12.BÖLÜM
İmzalar atıldıktan sonra tüm resmi işlemler vakit kaybetmeden yapılmış, şirket bünyesinde çalışanlara ve şirketin ortak iş yaptığı firmalara bilgiler geçilmişti. Yıllar sonra bir anda ortaya çıkan çocuk haberinden daha dikkat çeken şey, o çocuğun şimdilerde Yalın ailesine mensup olması ve Alparslan’ın karısı olmasıydı. Zaten Alparslan’ın kalbini çalma başarısıyla ünlü olmuşken, yeni gelişmeler bu ünü taçlandırmış gibiydi.
Daha da dikkat çekmek istemeyen Bergüzar, çeşitli alanlardaki müdürlerin katıldığı bir toplantıyla işine başladı ancak çalışanlarıyla da gün içerisinde binada gezerek tanışıyordu. Toplu olarak değil de parça parça ve az sayıda insanla tanışarak ilerlemek ona daha güvenli gelmiş, Osman Bey de bu isteğine saygı duymuştu.
Her gün şirkete gelip işe birlikte başlıyor, birçok dosyayı, devam eden işlerin durumunu inceliyor, gelecek vaat eden ihalelerin raporlarını okuyorlardı. Osman Bey bugüne kadarki her işi kızına en ince ayrıntısına kadar anlatırken, şirket içerisindeki çalışanlar hakkında da bilgi veriyordu.
Şirket tıpkı Yalın Holding’in de çalıştığı sektörün en önemli yapı taşlarındandı. İnşaat alanında tıpkı onlar kadar güçlü ve adından söz ettiren Özden Holding, Yalınlarla dost olsa da onların hatırı sayılır rakiplerindendi. Bergüzar, bir buçuk yıl önce Yalın Holding’e bilgi çalmak için girmişti, şimdi ise onlara rakip olan babasının şirketinin başına geçmişti. Hayat, onu hep, ailesinin karşısına çıkarıyordu. Bu durum biraz paniklemesine, ‘başarılı olabilir miyim?’ sorusunu sormasına neden olsa da, bu kez içinde vicdan azabı ya da korku yoktu.
Çünkü işi buydu ve işini hakkıyla yapmak istiyordu. Bu konuda en az babası Osman kadar, kocasının ve diğer aile üyelerinin de yardıma hazır olduğunu, deneyimlerini paylaşıp, kendisine yol, yordam, yöntem göstereceklerini biliyordu. Hatta artık bilmekle de kalmıyordu çünkü bazı akşamlar Atilla, Ertuğrul veya Tomris eve gelip onu kolundan tuttuğu gibi çalışma odasına götürüp ders çalıştırır gibi çalıştırıyordu. Tabi bunu en çok yapan kişi kocası Alparslan’dı. Birlikte çalışıp, onlarca dosyayı kafa kafaya vererek okudukları o anlardan nasıl keyif aldığını görüyordu. Ayaz uyuduğu anda çalışmaya başlıyorlardı.
Yakın zamanda yapılacak ihaleleri incelerken hangisinin daha kârlı olduğunu, hangisine ne kadar teklifle girmesi gerektiğini Alparslan sakin sakin ama yılların verdiği bir deneyimle anlatıyordu. Önündeki dosyadan gözlerini ayıran Bergüzar bir an kocasına bakıp
“Bu ihalelerin birçoğunda karşı karşıya geleceğiz.” Deyince Alparslan keyifle tebessüm etti. Karısıyla rakip olacak olmaları hoşuna gidiyor, çalışma isteğini kamçılıyordu sanki. Bundan zevk aldığını belli ederek başını sallarken
“Evet, Bergüzar Hanım. Bu ihalelerde ve daha nice ihalede karşı karşıya geleceğiz. Ne büyük zevk. Heyecan verici ve…” derken karısını bir anda kavrayıp oturduğu koltuktan kaldırdı, kucağına oturttu. Bir eliyle yüzünü severken, diğer eli bluzunun açıklığından içeri girip göğsünü kavramıştı.
“Ve çok tahrik edici. Seni o ihalelerde izlerken yaşayacağım zevki hayal etmek bile aklımı başımdan alıyor.” Bir an durup dudaklarına yaklaştı. Eliyle çenesini kavrayıp, başparmağıyla da dudaklarını okşarken
“Bu güzel ağzından çıkacak kelimeleri, o kelimeleri tane tane ama sert ve anlaşılır şekilde söyleyişini düşününce.” Deyip resmen kendinden geçerek mırıldandı. Onu biraz şaşkın ama keyifle izleyen Bergüzar ise kucağına iyice yerleşip kıpırdanınca aralanan dudaklara daha da yaklaşmıştı.
“İhalelere ne kadar para yatırmam gerektiğini bile söylemen sizin için büyük risk değil mi?” sorusuyla gözlerini aralayan Alparslan kıs kıs gülerken onu masasına oturtup bacaklarının arasına girmişti. Saniyeler içinde yaptığı bu şeyle şok olan Bergüzar ise eteğinin altından girerek iç çamaşırını çekiştiren eli hissedip inledi.
“Sen kazansan da, biz kazansak da ailemiz kazanacak. Senin kazanman ve bunu kendi çabalarınla başarman bizi ancak gururlandırır karıcım. Ve inan bana… Hepimize kök söktüreceğini, o koltukta oturduğun süre boyunca sektörün korkulu rüyası olacağını biliyoruz.” Belindeki kemeri çözüp pantolonunun düğmesini açtığını, fermuarını usulca indirdiğini duyan Bergüzar beklentiyle kıvranırken boş durmayıp üstündeki bluzu çıkartıp attı. Şimdi kocasının çalışma odasındaki masada kırmız renkte parlak sütyeni ve beline kadar çıkmış eteğiyle oturuyor, aralık duran bacaklarının arasına onu almayı bekliyordu.
Karısını bir dakika kadar izleyen Alparslan ise alt dudağını ısırmaktan kanatmak üzereydi. Ona baktığı her an, ona dokunduğu her dakika hiç eskimeyen, hiç eksilmeyen, aksine her geçen gün artan bir arzu duyuyordu. Bu arzuya daha fazla karşı koymayıp onu poposundan kendine çekti. Masanın ucunda ve düşecek gibi duruyordu fakat elleri sıkıca kalçalarını kavradığı için bu imkânsızdı.
