BU KİTAP 31.08.2016 / 12.01.2019 TARİHLERİ ARASINDA YAZILMIŞTIR.

 

 1.BÖLÜM

NİSAN 2015

Kapısı belli aralıklarla iki kere vurulup yavaşça aralandı ancak o, kafasını bile kaldırmadı. Hâlâ önündeki dosyayla ilgilenmeye devam ediyordu. ”Alparslan Bey, ben yeni asistanınız Bergüzar. Size bugünkü…”

”Programı anlat ve çık!” Soğuk ve sert ses karşısında bir an donup kalsa da kendini toparlayıp, programı anlatmaya başladı. Alparslan ise bir an bile asistanını umursuyormuş gibi görünmüyordu. O, sürekli çalışan, çalışmaktan keyif alan bir adamdı. Çoğu gece eve bile gitme gereği duymadan, dolapların ardına gizlenmiş yatak odasında yatardı. Yeni asistanı günlük programını anlatmayı bitirdiğinde kafasını memnuniyetsizce salladı. Nefesini sıkılmış gibi üfledi.

”Kahve istiyorum, şekersiz ve sütsüz olsun.” Bergüzar daha önce hiç böyle birini görmemişti. Soğuk, buz gibi soğuktu. Dalgınlıkla Alparslan’ı izliyordu ve adam bunun farkındaydı. Huysuz bir ifadeyle kafasını kaldırdı, yeşil gözlerini kıza dikti. Bergüzar ise gözleri gözlerine değdiği an aslında onu o kadar da soğuk biri gibi hissetmedi. Yeşilin kol gezdiği gözlerine, uzun ve açık kumral rengi kirpikleri eşlik ediyordu. Böyle sımsıcak yeşile yuva olan gözlerin sahibi ne kadar soğuk olabilirdi ki? Bu sorunun cevabını daha o anda aldı.

‘’Bir sorun mu var?’’ Buz gibi ses yeniden kulaklarına dolmuştu. Dili keskin, iğneleyiciydi. Kurallarla, disiplinle çevrili dünyasında hatayı, aylak durmayı asla affetmeyen bir yapısı vardı. Bu yüzden de giydiği zırhın dışına hiçbir şey sızdırmıyordu. Onu ilk kez gören Bergüzar’ın hissettiklerini, çevresindeki bütün çalışanları da aynı ölçüde hissediyordu. Az evvel dağılan aklını toparlayıp kendine gelirken belli belirsiz, titrek bir nefes alarak ”Kahvenizi hemen getiriyorum.” Demiş, odadan çıkmak için kapıya yönelmişti.

”Sanki başka bir seçeneğin var! Dışarı! ” Kızın arkasından çatık kaşlarla bakmayı sürdürdükten sonra koltuğunu döndürüp Ankara’ya bakmaya başladı. Bergüzar ise kahveyi hazırlamak için mutfağa ilerlerken içinden söylemediği söz kalmadı. Onun karakteri ve davranışları hakkında az çok tahmini vardı ancak bu gördüğü tahminlerinin çok üstündeydi. Neden bu kadar soğuk biri olduğunu düşünürken kahveyi yapmaya başlamıştı.

Tamam, büyük bir şirket grubunun yöneticisiydi, tanınmış bir iş adamıydı ama bu kadar soğuk olmasına akıl erdirememişti. Neredeyse kafasını dahi kaldırıp bakmamıştı. Tek yaptığı şey emirler yağdırmak, kaba konuşmaktı. Ona alışmak, onunla çalışmak zor olacaktı. Kahveyi yaptıktan sonra dökmemeye özen göstererek, tekrar odanın önüne gelip kapıyı çaldı. Ancak, ‘gir’ demesini beklemeden odaya girince ”Bir daha ‘gir’ demeden bu odaya sakın girme.” diyen o sert sözlerle karşılaştı. Zorla yutkunup, başını usulca sallarken ”Tabi efendim.” diyebildi. Kahveyi masasına bırakıp çıkarken, patronu kafasını kaldırıp da yüzüne bakmamıştı.

