21.BÖLÜM
Alparslan gözlerini açıp, çevresine baktı ve nerede olduğunu anlamaya çalıştı.
“Sakin ol oğlum. Hastanedesin.” başucunda duran Suna Hanım’a bakıp
“Ne oldu Suna anne, neden yine hastanedeyim?” Sorusunu sorarken, kadın onun kendisine hitap ederken söylediği iki kelimeye takılmıştı. ‘Suna Anne’… Ya Bergüzar kendisine öyle hitap ettiği için Suna anne demişti ya da tahminleri doğruydu. Bunu uzun zamandır Alparslan’dan duymuyordu ve içinde büyüyen umutla
“Alparslan en son ne hatırladığını bana söyler misin?” Diye sordu. Alparslan bir süre sessiz kalıp düşündü ve hayal kırıklığı yüklü sesiyle
“Bergüzar gitti…” diye fısıldadı. Suna Hanım ise hâlâ umudunu koruyordu.
“Peki başka bir şey hatırlıyor musun oğlum… Son on üç yıldan bir anı?” Alparslan yattığı yerden doğrulup oturdu ve düşünmeye başladı. Gözleri kapalı hâlde zihnini yoklarken bir anda başını kaldırdı ve yaşlarla dolu gözlerini Suna’ya dikti.
“Onu hatırlıyorum. Bergüzar’ı… Şirkete geldiği ilk günü, onunla gece kulübünde karşılaşmamızı ve bana ilk kafa tutuşunu hatırlıyorum.” Suna gözyaşlarıyla ona sarılıp,
“Tamam… Dur artık. Çünkü birkaç saat önce baygınlık geçirdin. Kendini yormamalısın!” Dedi ve gözlerine dikkatle baktı.
“Bunu tetikleyen şey sanırım Bergüzar’ın gidişi oldu. Daha önce yaşadığın travmaya çok benzemesi, yeniden yaşadığın duygusal çöküşle birleşince hafızanda bir şeylerin canlanmasına neden oldu.” Alparslan hatırlamaya başlamasına sebep olan olayı düşünürken içinde oluşan boşluğa söz geçiremedi. Canı yanıyordu. Gördüğü ilk günden beri içini ısıtan kahve harelerin çok uzaklarda olduğunu bilmek canını yakıyordu.
“Sen dinlen ve kendini sakın zorlama. Bünyen ters bir tepkide verebilir! Anlaştık mı?” Alparslan sadece başını usulca salladı. Suna ise dışarıda kendisinden haber bekleyen ailesinin yanına gitti. Odadan çıkmasıyla hepsi ayaklanmıştı ve Suna’nın yüzündeki gülümseme onların gözlerinde soru işaretlerine sebep olmuştu.
“Anne, içeride yatan abim değil de ablam falan olsaydı bu gülüşünün sebebi hamile olmasıdır diyecektim ama böyle bir ihtimal olmadığına göre geriye tek bir seçenek kalıyor!” Atilla’nın sözleri Suna Hanım’a kahkahalar attırmıştı.
“Gözümüz aydın…” bir anda nefeslerini tutan insanlara ışıl ışıl baktı ve
“Hatırlamaya başladı.” Dediği an koridorda sevinç çığlıkları yükseldi. Herkes birbirine sarılıyor, bu sevinci paylaşıyordu. Bir anda aklı başına gelen Tomris
“Bergüzar’a haber vermeliyiz.” Dedi ama Süleyman’ın sesini duymasıyla duraksadı.
“Hayır! Kimse ikisinin arasına girmeyecek. Bırakın söylemek isterse Alparslan söylesin. Çünkü ona çok büyük bir vefa ve özür borcu var.” Dediği sırada odanın kapısı açıldı ve Alparslan onlara dikkatle baktı.
“Babam haklı. Bir süre bu durumu saklamanızı rica ediyorum!” Gözleri en çok Toprak ve Tomris üzerinde durdu.
“Çünkü şu âna kadar sadece tanıştığımız ilk zamanları hatırlayabildim. Ve ona gerçekten büyük bir özür borcum var. Bunun için de her şeyi hatırlamam ve onun tanıdığı Alparslan olmam gerek. Zamana ihtiyacımız var. İkimizin de!” Herkes hasretle Alparslan’ı kucaklayıp, sıra Armağan’a geldiğinde birbirlerine gülümsediler.
“Hatırlayacağın bir iki ay içerisinde artık ben de olacağım… Ne mutlu! Bensiz bir hayat sana haram uyuz şey!” Demesiyle birbirlerine sımsıkı sarıldılar.
“Senin zihnime çöreklenip hayatımı sonsuza dek karartmanı sabırsızlıkla bekliyorum güzelim!” Deyip Armağan’ın saçlarını karıştırdı ve onları öptü. Herkes onun bu sözlerine kahkahalarla gülerken, Alparslan tüm ailesine uzun uzun baktı. Ne büyük bir hasretle bugünü beklediklerini anlamak zor değildi.
