11.BÖLÜM
O akşamki yemeğin üstünden bir ay geçerken Ayaz Dünya’ya, anne ve babasıysa ona alışmıştı. Artık kendi evlerine geçmiş, yepyeni bir düzen oturtmaya başlamışlardı. Bu sırada Toprak ise Suna Hanım, Mehmet Bey ve Arda’yla birlikte Amerika’ya gitmişti. Uzun zamandır kontrolleri aksadığı için, daha fazla vakit kaybetmeden onlarla gelmesini Suna Hanım söylemiş, ardından da Bergüzar’a durumu anlatmıştı. Toprak’ın sağlığı söz konusu olduğundan Alparslan bile homurdanmamış, hatta ‘sizinle gitmesi daha iyi. En azından aklımız kalmaz.’ Demişti.
Bu bir aylık süreçte başka şeylerde olmuştu tabi… Mesela Eren ve Meral ülkeden toz olup, kayıplara karışmış, Hulusi Bey ise şirketinden çalınan paraların peşine düşüp resmi işlemleri başlatmıştı. Zaten Eren ve Meral’in kaçışı da bundandı.
Hiç kimseye dokunmadan, daha fazla zarar vermeden gitmelerini beklemeyen Alparslan buna epey şaşırsa da Hulusi Bey ‘ben, verdiğim sözü tutarım!’ deyince endişelerini bir kenara koymuştu. Osman Bey ve Nadide Hanım’a gelecek olursak, onlar Ankara’ya dönmüş ama Nadide Hanım sık sık Bergüzar’ı arayıp nasıl olduğunu sormuştu. Birkaç gün önce aradığında ise telefonu kocasına vermişti. Osman Bey çekingen bir sesle ‘Seninle görüşmek istiyorum.’ Diyerek yemek yedikleri akşamki sözlerini yinelemişti. Bergüzar da görüşmeyi kabul edince hazırlanıp İstanbul’a gelmiş ve geldiğini haber vermek için ilk kez kendisi aramıştı.
Bergüzar, bugün buluşma kararı aldığı Osman Bey’i görmek için Yalın Holding’e gidecekti. Oğlunu emzirip uyuttu ve saatini kontrol edip hazırlanmaya başladı. Emine abla ev işleriyle yeterince meşgul olduğundan ve yaşı da olduğundan Ayaz’a bakması için Neşe Hanım’ı çağırmıştı. Neredeyse gelir diye düşündüğü sırada kapının çaldığını duydu. Hızlıca saçını başını düzeltip alt kata inmeden önce oğlunu usulca öpüp koklamıştı.
“Annen geri gelene kadar babaanneni üzme tamam mı bebeğim.” Odadan çıkıp alt kata indiği anda Neşe Hanımla karşılaştı.
“Neşe anne, hoş geldin.” Deyip sarılmasıyla Neşe Hanım mest olmuştu. Kendisine anne demesine, böyle sımsıkı sarılmasına bayılıyordu zaten. Bir de torununa bakması için çağırmasına ayrıca memnun olmuştu. Ayakları yere basmamıştı sanki eve gelirken, öyle hoşuna gitmişti ki bu rica, bir an bile düşünmeden ‘sen işlerini hallet, babanla görüş. Ben torunuma seve seve bakarım kızım.’ Demişti.
“Hoş buldum canım kızım. Sen geç kalma, gönül rahatlığıyla git. İsterseniz iş çıkışı karı koca yemeğe gidin, gezin.” Derken buzdolabına baktı.
“Süt bıraktıysan gerisi mühim değil, ben hallederim.” Bergüzar kocaman bir gülümsemeyle ona bakıp bir kez daha sarıldı.
“Çok teşekkür ederim. Sütler buzlukta. Ayaz’ı az önce uyuttum. Bir iki saat uyanmaz.”
“Tamam, güzel kızım. Sen keyfine bak. Havan değişsin anneciğim.” Deyip onu öpmüş ve yolcu etmişti. Bergüzar ise içi rahat evden çıkıp, şirkete gidene kadar aklından bir sürü düşünce gelmişti. Osman Bey’in kendisiyle ne konuşacağını, ısrarla görüşme talebinin sebebini merak ediyordu. Araç şirketin önünde durduğunda şoföre teşekkür ederek indi ve yürümeye başladı. Binaya girdiğinde üstüne dönen meraklı bakışlara aldırmadan asansöre binmişti. Uzun aradan sonra yönetim katına adım attığında garip hissetmişti. Alparslan’la Ankara’daki tanışmaları, patronunun gaddarlıkları, koridorları inleten o sesi… Yaşanan iyi kötü her şeyi düşünürken odanın kapısına geldi. Kapının karşısına konumlanan masada başka birini görmek de duygusal bir karmaşa yaşamasına sebep olmuştu.
Gülümseyerek kendisine bakan kadına tebessümle karşılık verirken
“Hoş geldiniz Bergüzar Hanım.” Dediğini duyarak düşüncelerinden sıyrıldı.
“Hoş buldum. Kolay gelsin.”
“Alparslan Bey sizi bekliyordu. Geldiğinizi haber vereyim.” Demesiyle kapıya ilerlemiş, bir kez burup ‘Gir’ diyen sesi duyarak kapıyı aralamıştı. Bergüzar ise bu ânı geçmişten bir anıyı izler gibi izleyip gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.
“Bergüzar Hanım geldi efendim.” Diyen kadını şöyle baştan ayağa süzmeden edememişti. Kendisiyle aynı yaşlarda, kendisinden biraz daha kısa boylu genç kadın, göz alabildiğine sarışındı. Sapsarı saçları beline doğru uzanıyordu. Oldukça fit bir görüntüsü vardı ve üstündeki etek ceket takım bedenine tam oturmuştu. Bergüzar, kadını resmen incelediğini fark edip silkelendi. Neydi şimdi bu? Kıskançlık mı? Kocasının böyle hoş bir kadınla tüm gün çalışıyor olması içinde bir şeyleri dalgalandırmıştı ama bunu dile getirmeyecek kadar da gururluydu.
Sarışın kadın, kendisini odaya alıp kapıyı kapattığında kocasının yemyeşil gözlerini görmüş ve nefes almıştı. O gözler, sımsıcak bakan gözler sadece kendisine öyle bakıyordu. Bunu biliyordu. Fakat bazen bilmenin, kıskanmaya engel olamadığını yaşayarak öğrenmişti. Kendisine adım adım yaklaşan adama bakarken, sabah evden çıkarken de böyle yakışıklı görünüp görünmediğini düşündü.