Alparslan sık sık asistan değiştirirdi. Bunun sebebini hiçbir zaman kabullenmese de sebep tamamen kendisiydi. Asistanları, buz gibi adama katlanamaz, bir ay içerisinde işi bırakırlardı. Yalın Holding bünyesinde çalışmak zordu. Bunu iş dünyasındaki herkes ve bu dünyaya hazırlananlar bilirdi ama Alparslan Yalın’la çalışmak her şeyden zordu. Gülümsemeyi bile bilmeyen, işkolik bir adama dayanmak herkesin harcı değildi. Ertuğrul Yalın’ın namı varsa, Alparslan’ın da soğuk bakışları ve sesi vardı. Onu bire bir tanımayan kimse, daha insanî tarafını bilmezdi.

Sabah yaşananların ardından birkaç saat geçmiş, bu sırada ikisi de işlerine odaklanmıştı. Saatini kontrol eden Bergüzar, masasından kalkıp karşısındaki odanın kapısını usulca vurdu. Kapının ardından gelen ‘gir’ komutuyla kapıyı araladı. ‘’Toplantı odası hazır, sizi bekliyorlar.’’ Sözleriyle önündeki dosyaları toparlayan Alparslan ayağa kalkıp, yanındaki askıda duran ceketini üstüne giymiş, dosyalarını eline almıştı. Bergüzar ise olduğu yerde sessizce onu izlerken, tüm heybetiyle üstüne geldiğini fark etti. Ona bakmayı kesip geri çekilerek yol verdi. Gözlerini karşıya dikmiş, dimdik yürüyerek yanından geçip giderken nefesini tutmadan edemedi.

Hemen arkasından onu takip etmeye başladığında dikkatle adamın bedenini inceledi. Üstüne giydiği lacivert takım elbise bedenini sımsıkı sarmıştı. Ceketinin kol kısımlarından fırlayacakmış gibi duran kaslarına şaşkın gözlerle baktıktan sonra aklından geçirdiği tek şey sabahkiyle aynıydı. Daha önce böylesine soğuk, donuk, üstünden otorite akan birini görmemişti. Zemine vuran ayakkabılarının sesi bile kendinden emin oluşunun bir örneği gibiydi. Koridorda onunla karşılaşan çalışanlar, gözle görülür şekilde geriliyor, sessiz bir baş selamıyla yanından hızla uzaklaşıyordu. Adam, resmen insan savar makine gibiydi. Uzun, kalıplı, soğuk, somurtkan bir makine!

Bu sırada toplantı odasına girip masanın başına ilerledi, elindeki dosyaları masaya bırakıp ceketini tek hamlede çıkardı. Omuzlarını ve kollarını geriye itmesiyle, jilet gibi beyaz gömleğinin altında iyice belirginleşen kasları, birçok adamı yere sereceğinin mesajını verir gibiydi. Onun birkaç adım arkasında durup bekleyen Bergüzar, çıkardığı ceketine uzanıp askıya asmak için eline aldı. ‘’Teşekkürler!’’ Teşekkür edişi bile döver gibiydi ama Bergüzar nazikçe gülümsemeye çalışarak ‘’Rica ederim.’’ demişti. Herkes masadaki yerini aldıktan sonra toplantı başladı. Bir saat boyunca projeler sunuldu, fikir alışverişleri yapıldı. Sıra fiyat konuşmaya geldiğindeyse sesler yavaş yavaş yükselmeye başladı. Karşı tarafın verdiği fiyatı yüksek bulan Alparslan var gücüyle onları bastırıyordu. Sesi, bakışları, jest ve mimikleri birkaç saat öncesine göre daha da sert ve soğuk olabilir miydi? Olurdu. Bergüzar sessizce notlar alırken bir gözüyle de patronunu takip ediyordu. Gömleği üstünde iyice gerilmiş, patlayacak gibi duruyordu.

‘’Hayır, bu iş bu fiyata yapılmaz.’’ Çıkışının ardından masaya inen yumrukla yerinden sıçradı. Bunu fark eden Alparslan, kısacık bir an yeşil harelerini üstüne çevirdi ve çatık kaşlarının altından sorar gibi baktı. Bergüzar ise mahcup bir hâlde gözlerini kaçırdı. Alparslan’ın kaşları mümkünmüş gibi daha da çatılırken soğuk sesi odayı doldurdu. ‘’Beş dakika ara verelim.’’ Ayağa kalkıp hızla kapıya yönelirken ‘’Bergüzar!’’ diye seslenişiyse kızı ikinci kez sıçratmıştı.

