15.BÖLÜM
~ ZAMAN ~
Zaman akıp gidiyor dur demek olmaz
Mayıs 2019
Zamanın hızına yetişmek onlar için güç hale gelse de evlerine, işlerine ve birbirlerine zaman ayırmayı öğreniyorlardı. Bergüzar iş hayatındaki başarı basamaklarını hızla çıkarken, başta Alparslan olmak üzere tüm ailesi ona destek olmaktan mutluluk ve başarılarıyla da gurur duyuyorlardı. Birçok güçlü şirkete ve Yalın Holding’e karşı aldığı ilk ihalesinin üstünden tam bir buçuk yıl geçmişti. Bu bir buçuk yılda hem Alparslan hem de Bergüzar sık sık yurt dışına çıkmış ve oradaki şirketlerin kontrollerini sağlamışlardı. Git gel yaparak neredeyse yılın yarısını orada geçirirlerken Ayaz iki buçuk yaşına gelmişti.
Bu sırada Alparslan’ın fikriyle dört şirket için yan yana dört tane bina yapımı başlamış, binaların ikisinin yapımı sonlanmıştı. Şu an Özden ve Yalın Holding bir binayı, Armi Karcan ve Karcan Holding diğer binayı paylaşıyordu. Okullar için çalışmalar ise hız kesmeden sürüyordu. Anaokulu, ilkokul ve ortaokul Eylül ayında eğitim hayatlarına başlayacaktı. Yalın Üniversitesi’nin bir kısmı hâlâ yapım aşamasındaydı fakat bu yaz sonu ilk öğrencilerinin kayıt heyecanını yaşayacak ve eğitim hayatına adım atacaktı. Üniversite’nin ilk öğretmenlerinden biriyse Bergüzar olacaktı. Doktora eğitimini tamamlamak üzereydi ve yakın zamanda derslere girip hayalindeki asıl mesleği yapmaya başlayacaktı.
Üstelik iyi haberler bunlardan ibaret de değildi. Öğretmenliğin heyecanıyla sarmalanmış, hevesle yeni eğitim öğretim yılına hazırlanmaya başlamıştı ki hamile olduğunu öğrendi. Aslında bu haber pek sürpriz sayılmazdı çünkü Ayaz’ın bir kardeşi olmasını, bir çocukları daha olması istemişlerdi. En istekli taraf ise tabii ki Alparslan’dı. Bergüzar, kocasının bir umut beklediği müjdeyi verdiğinde evlerine gerçek anlamda bahar gelmişti.
Ayaz’ın hamileliğinde hiç olmadığı kadar uyuyan ve aşeren Bergüzar için gebelik dönemi yeni tecrübeler edinerek geçiyordu. Bebeğin kız olduğu haberiyle havalara uçan Alparslan’ın sabırsızlığı da artmıştı. Mağazalarda gördüğü cicili bicili her kıyafeti, oyuncağı alıp kızı için hazırlanan odaya koyuyordu. Kızına kavuşmak, oğluyla kızını yan yana görmek, ikisini de kolları arasına almak için resmen gün sayıyordu. Ne demişler, sayılı gün çabuk geçermiş. Sayılı günler onlara göre çabuk geçmese de geçmişti işte. Ve sonunda tarih 27 Aralık 2019 gecesini gösterdiğinde, tüm yollar karlarla kaplanmış hâldeyken Bergüzar’ın doğum sancısı tuttu. Hastaneye doğru yola çıktıktan saatler sonra kızları dünyaya gelmişti. Takvimler 28 Aralık 2019’u saat ise 02.02’yi gösterirken Nazlı Yadigâr’ın ilk ağlayışı kulaklarına doldu. Alparslan gözlerindeki yaşları silip kızını kucağına aldığı an karısıyla göz göze geldi.
‘’Adı Nazlı Yadigâr olsun.’’ Bergüzar gibi simsiyah saçları vardı ve bir hayli uzundu.
‘’Senden, senin aşkınla gelen ikinci en güzel yadigâr.’’ Derken karısını öptü ve kokusunu yavaşça içine çekti. Odadan içeri giren Ayaz merakla babasına koşup kardeşini görmek için zıplarken, Alparslan dizlerinin üstüne çökmüş tıpkı hayallerindeki gibi onları ilk kez bir araya getirmişti. Ayaz karşısında duran küçücük bedene şaşkınlıkla bakıp kalırken ellerini ağzına kapatmış ve sadece ‘’Aaa!’’ demeyi başarmıştı. Onun bu tepkisiyse anne ve babasını güldürmeye yetmişti. Sadullah Ayaz’ın doğumunda yaşadıkları korkuların hiçbirini yaşamadan evlerine geçtikten sonra iki çocuklu hayata adapte olmak için uğraşmaya başladılar. Yıllar ise onlara acımasız davranıyor ve hızla geçiyordu.