Evden çıkalı saatler olmuştu ama kocası hâlâ mükemmel görünüyordu. Saçının bir teli bile bozulmamış, gömleği kırışmamıştı. Dibinde durup yanağına uzanan adamı kravatından yakalayıp dudaklarına yapıştığı anda homurdanmadan edemedi. Resmen hem öpüyor, hem de söyleniyordu. Alparslan ise böyle bir yakınlaşma beklemediği için şok olmuştu.
“Öpüyorum. Karşılık vermeyi düşünüyor musun?” diye söylendiğinde Alparslan kendine gelip onu ensesinden yakaladı. Bedenini bedenine yaslayıp boştaki eliyle belini sararken aralarındaki boy farkını azaltmak için karısını havaya kaldırmıştı.
“Madem böyle bir niyetin vardı, erken gelseydin ya bebeğim.” Ensesindeki elini aşağıya indirip poposunu kavrarken Bergüzar derin bir soluk alıp inledi.
“Böyle bir niyetim yoktu ama…”
“Ama…”
“Seni böyle görünce…”
“Sabah evden çıkarken de üstümde aynı takım elbise vardı karıcım. Bilseydim seni uyandırır ve çok özlediğimiz bazı aktiviteler yapmamızı sağlardım.” Bergüzar hoş bir kahkaha atıp alnını alnına dayadı ve soluklanmaya çalıştı.
“Keşke uyandırsaydın.”
“Buna hazır olup olmadığını bilemiyorum. Kendini ne zaman hazır hissedersen ben hazırım bebeğim. Ve…” dudaklarını usulca öpüp devam etti.
“Çok özledim…”
“Annen, bize paydos verdi. Gönlünüzce gezin, yemek yiyin, vakit geçirin dedi.” Derken bir yandan da hâlâ elinde tuttuğu kravatla oynuyor, Alparslan’ın sabrını zorluyordu.
“Bu, çocuk babaannede güvende ve yeterince süt stoku var, gönlünüzce sevişin demek mi?”
“Gezmeyi, yemek yemeyi sevişmek olarak anlıyorsan…”
“Anlamak değil de, o kısmı işime geliyorsa diyelim.” Bergüzar mırıldanarak göğsüne yaslanınca kollarını sımsıkı doladı ve saçlarını öptü. Onlar aşk ve tutku denizinde kendilerinden geçmek üzereyken kapının çalmasıyla Alparslan suratını asmış, Bergüzar ise belli belirsiz gülmüştü.
“Hadi, şu meşhur ‘gir’ feryadını bas da kızcağız kapıda ağaç olmasın.” Alparslan bu sözlere bıyık altından gülüp karısını kolunun altına aldı ve kravatını düzeltti. Ardından ‘gir’ demesiyle Bergüzar kahkaha atmadan edememişti. Onu taklit ederek
“Gir!” deyişine gülmek üzere olan Alparslan’ı durduran, odaya giren yardımcısı oldu.
“Alparslan Bey, Osman Özden geldi efendim.”
“İçeri al lütfen.” Demesiyle Bergüzar başını kaldırıp kocasına imalı imalı baktı.
“Lütfen mi? Bana lütfen falan demezdin.” İşte bu siteme dayanamayan adam bir kahkaha koyuverince yardımcısı şok olarak yüzüne baktı ama ânında toparlanıp odadan çıktı.
“Kadın şok oldu, yazık!” Alparslan yüzünü sıvazlayıp Bergüzar’ın huysuz ifadesine kıs kıs gülmeye devam ederken kulağına eğildi.
“Senden sonra çok değiştim bebeğim. Artık kimsenin senin kadar iyi bir asistan olamayacağını kabullendim ve gittiğin günden beri yanımda çalışanların en iyisi olan bu kadına daha nazik davranmaya çalışıyorum. O da kaçıp gitmesin diye. Ama…” deyip karısına döndü ve onu gölgesine hapsetti sanki.
“En güzel lütfen’lerim senin Esmerim. Lütfen beni öp, lütfen beni sev, lütfen benimle seviş, lütfen o küçük adamı bu gece erken uyutalım ve…”
“Merhaba!” diyen sesi duyarak susmuş, karısının yanaklarındaki kızarıklığa yarım bir gülüşle karşılık verip arkasındaki misafire dönmüştü.
“Hoş geldin Osman amca. Biz de seni bekliyorduk.” Onca edepsizliği yapmamış, onca sözü söylememiş gibi toparlanıp adamın elini sıkmasını şaşkınlıkla izleyen Bergüzar, dakikalar sonra neden şirkete geldiğini hatırlamıştı. Kendisine yaklaşıp elini uzatan adamı idrak edip elini sıkması birkaç saniye gecikirken Osman Bey bunu farklı algılasa da Alparslan gerçek sebebi biliyordu. Karısının başını döndürmüş, anlık gerginlikten ve düşüncelerden uzaklaşmasına yardımcı olmuş, hatta şu âna değil de gece olacaklara odaklanmasına sağlamıştı.
“Hoş geldiniz Osman Bey.”
“Hoş buldum Bergüzar. Görüşme isteğimi geri çevirmediğin için teşekkür ederim.” Sözlerine güler gibi yapıp
“Fazla ısrarcı olduğunuzdan başka seçeneğim kalmadı diyelim.” Demişti. Acımasızca dile geçirdiği bu sözlere Osman Bey hiç şaşırmasa da Alparslan bir süre afallamıştı. Karısı isterse çok can yakıcı olabiliyordu. Bunu dışarıdan bir göz olarak gördüğü için şükür etse bencillik mi olurdu bilmiyordu ama derin bir soluk almadan edemedi. Ok gibi ışıldayan kahverengi hareler kendisine böyle bakmasın diye canını verirdi. Osman Bey’in işinin zor olduğunu düşünürken
“Ayakta kaldın Osman amca. Lütfen otur.” Derken göz ucuyla karısına bakıp dudaklarını kıpırdattı.
‘Lütfen’ diyen o dudaklara dikkatle bakan gözlerin ateşi şimdi bambaşkaydı sanki. Canını yakmıyordu da yüreğini delip geçiyordu. Gece de bedenini yakacağını biliyordu. Aklının daha da uygunsuz yollara sapmasını engellemek adına gözlerini Osman Bey’e çevirdi. Hâl hatır sorup, ne ikram edelim sorusunu da arkasına eklediğinde az şekerli bir kahve cevabıyla yardımcısını aramıştı.