Bacaklarının arasına dayanıp ileri doğru hamle ettiği anda karısının yüzünde beliren acı ve zevk ifadesini yakalamış ve izlemeye başlamıştı. Bir yandan onu izliyor, bir yandan bedenine ilerliyor, bir yandan da konuşuyordu. Ortamın büyüsünü bozmayacak kısık ve hırıltılı bir sesle
“Girilecek ihalelerde kazanırsan – ki öyle olacağını düşünüyoruz- insanlar, senin kendini ispatlaman ve sektörde yer etmen için o ihaleleri bilerek sana bıraktığımızı düşünecekler.” derin bir iç çeken karısının dudaklarına yaklaşıp dokundu.
“Ama yanıldıklarını bilmeyecekler. Onlar bilmiyorlar ki senin böyle bir şeye asla ihtiyacın olmayacak. Sen her rakibini alaşağı edecek kadar güçlü ve çalışkansın.”
“Onlara kulak asma mı diyorsun?”
“Sakın kulak asma diyorum. Çünkü zaman geçtikçe şunu fark edecekler…”
“Neyi?” derken inliyor, kocasının saçlarını çekiştiriyor, masada zar zor dursa da usul usul kıpırdanarak ona eşlik ediyordu.
“Bizim seni yönlendirmediğimizi ya da sen kazanasın diye kendi tekliflerimizi değiştirmediğimizi, yapacağımız tekliflerden hiçbir zaman haberdar olmadığımızı, her şeyi hakkıyla ya da bizim her şeyi hakkımızla aldığımızı, o masalarda gerçekten rakip olduğumuzu anlayacaklar.” Demesiyle Alparslan’ın geri çekildiğini, içindeki boşluk hissinden anlayıp sinirle homurdandı. Ancak daha ne olduğunu bile anlamadan ayakları yere basmış, yönü değişmişti.
Kocası arkasında kalırken sırtında dolaşan elin yönlendirmesiyle masaya yaklaştı. Bu sırada sütyenini açan parmakları da hissediyor, belli belirsiz titriyordu. Sütyeni çıkıp odanın içine uçarken eteği de belinden düşüp yerde tortop olmuştu. Bacaklarının arasına giren el onları ayırdı, diğer el ise masaya uzanmasını sağladı.
Oğlunu besleyen, süt dolu göğüsleri masanın serinliğiyle buluşunca göğüs uçları sertleşmişti. Bacakları arasına yerleşen kocasının avucunu poposunda hissedince hâlinden memnun olduğunu belirtir gibi mırıldandı. Bu mırıldanış ise Alparslan’ı güldürmüştü. Onu, bir tabloyu izler gibi izleyip, sırtındaki dövmesinde dudaklarını gezdirirken saçlarının diplerine de öpücük kondurdu. Karısı ortalamaya göre uzun boyluydu fakat yan yana geldiklerinde durum hiç de öyle değildi.
Bedensel fark ise bu anlarda Alparslan’ın hoşuna gidiyor, onu bedeniyle kaplamak, tenine gölge olmak haz veriyordu.
“Kendini görmelisin bebeğim. Sanat eseri gibi… Hayatımda gördüğüm en şahane tablo gibi…” demesiyle yeniden birleştiler ve Bergüzar’ın dudaklarından hatırı sayılır bir çığlık koptu. Bir uzaklaşıp, bir bileşen bedenleri yüzünden masa oynuyor, gıcırdıyor, sesi odayı dolduruyordu. Üstündeki dosyalar ise çoktan başka bir yöne gidip karmakarışık olmuştu.
Karısının sırtına uzanıp boynunu öperken hiç durmayacak gibi hareket ediyordu. Sanki bu an hiç bitmeyecekti ve bitmemeliydi.
“Bergüzar…” diye fısıldamasıyla altındaki kadının titrediğini hissetti.
“Söyle…” diyen homurtulu sesle gözlerini aralayan kadın ise ne söylemesi gerektiğini bilemeyerek
“Neyi?” sorusunu sorunca dişlerini boynundaki yumuşak tene geçirmişti.
“Adımı söyle kadın…” Adını onun sesinden duymak en büyük zevklerinden biriydi. Hele ki sevişirken.
“Alparslan…” demesiyle daha da hızlandı, daha da vahşileşti. Şimdi dişlerini omuzlarına geçirmiş resmen hırlıyordu.
“Söyle…” bağırışı odada yankılandığı esnada Bergüzar bir kez daha adını söyledi ve ikisinin zevk dolu sesleri birbirine karıştı. Tıpkı bedenlerindeki sıcak sıvı gibi.
Dakikalar yavaş yavaş ilerlerken karısının sırtında, yüzünü boynuna saklamış şekilde yatan Alparslan geri çekilince Bergüzar zorla gözlerini aralamıştı. Zaten koşturup durmaktan yorulan bedeni, hiç hesapta olmayan bu sevişmeyle pelte gibi olmuştu. İkisi de doğrulup karşılıklı durduklarında dudakları kavuşmuştu.
“En son ne zaman böyle seviştik? Kendimizi tutmadan ya da ses çıkarmamaya çalışmadan.” Soruyla gülen Bergüzar kollarını ona sarıp yükseldiği anda Alparslan ne istediğini anlayarak belini kavradı ve bacaklarının beline dolanmasını bekledi. Kucağına sığınıp, boynuna sokulan kadının az evvel aklını başından alan o kadın olması ne ilginçti. Bazen vahşi, arzu dolu bir kadın, bazen küçük bir kız çocuğu oluşu yüreğini ağzına getiriyordu.
Çıplak poposunu okşayarak odadan çıkıp yatak odasına geçerken evde yalnız olmanın keyfine varmıştı. Ayaz için işe aldıkları bakıcısı ve ev işlerinde yardım eden Emine abla akşam olunca evden ayrılıyordu. Mahremiyet ve özel hayat çizgisine en az kendisi kadar özen gösteren karısını odaya sokup, beşiğinde uyuyan oğluna baktı ve tebessüm etti.
“Mışıl mışıl uyuyor.” Dedikten sonra doğruca banyoya ilerlemesiyle mırıldanan Bergüzar ise hâlâ kocasının kucağında hâlinden memnun vaziyetteydi. Ondan ayrılmak istemese de başka seçeneği olmadığını bilerek uyuşmuş bacaklarını üstünde durdu. Bu sırada kıyafetlerinden kurtulan kocasını ise gözünü dâhi kırpmadan izledi. Üstüne yürüyen adamdan kaçmak için geri geri giderken bir yandan da gülüyordu. Duşa kabine girdiğini ve kocasının da aynı şeyi yaptığını görünce huysuz ama karşı koyamadığı bir istekle mırıldandı. Az evvel yorgunluktan kıpırdamayan bedeni, karşısındaki bedenin ateşiyle yanarken suyu açmış ve ona usulca sokulmuştu.