* * *
Bergüzar uçaktan inip, oradaki evine geçerken kendisini sakinleştirip yol boyu uyutan ilacın etkisinden çıkmaya çalışıyordu. Bu sırada aracını kullanan Ateş’e bir an gözü takıldı. Yakın koruması, işi gereği onunla Amerika’ya gelmişti. Eve vardıklarında Bergüzar doğruca banyoya girip duş aldı ve kendini yatağa bıraktı. Telefonunu eline alıp saate baktığında Türkiye’de saatin öğleden sonra üç olmak üzere olduğunu görüp Tomris’i aradı ama hat karşı taraftan meşgule düştü. Tam mesaj atacağı sırada Tomris’in kendisini görüntülü olarak aramasıyla yattığı yerden doğruldu ve aramayı yanıtladı.
”Kara kız, sağ salim vardın mı?” Tomris’in sıcacık sesi Bergüzar’ı gülümsetmişti.
”Vardım evdeyim. Onu haber vermek için aramıştım.” bir an Tomris’e dikkatle baktı. Yüzünde uzun zamandır görmediği gülümseme dikkatini çekmişti.
”Hayırdır, yüzünde güller açıyor. Hani seni tanımasam benim gidişime sevindiğini sanacağım.” demesiyle Tomris kendini toparlayıp göz ucuyla abilerine özellikle de Alparslan’a baktı.
”Saçmalama kızım! Toplantıdaydık Atilla da yine komik esprileriyle bizi gülmekten kırıp geçiriyordu!” demesiyle Atilla görüntüye girdi.
”Bizim kız, nasılsın bakalım?”
”İyiyim. Siz nasılsınız, çocuklar nasıl?” Bu sırada görüntüye Ertuğrul da dâhil oldu ve sorusunu o cevapladı.
”İyiyiz. Çocuklar okulda, biz de iş güç koşturmaya devam ediyoruz.”
”Sıkıntı yok yani?” üçü aynı anda
”Yok!” derken gülümsüyorlardı. Bergüzar onlara dikkatle bakmayı sürdürürken
”Kızı rahat bırakın da uyuyup dinlensin!” diyen sesin sahibi Alparslan’dan başkası değildi. Bergüzar derin bir nefes alıp başını sala sola salladı.
”Sonra görüşürüz. Kolay gelsin.” dediği anda kamera açısı değişti ve ekranda Alparslan belirdi. Önündeki dosyaya dikkatle bakarken, sağ elinin parmakları arasında pilot kalemini çeviriyordu. Bergüzar onu bir anda görünce hissettiği garip heyecanı yok saymaya çalışırken, Tomris, Atilla ve Ertuğrul’un sesini duydu.
”Görüşürüz.” Arama sonlanınca Bergüzar yeniden yatağına yatarken, başucunda duran fotoğrafa baktı. Nazlı Yadigâr bir yaşlarındayken buraya geldiklerinde çektikleri fotoğrafı çerçeveletip, başucuna koymuştu. Yatağın Alparslan’a ait olan tarafında ise başka bir fotoğrafları duruyordu. Yavaşça arkasına dönüp, o fotoğrafa da uzun uzun baktı. Yadigâr’ın yeni doğduğu dönemlerde çekilmiş bir fotoğraftı. Alparslan ve Ayaz yanlarına küçük kızı yatırmış, hayran hayran ona bakıyorlardı. Daha doğrusu Ayaz, kardeşinin küçücük ayağını tutmuş merakla incelerken, Alparslan’ın gülüşüne saklanan mutluluk göze çarpan ilk ayrıntılardı. Bergüzar yavaşça doğrulup, o fotoğrafı eline aldı ve göğsüne sıkıca sararak gözlerini kapadı.
* * *
”Çocuklar yemek hazır. Hadi!” diye merdivenlerden yukarı seslenen Alparslan yemek masasına ilerledi ve yerine oturdu. Sol tarafındaki o büyük boşluğa bakmaktan ise kaçınıyordu. Bergüzar’ın boşluğu, zehir gibi her an daha fazla kanına işlerken zorla yutkundu ve kendine gelmeye çalıştı. O sırada yanına gelen Ayaz ve Yadigâr sessizce yerlerine geçip önlerindeki çorbaya öylece bakmaya başladılar.
“Babacım?” Yadigâr, Bergüzar’a tıpatıp benzeyen bakışlarını Alparslan’a çevirmişti. Adam içi titreyerek kızına bakarken
”Söyle bebeğim.” dedi. Yadigâr biraz buruk ama en cilveli gülüşüyle babasına bakarken, Alparslan’ın içi resmen eriyip bitiyordu.
”Annemi arayabilir miyiz?” Alparslan bu sorunun geleceğini tahmin etmişti ve hiç şaşırmamıştı. Derin bir nefes alırken duvardaki saate bakıp California ile aralarındaki saat farkını düşündü. On bir saat fark vardı ve şu an orada saat sabaha karşı beşti.
”Yadigâr annen uyuyordur bebeğim. Orada saat daha beş ve o, çok yorgundu.” Bu sefer araya Ayaz girdi ve asık bir suratla
”Ama gideli iki gün oldu. Onu çok özledik.” derken Alparslan’ın telefonuna gelen görüntülü arama hepsinin odak noktası oldu.