“Bergüzar Hanım için ılık su ve papatya çayı. Yanında limon ve bal olsun. Bize de bir sade, bir az şekerli Türk Kahvesi lütfen.” Karısına hiç sormasa da ne içeceğini yanında istediklerine kadar nokta atışı bilmesine gıptayla bakan Osman Bey tebessüm etmekten kendini alamadı. Kızının bu yaşına kadar yaşadıklarını ondan dinlememişti fakat araştırıp öğrenmişti. Onca badireyi atlatan kızının güçlü biri olduğunu anlamıştı. Ancak yine de yanında onu kendisinden iyi tanıyan, önemseyen ve seven birinin olması içine su serpmişti.
“Nasılsın Bergüzar?” Osman Bey çekinerek de olsa ilk adımı atmaya çalışıyordu. Bu durum, yüzünden, sesinden, ellerini nereye koyacağını bilememesinden belliydi. Bergüzar onu incelemeyi bırakıp gözlerine baktı.
“Teşekkür ederim, iyiyim. Siz nasılsınız? Nadide Hanım nasıl?”
“Nadide iyi. Ankara’da kaldı ama sana çok selam söyledi.” Kendisi için ‘iyiyim’ gibi hiçbir kelime kullanmamış, kendisinden bahsetmemişti.
“Sadullah Ayaz nasıl? Büyümüştür bile… Hanginize benziyor? Sanki annesine benzeyecek gibi ama?” derken yüzünde saf bir mutluluk belirmişti. Karı koca, çocuklardan bahsederken nasıl da mutlu oluyorlardı. Hiç sahip olamadıkları o duyguya rağmen öyle içten, öyle şefkat doluydular ki bunu anlamamak imkânsızdı.
“Büyüyor küçük adam. Gittikçe de annesini andırıyor sanki. Teni, gözleri, saçları… Hepsi Bergüzar’ın kopyası gibi.” Alparslan bunu söylerken mest oluyordu. Şirkete tebrik için gelen eş dost ‘kime benziyor?’ sorusunu sorunca göğsünü kabartıp ‘annesine benziyor’ diyordu. Karakteri de annesine benzesin istediğindendi bu mutluluğu. Yüzü, gözü, teni kime benzerse benzesin, yeter ki annesi gibi güçlü biri olsun diye dua ediyordu.
“Bakışlarındaki ciddiyet ve soğukluk aynı sen.” Diyen sesle omzunun üstünden karısına bakıp tebessüm etti.
“En olmayacak özelliğimi almış hergele. Ben ne yapabilirim Esmerim?” Onlar atışırken Osman Bey yine sessiz kalıp izleyip, gülümsemekle yetindi. Dakikalar sonra kahveler gelip Alparslan ilk yudumunu alırken, Osman Bey öylece durmuştu. Gerginliği o kadar fazlaydı ki adam bir türlü rahatlayamıyordu.
“Osman amca, sen iyi misin?” diye soran Alparslan da artık kahvesini içmiyordu. Fincanı sehpanın üstüne bırakmış, adama dikkatle bakıyordu. Bir an göz ucuyla karısına bakıp, onun da dikkatle Osman’a baktığını gördü. Yüzünde endişe belirmişti ama hâlâ sessizdi.
“Az sonra konuşacağımız şeylere Bergüzar’ın vereceği tepkiye göre iyi olup olmadığıma karar vereceğim sanırım.’’ Dediğinde Alparslan ve Bergüzar birbirlerine baktılar. Bergüzar oturduğu yerde kıpırdanıp
‘’O zaman sizi dinliyorum.’’ Dediği sırada Alparslan ayaklanınca Osman Bey onun eline uzanıp sıkıca tuttu ve yeniden yerine oturttu.
”Karı koca arasında gizli saklı olmaz oğlum. Bergüzar’a söyleyeceğim her şey senin için de geçerli.” diyerek tebessüm etti. Alparslan usulca başını sallayıp, gülümsemeye çalışırken bu muhabbetin sonunun nereye varacağını çok merak ediyordu.
”“Bergüzar… Biliyorum daha yeni tanıştık, birbirimizi yeni bulduk. Senin için yabancıyım ama… Sen benim kızımsın.” Bir an soluklandıktan sonra devam etti.
“Beni baba olarak görmeyebilirsin. Sevmeyebilir, kabullenmek istemeyebilirsin. Bunları anlıyorum. Evladını geç bulmuş bir baba olarak seninle tanışmayı, vakit geçirmeyi ve geç olsa da anılar biriktirmeyi çok isterim ama bunların dışında istediğim iki şey daha var. Biri senin tercihine kalmıştır. Kararına saygı duyarım ama diğeri…” deyip sustu, ikisine de dikkatle baktı.
”Diğerinde sana seçim hakkı tanımıyorum. Daha doğrusu tanıyamıyorum. Çünkü benim tek evladım sensin.” yeniden sessizleştiğinde Bergüzar’ın gözleri kocası ve Osman Bey arasında gidip geldi. Alparslan’ın bir şeyler bilip bilmediğini anlamaya çalışmıştı. Yüz ifadesine bakılırsa konuşulacak olan her neyse onun da haberi yoktu.
”Bu istekler neler?’’ sorusuyla Osman Bey yerinde kıpırdanıp bedenini olabildiğince dikleştirdi, ellerini birbirine kenetleyip sıktı.
”Evlendiğini, artık soyadının değiştiğini biliyorum ama eğer istersen ve izin verirsen, kızlık soyadında Kesen yerine Özden soyadını almanı istiyorum.” Bergüzar şaşırmıştı. Bu yüzden ne düşüneceğini de bilemiyordu. Osman Bey’in bu isteği kendisine çok cesurca bir hareket gibi görünmüştü. Sakin kalmaya çalışarak yavaşça nefes aldı ve
”Seçim hakkı tanıyamadığınız konu nedir?” diye sordu. Osman Bey yanında duran çantasını açıp içinden iki tane dosya çıkardı. Birini Alparslan’a, diğerini Bergüzar’a uzattı.
”Bu!” dedi ve sessizce dosyada yazanları okumalarını bekledi. Bergüzar dosyayı açıp okumaya başladığında okuduğu her satırda bir kez daha şok oluyor, okuduklarına inanamıyordu. Başını hızla kaldırıp kocasına baktı. Onun da en az kendisi kadar şaşırmış olduğunu fark etti.