Alparslan her zamanki gibi dosyalarına gömülmüş her şeyi incelerken odaya telaşla giren Bergüzar’a baktı. ‘’Esmerim…’’
‘’Alparslan, Ayaz okulda birileriyle kavga etmiş. Okul müdürü bizi çağırıyor.’’ Sözleriyle ayaklanıp odadan çıkmıştı.
‘’Bir çocuk nasıl olur da Anaokulundayken kavga edip, anne babasını okula çağırttırır? Bu yaşananlara bakıp gelecek yıllar için korkmalı mıyım?’’ diye sinirle homurdanan karısını kolunun altına alırken bir yandan da gülüyordu. Okulun bahçesine adım atmalarıyla Ayaz’ı ve dilinden düşürmediği yakın arkadaşını görmeleri bir olmuştu.
‘’Sadullah!’’ Alparslan’ın buz gibi sesiyle arkalarına dönen çocuklar, kafalarını kaldırmış endişeyle ikisine bakıyordu.
‘’ Ve Cihangir Alazoğlu.’’ Demesiyle Cihangir başını usulca sallamıştı.
‘’Niye kavga ettiniz?’’ Cihangir derin bir nefes alıp Ayaz’ı göstererek konuşmaya başladı.
‘’Biz kavga etmedik. Yani birbirimizle kavga etmedik.’’
‘’O zaman sorumu değiştireyim. Kiminle kavga ettiniz?’’ Çocuklar birbirlerine bakıp gözlerini Bergüzar’a çevirdiklerinde kadın başını sağa sola salladı. Alparslan’ın gazabından korunmak için kendisine duygu sömürüsü yaptıkları açıkça belli oluyordu.
‘’Cevap istiyorum. Hemen!’’
‘’Gazanfer’i dövdük.’’ Cevabını veren oğluna çatık kaşlarının altından bakarken görüş açısına Cihangir’in babası Ömer Bey girmişti.
‘’Merhaba Ömer Bey…’’
‘’Merhaba Alparslan Bey, merhaba Bergüzar Hanım’’ Deyip kendine uzanan elleri sıkarken bir yandan da iki küçük adama bakıyordu.
‘’Sizinle sonra konuşacağız. İçeri gidin bakalım.’’ Dediği an da Ayaz ve Cihangir toz olmuşlardı. Üçü de müdürün odasına ilerlerken bir yandan da birbirlerini daha yakından tanımaya çalışıyorlardı. Çünkü Ayaz’ın dilinden Cihangir, Cihangir’in dilinden de Ayaz düşmüyordu.
‘’Belli ki baya iyi anlaşıyorlar.’’ Sözlerinden sonra Bergüzar kısa bir an duraksayıp önce kocasına, ardından da Ömer Bey’e bakmıştı.
‘’Ömer Bey, eşiniz hanımefendiyle ve çocuklarınızla bir akşam misafirimiz olmak istemez misiniz? Hem tanışmış oluruz.’’ Bergüzar bilmeden öyle bir dostluğun temelini atıyordu ki yıllar sonra bugünleri hatırladıklarında hepsinin yüzünde kocaman ve iyi ki dedikleri gülümsemeler olacaktı.
‘’Bizim aile biraz kalabalık Bergüzar Hanım. Dört erkek çocukla sizi yormayalım.’’ Bergüzar
‘’Öyle şey olur mu, lütfen gelin.’’ Derken Alparslan üzüntüyle Ömer Bey’e bakmıştı.
‘’Dört çocuk ve dördü de erkek mi? Hiç kız yok mu yani?’’
‘’Sonuncudan umutluyduk ama o da olmadı. Nasip işte.’’
‘’Annemle babamdan daha bahtsızı da varmış Esmerim. Görüyor musun? Yazık.’’ Sözleriyle kahkaha atan Ömer Bey, sözlerin samimiyetine dayanarak Alparslan’ın sırtını dostane bir hareketle sıvazlayıp gülümsemişti.