”Annem arıyor.” diye sandalyesinden inip hızla babasının kucağına tırmanan Yadigâr, Ayaz’ı da yanına çekiştirdi ve babasının dizlerine karşılıklı oturdular. Alparslan onların bu özlem dolu heyecanına gülümserken, aramayı cevapladı.
”Günayyddıınn” Ayaz ve Yadigâr’ın mutluluk saçan sesi salonu inletmiş ve Bergüzar’ı güldürmüştü.
”Size de iyi akşamlar…” derken yeni uyandığı sesinden ve yüzündeki şişlikten belliydi. Alparslan onun bu hâline gülümserken,
”Nasılsın?” diye sordu. Bergüzar yatağında doğrulup otururken, üstüne sabahlığını geçirmişti.
”Ben iyiyim, siz nasılsınız?” Çocuklar ona hülyalı hülyalı bakıp
”İyiyiz…” dediklerinde Bergüzar’ın yüzünde yine gülümseme belirdi.
”İyi olmanıza çok sevindim. Babanızı üzmediğinizi düşünüyorum.” Alparslan, Ayaz ve Yadigâr birbirlerine bakıp kameraya gururla gülümsediler.
”Burada durumlar stabil!” Ayaz’ın yanıtı anne ve babasını kahkahalara boğmuştu. Çocuklar sırayla günlerinin nasıl geçtiğini anlattıktan sonra Alparslan onları kucağından indirdi ve başka bir odaya yöneldi.
”Yorgun görünüyorsun. Hatta hasta gibi. İyi olduğuna emin misin güzelim?” Alparslan’ın yumuşacık, merak ve endişe dolu sesi Bergüzar’ın yüreğine dokundu. Kadın neredeyse ağlayacağını sanıp, derin bir nefes alırken
”Yolculuk, saat farkı, hava değişimi… Normal yani. Bugün yoğun bir gün olacak, onun için erkenden kalkmam gerekti, ondan da olabilir.” derken Alparslan başını usulca salladı.
”Biraz dinlenseydin ya. Ne bu acele?” Bergüzar yatağından kalkıp, bir yere doğru ilerlerken Alparslan hafızasında canlanan evin duvarlarına baktı.
”İşler burada tahmin ettiğimden daha da karışık görünüyor. Buraya gelmeden önce raporları uzun uzun inceledim ve ne yazık ki durum pek iç açıcı değil.”
”Sıkıntıyı çözmen için kaynağını bulman lazım. Sen akıllı kadınsın, eminim ki sebebini az çok biliyorsundur!” dediğinde ekranda göz göze geldiler.
”Alparslan…” deyip sustu ve o sırada buzdolabından bir şişe su çıkardı. Suyu bardağa koyup bir yudum içerken, Alparslan onun her hareketini dikkatle izliyordu.
“Birilerinin hesaplarla oynadığını ve para kaçırdığını düşünüyorum!” Demesiyle Alparslan birden ayağa kalktı.
“Onun için buraya gelmekte bu kadar aceleci davrandım. Nedeni, yani tek nedeni sen değildin!” Derken bardağı tezgâhın üstüne öfkeyle bırakıp saçlarını arkaya doğru attı. Alparslan ise odanın içerisinde hızla yürüyor, sinirine hâkim olmaya çalışıyordu.
“Neden söylemedin?” Derken sinirlendiği çok belliydi. Bergüzar mutfaktaki sandalyelerden birine oturup, başını duvara yasladı ve yorgun birkaç nefes aldı.
“Zaten zor bir dönemden geçiyorsun. Sadece kendini toparlamanı istiyorum. Geçmişi hatırlayıp, hatırlamaman benim sana olan sevgimi değiştirmez. Bu umurumda bile değil… Yeter ki sen iyi ol. Yeniden mutlu ol. Doktorlar bana aylar önce senin için sadece ‘yaşıyor’ dediklerinde ben buna şükretmeyi öğrendim. Gerisinin bir önemi yok… Gerçekten yok!” Deyip saçlarını karıştırdı ve gözlerini yorgunlukla kapattı. Alparslan’ın ise ona söylemek istediği güzel haberleri vardı ancak her şeyden emin olmak istemesi buna engel oluyordu. Bir yandan da artık sevdiği kadının gözlerinde mutluluğu görme isteği kalbinin duvarlarını hızla dövüyordu.
”Yanına gelmemi ister misin?” diye sorduğunda Bergüzar şaşkınlıkla gözlerini açtı ve ona baktı. Bakışlarındaki ciddiyeti, bu teklifteki samimiyeti anlamak zor değildi. Sanki eskiden tanıdığı adam oluvermişti birden. Fakat ikisinin de zamana, çocukların ise babalarına ihtiyaçları vardı.
”Teşekkür ederim ama çocuklarla olman beni daha mutlu ediyor. Huzurluyum. Onların sana benden daha çok ihtiyacı var Alparslan.” dedi ve ona gülümsedi.