Yerinden kalkıp, koşar adımlarla koridora çıktı. Ona yetişmeye çalışırken, az evvel tiril tiril ve tertemiz olan gömleğinin terden sırılsıklam olduğunu fark etti. ‘’Alparslan Bey, şey siz… Çok…’’ Alparslan bir an da durup, arkasına döndüğünde burun buruna geldiler. Dahası Bergüzar, hızla attığı adımlarını kontrol edemeyip patronuna vurarak durmayı başarmıştı. İnsan Savar patronuna çarpmış olmanın şaşkınlığı ve paniğiyle geri gitmeye çalışırken adamın ayağını da bir güzel ezdi. Kıpkırmızı olmuş hâlde gözlerine bakarken, Alparslan’ın çatık kaşlarında ve duygusuz bakışlarında bir gram değişiklik yoktu.

‘’Pardon ayağınıza bastım!’’

‘’Hissetmedim.’’ Duyduğu sözün şaşkınlığıyla açılan ağzını kapatamadan ‘’Siz duygusuz musunuz?’’ deyiverince, sessiz olan ortam daha da kasvetlenmişti. Ancak Alparslan karşısında duran esmer kıza ilk kez dikkatle bakmaya başladı. Ne demişti o? ‘Duygusuz musunuz mu?’ Bu soruya kahkahalarla gülmek istese de kendini tuttu, usulca yutkundu.

‘’Az önceki cümleni bitir Kesen… Yarım kalan hiçbir şeyi sevmem.’’ Bergüzar, ağzından kaçırdığı sözlerin paniğini baskılamayı başarıp az önceki sözleri hatırlamaya çalıştı. ‘’‘Çok terlemişsiniz. Hasta olabilirsiniz’ diyecektim.’’ Dediğinde, Alparslan bugün kaç kere daha şaşıracağını düşünmeye başlamıştı. Kız, az önce kendisinden gözlerini kaçırmış, hiç sormaması gereken bir soru sormuş, kendisine önce çarpıp bir de ayağına basmıştı ve hâlâ durmayarak hasta olabileceği konusunda uyarıda bulunuyordu.

‘’Sizden iyi oyuncu olurmuş Bergüzar Hanım. Fakat burası tiyatro sahnesi değil. O yüzden, ‘Patronunu düşünen çalışan’ rolüne bürünmenize gerek yok.’’ Buz gibi bakışlarını da alarak odasına girdiğinde, arkasında bıraktığı kız, başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissediyordu. Kendi kendine ‘Acaba kovuldum mu?’ sorusunu sorarken Alparslan odadan çıktı ve yine hızlı adımlarla koridorda ilerlemeye başladı. Aradan geçen bir ya da bir buçuk dakika içerisinde gömleğini değiştirmiş, elini yüzünü yıkamıştı. Saçlarının uçlarındaki su damlaları bunu açıkça belli ediyordu. Bergüzar ise donup kaldığı yerde duruyor, onu gözleriyle takip ediyordu.

‘’Bergüzar! Ne duruyorsun?’’ Toplantı odasının kapısından yükselen sesle irkilip, yeşil gözleri soğuk parıltılar yayan adama tereddütle bakmayı keserek, hızlıca yanına ilerledi. ‘’Az önceki sözlerim yüzünden kovulmadım mı?’’ Alparslan karşısında duran şaka gibi kıza baktı, baktı ve ‘’Yerine yenisi gelene kadar hayır!’’ dedikten sonra toplantı odasına girdi.

İlk iş gününün son bulmasıyla, yorgunluktan zar zor taşıdığı bedenini evinin kapısına dayayan Bergüzar, çantasındaki anahtarını aramaya başlamıştı. Ancak anahtarı bir türlü bulamıyordu. ‘’Neredesin ya…’’ Anahtara bile isyan edecek takati kalmamıştı. Üstünden bir adet ‘Alparslan Yalın’ geçmişti ve uzunca bir süre bu kapıda kendini perişan hâlde bulacağını biliyordu. Anahtarı bulup evine girdi. ‘’Ben geldim…’’ İşte bu eşikten adımını attığında tüm dünyası değişiyordu. Yorgun, mutsuz, huysuz yüzü burada hep gülüyordu. Gülmek zorundaydı, çünkü uzun zaman önce buna mecbur bırakılmıştı.

