğrencileri gururla alkışlıyordu. Dakikalar sonra herkes yeniden yerlerini alıp sessizleştiğinde sunucu sorularını sormaya başladı. İki saatin sonunda hepsi iş hayatıyla ilgili deneyimlerini gelecek nesillere örnek olması amacıyla anlatmıştı. Katılımcılar pür dikkat söyleşiyi dinledikten sonra sıra soru cevap kısmına gelmişti.
İlk on beş dakikada gelen soruların hepsi işle ilgiliyken gayet rahat olan aile üyeleri, öğrencilerin özel hayatlarına doğru yönelmeleriyle usul usul ter atmaya başlamışlardı. Onların bu hâline çocukları ve anne babaları başta olmak üzere herkes gülerken bir öğrenci ayağa kalkıp söz aldı.
”Alparslan Bey, geçirdiğiniz kaza sonrası hafızanız yerine gelmeseydi… Yine Bergüzar hocamızı böyle sever miydiniz?” diye sorduğunda salondan yükselen ‘o’ nidası hepsini gülümsetmişti. Şimdi tüm gözler Alparslan’ın üstündeydi ama o sadece karısına bakıyordu.
”Ruhunuza işlenmiş bir kadını defalarca ve her defasında daha fazla sevebilirsiniz. Evet… Severdim, yine olsa yine severim. Yeniden doğsam yine onu arayıp bulurum!” dedikten sonra salondan alkış sesleri yükseldi. Bergüzar’ın yanakları al al olmuş gözlerindeki aşkla kocasına bakıyordu. Tam sessizlik sağlandığı anda salonda duyulan sesler ise Tuğra ve Tuğrul’a aitti.
‘Yandım hey heeeeeeeey hey hey hey hey
vallah yandım esmerim
Ben esmeri badem ile
Ben esmeri fındık ile
Ben esmeri fıstık ile beslerim’
Salondan kopan kahkahalara karışan alkış sesleri bir süre sonra son bulduğunda, Alparslan kalabalığın içinde kendisine gülerek bakan çocuklarına, yeğenlerine ve dostlarının çocuklarına dikkat kesildi.
”Hadi Süleyman Tuğra’nın bu hâllerine alışığız. Peki ya sen Mehmet Tuğrul? Sen bu olayın içinde nasıl yer aldım amcacım?” dediği an tüm aile ve salondaki dinleyiciler yeniden gülmeye başlamıştı. Ertuğrul abisine dönüp
”İkiz ya bunlar… Depreşti her hâlde!” deyince sözleri kahkaha tufanını dalga dalga çoğalttı. Bunun üstüne söz hakkı isteyen hocalardan biri ”Neden Esmerim, Alparslan Bey?” diye sormaktan kendini alamamıştı.
”Bergüzar Hanım ile ben…” demesiyle tüm aile fertlerinden kahkahalar koptu. Bergüzar ise gülerek
”Hayır!” diye isyan ederken, Alparslan onun yanağından makas alıp göz kırptı.
”Artık bu gerçeği herkes öğrenmeli Esmerim.” Derken de gülmeye devam etti.
”Bir gün babam beni alıp apar topar Ankara’ya götürdü. ‘İki kız çocuğu kayıp, onlar için sürdürülen arama çalışmalarına katılacağız!’ dedi. İyi hoş katıldık aramaya, kızları da bulduk ama bir tanesini elde tutabilene aşk olsun.” herkes pür dikkat hikâyeyi dinliyor, bu hikâyeyi bilenlerse bıyık altından gülüyordu.
”Kızları alıp arabaya bindik. Fakat kafama gözüme inen yumruk, tekmenin haddi hesabı belli değil! Bu yaptıkları yetmiyor gibi bir de çimdikleyip, tırnaklarıyla her yerimi yoluyor. Onu yapamazsa ısırıyor. Delirdim delireceğim. Babam gözümün içine bakıp susmamı işaret ediyor ben de susuyorum ama kızı pencereden dışarı atmamak için dişlerimi sıkıyorum. Arabadan bir indik benim üstümden mahallenin kedi sürüsü geçmiş gibi!” demesiyle kahkahalar koparken Bergüzar gülmekten gözünden akan yaşları sildi.
”Her yerim tırnak izi, diş izi, ayak izi! Küçücük… On bir yaşında esmer bir kız çocuğu, otuz dakikayı bulmayan o yolculukta beni canımdan bezdirmeyi başardı. Kızı binaya sokana kadar omzumda taşıdım ve müdire hanıma teslim ettim.” derken gözleri kendilerini dinleyen Sedef Hanım’a takılmıştı. Kadın iyice yaşlanmış olsa da hâlâ bu anlatılanları hatırlıyor ve gülüyordu.