Çalışma odasında her şeyi kocası başlatmıştı. Şimdi sıra kendisindeydi. Boynuna sokulup öperken, diliyle de teninde geziyordu. Alparslan keskin bir soluk alıp karısının saçlarını okşadı ve tüylerini diken diken eden o dudaklara ulaşmak için saçlarını kavrayıp başını geri çekti. Hemen dibinde ve aralık olan dudaklara yaklaşırken kendi kendine mırıldanıyordu.
“Hiç karşılıksız bırakmayacak, asla uslu durmayacaksın değil mi?” sorusuna gülen Bergüzar gözleriyle kocasını baştan ayağa süzerken
“Sen bu hâldeyken mi? Karşımda çırılçıplak… Bir tablo gibi… Sanat eseri gibi…” demiş, kalçalarını kavrayıp sıkmış, elleri uslu durmayıp daha fazlası için bedeninde dolaşmaya devam etmişti.
“Roma’daki o heykeller bok yesin Alparslan Yalın… Sen hepsinden daha güzel ve taş gibisin… Ve ayrıca sıcacıksın.” Sözleriyle kahkaha atan Alparslan iki adımda onu banyonun soğuk fayansına yapıştırırken, üstüne gölge misali çökmüş, Bergüzar ise başını usulca kaldırıp gözlerini buluşturmuştu.
“Seninle sabaha kadar sevişmeyen bu adam taş olur… Bergüzar Özden Yalın.” Demesiyle dudakları birleşti, Bergüzar’ın ayakları saniyeler içinde yerden kesildi. Bacakları yeniden kocasının kalçalarını sararken üstlerinden akan suyun soğukluğu içindeki ateşin yakıp kavurmamasına yardımcı oluyordu sanki. O sırada aklına gelen şeyle gözlerini aralayan Bergüzar,
“Bir daha söylesene…” derken sesi tedirgin çıkmış ancak Alparslan neyi duymak istediğini anlamıştı.
“Bergüzar Özden Yalın… Benim güzel karım… Esmerim…” dudaklarına sokulup, kahve harelerindeki yangına daha yakından baktığı sırada aklına gelen şeyle duraksadı. Bedeninin duraksamasıysa karısının hiç hoşuma gitmemişti. Yüzündeki memnuniyetsiz ifadeden bunu anlayabiliyordu.
“Kimlik bilgilerin değiştiği için bir kez daha evlenmeliyiz. Formaliteden de olsa bir kez daha nikâh kıymalıyız. Çünkü ben, Bergüzar Kesen’le evlendim. Şimdi ise Bergüzar Özden oldun. Bir kez daha evlenelim ve bu güzel değişimi taçlandıralım.” Sözlerine gülen Bergüzar hâlâ yeni kızlık soyadına alışmaya çalışıyordu. Daha doğrusu şirketin başına geçince yeni kızlık soyadını bırakmamış ve onu da kimliğine ekletmişti. Bunu ise Alparslan istemişti. İki soyadının da açık açık bilinmesini istemesi, herkesin karısının kim olduğunu iyi bellemesini istediğindendi.
Onun ne özel hayatta, ne de iş hayatında buna ihtiyacı olmayacaktı. Biliyordu. Zaten Bergüzar kendini ay gibi belli edecekti ama yine de bunun gerekli olduğunu ısrarla belirterek kararına biraz müdahale etmişti. Pişman da değildi.
“Sen hayatımda gördüğüm en deli adamsın Alparslan Yalın. Bu aklına nasıl geldi?”
“Geri zekâlı Murat, kardeşimi isterken aklıma geldi. Biz seni babandan istemedik. Ve bence gecikmiş olan bu prosedürü acilen yapmalıyız. Hem Osman babam ve Nadide annem çok sevinir.” Dediğinde Bergüzar sanki sevişmiyorlar da havadan sudan konuşuyorlar gibi durup yüzüne baktı. Ayrıca Osman Bey’e Baba, Nadide Hanım’a da anne dediğini birkaç seferdir fark ediyordu.
Kendisi daha buna cesaret edememişti ama kocasının, kendisini cesaretlendirmek adına böyle söylediğinin de farkındaydı. Hiç zorlamadan, üstelemeden öyle akıllıca bir davranış sergiliyordu ki Bergüzar hayranlıkla ona bakıp saçlarını okşadı ve dudaklarına kapandı. Kız isteme merasimiyle ilgili sözlerini bile o an unutup, ciddi olmadığını düşünerek onu öpmeye devam etmişti.
Ancak o sözlerin şaka olmadığını, aslında iki ailenin de bunun için hazırlık yaptığını, Sadullah dede ve Süleyman babasının, Osman Bey’i arayarak hayırlı bir iş için size gelmek istiyoruz dediğini, Ankara uçak biletlerini görünce anladı.
Bas baya Osman Bey’i ve Nadide Hanım’ı aramış, sanki evli değillermiş ve yaklaşık altı aylık oğulları yokmuş gibi kız isteme merasimi için gelmek istediklerini söylemişlerdi. Tabii bu isteğe ilk başta şaşıran karı koca da asıl sebebi fark edince mutluluktan ağlamıştı. Yalın ve Karcan aileleri, kendi yaşadıkları, tattıkları o mutluluğu Osman ve Nadide de tatsın istiyordu. Geç de olsa yaşamaları önemliydi. Zamanın önemi yoktu.
Yalın ailesi ve Amerikan’dan dönen Karcan ailesinin büyükleri ile Arda ve Toprak İstanbul’a geldiği gibi evlerde bir koşturmaca başlamıştı. Sanki onca işleri güçleri yoktu, sanki bu hazırlıkların birçoğunu Tomris ve Murat için yapmaları gerekmiyordu. Tomris ve Murat bile kendi hazırlıklarını askıya almış onlar için koştururken, hamile olan Armağan ve Aylin’in telaşına diyecek tek kelime bulamayan Bergüzar, olan biteni kolları arasındaki oğluyla izliyordu.
Fakat her zamanda izleyici olamıyordu çünkü Neşe Hanım dibinde bitip ‘kızım, gelin olacaksın ama zerre heyecanın yok. Ayol bu ne böyle’ deyip, onu tuttuğu gibi Armağan’ın ellerine teslim etmişti.
Ölçülerini alıp, hayalindeki elbiseyi anlat bakalım diyerek başının etini yiyen Armağan, Söz ve Nişan elbisesi hazırlanırken, Ertuğrul da parmaklarındaki alyansları almıştı.
“Kusura bakmayın abiciğim ve Esmer karısı ama adettendir. Yüzükleri aile büyükleri takar, size de bok yemek düşer. Pardon, açık ve biraz ayıp oldu ama…” diyerek yüzükleri bakıma göndermişti.