‘’Ablaların en güzeli, hoş geldin.’’ Diyen sesin sahibine bakıp, içinden dualar ederken kollarını ona sımsıkı sardı. ‘’Toprak kokan kızım… Hoş buldum. Bu kapının ardında sen ol, ben hep hoş bulurum.’’ Toprak yüzündeki gülümsemeyle ablasına baktıktan sonra biraz tedirgin olmuştu. ‘’Yorulmuş gibisin.’’ Derken Bergüzar ayakkabılarından kurtulup terliklerini giydi.

‘’Biraz yoruldum ama önemli değil. Zor bir patronum var.’’ Kardeşinin omzunu şefkatle sıkıp ‘’İyiyim, endişe etme.’’ diye mırıldandıktan sonra elini yüzünü yıkamak için lavaboya yöneldi. ‘’Yemek hazır. Seni bekliyorum.’’ Toprak’ın en büyük eğlencesi yemek yapmaktı. Zaten hayatta pek bir şey yapma fırsatı da olmamıştı. Fakat o, elindeki imkânlarla mutlu olmayı bilen nadir insanlardandı. Tıpkı ablası gibi. Bergüzar mutfağa gelip masayı donatan yemeklere göz atarken yüzünde endişe belirmişti.

‘’Hani kendini yormak yoktu.’’ Tabaklara servis yapan Toprak omuzlarını hafifçe silkti. ‘’Yemek yaparken yorulmuyorum, enerji doluyorum. Kafana takma, ben çok iyiyim.’’ Ablasına sıcacık bir gülümseme gönderdi. Bergüzar ise kardeşinin saçlarına öpücük bırakıp mırıldanmıştı. ‘’İyisin tabi, daha da iyi olacaksın.’’ Yemeklerini yiyip, salona geçtiklerinde şirkette olanlar ve Alparslan Yalın’ın soğukluğu muhabbetlerinin konusu olmuştu. Ablasının önce adama çarpıp, bir de bu yetmezmiş gibi ayağına bastığını öğrenince kahkahalara boğulan Toprak, kanepeden düşmüştü. Bergüzar, kendisiyle alay etmesine isyan edip uyuyacağını söyleyerek odasına çekilmiş ve yorgunluğuna iyi gelecek bir uykuya dalmıştı.

Kızların evinde durum böyleyken, Alparslan’ın evinde de çok farklı sayılmazdı. Aynı konu, gün boyunca yaşananlar, yeni asistan, onun ve telefonun ucundaki kardeşleri Atilla’yla Tomris’in de gündemindeydi. ‘’Kız çok ilginç…’’ Düşünceli, dalgın bir sesle söylenen bu sözleri duyan Atilla ‘’Ne?’’ derken telefonu kulağından uzaklaştırıp ekrana baktı. ‘Abilerin Kralı’ yazıyordu. Yani doğru adamla konuşuyordu fakat abisini kim seslendiriyordu, işte orasını tam olarak anlayamamıştı.

‘’Ne ne? Kız bir garip, şaşkın bir şey. Eli ayağı durmuyor. Hıım, bir de çenesi. Bugün bana ne dedi biliyor musun?’’ Atilla yanında oturan Tomris’i heyecanla tokat yağmuruna tutmuş, resmen omzunu göçertmişti. ‘’Ne dedi?’’ Atilla’nın heyecanlı sesine gözlerini deviren Alparslan, Bergüzar’ın ‘Duygusuz musunuz?’ sorusunu, yaptığı sakarlıkları anlattı. O anlattıkça Tomris’le Atilla gülmekten çatlayacak kıvama geldi. ‘’Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?’’ Sert, soğuk ses tonu kulaklarına ulaşsa da umursamadılar çünkü aralarında uzun mesafeler vardı ve bu mesafeler onların kahkahalarını kamçılıyordu.

‘’Ayy abi… Sen bu kızla bizi tanıştırsana. Yeni kızı çok merak ettim.’’ Tomris’in kadınsı merak dolu sesi asabını iyice bozunca konuyu değiştirdi. ‘’Ertuğrul ne yapıyor?’’