‘’Allah hayırlı gelin versin diyoruz artık, ne yapalım.’’ Sözlerine bu sefer gülen Alparslan ve Bergüzar olmuş, bir de bu gülüşün üstüne mum diker gibi
‘’Amin.’’ Demişlerdi. Oysa nasıl bir duaya amin dediklerinden haberleri bile yoktu.
O günkü konuşmanın ardından telefon numaraları alınmış, buluşma günü ayarlanmıştı. Ömer Bey ve Şirin Hanım yaş aralıkları birbirine çok yakın olan dört oğluyla evlerinden içeri girdiğinde hepsinin yüzünde gülümseme vardı. Sanki yıllardır tanışan dostlar gibiydiler. Ömer Bey önünde sıralanan oğullarını göstererek
”En büyük oğlumuz Savaş, iki numara Oktay, üç numara Cihangir’i zaten tanıyorsunuz.” deyip gülümserken kucağındaki oğlunu işaret etti.
”Ve dört numara Ali Sami.” Alparslan gülerek
”Çocukların isimlerini baya özenerek seçmişsiniz Ömer Bey. Belli ki fanatik Galatasaray’lı bir aileyle karşı karşıyayız!” derken onları içeri yönlendirmişti. Ömer Bey bu doğru tahmine gülümserken Oktay’ın adının Metin Oktay’dan, Ali Sami’nin adının ise Ali Sami Yen’den geldiğini anlatıyordu. Keyifli bir sohbet eşliğinde yenen yemeğin ardından çocuklar oyun oynamaya başlamış, anne babalar ise sohbeti koyulaştırmışlardı.
O sırada üst kattan gelen ağlama sesiyle ayaklanan Bergüzar “Yadigâr’ı alıp geleyim.” Diyerek gözden kayboldu. Kısa süre sonra kucağında kızıyla salona geri dönüp onu eşine verdi ve Şirin Hanım’la sohbetine devam etti. Bu sırada oyun oynamaktan sıkılan Cihangir’in gözleri Alparslan’ın kucağında duran Nazlı Yadigâr’a takılmıştı. Küçük adımlarla onlara yaklaşıp önlerine geldi ve elini Yadigâr’a uzatırken
”Çok küçük.” Dedi. Dikkatle Cihangir’e bakan Alparslan ise karşısında bir çocuğa değil de yetişkin varmış ciddiyetiyle cevap verdi.
“O da sizler gibi büyüyecek. ” Cihangir’in kahverengi gözleri Alparslan’ın yeşil gözlerinde durdu.
”Oyun oynayıp, okula gidecek mi?” sorusunu sorarken yüzünde ve sesinde öyle bir ciddiyet vardı ki bunu bir çocuktan asla beklemediniz.
”Evet.” Diyen Alparslan göz ucuyla Savaş’a ve Oktay’a baktı ama o çocukların hiçbiri kızıyla ilgilenmiyordu. Ayaz’ı aralarına almış telefondan video izleyen çocuklardan gözlerini ayırıp Ali Sami’ye baktı ama o, kızından bile küçük bir bebekti. Şu an tek derdi annesini emmekti. Bergüzar da o yüzden Şirin ile Ali Sami’yi üst katta rahat edecekleri bir odaya götürüyordu. Peki onca çocuğun içinde neden Cihangir’in tüm ilgisi Nazlı Yadigâr’a kaymıştı?
Az öncekine göre daha bir dikkatli şekilde Cihangir’in gözlerine baktı. Çocuğun gözlerinde çakmak çakmak ifade vardı. Büyümüş de küçülmüş gibi, kendinden emin ve iddialı bir ifadeydi. İşte bu bakışma daha o gün, o an Alparslan’a çok şey anlattı. Üç buçuk yaşında olan oğlan çocuğu içini ürpertmişti.
”Okula başlayınca bizim okulumuza gelsin. Biz, onu koruruz.” Alparslan bu sözlerle yüzünde oluşan tebessüme engel olamamıştı.
”Ben de öyle düşünüyordum Alazoğlu.” Garip bir his yüreğinde dolanıyordu. Adını koyamıyordu ya da küçük bir çocuğa bakarak adını koymak istemiyordu. Ancak hissediyordu. Kelimelerle buluşturamadığı bir histi bu.