Kız isteme tarihi yaklaşırken Bergüzar, Ayaz ve Toprak Ankara’ya birkaç gün erken gitmişti. Onlar önden gidecek ve diğerlerinin gelmesini bekleyeceklerdi. Bu sırada Sedef anne ve kız arkadaşlarıyla da hasret giderecek vakitleri olacaktı.
Plan o kadar güzel yapılmıştı ki Bergüzar hâlâ olan bitenin şokunu yaşıyordu. Ankara’ya indikleri anda kendileri karşılayan Nadide ve Osman’ın yüzünde kocaman gülümseme vardı. Aslında karı koca yıllarca şirket sebebiyle İstanbul’da yaşamıştı fakat Osman Bey yaş alıp da işleri müdürler aracılığıyla yönetmeye başlayınca Ankara’ya yani memleketlerine dönmüşlerdi.
Ankara’nın kuru sıcağını, içine çeken Bergüzar gözlerini kapatıp tebessüm ederken babasının gözlerini üstünde hissetti. Gözlerini aralayıp ona gülümserken ilk defa rahattı. Ankara’da olmak, her daim Bergüzar’a iyi geliyordu. Doğduğu, büyüdüğü bu şehri bir başka seviyordu ama yeni yaşamına başladığı şehre de uyum sağlamayı çoktan başarmıştı.
Babası kolunu uzatınca ona yaklaştı ve usulca koluna tutundu. Onlar yan yana yürüyüp sohbet ederken Toprak da Nadide Hanım ve kucağında tuttuğu yeğeniyle yürüyordu.
“Ayaz çok çabuk mu büyüyor yoksa bana mı öyle geliyor Bergüzar?” derken gözlerinin içi parlayan adama yine gülümsedi. İlk tanıştıkları günlerde olduğu gibi soğuk, donuk ve asık suratlı değildi. Onun tek isteğinin geç kalınmış o babalığı yapmak, kendisini tanımak, sevmek, hatta kardeşi Toprak’ı bile evlat bilmek olduğunu anlamıştı.
“Her gün büyüyor, değişiyor. Her gün yeni bir şey öğreniyor, bize de öğretiyor. Bazen şaşkınlıktan ağzımız açık kalırken, bazen mutluluktan ağlatıyor.” Osman Bey, torununun üstünde duran gözlerini kızına çevirdi ve sordu.
“Evliliğiniz nasıl gidiyor kızım? Her şey yolunda mı? Üç kişi olmaya alışabildiniz mi?” sorunun samimiyetiyle ürperip usulca titrerken, kocasının ailesi, Sedef anne ve kız arkadaşları dışında birinin daha kendisini bu kadar düşünmesi, soruyu incelikle sorması gözlerine yaşlar birikmesine sebep olmuştu. Gözlerini kaçırıp az ileride bekleyen araçlara bakarken
“İyiyiz, çok iyiyiz ve üç kişi olmaya da alıştık. Sorduğunuz için teşekkür ederim.” Demesiyle Osman Bey durmuş, onu da durdurmuştu. Nadide ve Toprak bir an durup durmamak konusunda tereddüt etseler de onları hemen yalnız bıraktılar. Osman, kolunu tutan eli, eliyle örtüp severken gözlerini buluşturmak adına Bergüzar’ın çenesini kavradı ve yüzünü yüzüne çevirdi.
“Ailenin bu yaptığı… Çok mutlu olduk, minnettarız. İnan ki hiç aklımıza gelmezdi çünkü siz evlisiniz.” Demesiyle sessizlik oluşmuş, sonra ikisi de kahkahayı patlamıştı. Karşılıklı ilk gülüşleri, ilk kahkahaları bu şehre nasip olmuştu. Ne ilginç.
Bergüzar, Alparslan’la da ilk kez bu şehirde gülmüş, bu şehirde kahkaha atmıştı. Ankara ve hayatındaki erkekler arasında bir bağ olduğunu düşünerek başını hafifçe sallarken hâlâ gülümsüyordu.
“Evli olduğumuz gerçeğini öncelikle kocama, sonrasında da ailemize açıklamak istedim ama… Yaşanmamış hiçbir güzellik kalmasın, en ufak bir uhden olmasın dediler. Garip gelse de… Garip olsa da… Biraz geç olsa da…” gözlerini yere indirdi, derin bir nefes aldı ve yeniden babasının gözlerine baktı.
“Her kız gibi, babamdan rızasının alınacak olmasına sevindim.” Demesiyle Osman Bey’in gözlerinden mutluluk gözyaşları peşi sıra düşmeye başlamış, Bergüzar ise usulca iç çekip, ‘babam’ dediği dudağını kemirirken ona eşlik etmişti. Yaklaşık beş dakika kadar öylece durup birbirlerine baktıktan sonra bu sefer ona sarılan Bergüzar oldu.
Kendi içindeki boşluğun, yokluğun aynısının onda da olduğunu biliyordu. Babası da kendisi de hem geç kalmış, hem eksik kalmıştı. Daha fazla vakit kaybetmenin mantıksız olduğunu, eksiklerin şu andan itibaren sevgiyle giderilebileceğini bilerek sarıldı ve belli belirsiz bir sesle
“Baba…” diye fısıldadı. Kollarını sardığı adamın kaskatı kesilen bedenini hissediyor, kalbini döven kalp sesini, aldığı hırıltılı solukları duyuyordu. Saçlarını defalarca seven eller yüzüne inip yanaklarını kavradıktan sonra alnına konan öpücükle irkildi ama gülümsedi de.
“Kızım…” bir soluk alıp bir kez de başının üstünü öperken
“Kötü kalplerin gölge düşüremediği, güzel kalpli kızım.” Demesiyle Bergüzar’ın gözyaşları hızlanmıştı. Ne çok isterdi o kötü kalpler kalbine, hayatına, aşkına, kardeşine, çocuğuna saldırırken babasının yanında olmasını. O zaman olamamıştı ama artık olacağını biliyordu. Omuzlarını sımsıkı tutuşundan, saçını okşayışından, usulca alnına bıraktığı öpücükten, gözlerindeki o acı tatlı bakıştan ve her karşılaşmalarında hızla atan kalbinden biliyordu.
Kendilerini uzaktan uzağa izleyip sessizce ağlan Nadide Hanım ve Toprak’ın yanına vardıklarında Osman Bey, torununu kucaklayıp karısına uzattı ve Toprak’a sımsıkı sarıldı. Tıpkı Bergüzar’ı sevip sarar gibiydi. Tıpkı onu öper gibi öptü, korumak ister gibi kollarının arasına aldı ve gözlerine bakarken gülümsedi.