‘’Ketum ketum takılıyor!’’ Kardeşlerinin aynı anda verdiği cevap Alparslan’ı güldürdü. ‘’Hadi gidip yatın abim. İzmir’in güzel havası size kafa yapmış.’’

***

Yeni güne başlarken, ‘Her şey güzel olacak. Buzdan adamı umursama!’ sözleriyle kendini motive etmeye çalışan Bergüzar, kıyafetlerine göz atmıştı. Beyaz gömlek, siyah kalem etek giyip saçlarını balıksırtı modelinde ördü. Esmer tenini azcık makyajla renklendirirken gözünü saatten ayırmıyordu. Çantasını alıp kapının yanına koşturup, hâlâ uykuda olan kardeşine sevgi dolu bir not yazarak evden ayrıldı.

Onunla aynı anlarda yoğun geçecek iş gününe hazırlanan adam da gözlerini saatine dikmiş bakıyordu. Aklındaysa sadece işleri vardı. Koyu gri takım elbisesini giymiş, saçlarını hafifçe düzeltmişti. Aynadaki yansımasına bakarak atkısını ceketinin altına sakladıktan sonra ceketin bir düğmesini ilikledi. Ayağına giydiği kahverengi ayakkabılarının bağcıklarını bağlayıp, birkaç dosyasını alarak kendini sabahın ayazına bıraktı. Hızlı adımlarla kapıda duran arabasına ilerlerken, yine ketumluğu üstündeydi.

Yol boyunca bazı belgeleri incelemiş, telefon görüşmeleri yapmış, devasa plazanın önünde durduklarını fark ettiğindeyse aracından inmişti. Yine hızlı adımlarla şirkete girip, asansöre yöneldi. Kendisine sessizce selam veren çalışanlarına aynı şekilde karşılık verirken, odasının bulunduğu kata ulaştı. Yanlara doğru kayarak açılan kapıların ardından beliren adamı gördüğü gibi ayaklanan Bergüzar masasının başındaydı. ‘’Günaydın Alparslan Bey.’’

‘’Günaydın.’’ Demekle yetinmiş, dün olduğu gibi bugün de yüzüne bakmadan odasına girmişti. ‘’Bergüzar! Kahvem!’’ Sözlerini duyup, soluğu mutfakta alsa da kendini söylenmekten alıkoyamıyordu. ‘’Soğuk nevale! Ne olacak.’’ Yaptığı kahveyi eline alarak, odaya ilerledi. Dün yediği laftan sonra ‘Gir’ komutu duymadan kapıyı açmamayı öğrenmişti. ‘’Gir!’’ diye odayı inleten gür sesle gözlerini anlık olarak kapattı ve ağzının içinden mırıldandı. ‘’Sabır ver.’’

‘’Bugünkü programım!’’ Odaya adım attığı anda duyduğu sözlerle, içinden ‘Sen, çok sabır duası edersin ama kabul olur mu bilmem’ demişti. Bu adam normal cümle kuramaz mıydı? Normal insanlar gibi konuşmak, bakışarak iletişim kurmak gibi davranışları yoktu ve bu, rahatsız ediciydi. İnsana, kendisini önemsiz bir varlık gibi hissettirecek kadar rahatsız edici. ‘’Hemen söyleyeyim.’’ Kahveyi masaya bıraktı, odadan çıkıp masasının üstünde duran notlarını eline alarak geri döndü.

Bu sırada dosyalarından başını kaldırma zahmetinde bulunan Alparslan, kendisine doğru gelen kızı inceledi. 1.70 boylarındaydı. Bu durum topuklu ayakkabıyla on santim daha fark ediyordu. Rengi siyaha çalan saçları açık olsa beline kadar uzanacaktı. Esmer teniyle uyumlu kahverengi gözleriyse, şaşkınlık ifadesi yokken gayet sıcak bakıyordu. Göz attığı notlarının üstünde gezen gözlerindeki bakışı hemen tanıdı. Çünkü bu bakış onun gözlerinde de sık sık yer bulurdu. Hataya meyil vermemek adına dikkat kesilen gözler, çatılan kaşlar, kasılan bir yüz. Şu an farkına vardığı şey Alparslan’ı şaşırtmıştı. Daha önce asistanlarının böyle bir bakışını yakalamamıştı. Gözleri, kendisine adım adım yaklaşan kızın kıyafetlerinde gezindi. Beyaz gömlek, dizlerinin üstünde biten siyah kalem etek ve yere her vuruşunda odasını inleten topuklu ayakkabısına kadar baktıktan sonra ‘’Seni dinliyorum.’’ dedi. Bergüzar, nefes almayı unutarak günlük programı anlattı, aldığı yanıt ise aynıydı. ‘’Çıkabilirsin!’’ Arkasını dönüp, topuklarını daha güçlü vura vura odadan çıktı. ‘’Uyuz!’’