”Ama böyle bir şey olamaz!” derken Osman Bey’in eli aniden havaya kalkmış, şu âna kadar duymadıkları sert bir sesle
”Olacak!” demişti. Bergüzar ne diyeceğini ya da yapacağını bilemiyordu. Dosyayı ortadaki sehpanın üstüne koyup ayağa kalktı ve odanın içerisinde gezmeye başladı.
”Bu sizin emeğiniz. Öylece verilebilecek, bırakılabilecek bir şey değil. Hele ki hiç tanımadığınız, öylesine birine hiç değil!” derken onun da sesi yükselmişti. Osman dikkatle kızına bakarken, çakmak çakmak gözlerinde bir an kendini gördü ve gülümsedi.
”Bergüzar Kesen, 17 Mayıs 1989 Ankara da doğdun.
Baba adı Akif
Anne adı Meral!
İlkokul, ortaokul ve liseyi birincilikle bitirdin. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ni kazandın. Çift anadal yaparak mezun oldun ve okuduğun bölümleri yine birincilikle bitirdin. Şu an yüksek lisans yapıyorsun ve büyük ihtimalle oradan da birincilikle mezun olacaksın. Çeşitli şirketlerde staj ve çalışma fırsatı buldun. 2015 yılının Nisan ayında Yalın Holding’in Ankara’daki şirketinde, kurucu üye ve Ankara’nın en gözde CEO’sunun asistanı olarak çalışmaya başladın.” Bergüzar gülümseyerek Osman Bey’e baktı ve
”O bilgiler bu şirketin arşivinde bile mevcut. Bunlar dışında bildiğiniz bir şey var mı?” dediğinde Osman Bey de Bergüzar’a gülümsedi.
”Olmaz mı… Var tabii ki… Mesela, sırtının neredeyse tamamını kaplayan bir ‘düş kapanı’ dövmesi var. Kulaklarında toplam dokuz adet delik var. Göbeğinde hatta bir ara kaşında bile piercing vardı. Yanında birinin sesi yükseldiğinde panikliyor ve ne yapacağını şaşırıyorsun. En sevdiğin film Taare Zameen Par (Yerdeki Yıldızlar), en büyük hayalin bir gün öğretmen olup, karşındaki insanların hayatına dokunabilmek. Aslında yüksek lisans eğitimini Lisans eğitiminden sonra hemen yapmak istedin ama Toprak’ın hastalığı, yaşadığın maddi zorluklar yüzünden bu hayalini ‘bir süreliğine’ erteleme kararı aldın.” demesiyle Bergüzar’ın eli havaya kalktı.
”Tamam… Tamam… Beklediğimden daha çok şey biliyormuşsunuz!” derken yeniden yerine oturup dikkatle Osman Bey’e bakmayı sürdürdü.
”Siz şimdi şirketinizi… Özden Holding’in yönetimini ve mirasınızı bana mı vermek istiyorsunuz?” Osman Bey gülümseyerek Bergüzar’a bakarken, cebinden çıkardığı pilot kalemi ona doğru uzattı. Bergüzar hâlâ şaşkındı. Gözlerini kocasına dikmiş, onun ne düşündüğünü anlamaya çalışıyordu.
”Alparslan?” Alparslan derin bir nefes alıp, arkasına yaslandı ve konuşmaya başladı.
”Birbirinizi tanıyacak fırsatı bulamamanız aranızda kan bağı olduğu gerçeğini değiştirmez. Ne olursa olsun, baban şu an şirketini ve sahip olduğu tüm hakları sana bırakmak istediğini şahitler yani benim huzurumda beyan etti.” Bergüzar iyice huzursuzlanmış, yerinde durmadan kıpırdanıyordu.
”Bak Bergüzar, benim senden başka evladım yok. Malım mülküm, şirketim, daha neyim varsa zaten öldüğümde sana kalacak. Yaşımı başımı da aldım. Artık işlere yetişemiyorum. Ayrıca teknolojinin hızına bile ayak uyduramıyorum. Her şeyi mail midir nedir oradan atıyorlar, açana kadar göbeğim çatlıyor. Ben eskidim. Şirketimi güvendiğim birine emanet etmenin derdindeydim ki seni buldum. Artık omca şeyi emanet etmek için birilerini aramama gerek yok. Sen varsın. Onların sahibi sensin.”
“Ya değilsem, gerçekten kızın olup olmadığıma kanıt bile aramadan bu dosyaları hazırlatman.” Derken Osman Bey cebinden çıkardığı beyaz zarfı Bergüzar’a uzattı.
“Bu zarfta DNA Testinin sonucu yazılı. O sonucu görmeden, baban olup olmadığıma inanamayacağını Toprak söyledi ve gitmeden önce bana birkaç tane saç telini getirdi.” Bergüzar allak bullak olmuş yüz ifadesiyle, titreyen elleriyle zarfı alıp dışını inceledi.
”Bu zarf açılmamış!” Osman Bey dolu dolu olan gözlerini Bergüzar’ın kahverengi gözlerine çevirdi.
”O zarfın içindekini görmeme gerek yok. Ben seni ilk gördüğüm an da anladım.” derken elini kalbine götürdü.
”Tam şurası sızladı sanki.” dediğinde Bergüzar zorla yutkundu ve zarfı yavaşça açtı. Kâğıdı tutmaya çalışan ellerinin titremesine engel olmaya çalışarak sayfayı açtı, yazıyı okudu. Alparslan heyecanla karısının ağzından çıkacak sözleri beklerken, Osman Bey de bir garip olmuş, dikkatle Bergüzar’a bakıyordu. Bir dakikanın sonunda elindeki kâğıdı katlayıp, sehpanın üstüne koydu ve ikisine de şöyle bir baktı. Onların da merakla ağzından çıkacak sözleri bekledikleri açıkça belli oluyordu.
”Yapılan DNA Testinin sonucu…” Osman ve Alparslan gerçekten nefeslerini tutmuş ona bakıyorlardı.
”Pozitif” demesiyle Alparslan yerinden fırlayıp odada adımladı. Sonra geri dönüp Bergüzar’a sımsıkı sarıldı. Osman Bey ise gözlerinden akan yaşları telaşlı telaşlı silmeye çalışıyordu. Bergüzar, Alparslan’dan yavaşça ayrıldı ve Osman Bey’e içi acıyarak baktı. Acısı diline vurup
“Onca şeyi tek başıma yaşayıp ayakta kaldım. Şimdi, bir babaya ihtiyacım var mı? Bilemiyorum.” Dediğinde Osman Bey’in yüzü bembeyaz oluvermişti. Sıkıntıyla yüzünü ovuşturan Bergüzar, eline bulaşan makyajını temizlemekle uğraşırken
“Ben seni geç buldum. Şimdi kaybetmek istemiyorum.” Diyen, umut eden, geç kaldığı için özür dileyen o sesi duydu. Yaşlar dolan gözlerini babasına dikip usulca fısıldadı.