”Karar senin… Ama bir şey olursa…” Bergüzar başını sallayıp,
”Haber veririm. Hadi artık yemeğinize dönün. Ben de hazırlanıp şirkete geçeyim.” dediğinde Alparslan sadece başını salladı.
”İyi geceler…” diyen karısına gülümsemeye çalışıp,
”Sana da kolay gelsin. Saat kaç olursa olsun arayabileceğini sakın unutma!” dedikten sonra kısa bir süre bakıştılar ve aramayı sonlandırdılar. Bergüzar bir süre konuşmalarını düşündü. Düşüncelerini bir yana bırakıp ayaklandığında doğruca duşa girdi. Alparslan da kendisini masada bekleyen çocuklarının yanına dönüp yerine oturdu ve yemeklerine devam ettiler. Uyku saatlerine kadar birlikte film izlerlerken Yadigâr babasının göğsüne yatmış, Ayaz ise ayakuçlarına kıvrılmıştı. Çocuklar uyuyup kalınca Alparslan ikisini de kucaklayıp yukarı çıktı ve önce oğlunu, sonra da kızını yatağına yatırdı. Kendisi yatak odasına girip yatağa bir süre öylece bakarken, Bergüzar’ın gitmeden önce söylediği sözler kafasında tekrar canlandı. Üstünü değiştirmeden yatağa uzanıp derin bir nefes aldığında burnuna dolan koku yüreğini kavurup geçti sanki. Yanındaki yastığa uzandı, kokusunu derin derin solurken gözlerine yaşlar doldu. Karısının aylarca burada neler yaşadığını biraz olsun anlatmış oldu. Gözleri yavaşça kapanırken uykuya daldı.
Gözlerinin önüne gelen bir sahneyle yatakta irkiliyordu fakat uyanmıyordu. Bergüzar’ı hastanede odasında yüzü gözü yaralı şekilde görüyordu. Elleri, tırnakları, yüzü, özellikle de yüzünün bir yanı çok yaralanmıştı. ‘Bergüzar’ diye fısıldarken gözlerini açıp doğruldu. Olayın gerçekten yaşanıp yaşanmadığını bilmiyordu, çünkü Bergüzar’ın ya da aileden birinin ona böyle bir şey anlattığını hatırlamıyordu. Karısının o görüntüsüyle sabahı sabah ederken güneş İstanbul’u aydınlattı. Yataktan kalkıp duşa girdi ve gördüklerinin hissettirdiği garip duygularla baş etmeye çalıştı. Uykusunda nasıl bir sıkıntıya düştüyse, tüm vücudu terden görünmez olmuştu. Sıcak suyun bedenine çarpmasıyla gözlerini kapattığı anda başka görüntüler de aklının duvarlarını delip geçti sanki. Ankara’daki şirket odasının kapısında bayılan Bergüzar’ın bedenini yere yığılmadan yakalayışını hatırlarken bacakları titriyor ve bedenini taşıyamıyordu. Gözlerini açmadan duvarın hizasında kaydı ve küvetin içine öylece oturdu. Birkaç dakika kendine gelmeye çalışıp öylece bekledi. Suyu kapatıp küvetten çıktıktan sonra beline bir havlu bağladı ve doğruca giyinme odasına geçti. Üstüne bir şeyler geçirip evden koşarak çıktı. Soluğu Ertuğrul’un evinde almasıyla, sabahın erken saati olmasını umursamadan kapıya vurdu. Bir dakika içerisinde açılan kapıdan içeri girip uykulu gözlerle kendisine bakan kardeşinin karşısına geçti.
”Abi, ne oldu sana? Yüzün bembeyaz. İyi misin?” Ertuğrul’un sesi o kadar endişeli geliyordu ki Alparslan dayanamayıp yanlarındaki aynaya baktı ve gerçekten kendini tanımakta güçlük çekti. Fakat şu an daha önemli bir mesele vardı. Gözlerinin önüne gelen o sahnelerin gerçek olup olmadığını çözmeye çalışıyordu.
”Bergüzar…” Ertuğrul durumu anlayıp onun kolunu tuttuğu gibi çeke çeke salona götürdü ve koltuklardan birine oturttu.
”Ne hatırladın?” Alparslan derin bir nefes alırken elleriyle alnını sıktı.
”Bergüzar, kaza geçirdi mi? Ya da…” düşünmek istemediği ihtimaller aklını istila ediyordu. Zorla araladığı dudaklarından
‘’Ya da biri onu darp etti mi? Onu yaralı hâlde gördüm. Bu, gerçek mi?’’ Ertuğrul, abisinin neden böyle olduğunu daha iyi anlayarak başını sallarken
”Evet!” demekle yetindi. Alparslan kaskatı kesilen bir ifadeyle ona bakıp arkasına yaslanırken başını koltuğa dayamış, gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Bir süre hatırladığı şeyleri yeniden düşündü, anılarını sıraya koymaya çalıştı.