”Binadan dışarı çıkmamla kafamı arkada kalan pencerelere çevirdiğimde bir de ne göreyim… Kız cama yapışmış bana dil çıkartıyor.” Asena, Ayaz ve Yadigâr ne zaman bu hikâyeyi dinleseler, tam bu kısımda kahkahalara boğuluyorlardı.
”Onun yaptığı şeyi görünce şöyle demişim… Bu bilginin kaynağı Süleyman Yalın’dır. ‘Seni alacak olan adama şimdiden acıyorum velet! Bundan sonra esmer hiçbir kıza yaklaşmayacağıma yemin ederim!’ ve dediğimi yıllarca yaptım da.” Bu sırada arkalarındaki perdede iki fotoğraf karesi belirdi.
”Şu an baktığınız fotoğraftaki güzeller güzeli gelin, aslında o küçük kız çocuğunun ta kendisi!” dediğinde salondan ‘Aaa…!” diyerek şaşkınlıklarını belirten insanların sesleri yükseldi.
”O gün verdiğim sözü otuz yedi yaşına kadar, yani o küçük kız büyüyüp asistanım olarak yanımda çalışmaya başlayıncaya kadar tuttum!” Alparslan karısını kolunun altına alıp saçlarını öptü ve gülümsedi.
”Bana bu yemini ettiren de, bozduran da aynı kadındı hocam. İşte onun için Esmerim! Yirmi bir yıldır karım olduğu için, kahrımı çektiği için ve yıllar sonra bilmeden de olsa onu bana getiren kalbi için Esmerim! Evlilik yıldönümümüz kutlu olsun Esmerim!” demesiyle karısının gözünden düşen bir damla yaşı silerken onu gözlerinden taşan sevgiyle izledi. Yalın ve Karcan ailesinin tüm fertleri ayağa kalkıp onları alkışlarken, salonda bulunan herkes de aynısını yaptı. Böyle bir cevabı kimse, hatta Bergüzar bile beklememişti. Kocasının boynuna sarılırken
”İyi ki kalbim beni sana döndürmüş.” diye fısıldadı. Alparslan ise yüzünü birkaç saniye onun boynuna saklarken
”Seni bana döndüren kalbini seveyim Esmerim!” diye aynı onun gibi fısıldadı. Bu sırada gözlerinden akan yaşlara engel olamayan Asena ve Yadigâr’a eşlik eden bir isim daha vardı. Ayaz! Gördüğü manzara karşısında buzdan duvarları kırılmış ve annesiyle babasının sevgisine duyduğu hayranlık, gözyaşlarında belirmişti. Gözünden düşmek üzere olan yaşı yakalayıp silen kişiye baktığında yüzünde silik bir gülümseme oluştu.
”Mutluluktan bile olsa ağlamak sana hiç yakışmıyormuş!” diyen Ada’nın sözlerini o kadar insanın sesi arasında bile duyabilmişti.
”Sana da yakışmıyor Turuncu!” derken Ada’nın yüzüne dokundu ve yanaklarını ıslatan yaşları usulca sildi. Bir süre sonra kulaklarına dolan ses babasına aitti.
”Bugün burada sizlere iş hayatıyla ilgili onlarca tavsiye verdik ama asıl öğrenmeniz gereken şu; huzurlu, mutlu ve sevgi dolu bir aile başarıyı getirir. O ailenin sırrı da her zaman kadındır. Çünkü erkeklere sıfatlarını veren kadınlardır.” dedikten sonra bir an sustu ve annesine bakarak,
”Beni bir kadın doğurdu, evlat oldum. O kadın başka çocuklar doğurdu, ağabey oldum.” dediği sırada gözleri kardeşlerine dönmüştü. Sözlerine devam etmeden önce Bergüzar’a uzun uzun baktı ve
”Bir kadını sevdim ve evlendim, eş oldum.” dedikten sonra kalabalığın içindeki çocuklarına bakarak
”O kadın bana evlatlar verdi, baba oldum.” dedi ve salondaki erkeklere göz gezdirirken bir süre sessizleşti.
”Yüreğinde birini sevecek cesareti olan kadın gerçekten güçlü bir kadındır. Siz ona kalbinizi verirsiniz, o size kocaman bir aile!”
* * *
Sabah kahvaltı esnasında herkes bir önceki gün yapılan üniversite etkinliğini konuşurken, gazetelerin onlar için yazdıkları şeylere göz atıyorlardı. Bu sırada yanlarına gelen Ateş öksürür gibi yapıp, Bergüzar’ın dikkatini çekmeyi başarırken tüm ailenin de bakışlarını toplamıştı.