“Kazanılmamış bir şey kaybedilmez Osman Bey.” Sözleriyle Alparslan bile irkilmiş, canı yanan karısının nasıl can yaktığını anbean izlemişti. Usulca elini tutup sıkarken
“Herkes bir şansı hak eder bebeğim. Bunu biliyoruz. Yaşadık… Ders aldık. Sadece birbirimize değil, başkalarına da şans vermeliyiz. Hele ki bu ailemizden biriyse…” Bergüzar gözlerini ikisinden de kaçırıp ayaklandı, yavaşça camın önüne ilerleyip İstanbul’a bakmaya başladı.
“Beni, bu kâğıtta yazanlarla mı kazanacaksınız?” sorusuyla Osman Bey’in yüzü kasılıp kaşmış, kaşları çatılmış, gözleri hüzünle kapanmıştı.
“Sen, malla, mülkle, parayla kazanılamayacak kadar zenginsin. Yüreğin zengin, hayata karşı duruşun zengin. O kâğıtta yazanlara meraklı olsaydın kalemi ortaya koyduğum anda baban olup olmadığımı sorgulamadan imzayı atardın. Sen, servet için, para için ruhunu şeytana bile satanlardan değilsin.” Son sözleriyle göz göze geldiklerinde ikisinin de aklından aynı isim geçmişti. DNA’sında var olan annesi Meral…
“Annen gibi değilsin diyorsun yani.” Osman Bey belli belirsiz gülüp
“Allah onu bildiği gibi yapsın. Onun yüzünden yıllar boyunca senden bir haber yaşadım. Sen beni, ben seni bilmedim. Eğer Toprak o konuşmaları duymasaydı bir ömür de bilemezdik.” Derken ayaklanmış, ağır adımlarla kızının yanına gelip manzaraya bakmaya başlamıştı.
“Eğer az önceki sözlerin bir soruysa… Senin onunla alakan yok.” Bergüzar bu sözleri duyunca gözünden bir damla yaş yuvarlanıp yanağına düştü.
“Ama yüzüm gözüm tıpkı ona benziyor.” Derken sanki bu benzerlik bir suçmuş gibi başı önüne düşünce Osman Bey ona sarılmamak için kendisiyle savaşa girmişti.
“Evet, tıpkı ona benziyorsun. Gençliğinin bir kopyası gibisin ama…” bir an durup onu kendine döndürdü ve kalbini işaret etti.
“Yüreğin bana benziyor olamaz mı?” Bergüzar soruya ne cevap vereceğini bilemeyip sessiz kalırken birbirlerine öylece baktılar.
“Ben, bunu düşünmek istiyorum.” Diyerek sehpanın üstündeki dosyaları işaret ettiğinde Osman Bey anlayışla başını sallayıp güldü.
“Düşünmen olacakları değiştirmeyecek ama sen nasıl istersen öyle olsun.” Usulca kızının kolunu sıvazlayıp Alparslan’a ilerledi ve vedalaştıktan sonra sessizce gitti. Ardında düşüncelere boğulmuş kızını bırakıp gitmek içine sinmese de ona zaman tanıması gerektiğini biliyordu.
Bergüzar ise dosyaları eline alıp tekrar tekrar okurken Alparslan masasına geçmiş, onu bedenen değil ama zihnen yalnız bırakmıştı. Düşünmeli, Osman Bey’in sözlerinin doğruluğunu anlamalıydı. Her şey bir gün ona kalacaktı. Bu, değişmez bir gerçekti.
Saat akşamı bulduğunda şirketten ayrılıp evlerine doğru yola çıktılar. Bergüzar büzülüp Alparslan’ın kollarının arasına girmiş, omzuna yatmıştı. Yol boyunca süren sessizlik eve girdiklerinde Ayaz’ın şen şakrak mırıltılarıyla sonlanınca ikisinin de gözleri ışıldamıştı. İş, güç evin kapısında kalmış, içeriye o düşünceleri almamışlardı sanki. Ayaz, Süleyman dedesinin kucağında keyifle otururken mutfaktan çıkan Neşe Hanım çocuklarına sarıldı.
“Hoş geldiniz çocuklarım.”
“Hoş bulduk Neşe anne. Ayaz sizi çok yordu mu?” Neşe Hanım keyifle kahkaha atıp ona sarılırken
“Ayol ne yorması, çocuk bakmayı özlemişiz.” Demesiyle Alparslan bir anda
“Tövbe estağfurullah. Bir kardeş daha nasip etme Allah’ım. Bu yaştan sonra akıllarına başka seçenekler getirme. Akılları hep torun bakmakta olsun.” Diye dua edince Neşe Hanım ayağından çıkardığı terliği oğlunun poposuna isabet ettirmişti.
“Ahh, gelin kaynana güzelim popomdan ne istiyorsunuz ya?” demesiyle ikinci terlik Bergüzar’dan geldi.
“Terbiyesiz herif!” sözlerini söver gibi söylemesiyle kahkahayı basan Alparslan ona göz kırpıp yatak odasına giderken, Bergüzar kıpkırmızı kesilmişti. Neşe Hanım kıs kıs gülerek gelinine sokuldu.
“Bunların babası da edepsizdi kızım. Genetik yani.” birkaç adım attı ve bir an durup fısıltıyla son sözlerini söyledi.
“Popo güzelliği de genetik muhtemelen ama benden ötürü.” Demesiyle Bergüzar şaşkına dönse de kahkahasını tutmaya çalışmamıştı. Bergüzar elini yüzünü yıkayıp doğruca Süleyman Bey’in yanına gidip oturdu. Süleyman Bey ise sol koluna torununu yaslamış, sağ kolunun altına da kara kızını almıştı. Başının üstüne küçük bir öpücük kondurup
“Düşünecek misin?” diye sorunca Bergüzar, onun her zamanki gibi olan bitenden haberdar olduğunu anlamıştı. Fısıldar gibi bir sesle
“Düşüneceğim ama… Bu, doğru gelmiyor baba.” Dediğinde omzunu saran kolun tutuşu iyice sıkılaştı ve başı saniyeler içinde Süleyman Bey’in göğsüne yaslandı. Süleyman Bey’e sadece baba diyordu ancak Neşe Hanım’a Neşe anne diyordu. İlk başta kimse bunun sebebini çözemese de sonradan tahmin etmeleri zor olmamıştı. Anne dediği her an Meral’i anımsadığı için farkına bile varmadan o kelimeden kaçıyordu.