Günün ilk yarısı hızla geçerken Bergüzar düzenlemeye çalıştığı dosya yığınları arasında kaybolmuştu. Onu kendine getirense duyduğu muzip ses oldu. ‘’Aaa, dur tahmin edeyim… Sen Alparslan Yalın’ın yeni asistanısın.’’ Bergüzar tanımadığı adama dikkatle bakarken ayağa kalktı. ‘’Evet, ben yeni asistanım.’’ Adam masmavi gözlerindeki muzip pırıltıları saklamadan, masada duran dosya yığınını işaret edip, sırıtarak ‘’Çok kaptırıp kendini yorma. Nasılsa bir aya kalmaz Alparslan Bey’e dayanamadığını belirterek işi bırakacaksın.’’ Dediğinde Bergüzar şaşkınlıkla önce dosyalara da ona bakmıştı.

‘’Benim işi bırakmak gibi bir lüksüm yok Beyefendi. Kariyere ve… Paraya ihtiyacım var.’’ Derken sesi gittikçe kısıldı, yanakları kızardı. Mavi gözlü adamsa çatık kaşlarının altından dikkatle, hatta biraz merakla onu süzdü. Yeni kız, abisinin anlattığı kadar ilginç biriydi. Kariyere ve paraya ihtiyacı olduğunu söylediği için utanıp, kızarmıştı. Böyle insanların hâlâ var olduğunu görmek içten içe onu mutlu ederken, Bergüzar’a elini uzattı ve sıkıca, samimiyetle tuttu.

‘’Ben, Atilla Yalın. Aramıza hoş geldin Bergüzar Kesen.’’ Bergüzar, adının bu kadar çabuk öğrenilmesine şaşırmıştı. ‘Benden önceki asistanları da bu kadar iyi tanıyorlar mıydı?’ sorusunun beyninde yankılanmasına engel olamadı. Eğer herkesin adını bu kadar çabuk öğreniyorlarsa sıkıntı yoktu. Fakat öyle değilse panik duygusu, kalbini sıkıştırmaya başlayabilirdi. Tam bu esnada, elini sıktığı adamın soyadının farkına vardı ve ağzı bir karış açıldı.

‘’Aaa… Siz… Hoş geldiniz Atilla Bey. Abinize haber vermemi ister misiniz?’’ Ellerini kibarca ayırıp, derin bir soluk alırken yüzündeki mahcup ifade, birbirine kenetlediği elleri Atilla’ya tebessüm ettirmişti. ‘’Az önce söylediklerin aramızda.’’ Deyip göz kırptıktan sonra konuşmaya devam etti. ‘’Söz, kimseye söylemem. ’’ Bergüzar yine al al olmayı başarırken, telaşla masasındaki telefona uzandı ve patronunu aradı. ”Evet?”

”Atilla Yalın geldi sizi görmek is…” Cümlesini tamamlayamadan ”Alsana kızım içeri! Bunu soruyor musun?” diye gürleyen sesle ayakları yerden kesilmişti. Telefonu kapatıp, ‘’Sizi bekliyor.’’ demeye çalışırken her şey normalmiş gibi davranmak zordu. Abisinin bağırışını net olarak duyan Atilla’nın da yüzü asılmış, canı sıkılmıştı ancak abisi böyleydi. Ne kadar uyarırlarsa uyarsınlar, adam bildiğini okumaya, hep aynı kırıcılıkta davranmaya devam ediyordu. Mavi gözlerini, kızın koyu kahve gözlerine dikip tebessüm etmeye çalışırken elini omzuna koymuş, hafifçe sıkmıştı.