”Bergüzar Hanım, kapıda bir kadın var ve ısrarla sizi görmek istediğini söylüyor.” Bergüzar bir an duraksadı ve kendisini kimin böyle ısrarla görmek istediğini merak ederek
‘’Kim ki bu?’’ diye mırıldandı. Alparslan dikkatle Ateş’e bakıp
‘’Üstünü arayıp içeri alın!’’ dedikten sonra beklemeye başladılar. Yaklaşık beş dakika sonra ”Bergüzar!” diyen sesle kalakalmışlardı. Alparslan, Toprak ve Bergüzar’ın gözleri birbirini buldu ama ayrılmaları uzun sürmedi. Bergüzar sesin geldiği yöne başını çevirip karşısında duran kişiye öylece baktı. Masada oturan gençler dışındaki herkes ayaklanırken, Bergüzar hâlâ kadına bakıyordu. Çocuklarda yavaşça ayaklanıp, bir anda buz kesen ortamda neler döndüğünü anlamaya çalışırken gözleri Bergüzar ve bahçeye giren kadının arasında gidip geliyordu. Ayaz, annesine bakarken ağzını açacaktı Alparslan’ın havaya kalkan eli oğlunu konuşamadan susturdu.
”Çocuklar, herkes evlerine gitsin!” Ayaz babasının bu sözleriyle iyice gerildi ve kaşları çatıldı.
”Kimse bir yere gitmiyor çünkü biz…” Alparslan, şu âna kadar çocuklarının hiç görmediği buz gibi hatta daha beter olan bakışlarını oğluna çevirdi ve dişlerinin arasından resmen tısladı.
”Sadullah!” Ayaz bir an babasının bakışlarından ürkse de sırtını dikleştirdi, aynı onun bakışlarını andıran gözlerini babasına dikip yarım kalan sözlerini tamamladı.
”Biz çocuk değiliz! Bunu artık anlasanız iyi olur! Şimdi… Bu kadın kim ve annemle teyzemin yüzleri neden küle döndü?” diye bağırdığında Alparslan şaşırmıştı. Kendisine kafa tutabilen tek kişinin oğlu olması büyük ironiydi doğrusu. Ayaz babasına benzediğini, hatta ondan daha beter olduğunu o an tüm aileye istemeden de olsa göstermişti. Bergüzar oturduğu yerden yavaşça kalkıp, kadına yaklaşırken
”Meral Açıktan!” diye fısıldadı. Çocuklar bu soyadını çok iyi biliyorlardı. Açıktanlar ve Yalınlar arasında süren savaşın son kurbanlarından biri onlardı. Alparslan’ın, Eren ile kaza yaptığı gece Eren’in eve girip çocukları rehin alması şu âna kadar yaşanan bazı gerçekleri gün yüzüne çıkarmak zorunda kalmıştı.
”Bergü…” Bergüzar’ın öfkeden dipsiz kuyuya dönen gözlerine, sesi eşlik etti.
”Kes sesini! Sakın! Sakın adımı ağzına alma.” Bu sırada Toprak masanın diğer tarafından ilerleyip ablasının yanına geldi. Şimdi ikisi de onun karşısında duruyordu. Kısa süreli bakışma ve sessizlik esnasında Bergüzar da Meral’e şöyle bir bakmıştı. Zaman ondan çok fazla şey götürmüştü ve bu açıkça belli oluyordu. Dış görünüşü, kıyafetleri, boş bakan gözleri, o çok sevdiği ve uğruna çocuklarını terk ettiği paranın artık olmadığını gösteriyordu.
”Sen niye, hangi yüzle buraya geldin?” Toprak daha önce kimsenin görmediği öfkeyle Meral’e doğru yürüdü ama ona Bergüzar’ın elleri engel oldu.
”Ölüyorum… Çok hastayım!” dediğinde Bergüzar duygusuzca bir kahkaha attı ve
”Bizden medet ummaya mı geldin yani?” demesiyle kadının koluna yapışmak istedi ama tek tuttuğu şey bedenini örten uzun ceketin koluydu. Bir an neler olduğunu anlayamayarak ona bakarken ceketin kollarını yokladı ama kadının kollarını hissedemedi. Yaşadığı şokla birkaç adım geri giderken
”Senin kolların…” diye fısıldamıştı. Herkes onunla aynı şeyi fark edip şaşkınlıkla Meral’e bakarken kadın cevap verdi.
”Kestiler… Eğer tedavi olmazsam ayaklarımı, sonra bacaklarımı…” demeyi zorla başardığında gözünden yaşlar akıyordu.
”Bana tokat attığın, Toprak’ı öldü göstererek benden çaldığın, o gün o arabada bulunan şoförün ölmesine sebep olduğun ellerini mi kesiler Meral!” diye resmen gürlemişti. Çocuklar duydukları sözlerle şok üstüne şok yaşarken, Asena titreyen elleriyle Yadigâr’ın elini tutarken, Ayaz ikisini de kollarının altına alıp sıkıca sardı. ”Güçlü durun!” derken onun da sesi titriyordu ama ayakta durmayı başarıyordu.
”Çok üzgünüm… Özür dilerim…” Kadının her sözü Bergüzar’ı daha da delirtiyordu.