”Bana bundan hiç bahsetmedi. Siz de öyle!” sesindeki öfke açıkça belli oluyordu fakat o konu hakkında bahsetmekten hoşlanmayan Bergüzar, kocasına bu durumun anlatılmasını istememişti.
”Bergüzar istemedi. Biz de kararına…” Alparslan bir anda ayağa fırladı.
”Başlatma şimdi kararına Ertuğrul. Böyle bir şeyi neden söylemediniz?”
”Yaşadığı olay bir kadının yaşayıp yaşayabileceği en kötü şeylerden belki de ilkiydi. ‘Şerefsizin biri bana saldırdı, tecavüz etmeye kalktı. Bunu başaramayınca da beni darp etti’ demek kolay değil. Ayrıca bunu anlatarak senin aklını, duygularını karıştırmak istememiş olabilir!” sesin geldiği yöne baktıklarında Armağan’ı gördüler.
”Her şeyi anlattı. Bunu neden…” Armağan, Ertuğrul’un yanına otururken dikkatle Alparslan’a bakıyordu.
”Hayır Alparslan, her şeyi anlatmadı. Sadece vakti zamanında sana anlatamadığı gerçekleri ilk seferde anlatmayı seçti o kadar. Ona nasıl evlenme teklif ettiğini anlattı mı?” Alparslan odanın içinde yürümeyi bırakıp bir an düşündü.
”Hayır!”
”Peki… İlk kez nerede öpüştüğünüzü ya da seviştiğinizi anlattı mı?”
”Ayaz’a hamileyken evlendiğimizi biliyorum. O kadar…”
”Düğününüzü anlattı mı?” Alparslan yine düşündü ve olumsuz şekilde başını salladı. Armağan ise ona sakince gülümseyip
”Demek ki sizi siz yapan hiçbir şeyi anlatmamış ve senin hatırlamanı beklemiş.” Deyince, Bergüzar’ın sabrına ve aşkına bir kez daha hayran olmadan edemedi. Kadının sevgisine, nahifliğine, sabrına her gün daha çok şaşırıyor, her gün daha çok saygı duyuyordu. Onlara bir şey demeden düşüncelere dalıp kendi evine ilerledi.
* * *
Bergüzar bir toplantıdan diğerine koşarken nasıl akşam olduğunu anlayamamıştı. Evine geçip biraz dinlendikten sonra telefonuna gelen iletiye baktı. Irmak, bir saat sonra görüntülü olarak Türkiye’deki bir toplantıya katılması gerektiğini haber veriyordu. Bergüzar ise yorgunluktan kırılan bedenini nereye koyacağını bilemez hâlde koltukta yatıp kalmış durumdaydı. Bir süre öylece yattıktan sonra doğruldu ve elini yüzünü yıkamak için lavaboya yöneldi. Üstünü değiştirip daha rahat bir şeyler giyerken saçlarını atkuyruğu yaparak topladı ve alt kata inip bilgisayarını açtı. Dakikalar içerisinde gelen aramayı yanıtladığında karşısında oturan birçok insana gülümseyip,
”Merhaba…” dedi. Türkiye’de saat öğleden sonra ikiyi gösterirken, Bergüzar’ın bulunduğu yerde gece birdi ve kadın yorgunluktan kıpkırmızı olan gözlerini gizleyecek çözüm bulamamıştı. Görüntüsünün şu an kocaman bir perdeye yansıtıldığını düşünmemeye çalıştı. Herkesin, özellikle de ailesinin ve Alparslan’ın kendisine dikkatlice baktığını biliyor, görüyordu.
”Merhaba Bergüzar Hanım. Sizi bu saatte rahatsız ettiğimiz için kusurumuza bakmayın. Sanırım şu an saat orada gece yarısını çoktan geçmiş olmalı. Bu arada gerçekten yorgun görünüyorsunuz.” Diyen Şule Hanım, çalıştıkları şirketlerden birinin müdürüydü. Bergüzar nedense kadından hiç haz etmez, tavırlarını samimi bulmazdı. Tabi bu duygularını körükleyen bir diğer neden ise şu an kendisine ait olan koltukta ve Alparslan’ın yanında oturmasıydı. Zorla gülümseyip,
”Evet, burada saat gece yarısını geçmiş durumda ve toplantının süresine göre dinlenme sürem azalacağı için sizlerden toplantıya hemen başlamanızı rica etmesem, sorun olmaz sanırım!” dedi ve bilgisayarın yanında duran kahve kupasına uzanıp, kahvesinden bir yudum aldı. Bu sırada kendi görüntüsünde gördüğü bardağın yansımasıyla bir an duraksadı. Hızla bardağın desenli tarafını kendine çevirdi.
Bardağın üstünde kocaman harflerle ‘Alparslan’ yazıyordu. Bunu o âna kadar hiç fark etmemesine şaşmamalıydı. Çünkü yorgunluktan burnunun ucunu görmüyordu. Gözlerindeki şaşkınlığı gizlemeye çalışarak toplantı masasında oturanlara şöyle bir göz gezdirdiğinde dudaklardaki silik gülüşleri fark etti. Alparslan ise yanağının içini aleni şekilde kemiriyor ve bıyık altından gülerken önündeki dosyalara bakıyordu.