“O senin baban güzel kızım. Bir gün, sahip olduğu her şey zaten sana kalacak. Bunu geciktirmenin ve onun onca emeğini başkalarına devredip riske etmenin mantığı var mı? Sen zeki kadınsındır. Oturup düşünür en doğru karara varırsın.” Deyip saçlarını okşarken
“Benim akıllı kızım.” Diye de sevmeyi ihmal etmiyordu. Bu sırada Ayaz ise boncuk boncuk gözlerini annesine dikmiş bakarken suratı ekşidi ve yaygarayı bastı.
“Aha… Hergeleye bakın hele. Annesini görünce dedesine postayı koydu. Git ulan hergele, anasının kuzusu.” Bir yandan söyleniyor, bir yandan da annesine gitmek için çığlıklar atan torununu uzatıyordu. Bıyık altından huzurlu tebessümle birbirine sokulan ana oğula bakarken kapıda beliren oğlunu gördü. Şimdi boyu boyunu geçen koca adam da bir zamanlar annesini gördüğü anda herkesi unuturdu. Ayaz da bu konuda tıpkı babasına çekmişti.
“Kapıda öyle durma aslanım. Yanımıza gel.” Alparslan hafifçe başını sallayıp salona girdi ve babasının diğer yanına oturmadan önce oğlunun boynuna sokulup öptü, kokusunu soludu.
“Çok güzel kokuyorsun hergele…” diye mırıldandığında babasını da karısını da gülümsetmişti. Yemek sofrası hazırlanırken aralarında sohbet edip Ayaz’ı seviyorlardı ki Bergüzar’ın telefonu çalmaya başladı. Ekranda ‘Toprak’ yazısı yanıp sönerken Bergüzar’ın gözlerinde bir ışıltı belirdi. Doğru düzgün hasret gideremeden ondan ayrılmak canını sıkmıştı, üzülmüştü. Üzüntüsünü belli etmemeye, her ânının oğluyla dolu olduğu hayatına odaklanmaya çalışsa da ailesinin durumun farkında olduğunu tahmin ediyordu. Onların gözünden bir şey kaçmazdı. Telefonu eline alıp aramayı cevapladığı an Toprak’ın cıvıl cıvıl sesini duydu.
“Ablam…” diyen o ses, yüreğinde ne kadar acı, endişe varsa götürmüştü sanki.
“Eğer teyzesinin kuzusu uyanıksa aramayı görüntülüye çevirsene abla.”
“Uyanık, kucağımda keyif yapıyor.” Derken birkaç kez ekranına dokundu ve görüntüleri ekrana yansıdı. Kardeşini görmenin huzuruyla iç çekti. Hâlâ onu gördüğü her an bunu yapıyordu.
“Nasılsın bebeğim?”
“İyiyim, güzel haberler vermek için aradım.” Demesiyle Alparslan bir heves söze girdi.
“Bize, o dingilden ayrıldığını müjdeleyeceksin.” Hâlâ bıkıp usanmadan Toprak ile Arda’nın ilişkisini reddediyor, durmadan Arda’ya sallıyordu. Hayır yani, sözlerini duyan da Arda’yı kötü bellerdi. Bergüzar, aralarında Süleyman Bey oturduğu hâlde kocasının bacağına uzanmış ve var gücüyle sıkıp, onu yerinden sıçramıştı. Alparslan çığlığı basıp karısına sitem ederken, Süleyman Bey gülmekten kıpkırmızı kesilmişti.
“Bana bak, kaç yaşında adamsın…”
“Kaç yaşındaymışım?” çocuk gibi cevap verişiyle gözlerini devirse de gülmemek için kendini tutan kadın
“Arda’yla uğraşmayı bırak.” Diyerek yeniden kardeşine odaklandı.
“Sen Alparslan abine aldırma bebeğim. Güzel haber neyse söyle.”
“Yapılan bütün tahlillerim temiz çıktı. Turp gibiyim maşallah, nazar değmesin.” Kendine okuyup üfler gibi yaptığı harekete gülerken, verdiği güzel haberle hepsinin içi rahatlamıştı. İki kere atlattığı hastalığının iyileşme süreci tamamlandıktan sonraki beş yıl içerisinde nüksetme ihtimali yüksekti. Bu yüzden sık sık kontrolden geçmeliydi. Zaten hastalığının ikinci kez nüksettiğini de bu kontroller sayesinde anlamışlardı. Üçüncü kez başlarına gelmeyeceğinin garantisi yoktu. Her zaman tetikte ve dikkatli olmalıydılar.
“Çok sevindim bebeğim.” Deyip gülümseyen Bergüzar, kardeşine sarılamasa da kolları arasındaki oğluna sarılmış, onu öpmüş, koklamıştı. Bu sırada telefonu eline alan Alparslan da aldığı haberin mutluluğuyla Arda’ya olan sinirini unutmuş, Toprak’la muhabbete dalmıştı.
On dakikalık sohbetin sonunda telefon yeniden Bergüzar’a geldi. Toprak’ın az evvel gülen yüzünde beliren huzursuzluğu fark eden Bergüzar, onun neden böyle olduğunu da biliyordu.
“Kızmadım. Saçlarımı benden habersiz Osman Bey’e vermiş olmana yani!”
“Test sonucunu görmeden inanamazdın.”
“Doğru, inanamazdım.” bir süre duraksadı.
“Teşekkür ederim, iyi ki varsın.” Dediğinde Toprak kocaman gülümsemişti. Neşe Hanım’ın
“Yemek hazır, hadi sofraya.” Diyen bağırışıyla vedalaşıp aramayı sonlandırdılar. Birlikte yenen yemeğin ardından Süleyman ve Neşe evlerine geçmiş, Emine abla da etrafı toplayıp girmişti. Ayaz’ı uyutup yatağına yatıran Bergüzar, yatakta kitap okuyan kocasına kısa bir an bakıp usulca yanına ilerlemeye başladı.
Elindeki kitabı alıp, ayracı kaldığı yere koydu, kitabı kapattı ve başucuna bıraktı. Bu sırada onu izleyen Alparslan ise hiç ses çıkarmıyordu. Kucağına oturup boynuna sokulan karısını sıkıca sararken
“Esmerim…” diye mırıldandı. Bergüzar biraz geri çekilip kocasının yüzünü kavradı ve dudaklarına yaklaştı.