”Bu neyin özrü? Yaptığın hangi pisliğin için üzgünsün? Bizi terk edip gitmenin mi? Babam sandığım adam kafama silah dayayıp beni öldürmeye çalışırken yanımda olmamanın hatta beni düşünmemenin mi? Üvey oğulların beni casus olarak Yalın Holding’e sokarken ağzını bile açmamanın, onlara çanak tutmanın mı? Kızın kanserle savaşırken, bir kez olsun yardım etmemenin mi? Hayatlarımızla tehdit edilirken elin kolun bağlı oturduğun ve zenginliğin keyfini çıkarmanın mı? Toprak’ın içinde olduğunu sandığım arabayı havaya uçurup kardeşimi benden çalmanın mı? Yoksa gerçek babamı yıllarca benden saklamanın mı? Hangisinin özrünü dileyeceksin? ” Son sözlerinde öyle bir bağırmıştı ki herkes olduğu yerde irkilmişti. Alparslan yavaşça Bergüzar’a yaklaşıp sakinleştirmek için dokunmak istediği sırada elini en kibar hâliyle itti ve dokunmasına izin vermedi.
‘’Gerçek babamı yirmi yedi yaşımda tanımama sebep oldun.’’ Meral karşısında tir tir titrerken ona acıyarak baktı. Aklına gelen şeylerle öfkesine hâkim olamayıp, kadının çenesini kavradığı an sözlerine devam etti.
”Kardeşim öldü zannederek aylarca kendimi bir odaya kapatıp sadece karnımdaki oğlum için yaşamaya çalıştığım o günleri hesabını verebilir misin? Ya da yaşadığım üzüntüden, stresten oğlumun ölü doğmasına sebep olduğun için de af dileyecek misin? Ayaz’ın kalbinin atmadığını anladığım an yaşadığım korkunun, acının bir özür bedeli var mı? Senin manyak, kindar üvey oğlun evimizi basıp çocuklarımızı rehin aldığında yaşadığımız korku için de üzgün müsün? Peki ya o gece geçirdiği kaza sonucu hayat mücadelesi veren kocam için üzgün müsün? Günlerde akıttığım gözyaşlarını özür dileyerek silebilir misin? Ya da kocamın bir yıl boyunca ne beni, ne de çocuklarını hatırlamadığı o günlerimiz, kaçırdığımız zaman ve çocuklarımın bozulan ruhsal sağlıkları, travmatik anılarını bir özürle geçirebilir misin? Çocuklarımın zihninden, kalbinden o acıları çıkartabilir misin?” deyip kadının çenesini hızla bıraktı.
”Her şey için!” demesiyle Bergüzar gözlerini kapatıp derin bir nefes almaya çalıştı ancak soluğu boğazına düğümlenip oturdu.
”Sana bir şey söyleyeyim mi Meral Açıktan… Hak ettiğini yaşayarak öleceksin! Her gün vücudundan bir yeri kaybederek, bizim kaybettiğimiz yıllarımıza karşılık senin bu acı ölümün bile yüreğimdeki nefreti söndürmeye yetmez! Paramparça olarak öleceksin Meral! Benim, Toprak’ın, babamın, ailemin her ferdinin akıttığı gözyaşlarının bedeli bu! Bizim çocuk yüreğimizi paramparça edip gittiğin gibi, bu dünyadan paramparça olarak gideceksin.” Bir an sustu ve onun yıkık hâline baktı.
”İlahi adalet bu olsa gerek!” yine sustu ve Toprak’a baktığında kardeşinin gözyaşlarını görmesiyle içi acısı.
”Toprak, son bir sözün varsa ya şimdi söyle ya da sonsuza dek sus!” dediğinde Toprak hafifçe başını salladı.
”Sen bizi bırakıp gittiğinde daha küçücüktük. Nasıl yaptın? Vicdanın nasıl rahat etti? Ablam baktı bana, kendisi de çocuktu ama beni çocuğu bilip büyüttü. Hasta olduğumda başımda bekledi, günlerce, aylarca, yıllarca hasta köşelerinde sabahladı. Sırf ben yaşayayım diye sevdiği adama yalan söyledi. Hayatta yapmaz denilen şeyleri yapmaya yeltendi. Senin yüzünden…’’ Bir an durup ona boş, bomboş bir ifadeyle baktı.
‘’Ama ne ablam, ne de ben, senin gibi kötü olmadık. İçimizdeki doğrudan asla ayrılmadık. İyileştiğimde gözlerinde nasıl bir mutluluk olduğu gözlerimle gördüm. Beni o doğurmadı ama annem oldu. Yürekten, canı gönülden sevdi. Kardeş gibi değil, çocuğu gibi sevdi. Sen gittiğinde doğru düzgün yürümüyormuşum bile. Ama o benim elimden tutup yürüttü, beni büyüttü. İlkokuldan üniversiteyi bitirip doktor olduğum güne kadar hep yardım etti. Hem maddi, hem de manevi… Aslında ilaçlarla, doktorlarla değil, beni sevgisiyle iyileştirdi. Benim annem sen değilsin… Benim annem, beni büyüten bu kadın.’’ Derken ablasını göstermişti. Soluklanıp bir kez daha araladığı dudaklarından
‘’Bak şu çocuklara…” kelimeleri dökülmüş, kenara çekilip masanın çevresindeki çocukları görmesini sağlamıştı.