”Afiyet olsun!” duyduğu muzip, çok tanıdık ama bir o kadar da yabancı sesle bilgisayar ekranına baktı.
”Teşekkür ederim Alparslan Bey! Farkında olmadan bardağınızı almışım!” adam kafasını kaldırıp, gözlerinin içine içine bakar gibi
”Elinize yakışmış…” dedi ve çapkın bir gülüşle ona göz kırptı. Bu hareketiyle başta Tomris, Atilla ve Ertuğrul olmak üzere herkes bıyık altından gülerken, Bergüzar elindeki bardağı hızla sehpanın üstüne bıraktı ve çıkardığı ses karşısındaki insanlara net olarak ulaştı.
”Hadi başlayalım artık!” sözlerinin soğukluğu bir an herkesi gerçek hayata döndürmeye yetti ve toplantı başlamış oldu. Aradan geçen süre içerisinde Bergüzar üçüncü kez görüntüden çıktı ve elinde kahveyle geri döndü. Gözlerini açık tutmak için içtiği kahveler bile artık fayda etmiyor, kadının yorgun bedenini ayakta tutmaya yaramıyordu.
”Bergüzar! Toplantıya katıldığın için teşekkür ederiz. Artık lütfen o kahve bardağını bırak ve gidip yat! Yoksa uykusuzluktan bayılacaksın!” diyen Alparslan ekrana hem sinirli, hem de endişeli bakıyordu. Herkes onun bu sözlerini onaylayınca Bergüzar bağlantıyı sonlandırdı ve olduğunu yere uzanıp, uykuya daldı.
Günler geçerken Alparslan herkesten bir şeyler dinleyip, hatırlamaya çalışıyor, Bergüzar’la gezdikleri yerleri görmek için hafta sonu kendini sokaklara atıyordu. Bir aydır yaptığı bu geziler aklında parça parça da olsa anılar canlanmasına yardımcı olmuştu. Şu an ise Ankara sokaklarını tek başına yürüyor ve çevresine hatırlamak ister gibi bakıyordu. Çocuklar bu esnada babaanne ve dedesiyle ya da anneanne ve dedesiyle kalıyordu. Bu sırada aileden kimsenin Özden Holding’in Amerika’daki şirketinden para çalındığından haberi yoktu. Bu durum şimdilik hâlâ Alparslan ve Bergüzar arasında sırdı.
Alparslan, kardeşleri vasıtasıyla Gül, Emel, Dicle ve Ayten adındaki dört kızla, daha doğrusu Toprak ve Bergüzar’ın ailesi yerine koydukları insanlarla buluşacaktı. Altı kız, uzun süre yurtta birlikte kalmış ve hayatlarını paylaşmışlardı. Bergüzar’ı hatırlamanın en mantıklı yollarından birinin bu kızlar olduğunu ve tabi ki tanıştıkları şehir olan Ankara olduğunu düşünen Alparslan o yüzden soluğu burada almıştı.
Kızların zaten durumundan haberdar olduğunu biliyordu. Onlarla buluşacağı yere ilerlerken dünyanın öteki ucunda gecenin bir vakti yine uykusuzlukla savaşan Bergüzar ise orada olanlardan bir haberdi. Bir aydır burada olmasına rağmen paranın kim ya da kimler tarafından çalındığını bir türlü çözememek onu her an daha fazla geriyordu. Akşamları içine girdiği bu evin sessizliği, çocuklarının yokluğu ve her gün artan özlemi dengesini iyice alt üst etmiş durumdaydı. Bergüzar huzursuz bir uykuya dalmayı başarırken, Alparslan her şeyi hatırlayabilmek adına kızlarla saatler sürecek bir sohbetin kapısını usulca aralıyordu.
Saatler gerçekten de hızla geçip, İstanbul’a dönüş uçağının vakti geldiğinde hepsiyle vedalaştı ve havaalanına ilerledi. Bu sırada telefonunu eline alıp, asistanını aramıştı. Ona bazı talimatlar verdikten sonra uçağa binip, yerine oturdu ve yeni öğrendiği bilgileri aklından geçirdi. Uçağın havalanmasıyla yorgunluğuna yeni düşen Alparslan’ın gözleri kapandı ve zihnine yepyeni görüntüler süzüldü. Ankara’daki çocuk esirgeme kurumunun önünde kendisini gülerek karşılayan bir kadının elini samimiyetle sıkıyordu. Aklına üşüşen anılar ve aralarında geçen konuşmalar ise bir hayli ilginçti. Alparslan yerinden sıçrayarak gözlerini açınca yanına gelen hostes ona iyi olup olmadığını sordu. Ancak aldığı tek yanıt ‘biraz su’ olmuştu. Hatırladığı konuşmaların birçoğunu Bergüzar’dan zaten dinlemişti ancak yeniden hatırlamak, zihninde canlanmaları garip hissettirmişti. Uçak iner inmez kendisini bekleyen aracına binip eve geçti ve soluğu yolunu gözleyen iki çocuğunun yanında aldı.