“İyi ki o konuşmayı duydun. Sen o konuşmayı duymasaydı ben iki kız babası olamazdım.” Demesiyle Toprak sanki ufacık olmuş, yanakları kızarmış, biraz utanmış ama sözlerin anlamını anlayarak ona sarılmıştı.
“Sen de benim, bizim kızımızsın. Bunu sakın unutma deli kız tamam mı? Bunu sana ilk ve son defa söylüyorum ona göre. Babanın kim olduğu, genin, kanın beni ilgilendirmez. Ben seni ta şuramdan seviyorum küçük kızım tamam mı?” derken kalbini göstermesiyle hepsi yeniden gözyaşlarına boğulmuştu.
***
Eve geldiklerinde Nadide Hanım hem telaşlı, hem de heyecanlıydı. Evine gelen kızlarını ve torununu nasıl ağırlasa, nasıl rahat ettirse bilemiyor, içi içine sığmıyordu sanki. Hep birlikte yemek yiyip salona geçtiler ama sohbet ederlerken Ayaz huysuzlanıp ağlamaya başlayınca Bergüzar yatak odasına geçti. Odaya göz atıp, yatağının yanındaki beşiğe, başucunda duran telsiz ve kameraya şaşkınlıkla bakarken, odaya kadar kendisine eşlik eden Nadide Hanım’a döndü. Ayaz’ın müsaade ettiği kadarıyla ona sarılırken
“Bunca şeye gerek yoktu Nadide Anne. Neden zahmet ettiniz. Çok teşekkür ederiz.” Demişti. Ancak kadının durgunlaşıp yaşlar dolan gözlerini de bunun nedenini de fark etmişti. Anne dediği için böyle olduğunu anlamak zor değildi. Mutlu olmuştu evet ama duygulandığı da açıktı. Onun elinden tutup içeri girmesini sağladı ve kapıyı kapatıp yatağa ilerledi. İkisi de yatağa oturduktan sonra karnı acıkan ve uykusu gelen oğlunun yakasını çekiştirmesiyle güldüler.
Bergüzar oğlunu emzirirken, Nadide Hanım onları tebessümle izliyordu. Ona bu duygular nasip olmamıştı ancak yıllar sonra iki kızı olmuştu. Torununu daha birkaç günlük hâlinden beri tanıyor, görüyor, öpe koklaya seviyordu. Bergüzar’ın ise bu konuda hiçbir zaman çekimser olmadığını biliyordu. Bu zamana kadar babasından uzak durmuştu ancak bunu asla oğlu için yapmamıştı. Ne kocasına ne de kendisine… Torununu kucağına ilk veren, her fırsatta görüntülü arayıp gösteren, İstanbul’a gittiklerinde zaman geçirmeleri için evinin kapısını açan bu genç kadına şükür ediyor, yürekten seviyordu. Hem de varlığını öğrendiği ilk andan beri. Çünkü artık kapılarını çalacak, bayramlarda ziyaretlerine gelece, para pul gibi şeyler için değil de karşılıksız sevecek çocukları vardı. Bu düşünce aklında belirince bencillik mi ediyorum diye düşünüyor, sonra da bunun bencillik değil çok büyük bir hasret, özlem olduğunu hatırlıyordu. Bencilliğinden değildi, hep istedikleri şeyin gerçekleşmesinden dolayıydı düşünceleri.
Ayaz uykuya dalarken onlar da tıpkı anne kız gibi karşılıklı oturmaya devam ederek sohbete başlamışlardı. Önce işten, sonra Ayaz’dan bahsettikleri sırada Toprak da yanlarına gelmiş, muhabbete ortak olmuştu. Gece yarısına kadar süren bu tatlı muhabbeti ise Osman Bey’in
“Kızlar, hadi artık yatın.” Sözleri kesmişti. Kaçamak bakışlarla birbirlerini süzen üç kadın da yatağın kenarındaki beşikte uyuyan Ayaz’ı uyandırmamak için sessiz kahkahalarla katılıp gitmişti.
Bergüzar, Toprak ve Nadide Hanım’ı odalarına uğurlayıp üstünü değiştirmiş, kocasıyla özlem kokan, aşk dolu bir telefon konuşması gerçekleştirmiş ve yatağa giderken, başucundaki suyun bittiğini görmüştü. Cam sürahiyi eline alıp odadan çıktı.
Koridoru aydınlatan küçük spot ışıkları ayak bileklerinin hizasındaydı. Bu sayede mutfağa kadar zorlanmadan ilerlemişti. Mutfağın ışığını açmak için duvarda elini gezdirip anahtarı aradı. Tuşa basıp içeriyi aydınlattığında bahçeye açılan mutfak kapısının aralık olduğunu fark ederek oraya yürüdü ve babasını gördü. Bahçeyle mutfak girişini ayıran yükseltinin basamaklarına oturmuş sigara içiyordu. Onu ilk kez sigara içerken görmenin şaşkınlığıyla kaşları çatılırken Osman Bey omzunun üstünden baktı ve yakalanmış olmanın mahcubiyetiyle yüzünü ekşitti.
“Nadide’den kaçarken sana yakalandım iyi mi.” Sözlerine gülüp, elindeki sürahiyi tezgâha bıraktı ve babasının yanına gidip oturdu.
“Bu küçük sırrı Nadide Hanım’a söylemeyeceğim, söz.” Demesiyle gülen Osman, hafif çatık kaşlarının altından bakmaya başlayınca Bergüzar neler olduğunu anlamaya çalışmıştı. Neden böyle bakıyor, kızgın gibi duruyordu bilememişti.
“Hamile kalınca sigarayı bırakmışsın. Bir daha başlama kızım, tamam mı?” sözleriyle neye surat astığını anlayarak güldü.
“Onu da mı öğrendin yahu?” sorusuyla başını sallayan Osman, kızına şöyle bir bakıp dizlerine doladığı kollarını okşayıp elini tutmuştu.
“Başka şeyler de öğrendim. Sen söylersin diye bekledim ama pek söyleyecek gibi değilsin.” Bu sözlerin neyi kastettiğini düşünerek dikkatle babasına bakarken
“Neyi söylemedim?” diye sormadan edememişti. Osman derin bir nefes alıp omuzlarını dikleştirdi, karşısında uzanıp giden karanlık geceye bir süre öylece baktı.
“Biz Ankara’ya taşınınca Genel Müdür olarak görev yapmaya başlayan Tahir Bey’in, sana saygısızlığa varan konuşmalarından, tutumundan bahsetmedin.” Bergüzar, Özden Holding bünyesinde uzun yıllardır çalışan Tahir Bey’i düşünerek huzursuzlandı.