‘’Hedeflerin, içerideki adamın soğukluğundan daha önemli. Takma… Ya da takmamaya çalış. Bence bunu başarabilirsin.’’ Bergüzar, bu sözlere, verdiği psikolojik desteğe gülümsemekle yetinirken Atilla odanın kapısına ilerledi ve içeri girdi. İki kardeş saç, göz rengi, yüz yapısı olarak birbirlerine bu kadar benzerken, huyları nasıl bu kadar ayrı olabilirdi? Bergüzar bunu anlayamıyordu.

Kendisi de kardeşiyle tıpa tıp aynı değildi ama bu kadar da farklı değillerdi. Biri buz gibiyken, diğerinin gözleri bile gülüyordu. Doğrusu onların hikâyesi zenginlik içerisinde, aile saadetiyle geçmemişti. Bergüzar daima kardeşiyle bir arada olmuş, ona kol kanat germiş, onu büyütmüş, hiç ayrılmadan, el ele yürümüş ve bugünlere gelmişlerdi. Hikâyeleri, hayatları, dünyaları farklıydı. Yalın’lar ise… ‘Onlar farklı’ diye düşündü. Bilmediğiyse onların da acı günleri, zor zamanları olduğu ve bu hâle gelmelerinin sebeplerinin yaşadıkları olduğuydu.

Alparslan, kardeşi odasına girdiğinde kafasını dosyalardan zorla kaldırdı. ”Dışarıdaki güzel kız, yeni asistanın sanırım? Tatlı, kibar ve naif birine benziyor.’’ Atilla her zamankinin aksine bu sözleri çapkınca söylememişti fakat Alparslan bunu fark edemeyecek kadar kör bakıyordu. ‘’Güzelliğinden bana ne oğlum!’’

‘’Kıza niye bağırıyorsun abicim? Aramıza yeni gelmiş, dün iş başı yapmış, ayrıca beni tanımak zorunda değil.” Sözleriyle sakince nefes alan Alparslan bakışlarını kardeşine dikti. ‘’Hayırdır sen niye buradasın?” ‘Seni duymuyorum!’ der gibi, muhabbeti tamamen değiştirmek için hamle yaptığında Atilla da sabırla nefes almaya çalışmıştı. ”İyiyim abicim sağ ol, sen nasılsın? İnsan hâl hatır sorar!”

”Oğlum, bana trip atma, Ankara’da ne bok işin var onu söyle.” Atilla oflayıp, onun tavırlarından yaka silkmiş gibi başını salladı ve yenilgiyi kabul ederek geliş sebebini anlatmaya başladı. ”İzmir’deki konut projesinde ortak olduğumuz şirketin buradaki yerini görmeye geldim. Gelmişken seni de göreyim dedim ama anladığım kadarıyla sen, havanda değilsin.’’ Lafını bitirirken Alparslan da yerinden kalkıp, onun karşısındaki koltuğa oturdu. Dışarıya seslenmek için ağzını açtı bir süre öyle kalıp konuştu.

”Neydi bu kızın adı?” Abisine kınayan gözlerle bakmaktan kendini alamadı.

”Bergüzar!”

”Ooo, hemen de kaynaşmışsınız?” Yüzü ciddi bir ifadeye bürünüp ona bakmayı sürürken “Saçmalama lütfen! Gayet tatlı ve çok farklı bir kız. Hepsi o kadar!’’ demişti. Alparslan kafasını ‘iyi’ der gibi sallayıp masasındaki telefona uzandı. Bir tuşa bastı ve ahizeyi kulağına dayadı.

“Bergüzar, iki tane sade Türk Kahvesi getirir misin?” Kızın cevap vermesini beklemeden telefonu kapattığında Atilla başını sağa sola sallamıştı. “Seninle çalışanlara üzülüyorum abicim. O kadar kibar davranıyorsun ki şaşırmadan edemiyorum.” Ona ters ters bakmayı kesmek için önündeki moda dergilerine uzandı. Derginin kapağındaki ünlü modacıya bakıp ıslık çaldıktan sonra derginin içini açıp röportajını okumaya başladı. Genç modacıyla ilgili bölümü okurken şaşkınlığı iyiden iyiye artmıştı.