***
Alparslan, Yadigâr’ı kucağına oturtup sıkı sıkı sarmış, karşısına oturttuğu oğlu Ayaz ve arkadaşı Cihangir’i göstererek sorular soruyordu. Alazoğlu ailesini misafir ettikleri akşam, Cihangir’le yaşadıkları kısa sohbetin etkisinde kaldığı aşikârdı. O akşamın üstünden aylar geçmesine rağmen hâlâ konuşmayı baştan sona düşünüyordu. Bunu düşünüp durmasının asıl amacıysa ileride başına gelebilecek her türlü olaya karşı kendisini korumak istemesiydi. Ne kadar başarılı olduğunu ya da olamadığını görmesi için önünde uzun yılları var da denemezdi.
‘’Bu kim kızım?’’ Nazlı Yadigâr önce Ayaz’a baktı ve heyecanla ‘’Abiiğğ’’ dedi. Küçük ellerini birbirine vurup babasının kucağında zıplıyordu. Alparslan kızını öpüp bu sefer Cihangir’i gösterdi.
‘’Peki bu kim kızım?’’ Yadigâr’ın gözleri Cihangir’de durdu. Bir süre dikkatle baktı. Alparslan nefesini tutmuş alacağı cevabı beklerken Yadigâr’ın başı yavaşça sağ omzuna doğru düştü ve yüzünde gülümseme oluştu. Sağ elinin işaret parmağını ağzına götürüp çıkmaya çalışan dişlerini kaşırken, bir yandan da gülüyordu.
‘’Ciğciğğğ’’ diye bağırıp kollarını açarak öne doğru atılmasıyla Alparslan renkten renge girmeye başladı. Ne yapıp ne edip Cihangir’i ortadan kaldırmanın hayalini kurarken Yadigâr’ı yere bıraktı ve kızının Cihangir’e koşuşunu izledi. Aniden ayağa kalkıp karşı koltuğa ilerledi, kocaman bedeniyle Cihangir’in küçük bedenini gölgede bıraktı. Eğilip çocuğu yakasından yakalamaya hazırlandığı sırada
‘’Alparslan, aklından geçeni yapmayacaksın. Hemen yerine otur.’’ Diyen uyarı dolu sesle Cihangir’den yavaşça uzaklaşıp, suç işlemiş çocuk gibi Bergüzar’ın ifadesiz yüzüne baktı.
“Benim iki değil, üç çocuğum var!” Bergüzar’ın kaşları çatık, sesi ise netti.
“Ama Esmerim, kızımız…”
“Alparslan!” sinirlenmeye başladığını belli ederken sözlerine de devam etmişti.
“Onlar daha çocuk.’’
“Kızım, götünden bezi yeni alınmış şu çocuğa nasıl gülüyor görmedin mi Esmerim? Bak… Âşık gibi. Hani kızların ilk aşkları babaları olurdu? Ben bunun hayaliyle doğumuna gün saydım. Kızım ise bana değil, bu velede bakıp iç çekiyor. Olmaz, olamaz.’’” Bergüzar şok olmuş hâlde kocasına bakarken Alparslan sinirle üst kata çıkıp gözden kaybolmuştu. Hiçbir şeyden haberi olmayan kızına bakıp gülerek başını sağa sola sallarken onun keyfinin yerinde olduğu anlaması zor değildi. Cihangir’in bacağına sarılmış dizini kemirmeye çalışıyor, kaşınan dişlerini böyle kaşıyordu. Çocukların ürkek bakışlarını ve kızının Cihangir’e yaptıklarını ancak idrak edip
“Çocuklar, hadi havuzun yanına geçin. Ben de size pasta ve meyve suyunu getireyim.” Dediğinde ortamdaki gergin hava birden değişti. İki küçük adam, küçük kızı aralarına alıp ellerini de sıkı sıkı tutup bahçeye ilerlerken Bergüzar arkalarından gülerek bakıyordu.
Çocuklara pasta ve meyve suyu götürüp eve döndüğünde doğruca yatak odasına ilerledi. Yatağa oturmuş, ellerinin arasına aldığı başını sıkı sıkı tutan kocasına buruk bir gülümsemeyle bakarken içeri girip kapıyı kapattı. Sessizce yanına ilerleyip başını ellerinin arasından çıkardı ve yüz yüze gelecekleri şekilde kucağına oturdu. Alparslan’ın yemyeşil gözlerindeki hüzün, korku ve heyecanı görebilecek kadar kocasını tanıyordu.
‘’Alparslan Yalın.’’ Derken dudakları usul usul dudaklarında gezdirdi. Ellerinin arasında tuttuğu yüze aşkla bakmayı, herkesten farklı bir adam görmeyi seviyordu. Alparslan yüzündeki silik gülümsemeyle karısının gözlerine baktı. Elleri ise elbisesinin altından girip kadını kıvrandırmaya başlamıştı.