Tahir, Osman Bey’in sağ kolu gibi olmuş, ardından da Genel Müdürlüğe yükselmişti. Eğer Bergüzar bir anda ortaya çıkıp da şirketin yönetimini üstlenmeseydi, şu an onun oturduğu koltuğun kendisine kalacağından çok emindi. Çünkü Osman Bey’in çocuğu yoktu ve en güvendiği elemanı da kendisiydi. Bergüzar’ın şirkette belirivermesi, Tahir’in deyimiyle tepeden inmesi, bütün hayallerine gölge düşürdüğü gibi, günün birinde sahip olmak için çabaladığı hedefini de elinden almıştı. Bu yüzden oldukça küstah, saygısız, çoğu zaman aşağılamaya çalışır davranışlar sergiliyordu. Bergüzar, onun davranışlarının, gözlerindeki nefretin, kin ve öfkenin farkındaydı.
“Söylemedim çünkü kendim baş edebilirim. Şu an Tahir Bey’i görmezden, duymazdan geliyorum. Yıllarca emek verdiği şirketteki yerini kaybetsin istemiyorum ancak…” durdu ve çakmak çakmak olan gözlerini babasına dikti.
“Bu saygısızlıklarına son vermez, kendini toparlamazsa bana başka seçenek bırakmayacak ve yollarımız ayrılacak.” Osman Bey, anladığını belirtir gibi başını sallayıp
“Patron sensin.” Dedikten sonra ayaklandı ve kızına elini uzatıp tutmasını bekledi. Kendisine uzanan ele bir süre bakan Bergüzar, onu sıkıca tutup ayaklandı. Birlikte içeri girip, iyi geceler dileyerek ayrıldılar.
Ertesi gün Sedef Hanım ve kız arkadaşlarının ziyaretiyle ev iyice şenlenmişti. Ayten, Dicle, Emel ve Gül de Nadide Hanım ile Osman Bey’le tanışmıştı. Ayaz oğlan kızların arasında sevgiye boğulurken keyfine diyecek yoktu. Tüm ilgi de sevgi de ondaydı. Eee, beş teyzesinin birçok ninesinin olmasının sonucu şaşırtıcı değildi.
Kızlarla bol bol hasret giderip, Sedef anneden görmeyi özlediği sevgiye sığınan Bergüzar ve Toprak’ın yüzü gülüyordu. Ertesi gün öğlen saatlerinde evde koşturmaca başlamış, Bergüzar için hazırlanan elbise özenle kılıflanıp eve gönderilmişti. Elbisesini giyip saçını ve makyajını yapmaları için kız arkadaşlarının önüne oturdu. Kızlar büyük bir keyifle onun bu özel gününe eşlik ediyor, hem akşam için hazır olmasını sağlıyor, hem de Ayaz’a bakıyorlardı.
Hazırlıklar son bulup saatler akşam vaktini gösterdiğinde evin zil sesi içeriyi doldurdu. Bergüzar heyecanla etrafına bakınıp kapıya ilerlerken
“Evli olduğumuz hâlde bu kadar heyecanlandım. Bir de böyle olmasaydı ne olurdu bilemiyorum.” Demesiyle gülüşme seslerini duyarak kendi de güldü. Kapıyı açacakken kolları arasına uzatılan oğlunu sımsıkı kucakladı. Ayaz, çevresindeki telaşlı kalabalığa şaşkın şaşkın bakıp, yeni yeni çıkmaya başlayan dişlerini kaşırken Bergüzar kapıyı açmıştı.
“Hoş geldiniz.” Deyip kenara çekildi ve içeri giren kalabalığa gülerken hepsini tek tek öptü. Çikolataları taşıyan Ertuğrul ile Atilla şen şakrak esprileriyle ortamı ilk dakikada kahkahalara boğmuştu. Eve en son giren Alparslan ise bir elinde kocaman beyaz gül buketi, diğer elinde de Ayaz için diş kaşıma oyuncağı tutuyordu. Karısıyla oğluna sokulup ikisini de özlemle öperken,
“Esmerim… Oğlum…” diye fısıldamıştı. Ayaz’ın ağzına soktuğu elini kavrayıp kaşıma oyuncağını tutmasına yardım ettiği sırada yanağına konan öpücükle gözlerini kapattı.
“Hoş geldin hayatım. Seni çok özledik.” Alparslan ikisini de tekrar öperken
“Ben de çok özledim bebeğim.” Diyordu. Babasını gören Ayaz neşeyle onun kollarına atılınca mutlulukla iç çekip mest olan adam, küçücük bedeni kollarıyla sıkıca sardı.
“Aslan parçam, annene iyi baktın mı? Üzmedin değil mi anneni?” hafif çatık kaşlarının altından sorduğu sorularla Ayaz da kaşlarını çatıp ona ters ters bakınca Alparslan kahkahayı patlatmıştı.
“Tamam yahu, kızma aslanım. Tabii annene iyi baktın ve onu hiç üzmedin. Benimki de laf.” Bergüzar karşısındaki manzaraya bakıp tebessüm ederken Sadullah dedenin gür sesi gerçekliğe dönmelerine sebep oldu.
”Bu hergeleler…” diye evi inleten sese doğru ilerlediler. Sadullah dede, oğlu Süleyman dâhil tüm Yalın erkeklerini gösteriyordu. Bergüzar onun bu çıkışına gülmemek için yanağının içini yiyerek ciddi durmaya çalışırken Sadullah Dede sözlerine devam etti.
”…seni istememişler. Şu Alparslan hergelesine bir acı kahve içirmeden nasıl evlendin kızım sen? Akıllı bir şeye de benziyorsun.” Dedikten sonra kısa bir sessizlik oluşmuş, kahkahalar ise peşi sıra gelmişti.
Salonu dolduran Yalın, Karcan aileleri, Sedef anne ve kızlar, Osman Bey ve Nadide Hanım birbirleriyle sohbete başlarken Alparslan boynundaki kravatı gevşetmek ister gibi çekiştirdi. Gergin olduğu yüzündeki ifadeden belli oluyordu. Gergin olması Bergüzar’ı kıs kıs güldürürken
“Bak Esmerim, bu deliler olayı iyice ciddiye aldılar. Valla Osman babam ve Nadide annem seni bana vermezse diye korkuyorum.” Sözleriyle neredeyse kahkaha atacaktı. Yahu evlilerdi zaten hatta çocukları vardı. Nasıl olacaktı da hayır diyeceklerdi.