”Çocuklarımız boyumuzu geçti ama ablam ağzını açıp da, bir kez olsun yaşadıklarını, senin kötülüklerini ya da benim için yaptığı fedakârlıkları anlatmadı. Çocuklara seni anlatıp kalplerine nefret tohumları ekmedi. Benim için yaptıklarını anlatıp takdir edilmeyi beklemedi. Çünkü anneler, evlatları için yaptıkları fedakârlıkları onların gözlerine sokmazlar.” derken gözleri minnetle ablasını buldu. İkisinin de gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarını ıslatırken Toprak, yeniden Meral’e baktı.
”Bana hayatın acı gerçeklerini gösterdiğin için sana borçluyum Meral Açıktan ve ben, senin gibi birine borçlu kalmak istemem. Tedavin için bir doktor arkadaşımla görüşmeni sağlayacağım ve bu borç kapanacak! Şimdi…” Bergüzar ve Toprak yine göz göze geldiler ve aynı anda ”Git!” dediklerinde sesleri bahçede yankılandı. Meral geldiği gibi korumalar eşliğinde dışarı çıkartılırken Toprak küçük bir çocuk gibi ablasına sarılıp göğsüne yaslanmıştı.
”Seni seviyorum güçlü kadın… Hem de çok!” derken aileleri onlara hem gurur hem de buruk bir hüzünle bakıyordu.
* * *
Gün boyu herkes kendi içine kapanmış yaşananları değerlendirirken, Bergüzar ailenin genç üyelerinin ve özellikle çocuklarının bugün söylediği her şeyi öğrenmek isteyeceğini bilerek çalışma odasından çıktı ve bahçede hazır olan masadaki yerini aldı. Yemek her zamankinin aksine o kadar sessizdi ki kimse ağzını açıp tek kelime etmiyordu. Ayaz ise huysuzca yerinde kıpırdanıp duruyor, sormak istediklerini içinde tutmaya çalışıyordu. Aslında çocukların hepsi merak ediyordu ama kimse oğlu kadar durumu belli etmiyordu. Bergüzar derin bir nefes alıp elindeki kaşığı kenara koyduğunda
”2015 yılının nisan ayında babanızın yanına casus olarak işe girdim.’’ Diyerek söze başladı. Çocuklar ise pür dikkat onu dinliyordu. Bir saat boyunca Bergüzar hayat hikâyesinin hiç bilinmeyen yönlerini onlara anlatırken, aradığı desteği kocasının gözlerinde görüyordu. Sözleri son bulup önündeki bardaktan su içerken Ayaz’ın soru dolu gözlerine baktı.
”Ben gerçekten ölü mü doğdum?” bu soruyla karı koca irkildiler ve bunu herkes fark etti.
”Evet!” diye soruyu geçiştirmeye çalışsalar da Ayaz konuyu değiştirmeye niyetli değildi ve yeni bir soru sordu.
”Neden?” Bergüzar derin bir nefes alırken Toprak huzursuzca kıpırdanıp cevap vermeye başladı.
‘’Annen beni uzun süre öldü biliyordu. Sonra ölmediğimi öğrendi, bu yetmezmiş gibi bir de Osman dedenin varlığını öğrenince bedeni bu duruma daha fazla dayanamamış olmalı ki böyle bir şey yaşandı.’’ Ayaz yalnızca başını sallayıp masadan kalkıp giderken, kardeşleri ve kuzenleri de onu takip etmişti. Çocuklar her şeyi öğrenmenin şaşkınlığıyla günlerce sessizliklerini korumuş, içlerinin almadığı gerçekleri içlerine sindirmeye çalışmışlardı. Ayaz günler sonra annesinin karşısına geçip
”Nasıl dayandın anne?” sorusunu sorduğunda Bergüzar ona öyle bir gülümsedi ki annesinin kollarına atlamamak için kendini zor tuttu.
”Kalbimde baban, karnımda sen vardın ve bana sadece dayanmak düşmüştü. Ben de kendi payıma düşeni yapıp dayandım. Güçlü durdum, umut ettim, dua ettim ve şimdi buradayız! Hayallerimden daha güzel bir ailem var, çocuklarım var ve hâlâ delicesine sevdiğim bir kocam var.” Ayaz bu sözlerle daha fazla dayanamayıp annesine sıkıca sarıldı.