Yadigâr babasının gelişiyle tatlı istediğini söylemeye başlamıştı. Tek şartıysa tatlıyı hep birlikte yapmaktı çünkü anneleriyle öyle yapıyorlardı. Alparslan ne dediyse onu bu fikirden vazgeçiremeyince mecburen Bergüzar’ı aradı. Kadının gülen yüzü ekranda belirdiğinde üçünün de yüzleri güldü.
”Merhaba… Ne yapıyorsunuz bakalım?” deyip bir yere doğru yürümeye başladığında, arkasındaki masada bir yığın insanı bıraktığını gören Alparslan
”Eğer toplantıdaysan sonra arayalım.” dedi ama Yadigâr itiraz etti.
”Hayır hayır… Hemen sorup kapatalım lütfen…” Yalvaran bakışları adamın tüm direncini kırmıştı.
”Annesi, biz seni bir tatlı tarifi için rahatsız ettik…” derken gözleri çocukların üstünde gezindi. Bergüzar ise onların hâline gülmemek için dudaklarını kemiriyordu.
”Sorun bakalım… Neymiş o tatlı tarifi?”
”Anne hani biz seninle birlikte tatlı yapmıştık yaa… Her yerimiz böyleee filmlerdeki gibi un olmuştu…” Yadigâr küçücük bedeninin aksine kocaman hareketlerle tatlıdan çok anısını anlatırken Bergüzar ona gülmeden edemedi. Böyle anlarda çocuklarını ve Alparslan’ı özlediğini fark etmemek imkânsızlaşıyordu. Gözleri neredeyse dolmak üzereydi ve o ağlamamak için kendini sıkıyordu.
”İzmir bombası… Yaptığımız tatlı buydu.” derken sesinin titremesine engel olamayınca Alparslan’ın gözleri anında ona döndü ama Bergüzar
”Toplantıya dönmem lazım. Size kolay gelsin.” diyerek aramayı sonlandırdı. Çocuklar annelerinin duygularını anlamışlardı ve bu yüzden bir anda mutfağa sessizlik çökmüştü. Alparslan ise ikisine birden sıkıca sarılıp saçlarını öptüğünde, gözünden bir damla yaş düşmesine engel olamadı.
* * *
İyi değilim ben
Hiç iyi olmadım
Sen gittiğinden beri
Dışarı çıkmadım
İyi değilim ben
Ah hiç iyi olmadım
Yatakta döndüm durdum
Ama hiç uyumadım
Hiç faydası
Aldığım ilaçların
Bana sen lazımsın
Sen lazımsın, sen lazımsın, sen
Bergüzar yatağında dönüp dururken, yine huzursuz ve yalnız bir uykuya dalmıştı. Ancak bir süre sonra bedenini saran sıcaklığın ve burnuna hasretle dolan kokunun ne olduğunu anlamak için gözlerini araladığında gece lambasının ışığının aydınlattığı üç kişinin yüzüne de öylece bakıp kaldı.
”Çocuklar… Alparslan…” Çocuklar ona sımsıkı sarılıp yüzünü öperlerken, Alparslan onlara kapının eşiğinden bakıyor ve gülümsüyordu. Bergüzar’ın o hâlini gördükten sonra çocuklarla hazırlanıp yola çıkmış ve gecenin bir vakti Amerika’ya varmışlardı. Aslında Alparslan bunu bir hafta sonra yapmayı planlamış ve Ankara dönüşünde asistanıyla o yüzden konuşmuştu ama planı değişmişti.
”Seni çok özledik…” Alparslan bunu o kadar sessiz söylemişti ki Bergüzar bir an yanlış duyduğunu sandı ancak göz göze geldiklerinde kocasının yüzünde gördüğü gülümseme sözlerin doğruluğunu kanıtladı.
”Evet, biz seni çok özledik ve okul tatil olmadan geldik.” diyen Yadigâr, annesinden bir saniye bile ayrılmıyordu.
”Ben, bir hafta sonra karnelerinizle geleceğinizi düşünmüştüm.” deyip onlara gülümserken Yadigâr mavi sırt çantasından iki tane kâğıt çıkarttı ve annesine uzattı. Bergüzar kâğıtlara göz gezdirip
“Kendi karnelerinizi kendiniz mi yaptınız?” Derken gözlerinin dolmasına engel olamamıştı. Ayaz ve Yadigâr hızla başlarını sallayıp
“Babamızla geçirdiğimiz zamanın karnesini yaptık.” Dediler. Bergüzar üçüne de gülümseyip karnelerini okumaya başladığında kendini gülmekten alamadı.
”Babamızla iyi vakit geçirme… Beş yıldız… Babamızla yemek yapma… Beş yıldız… Babamızla olduğumuz zamanlarda uslu durma… Beş yıldız…” derken gözleri Ayaz’ı buldu.
”Gerçekten mi Sadullah? Yani okulda kavga falan etmedin!” Ayaz bir an düşündü ve gülerek
”Etmedim gerçekten!” dediğinde, Bergüzar onu da tıpkı kızı gibi kucağına oturttu ve öptü.