“Vermezlerse ne yaparsın?” demesiyle karısına dönen Alparslan onu bir güzel süzüp, zümrüt yeşili elbisesinin içinde ne kadar güzel göründüğünü düşünmeden edemedi. Dizlerinin üstünde biten elbise, bedenine tam oturmuştu ve şahane hatlarını belli ediyordu. Alparslan’ın öpmeye, sevmeye, dokunmaya doyamadığı hatlarını.
“Kaçırırım… Ki bence kaçırmalıyım da. Yoksa aklımı kaçıracağım.” Diye fısıldarken ona sokulup boynuna ufak bir öpücük kondurdu.
“Özledim Esmerim… Kokunu, tenini, sıcaklığını… Gözlerime bakan güzel gözlerini özledim.”
“Bunu şu an söylemesen mi kocacım. Herkes buradayken…”
“Umurumda bile değil…” diyemeden kopan uğultulu ses
“Alparslan!” demiş ve karısından uzaklaşmak zorunda kalarak dedesine dönmüştü.
“Dede…”
“Küçük Sadullah’ı da al ve buraya gel. Kızım, sen de kahvelerimizi yap bakalım.” Komutuyla biri salona girmiş, diğeri mutfağa gitmişti. Bergüzar’ın ardından epey kalabalık bir grup da mutfağa gidince Alparslan suratını ekşitip ters ters bakındı ama âdet neyse o olacaktı.
Dakikalar sonra kahveler Bergüzar tarafından ikram edildiğinde Alparslan kahvesine korkulu gözlerle bakıp
”Ben kızı zaten aldım, içmesem olmuyor mu baba?” diye yanında oturan Süleyman Bey’in kulağına fısıldadı.
”İçmezsen ne olur biliyor musun?”
”Ne olur?” Süleyman oğluna tüm ciddiyetiyle bakıp
”Sizi zorla boşar sonrasında her şeyi geleneklere göre yapar. O zaman da sana bu kahveyi fincandan değil, damacanadan içirir. İç şu kahveyi, başımıza iş çıkarma Alparslan.” Demiş, Alparslan biraz ürkek tavırlarla çatık kaşlarının altından fincana bakmıştı.
Salonu dolduran herkesin gözü üstündeydi, hissediyordu. Gözlerini fincandan ayırıp Bergüzar’ı bulduğunda yüzünde gördüğü ifade öyle acıklı ve korkuluydu ki… Nefesi kesildi. Karısı, dudaklarını kıpırdatarak
”Sakın ölme” dediği sırada Süleyman Bey ise oğluna doğru eğilmiş
“Gazan mübarek olsun evlatçım. Seni hep sevdiğimi bil.” Diye mırıldanmıştı.
15 Dakika Önce
”Dök dede, elini korkak alıştırma.” Ertuğrul bunu öyle bir söylüyordu ki zannedersiniz savaşın ortasındaydılar. Sadullah dede duyduğu sözlerle Ertuğrul’a döndürdü ve sıktığı dişlerinin arasından küfür eder gibi konuştu.
”Sen benim elimi korkak alıştırdığımı ne zaman gördün ulan hergele!” Der demez bir çay kaşığı pul biber yerine bir tatlı kaşığından fazlasını cezveye döktü.
”Hii… Sadullah dede şey… Biraz fazla olmadı mı sence?” Sadullah dede şöyle bir durdu. Önce cezveye baktı. Ardındansa sözlerin ve korkulu sesin sahibi Bergüzar’a, en son ise arkasındaki erkek sürüsüne bakıp ”Iııh” dedi. Arkasında sıraya girmiş kendisini izleyen Atilla, Ertuğrul, Murat ve Arda’ya baktı. Yanlarında duran kızlar da nefeslerini tutmuş, korkuyla cezveye bakarken gülmemek için mücadele veriyordu.
Dudaklarını eğip büküp yeniden Bergüzar’a bakarken
”Çok mu oldu diyorsun güzel kızım?” Diye sorarken Sadullah dedenin duyusal, acı dolu sesi herkesi şaşırtmıştı. Bergüzar, bunu fark edip onun gönlüne gidecek ve kocasına acımasını sağlayacak bir yol arayacaktı ki
”Yaşlandıkça vicdan yapar oldu ya!” diyen Atilla’yı duyup gözlerini devirmeden edemedi. Sadullah dede, Atilla’nın bu sözlerinden sonra hayatta geri adım atmazdı. Hızla Atilla’ya bakıp
“Senin, kocamı öldürmeye yeminin mi var Ati!” diye resmen hırlamasıyla, Aylin’in kocasının ense köküne bir tokat geçirmesi aynı anda oldu.
”Manyak herif! Öldürecek misiniz Alparslan abiyi. Atilla vallahi seni gebertirim. Git şuradan!” dedi ama dinleyen kimdi. Atilla, tokat yüzünden haşlanan ensesini ovuşturarak usulca dedesine yanaştı.
”Dede?”
”Hııı?” Sadullah dede bir yandan kahveyi karıştırıp, bir yandan da olan biteni çaktırmadan takip ediyor ve kendini gülmemek için zor tutuyordu. Ne güzel de çakmıştı Aylin kız, Atilla dingilinin kafasına. İçinden kahkahalar atarken kahveyi karıştırmaya devam etti.
”Dede, kafama vurdu.” Deyip işaret parmağını Aylin’e doğrulttu. Aylin, beklemediği bu ispiyonlanma karşısında Atilla’ya ‘sen görürsün’ diye fısıldayıp parmağını sallıyordu. Sadullah dede kahveyi fincana koydu ve Aylin’in yanından geçerken alnına bir öpücük kondurup
”Ellerin dert görmesin kızım. Ben çıkınca ispiyoncu olduğu için de döv, emi yavrum.” Diyerek mutfaktan çıktı. O andan sonra karısının öldürücü bakışlarıyla karşılaşıp
”Aylin vallahi şakaydı.” Diye can havliyle bağıran Atilla, herkesi güldürmüştü.
”O hergelenin sesini duyarsam bir posta da ben döverim.” Atilla dedesinin tehdidi esnasında duran Aylin’i atlatıp bahçeye fırlarken
”Gece görüşelim karıcım, bu kadar ateşli olma.” Diye bağırıp, Aylin’i iyice deli etmeyi başarıyordu. Mutfak kapısından başını uzatan Sadullah dede, Bergüzar’ı yanına çağırıp, fincanı ona verdi.
“Bu kahve, o soğuk herifin makine ayarlarına iyi gelir. Hiç korkma. Öldürecek gibi değil, azıcık süründürecek kadar koydum.”