“Özledim seni…” Demesiyle dudakları buluştu. Usul usul birbirlerini öperken, neredeyse bir yıllık hasretin kıvılcımları aralarındaki çekimi harlamıştı. Alparslan, sıkıca sardığı bedeni hiç zorlanmadan yatağa yatırdı ve yüzünü Bergüzar’ın boynuna sakladı. Kokusunu içine çekerken bir yandan da tenini öpüyordu. Elleri ise çoktan geceliğini çıkarmak için çalışmalara başlamıştı. Geri çekilip karısının bedenini örten geceliğini çıkartıp attı. Karşısındaki manzarayla homurdanıp yeniden boynuna sokulurken, saçlarını sıkıca saran parmakları hissederek iç çekmişti. Boynundan başlayıp usulca gerdanına ve göğüslerine indi.
“Bir süre daha sizinle kavuşamayacağız çünkü şu an sizin işleviniz farklı.” derken göğüslerine belli belirsiz dokunup kalçalarına ulaşmıştı. Bergüzar onun memnuniyetsiz bir ses tonuyla söylediği sözlere gülerken, üstündeki tişörtü çıkarıp atmıştı. Çıplak göğsüne avuç içlerini bastırıp, parmak uçlarıyla okşadı. Karısının kendisine dokunması için zaman tanıyan Alparslan gözünü dâhi kırpmadan onu izliyordu. Kahverengi harelerindeki ışıltının, arzunun sebebi olmak duygularını alt üst etmeye yetmişti. Bir anda ayaklanıp şortunu çıkarıp attı ve yeniden ona yaklaştı. Ayak bileklerinden başlayarak yukarıya doğru çıkıyordu. Her dokunuşu, her öpüşüyle kıvranan Bergüzar’ın hâlinden memnun ve beklenti dolu oluşu yüreğini ağzına getirmişti. Sanki bedenleri ilk kez tanışıyor, ilk kez sevişiyorlardı.
Ayak bileklerinden sıkıca tutup omuzlarına koydu ve bacaklarının içinde dolaşmaya başladı. Yumuşacık tenine sakallarını sürterken oraya bıraktığı kızarıklık hoşuna gidiyordu. Dudakları usulca yukarı çıktığında dudaklarını bu kez doğumdan kalma ameliyat izine değdirdi. Hâlâ kırmızı ve belirgin olan o ize bakarken, karısının içinde büyütüp dünyaya getirdiği o cana baktı. Ne mucizevi bir gerçeklikti. Canıyla, başka bir cana nefes olmuştu. Aldığı her nefesi oğluyla paylaşmıştı.
“Ne yücesiniz… Siz kadınlar, mucizenin ta kendisiniz.” Ameliyat izini boylu boyunca öpüp yüz yüze gelecekleri şekilde dururken bacaklarını da beline dolamıştı.
“Kendini nasıl hissediyorsun?” sorusuyla tebessüm eden Bergüzar, kollarını onun boynuna dolayıp yakınlaşmalarını sağladı.
“Dişi bir aslan gibi.” Deyince boynuna gömülüp kahkahalarla gülmeye başladı. Roma’da ilk kez birlikte oldukları gece ‘Aslanın dişisi de aslandır’ demiş ve Alparslan’ın hafızasına asla unutmayacağını düşündüğü bir not bırakmıştı. Şimdi bu sözleriyle tıpkı o geceki gibi kararlı olduğunu vurguluyordu.
“İyiyim, kendimi iyi hissetmesem kucağına oturup seni baştan çıkarmazdım kocam.”
“Hımm, baştan çıkardığını kabul ediyorsun yani.”
“Her zaman kabul edeceğim en şahane gerçek bu. Bana asla karşı koyamaman… Şahane!” kendisiyle övünür gibi söylediği sözlerle iyice keyiflenen Alparslan artık harekete geçmesi gerektiğini bilerek kıpırdandı. Bedenleri yavaşça birleşirken Bergüzar hissettiği acıyla kasılmış ancak Alparslan durmasın diye onu yönlendirmeye devam etmişti.
“Çok zaman oldu. Sanki ilk kez sevişiyor gibi…” diye fısıldarken dudaklarını ısırmış, tırnaklarını kocasının omuzlarına acımasızca geçirmişti. Bedenleri buluştuğu anda dudaklarından kopan çığlığı Alparslan’ın dudakları bastırmıştı.
“Özür dilerim bebeğim ama… Çok sıkısın Bergüzar.” Diye resmen feryat ederek içine iyice yerleşti.
“Durma… Devam et… Alışmama yardım et.” Diyen karısının yüzüne öpücükler kondururken bir yandan da hareket etmeye başlamıştı. Usulca yaptığı hareketler sayesinde karısının biraz daha esnediğini hissederek derin bir soluk aldı.
“Hazır mısın yavrum?” sorusuna cevap vermek için dudaklarını aralayan Bergüzar sadece inlemiş ve başını sallamıştı. Acının yerini arzuları alırken kocasının beline bacaklarını sıkıca sardı ve poposunu dürttü.
“Hadi…” demesiyle hızlanan Alparslan’ın hâlinden memnun homurtularına Bergüzar’ın iniltileri karışıyordu. Bedenlerinin birbirine her vuruşu seslerine karıştıkça hızlanan kocasına öyle sıkı sarılmıştı ki bir olan göğüsleri terden ıslanmıştı. Dakikalar geçip Alparslan içten bir feryatla Esmerim diyerek dağılırken Bergüzar da onun adını sayıklayarak zirveye ulaştı. Karısının üstüne yığılıp kalan adam yaşadığı zevkle usulca titreyerek ondan ayrılmış, kendini yatağa atmıştı.
“Bir daha bu kadar ayrı kalmak yok. Asla…” yorgun, uykulu ve mayışık sesiyle itiraz edişine gülen Bergüzar, kasıklarındaki ağrıyı bastırmak için bacaklarını karnına doğru çekerken yan dönüp göğsüne yatmıştı. Terden nemlenen bedenini anında saran kolların huzuruyla gözlerini kapatıp
“O zaman Ayaz’a kardeş yapma fikrini aklına bile getirmemen gerekiyor kocacım ama… Ben seni bilirim. Daha Ayaz doğmadan ona kardeş yapmayı düşünmüşsündür.” Demesiyle Alparslan kıs kıs güldü.