”Sen hayatımda gördüğüm en güçlü kadınsın Bergüzar Yalın ve ben, senin en büyük hayranınım.” derken kapıdan giren Alparslan
”Siktir lan hergele! Ananın tek ve en büyük hayranı benim. Buraya da onu kaçırmaya geldim.” diye gürlediğinde Ayaz ve Bergüzar gülmeye başladılar.
”Sakin ol koca Alparslan! Yemedim karını.” derken Ayaz annesinde uzaklaşmış ve göz kırpmıştı. Alparslan karısının kolundan tuttuğu gibi odadan çıkacağı sırada oğlunun sesini duydu.
”Baba?” Alparslan ona her baba dediklerinde aynı heyecanı yaşıyor ve bunu gözlerindeki gülümsemeyle belli ediyordu. Ayaz’a dönüp, yüreği ağzında atıyor gibi
”Oğlum?” derken uzun uzun birbirlerine baktılar.
”O adamın dilini kestiğin doğru mu?” derken Yadigâr ve Asena da odadan içeri girmişti. Cevabı duymak içinse pür dikkat babalarına bakıyorlardı. Alparslan tok sesiyle sadece
”Evet!” derken oğlunun yüzündeki silik gülümsemeyi ve kızlarının yüzündeki şaşkınlığı gördü.
”Neden diye sorsam?” diyen Ayaz gözlerine hâlâ dikkatle bakıyordu. Alparslan dimdik durup çocuklarına baktıktan sonra gözleri karısında durdu.
”Annenize dil uzatmak gibi bir hataya düştü, ben de o dili kesip attım.” dediğinde Ayaz bu sefer açık açık gülümsüyordu. Asena babasına ‘vay be’ der gibi bakarken, Yadigâr’ın gözlerinde şaşkın parıltılar oynaşıyordu.
”Aileme dil uzatmak gibi bir hatayı yapanı affetmem. Onu yapana acımam!” Ayaz başını usulca sallarken, Alparslan yeniden karısının elini tuttu ve odadan çıkmak için hamle etti.
”Biz yokken uslu durun!” dediğinde çocuklar arkalarından gülüyorlardı. Evden çıkmak üzereyken kulaklarına Ayaz’ın bağırışı ulaştı.
”Asıl siz uslu durun! Yatak doldu Alparslan Yalın!” dediğinde karı koca birbirlerine bakıp kahkaha atmaya başladılar.
”Sıkıntı ettiğin eğer yataksa büyütürüz Ayazım!” dediğinde koluna inen yumruk onu daha çok güldürdü. Çocuklar, bulundukları çalışma odasından çıkıp merdivenlerin başında durdular ve anne babalarına baktılar.
”Sizi seviyoruz. Kendinize dikkat edin!” diyen Ayaz kardeşlerini kolları altına alıp sardığında Alparslan ona gururla baktı.
”Sen kimin oğlusun aslanım?” diye sorarken, karısını göğsüne çekip sıkıca sardı ve oğlunun gözlerine bakmaya devam etti.
”Alparslan Bey’in oğlu Ayaz…” diyen genç adamın sözleriyle gözlerinin dolmasına engel olamamıştı.
”Bergüzar Hanım’ın oğlu Ayaz… Sadullah Yalın’ın torunu, Sadullah Ayaz’ım!” dediğinde Bergüzar’ın da gözlerinde yaşlar usulca döküldü. Alparslan bu sefer Yadigâr’a baktı.
”Sen kimin deniz kızısın prenses?” dediğinde Yadigâr’ın gözleri ânında dolmuştu.
”Kızını ilk gördüğü anda çok Nazlı olacak diyen, karısına olan aşkından en güzel hediye, en güzel Yadigâr olduğuma inanan Alparslan Bey’in, kızına her zaman güçlü olmayı öğreten Bergüzar Hanım’ın kızı Nazlı Yadigârım!” Alparslan, gözlerini Yadigâr’dan ayırıp Asena’ya bakarken
”Sen kimin kızısın meleğim?” diye aynı soruyu son kez sordu. Asena zorla yutkunup anne ve babasına baktı.
”Beni güveniyle sarıp sarmalayan, Alparslan Bey’in dişi kurdu ve en kötü günümde bana elini uzatarak hayata dönmemi sağlayan, insanların daima gözlerinin içine bakmamı söyleyen Bergüzar Hanım’ın kızı Asena’yım!” Merdivenlerin aşağısında durmuş çocuklarına gururla bakan Alparslan ve Bergüzar gözlerindeki yaşları silip onlara gülümseyerek kapıya ilerlerken yine Ayaz’ın sesini duydular.
”Bakın çok ciddiyim. Bu yaştan sonra yeni bir kardeş istemiyoruz. Kısmetse torunlarınıza artık!” Alparslan’ın torun kısmına epey yükselmemiş değildi ama bu sonradan gelme kendisi kılıklı oğluna da pabuç bırakmayacaktı.