‘’Bergüzar Yalın… Ateşle oynuyorsun Esmerim.’’ Dudakları ağır ağır buluşunca Bergüzar’ın elleri, Alparslan’ın yüzünden ayrılıp üstündeki tişörtün ucunu buldu ve çıkarıp odanın ortasına fırlattı. İkisinden de yükselen mırıltıların ardından Alparslan da karısının üstündeki elbiseyi çıkarmış ve karşısındaki manzaraya hayranlıkla bakmıştı.
‘’Kim der, bu kadın iki çocuk anası diye.’’ Demesiyle karısını yatağa yatırıp üstüne uzandı.
‘’Kim der, bu adam kırk yaşının üstünde diye.’’ Alparslan yaşına gelen taşlamaya gülerken kot pantolonun düğmeleri üstünde gezinen parmakları hissederek homurdandı. Ne düğmeleri açıyor, ne de aralarındaki yakınlığa son veriyordu. Yazın sıcağıyla, birbirine değen tenlerinin sıcağı odayı daha da ısıtırken Alparslan, Bergüzar’ın boynuna sokulup derin bir nefes aldı.
‘’Eziyet ediyorsun resmen ve bu, ‘senden bir şey isteyeceğim, sen de yapacaksın. Eğer yapmazsan bana kavuşamazsın.’ Demek.’’ Bergüzar yıllar içinde birbirlerini ne kadar iyi tanıdıklarına bir kez daha şahit olurken kahkaha atmadan edememişti.
‘’Doğru anlamış mıyım karıcım?’’ Alparslan’ın saçlarını usulca okşayıp ensesini uzunca öperken fısıldadı.
‘’Anlamışsın kocacım.’’
‘’Şartını duyayım bebeğim.’’ Derken geri çekilmiş ve gözlerini buluşturmuştu.
‘’Akşam hep birlikte yemek yiyeceğiz. Yemeğe Alazoğlu ailesi de katılacak. Ve sen, canım kocam… Uslu duracaksın.’’ Gözleri kocaman açılırken yataktan fırlayıp odanın içinde tur atan adam yerdeki tişörtünü alırken
‘’Bacak kadar çocuğa laf söylemeyeyim diye yaptığına bak Esmerim. Ben burada sana hasret kalayım, sen bana de ki ‘götü boklu velede dokunma’.’’ Diye söylenerek giyinmiş odadan çıkıyordu ki önüne düşen şeyle durdu. Omzunun üstünden yatağa bakıp yatakta uzanmış kendisine gülen karısından gözlerini kaçırdı ama bu sefer de önüne düşen sütyeni gördü.
‘’Gel buraya.’’
‘’Valla mı?’’ Demesiyle kıs kıs gülen karısının sesini dinledi.
‘’Gel dedim!’’ topuklarının üstünde dönüp tek kelime etmeden yatağa ulaştı.
** *
‘’Ömer! Şu oğlunu, kızımdan uzak tut.’’ Alparslan’ın Cihangir’e duyduğu kıskançlığı hepsi biliyordu ve bu onlara fazlasıyla keyif veriyordu. Ömer Bey gülmemeye çalışarak oğullarına bakıp
‘’Hangisini?’’ diye sorunca masadaki herkes gülmemek için dudaklarını kemirmeye başlamıştı. Alparslan ise dişlerini sıkarak konuşuyordu. Bergüzar’ın hiçbir uyarısı işe yaramamıştı.
‘’Üç numaralı oğlundan, mal çocuk Cihangir’den bahsediyorum.’’ Masadan gülme sesleri yükselecekti ki sözlerin asıl muhatabı çocuk konuşmaya başladı.
‘’Nazlı benimle oyun oynamayı sevdiği için onunla vakit geçiriyorum. Ayrıca mal değilim, götüm de boklu değil Alparslan amca.’’ Cihangir’in yaşından büyük laflar ettiğine şahit olmuşlardı ama bu kadarı hepsini şok etmişti. Süleyman Bey çatalındaki yemeği ağzına götürüp bir iki kez çevirdikten sonra yuttu ve gözlerini oğlunun mosmor suratına dikti.
‘’Dört buçuk yaşındaki akıllı Cihangir ile kırkını geçmiş oğlum Alparslan’ın laf dalaşına hepiniz hoş geldiniz.’’ İşte bu sözlerle Alparslan dışındaki herkes kahkahalara boğulmuştu.