Şimdiki Zaman
Alparslan kahvesini tek yudumda içip öksürük krizine girerken herkesi bir gülme almıştı. O soğuk adam, ağzından emirler yağan nemrut adam nasıl da içmişti ama kahveyi. Hem de zaten karısı olan kadın için. Aşkın gözü kördü işte. İnsanda ne akıl bırakıyordu ne de mantık.
Sadullah Dede, torununun kıpkırmızı kesilen yüzüne keyifle sırıtmayı kesip, Süleyman ve Neşe’ye baktı. İkisi de başlarıyla onay verince söze girdi.
”Madem tüm gelenekler yerine geliyor. En başından alalım dedik.” Derin bir nefes aldı, herkese göz gezdirip Osman ile Nadide’ye odaklandı.
‘’Buraya hayırlı bir iş için geldik. Kızımızın anne babası olarak sizlerin rızasını almaya, eksik hiçbir şey bırakmamaya niyetliyiz. Siz de bu isteğimizi kırmadınız, bizleri evinize kabul ettiniz. Kızımızın elinden kahve içmemize izin verdiniz. Sağ olun, çok teşekkür ederiz. Kahvenizin kırk yıl hatırı varsa, bu misafirperverliğinizin gönlümüzde ömürlük yeri var.” Osman Bey heyecandan terleyen elleriyle dizlerini kavramış sıkıyordu. Öyle bir sıkıyordu ki parmakları bembeyaz olmuştu. Karı koca heyecanlı oldukları çok açıktı.
“Asıl biz sizlere teşekkür ederiz. Böyle ince düşünmeniz, hayal bile etmediğimiz bir şeyi gerçek kılmanız. Siz sağ olun, var olun.” Kısa süren sessizlik esnasında herkes usulca yutkunmuştu. Çünkü onların gözlerindeki mutluluğu, heyecanı görmüşlerdi.
Göz ucuyla karısına bakan Alparslan, onun da gözlerinde aynı duyguları görünce tebessüm etti. ‘Kimsem yok’ diyen kadın da hiç hayal etmediği, edemediği bir ânı yaşıyordu. Ne mutlu Alparslan’a ki tüm çılgın fikirlerine eşlik eden ailesi vardı. Ne mutlu ki karısına unutulmaz bir an daha yaşatmıştı.
“O zaman gelelim sebebi ziyaretimize…” diyen Sadullah dede yaşına inat dimdik oturup keskin bakışlarını Özden çiftine dikti.
“Allah’ın emri Peygamberin kavliyle, kızımız Bergüzar’ı oğlumuz Alparslan’a istiyoruz.” Bu sözlerle yine Bergüzar ve Alparslan’ın evli olduğunu, çocukları olduğunu unutulmuştu. Osman Bey kızına ve karısına bakıp düşünür gibi yapınca Sadullah dede bir sağına, bir soluna baktı. Düşündü, düşündü ve Osman Bey’e dönüp,
“Osman oğlum, bu bizim hergele iyi çocuktur.” Dedi. Sanki ‘olmaz’ demesinden korkar gibi yaptığı bu müdahaleye herkes gülerken
“Onca gömdü, zehir zıkkım kahve içirdi. Şimdi de iyi çocuktur diyor. Allah razı olsun be dede.” Diye homurdanan Alparslan, karnına babası tarafından inen darbeyle sustu.
“Sus ulan. Duyarsa anandan emdiğin sütü burnundan getirir sus.” Onlar didişirken bir dakika kadar durup düşünen Osman Bey, yıllardır dost olduğu Süleyman’a bakıp gülmüştü.
”Kaderde dünür olmak da varmış Yalın!” dediğinde Süleyman’ın da yüzünde gülümseme belirdi.
”Bana sağdıç, çocuklarıma kirve oldun ama bu hiç aklıma gelmezdi Osman Bey!” deyince ikisi de ayağa kalkıp, birbirlerine sarıldılar. Osman, Alparslan’a ve Bergüzar’a bakıp daha da gülümserken
“Allah daima yollarını, bahtlarını açık etsin. Hep ilk günkü gibi sevsin, saysınlar. Elleri hiç ayrılmasın.” Demişti. Herkes ‘amin’ dediği sırada nişan tepsisi içinde alyansları taşıyan Toprak, Sadullah Dedenin yanına geçti. Birbirine kırmızı kurdeleyle bağlı yüzükleri eline alan yaşlı adam onları yanına çağırmıştı. Yüzükleri parmaklarına takıp ikisine de uzun uzun baktı. Aylar önce neler yaşanmıştı, ne acılardan geçilmişti. Şimdi ise neler yaşıyorlardı. Hayat daima sürprizlerle dolu ve mucizelere gebeydi. Yeter ki pes etmeyip, mücadeleye devam et. Güneş yeniden doğacak, birbirini seven kalpler yine doğru yolu bulacaktı.
“Elleriniz, gözleriniz, yürekleriniz hiç ayrılmasın evlatlarım. Hep mutlu olmayacaksınız ama hep yan yana, omuz omuza olun. Sevginiz, saygınız her gün çoğalsın. Bir de…” deyip göz ucuyla adaşı olan küçük oğlana bakıp tebessüm etti. Onlara sokulup fısıldayarak
“Tek çocuk olmaz. Kardeş lazım. Can yoldaşı, sırdaş gerek. Siz de çoğalın emi.” Demesiyle Alparslan kıs kıs gülse de Bergüzar kırmızıya dönen yüzünü hafifçe eğmişti. Yalın ailesinin erkekleri her yaşta edepsizdi. Genetik bir problemdi. Sadullah dede keyiften dört köşe olarak tepsideki makasa uzanacaktı ki Toprak ânında makası sakladı.
“Makas kesmiyor dede.” Sözleri kahkahalara sebep olmuş, Sadullah dede ise elini cebine atıp hatırı sayılır bir miktar parayı tepsiye bırakmıştı. Toprak kaşla göz arasında Alparslan’a sokulup
“Vermem makası. Kalırsınız böyle!” tehdidiyle ondan da para koparırken bir yandan da otuz iki diş gülüyordu. Aldığı paradan memnun hâlde makası Sadullah dedeye uzattı ve kenara çekildi.
Sadullah dede ise hiç tereddütsüz makası Osman Bey’e uzatıp tıpkı Toprak gibi kenara çekilmişti. Hiç beklemediği bu hamleyle iyice heyecanlanan Osman, karısını yanına alıp birlikte tuttukları makasla kurdeleyi kestiğinde alkış sesleri evi sardı. Herkesle kucaklaşıp en son karısına dönen Alparslan onu uzun uzun alnından öptü. Kulağına eğildiğinde ise
“Dillere destan bir düğün yapmaya, acı günlerimize inat göbek atmaya hazır mısın Esmerim?” fısıldadı.