”Hergele!” bağırışıyla bahçeyi inletirken arabaya bindi. Hareket edip yolda hızla ilerlerken Bergüzar ona bakıp
”Nereye gidiyoruz Alparslan?” diye yeniden sordu. Bu soruyu kaçıncıya soruyor ama kocasından bir türlü yanıt alamıyordu. Bu sırada az ileride beliren yol tabelasında Ankara yazınca, Bergüzar şaşkın şaşkın ona baktı. Alparslan gülümseyerek karısına dönüp yüzüne dokunurken
”Her şeyin başladığı yere gidiyoruz Esmerim! Seni bulduğum yere gidiyoruz…” dediğinde Bergüzar’ın gözlerinde bir damla yaş süzülüp, yanağına düştü.
”Ağlama… Eğer her gittiğimiz yeri duyduğunda ağlayacaksan seninle işim var demektir yavrum.” derken elinde tuttuğu bir kâğıdı karısına uzattı. Bergüzar kâğıdı eline alıp, üstündeki dünya haritasına merakla ve anlamaya çalışarak bakıyordu. Halka içine alınmış ve numaralandırılmış yerlerin ilki Ankara’ydı. İki numarayı arayan gözleri İtalya’da durduğunda Alparslan’ın ne planladığını ancak anladı ve gözlerine baktı.
”Bir aylık dünya turuna ya da yirmi bir yılın ödülü olan balayımıza hoş geldin bebeğim. İki gün sonra İtalya’daki odamızda olacağız. Birbirimize bedenen ait olduğumuz ilk yerde.” derken Bergüzar’a dönüp göz kırptı.
”Sen delisin biliyorsun değil mi?” Bergüzar gülmeye başlayınca, Alparslan da ona eşlik etti.
”Doğru deliyim… Sana deliyim, çocuklarımıza deliyim, kocaman ailemizin her ferdine deliyim… Seninle ilk kez seviştiğimiz odayı bizden başka kimseye kullandırtmayacak kadar takıntılı, sana düşkün, âşık ve deliyim Bergüzar Yalın! Bu sizin için sorun mu?” Bergüzar, gülümseyerek ona yaklaştı ve parmak uçlarıyla yüzünü severken
”Asla… Ama bana ya da ailemize deli olmanız beni de delirtiyor Alparslan Yalın!” deyip kocasının yanağını öptü.
* * *
”Daha gelmedik mi? Artık gözlerimi açsan diyorum. Resmen bir saattir gözlerim kapalı!” Bergüzar’ın haklı isyanına gülen adam, onu gittikleri yere doğru yönlendirirken heyecandan kalbinin duracağından korkmadan edemedi. ”Açıyorum hazır mısın?” sözlerine homurdanan Bergüzar
”Evet!” dediğinde gözlerinden kayıp giden bandın ardından göz kapaklarını araladı ve nerede olduğunu, neye baktığını anlamaya çalıştı. Uzun bir koridorun başında duruyordu. Koridorun iki tarafı da mumlarla kaplanış, ortada yürüyüş yolu bırakılmıştı. Bergüzar gözlerini yerden kaldırıp koridora baktığı anda nefesi kesildi.
”Sen ciddi misin Alparslan?” derken gözlerinden dökülen yaşlara engel olamamıştı. Kocasının beline dolanan kolları ve omzuna koyduğu çenesi ruhunu okşarken fısıltılı sesini duydu.
”Sana yolda her şeyin başladığı yere gidiyoruz demiştim. İşte her şeyin başladığı yerdeyiz.” Yalın Holding’in Ankara’daki eski binasında ve Alparslan’ın odasının bulunduğu kattaydılar. Bir süre öylece durup geçmişi sessizce akıllarından geçirdiler. Bu koridorlarda koşturdukları, kavga ettikleri, bakıştıkları, konuştukları, ilk kez aşkı tatmaya başladıkları anılarını düşünürken elleri buluşmuş ve yürümeye başlamışlardı.
”İlk geldiğin gün bana burada çarpmıştın. Daha doğrusu çarparak durabilmiştin ve üstüne üstlük ‘siz duygusuz musunuz?’ diye sorarak beni şok etmiştin” dediğinde Bergüzar o gün yaşadığı ve çok utandığı anıyı hatırlarken kahkaha attı.
”Gıcık… Beni hep utandırıyordun!” derken omzuna vurdu ama adam onu anında kolları arasına alıp sararken az ilerideki merdiven boşluğuna açılan kapıyı gösterdi.
”Bana orada bağırmış ve ağlamıştın. Seni öyle görünce kalbimin varlığını yeniden hatırlamıştım sanki. Ağlama diye sana sarılıp, seni içime katasım gelmişti.” Bergüzar o anıyı kısa bir an düşünüp gülümseyerek kocasına baktı.