“Vay be, resmen bir başarı öyküsü. Kız daha 24 yaşında ama o, dünya modasına değil, dünya modası ona uyuyor. Kadın resmen bu işte çığır açmış. Helal olsun!” deyip dergiyi yeniden sehpaya bıraktı. ”Ne kadını? Ne kızı? Ne diyorsun oğlum?” Abisi her zaman ki agresifliğiyle konuştuğunda Atilla gözleriyle önünde duran dergiyi işaret etti. Derginin kapağını süzerken Alparslan’ın dudaklarından ”Armağan Karcan?” isim ağır ağır döküldü.

“Allah yolunu açık etsin de, yazık…” Atilla şaşkın şaşkın abisine bakıp ”Neden yazık dedin şimdi?” diye sorarken Alparslan, iri bedenini koltuğa yayıp ayaklarını ileri uzatarak rahat bir şekilde oturdu.

”Bu kadar güzel bir kız, gider bir tane para babası dangalağın biriyle evlenir. İki çocuk yapar, ondan sonra olmuyor yapamıyoruz der boşanır deli gibi de tazminattır, nafakadır ne varsa alır. Sonra ne olur? İşinden çok özel hayatıyla anılmış olur. Yani yok olur gider.” Atilla, abisinin bu tarz sözlerine ve düşüncelerine her zaman sinir olurdu. Durum yine değişmemişti, çünkü biraz sinirlenmişti. ”Ne ön yargılı herifsin be abicim.” diye çıkışırken sözünü kapı sesi böldü.

”Gel!” Gür sesiyle yine ortalığı inleten Alparslan’ın sesiyle, kapıyı açmak üzere olan Bergüzar gözlerini devirmişti. İçeri girip kahveleri ikram ederken üstüne kilitlenen yeşil gözler huzursuzluğunu iyice arttırdı. Alparslan ise odasına giren kıza gözlerini dikip bir an bile ara vermeden onu incelerken, Atilla kaşlarını çatmış, abisinin üstüne uçma isteğini bastırmaya çalışıyordu. Yeşil gözlerini, tepsiyi sıkıca kavrayan ellere sabitlediğinde fazlaca stresli olduğunu anlaması uzun sürmedi.

”Sizi geriyorsak dışarı çıkabilirsiniz Bergüzar Hanım!” Kız şaşkınlıkla duraksayıp, yüzünü Alparslan’a çevirdiğinde zorla yutkundu, kekeleyerek sözlerine cevap vermeye çalıştı. ”H… Hayır, siz yanlış anladınız Alparslan bey…”

”Şimdi de anlayışı kıt bir adam oldum yani! Konuştukça batıyorsunuz Bergüzar Hanım… Dışarı!” deyip gözleriyle ve gergin surat ifadesiyle kapıyı gösterdi. Bergüzar, tıpkı sabahki gibi sabırlar dileyerek dışarı çıkarken içine düştüğü bu çıkmaza lanetler okuyordu. Sinirlerine hâkim olmaya çalışarak abisini izleyen ve her hareketinde biraz daha gerilen Atilla ise kahvesini hızla içmiş, izin isteyip yanından ayrılmıştı.

Alparslan akşama kadar bir toplantıdan diğerine koştururken yanındaki asistanına bir an bile işkence etmekten vazgeçmedi. Bergüzar, saat 18’i gösterdiğinde şirketten hızla çıkmıştı çünkü bütün gün Alparslan’ın soğuk ve nemrut suratını çekmişti ve onu birkaç saniye daha görmeye tahammülü kalmamıştı. En azından ertesi günün sabahına kadar Alparslan detoksu yapmalıydı. Yoksa adamı bir kaşık suda boğacaktı. Adam iki günde tüm sinirlerini gerip, tepesini attırmayı başarmıştı ancak yapacak hiçbir şeyi yoktu. Gidecek yeri, isyan edecek hâli de yoktu. Şirketten çıkıp evine geçmek için metroya gideceği sırada çalmaya başlayan telefonunu zar zor bulup eline aldı. Ekrandaki yazıyı okuduğundaysa bütün bedeni resmen buz tuttu. ‘Gizli Numara’ Başına gelen hiçbir şeyi kendi istememişti fakat başına gelenleri yaşamak dışında da bir çaresi yoktu. Kuruyan boğazını yok sayarak aramayı cevapladı. Daha ağzını açamadan tok ses ”Yalın’la günlerin nasıl geçiyor? ” diye sordu.

ESMERİM LÂL – 2.Bölüm’ü Okumaya Devam Et.

error: Content is protected !!