“Düşündüm… Tek çocuk olmaz. Kardeşsiz olmaz. Belki bu hergeleye bir kız kardeş gelir? Ne de güzel olur.” Derken yine hayallere dalmıştı.
O hâlde uykuya dalıp, Ayaz gece yarısı uyanıncaya kadar da hiç kıpırdamadan uyudular. Günler peşi sıra geçip bir hafta geride kalırken Alparslan her bulduğu fırsatı değerlendiriyor, karısına duyduğu özlemi hem sözlü, hem de bedensel olarak gideriyordu. Bergüzar ise bu durumdan gayet memnundu çünkü aynı özlemi o da hissediyor, kocasının fırsatları kaçırmayışıyla mest oluyordu.
Onu tüm bu güzellikler arasında yoran, düşündüren tek şey ise Osman Bey’in yani babasının isteğiydi. Karşı koymasına müsaade etmediğini söylediği isteği. Pazar akşamı salonda oturmuş bir yandan yazmaya devam ettiği tezi üzerine çalışırken bir yandan da oğlunu emziriyordu ki boynuna konan öpücükle irkildi.
“Şşş, benim bebeğim. Korkma.” Diyen fısıltılı ses kanını kaynatırken başını hafifçe yukarı kaldırıp kocasının dudaklarına uzun bir öpücük kondurdu.
“Sevgilim…” diye mırıldandığında yüzünde kocaman gülümseme beliren Alparslan ise yanına oturup onları kolunun altına almıştı. Gözleri, iştahla annesini emen oğlundayken
“Ne düşünüyorsun bebeğim?” diye sormadan edemedi. Günlerdir düşünceli olduğunun, aklının babasıyla yaptığı o görüşmede kaldığının farkındaydı. Bunu çok normal karşılıyordu çünkü kim olsa böylesi bir teklif karşısında düşüncelere dalardı.
“Teklifi geri çevirmemi kesinlikle istemiyor. Zaten bu bir teklif de değil. Zorunluluk. Ancak ben… Bunun altından kalkabilir miyim bilemiyorum Alparslan ve bu bilinmezlik beni çok korkutuyor. Ya her şeyi elime yüzüme…” demesine kalmadan Alparslan söze girdi.
“Sen tamam dediğin andan sonra hepimiz yanında olacağız. Her zaman olduğu gibi. Ve sana her konuda yardım edeceğiz bebeğim. Kendini bu kadar yorup, yıpratma ne olur.” Deyip alnını uzun uzun öptükten sonra geri çekildi ve gözlerine baktı. Tedirginliğin yer ettiği o gözler üzülmesine sebep olmuştu ancak ona hak veriyordu.
“Sen, beni değiştirmiş kadınsın. O şirketi mi yönetemeyeceksin? Yapma Esmerim, yapma Bergüzar… Sen, her şeyi başarırsın. İnan bana…” sözleriyle tebessüm eden kadın, ona sokulup omzuna yaslandı ve iç çekti.
“O zaman Osman Bey’in dediği gibi olsun. Madem o şirket her halükârda bana kalacak… İşimin başına geçeyim ve her şeyi bir an evvel öğreneyim.” Alparslan omuzlarına ağırlık olan konunun sonuca bağlanmasıyla içindeki bütün havayı oh diyerek dışarı bırakınca Bergüzar istemsiz gülmüştü.
“Sen bu konu için baya gerilmişsin.”
“Gerilmem mi yavrum. Babanın onca emeğini başka birine emanet etmesi doğru olmazdı. Ayrıca bu durum, belki de sizi düşündüğünden daha fazla yakınlaştıracak. Ki bana sorarsan… Osman amca bu şansı hak ediyor. Ona bir şans ver ve onu tanı. O da seni tanısın. O senin baban, sen de onun evladısın. Geç de olsa bağ kurmalısınız. İnan bana hiç tanımadığımız biri olsa böyle söylemez, çok şüpheci yaklaşırdım ama Osman amca babam gibidir. Çocuğu yokken bile babacan olabilen, o sevgiyi yüreğinde var eden biridir. Seni sevip, sarmak için deli olduğuna eminim Bergüzar.” Bir an durup karısının yaşlar dolan gözlerine bakarken tebessüm etti.
“Anne oldun. Evlat ne demek biliyorsun. Anne olan yanınla bir düşün kadınım. Bırak sana gelsin. Sarsın sarmalasın. Geç kalınmış bile olsa, hepimiz seni çok sevsek, sarsak da onun saracağı gibi saramaz, sevemeyiz. Öyle olsun isteriz ama olmaz, bunu sen de biliyorsun.” Gözlerinden yaşlar tomurcuk misali dökülürken başını salladı. Bir saat sonra Osman Bey’i arayıp şirketin başına geçmek için imza atacağını söylediğinde adamın sesindeki huzuru, mutluluğu da duymuştu.
Ertesi günün sabahı vakit kaybetmeden Ankara’dan gelen Osman Bey, yine Alparslan’ın odasındaydı. Sehpanın üstündeki dosyayı kızına uzatmadan önce kendi adının üstüne imzasını attı ve bekledi.
Bergüzar bir dakika kadar düşünüp imzasını attığında kocası da babası da derin bir nefes almıştı. Ayağa kalkıp, usulca elini tutarak kendisini de ayağa kaldıran adama bakarken
”Sana sarılabilir miyim?” diye sormasıyla afalladı. Osman Bey’in bu isteği karşısında ne yapacağını bilemeyip Alparslan’a baktı. Alparslan ise güven vermek ister gibi gülümsedikten sonra başını sallayınca Osman Bey’e döndü ve
”Eğer istiyorsanız…” diye kelimeleri geveledi. Osman Bey birkaç saniye duraksadıktan sonra Bergüzar’a yılların eksik bıraktığı ne varsa, hepsini yok etmek istercesine sarılmıştı.
”Kızım…” diye fısıldadığında Bergüzar hâlâ şaşkın ve ne yapacağını, nasıl tepki vereceğini bilmez bir hâlde öylece donup kalmıştı sanki. Ellerini güçlükle Osman Bey’e sardığında ve onun kendisine yeniden ‘kızım’ dediğini duyduğunda gözünden yaşlar sırayla döküldü.
”O şirketi benden daha iyi yerlere getireceğini biliyorum. Ve sana güveniyorum. Artık şirket senindir. Ben uzun bir tatile çıkmayı planlıyorum.” dedikten sonra geri çekilip dosyayı eline aldı ve gururla salladı.
”Özden Holding’in yeni patronu Bergüzar Yalın! Hayırlı Olsun kızım!”