”Uyuz, soğuk, sinirli ve düşüncesiz adamın biriydiniz Alparslan Bey!” derken eski odasının kapısına varmışlardı. Alparslan, karısının yüzünü elleri arasına alıp alnını uzun uzun öperken kokusunu da soluyordu.
”Siz de o inatçı, sözünü esirgemeyen, dik başlı genç bir kadındınız ve beni her an büyülemeyi başarıyordunuz Bergüzar Hanım! Hayatımda ilk kez bir kadının topuklu ayakkabısının sesine gülümsediğimi bu odada fark etmiştim!” dediğinde yüzleri odaya döndü. Ankara’yı gören muazzam manzaranın önüne geçtiklerinde Alparslan’ın sesi yeniden kulağına ilişti.
”Seni hep sevdim… Seni hep seveceğim. Dünüm, bugünüm, yarınım ve sonsuzluğumsun Esmerim!”
”Hayatımda eksik kalan ne varsa bir bir kapatan adam… Bazen babam, bazen arkadaşım, yirmi bir yıllık kocam, sevgilim, en çok sevdiğim… Hayatım!” dediğinde Alparslan onu hızla kendine çekti ve dudaklarına yapıştı. Karısını kucağına aldığı gibi az ilerisinde duran gizli bölmenin olduğu duvara ilerleyip kapıyı açtı ve içerideki yatağa doğru ilerledi. Bergüzar bir an kocasından ayrılıp odanın içine göz attığında koridordaki muazzam hazırlığın burası için de yapıldığını görerek gülümsedi. Bedeni yatağa değdikten sonra uzun bir süre konuşmadan birbirlerinin gözlerine baktılar.
”Sen benden hiç gitme Esmerim! Sen hiç bitme…
Bi şehir ol.
Mesela,
İstanbul gibi..
De ki;
Boğazım kuruyana kadar seveceğim seni.
Bir şehir ol..
Mesela İstanbul gibi..
Uzaktan bakanlar seni hiç bilmesinler.
Sen İstanbul gibi dur olduğun yerde ama sana gelmeye çalışanlar sana gelemesinler.
Uzaktan güzel görün herkese ama hiç kimse bilmesin içini.
Sen bir şehir ol İstanbul gibi; herkes imrensin sana ama fethedemesin hiç kimse benden başka..
Sen İstanbul gibi bir şehir ol…
Sahillerinde martılar öterek alsın simitleri ellerimden.
Kız Kulesi kıskansın beni bu sefer senin gözlerinden.
Köprünün üstünden bakarken şehre sadece diz çökeyim Ortaköy için, Sultanahmet için.
İstanbul ol mesela…
Konuş benimle ve her kurduğun cümle için Galata’dan Çelebi’ler uçsun gökyüzüne.
İki yaka bir kez olsun bir araya gelsin.
Sen konuş… Susma…
İstanbul ol mesela…
İstanbul ol, sahip olduğun tüm merdivenleri önce ben çıkayım.
Üç aşağı beş yukarı…
Sonra sen çık ardımdan eksiklerimi tamamla.
Gülerek tartışalım 6’yı, 7’yi…
Sonra sen kazan ve ben tüm merdivenleri bir daha sayayım fazla fazla…
Sen İstanbul ol mesela…
Bir şehir ol…
İstanbul ol…
Bu kez boğazların kuruyana kadar ben seveyim seni… (Alıntıdır)
Karısının saçlarını severek, gözlerine bakarak, yanaklarını öperek şiirine son verirken yüzünü onun boynuna gömdü ve yüreğinden kopup gelen iç çekişlerin dinmesini bekledi.
”Alparslan…” Birkaç dakika sonra karısının küçük bir kız çocuğunu andıran sesiyle gözlerini açıp onun gözlerine yeniden baktı.
”Bergüzar…” O da aynı onun gibi seslenip,
”Seni seviyorum.” diyen kadına gülümsedi.
”Seni seviyorum Esmerim!”
SON
TEŞEKKÜRLER
Bu hikâyede bana eşlik eden sevgili okurum, dilerim gönlümden geçenler senin gönlüne dokunabilmiştir. En kıymetli olanı, zamanını ayırıp okuduğun için çok teşekkür ederim. İyi ki varsın.
Benimle birlikte her satırı okuyan Sema Coşkun’a, Sibel Köksal’a, Berfu Çağatay’a, Zeynep Dilara Küçükkozak’a, Müberra Türk’e ve sosyal medya paylaşımlarıyla, saatlerce emek vererek harika görseller hazırlayan Sibel Bilgili’ye ayrıca teşekkür etmeyi borç biliyorum. Abre’yi düzenlerken az kahrımı çekmediniz. Ağlama krizlerimde mendil uzatıp sırtımı sıvazlayan ve ‘sen yaparsın Turuncu çiçeğimiz’ diyen canım kızlar, iyi ki varsınız.
Yepyeni hikâyelerde yeniden buluşuncaya dek kendinize iyi bakın.