”Aferin sana bir tanem…” dedikten sonra karnede yazan maddeleri okumaya devam etti.
”Uyku saatinde yatma… Dört yıldız…” derken kaşı havaya kalktı ve gözleri hâlâ kapının orada duran Alparslan’a döndü.
”Hmm… Sanırım bazı kurallar çiğnenmiş!” dediğinde Alparslan ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı.
”Çok azıcık olabilir.” Bergüzar ona gülümseyip yeniden kâğıda baktı ve kendini tutamayıp kahkaha attı.
”Babamızın yaptığı yemekleri yeme…” Çocuklar gülerken, Bergüzar yeniden kocasına döndü.
”Yıldız bile koymamaları seni incitmemiştir umarım.” dese de gözlerinden gülmekten yaş gelmişti.
”Odalarınızı toplamışsınız, ödevlerinizi yapmışsınız, banyo yapacağınız zaman zorluk çıkartmamışsınız… Ayaz hariç!” oğluna bakıp yüzünü ekşitti ve boynuna sokulup onu kokladı.
”Tam bir kokarcasın Ayaz!” dediğinde Alparslan ve Yadigâr gülerken Ayaz homurdanıyordu. Çocukların yorgun yüzlerini fark eden Bergüzar ayaklanıp yataktan kalktı.
”Üstünüzü değiştirip doğru yatağa…” derken kendi yatağını göstermesiyle Ayaz ve Yadigâr sevinçle yerlerinden fırlayıp, oradaki odalarına koştular ve gözden kayboldular. Bir ay sonra ilk kez karşılaşan Alparslan ve Bergüzar ise kısa süre birbirlerine baktılar. Alparslan yavaşça ona yaklaşırken, Bergüzar sakin olmaya çalışarak kocasının ne yapacağını bekledi ve bir anda kendini onun kolları arasında bulmasıyla gözleri huzurla kapandı.
”Hoş geldin!” derken kolları kocaman bedenini hasretle sarmıştı.
”Hoş buldum… Demek isterdim ama her gördüğümde biraz daha yorgun görünüyorsun!” derken ondan bir adım uzaklaştı ve gözlerinin içine baktı.
”Sen doğru düzgün uyumuyor musun?” Bu sırada parmakları usulca yüzünü perdeleyen saçlarına dokundu, onları geriye doğru itti.
”Uyuyorum ama çok değil!” deyip, Alparslan’ın baş döndüren kokusundan ve etkisinden kurtulmaya çalıştı. Bu sırada odaya göz atan Alparslan başuçlarında duran fotoğraflara dikkatle ve gülümseyerek baktı. Bir anda odadan çıkıp gittiğinde Bergüzar ne olduğunu anlayamamış, arkasından öylece bakıp kalmıştı. Bir dakika içinde geri gelen adama dikkatle bakarken, odanın kapısını kapatma sebebini anlamaya çalışıyordu. Deli gibi atan kalbine söz geçirmeye çalışırken kendisini önce Alparslan’ın kolları arasında ardından da sırtını odanın duvarında hissetti. Gözlerini şaşkınca aralayıp, ona bakarken
”İtalya’daki ilk gecemizde de üstünde mürdüm rengi bir gecelik vardı ve aklımı başımdan alıp, seni aynen bu şekilde duvara dayamama sebep olmuştu!” dediğini duydu ancak duyduklarına inanması biraz zamanını aldı. Gözlerinden yaşlar hızla inerken, titreyen elleriyle adamın yüzüne dokundu.
”Ne?” sadece dilinden dökülen, söyleyebildiği söz buydu. Alparslan ona aylar sonra öyle bir baktı ki Bergüzar nefes alamadı.
”Esmerim…” demesiyle kadının boğazından yükselen iç çekiş, Alparslan’ı gözyaşlarına boğmuştu. Yüzünü karısının boynuna gömü, bedenlerini taşıyamayan bacaklarını yavaşça zemine bırakırken, Bergüzar’ı sıkıca sarıp kucağında tuttu. Dakikalarca süren gözyaşları yerini derin iç çekişlere bırakırken, kadının dudakları Alparslan’ın dudaklarını buldu. Uzun, hasret dolu öpüşmenin son bulmasıyla Bergüzar kendini geri çekip gözleri kıpkırmızı olmuş kocasına baktı.
”Nasıl?” boğazından yeniden bir iç çekiş yükselirken, bedeninin titrediğini fark eden Alparslan onu yere bırakıp ayağa kalktı. Karısını kucakladı ve yatağa oturttu. Üstüne yorganı sarıp ona sıkıca sarılırken gözlerine bakarak konuşmaya başladı.
”Gittiğin gece… Hemen arkandan bayılmışım.” Bergüzar’ın kaşları çatıldı, rengi attı ancak Alparslan onu öperken
”Şşş… Sadece dinle.” dedi. Bergüzar başını usulca salladı ve sözlerin devamını merakla dinlemeye başladı.
”İlk uyandığımda Defne’nin gidişine ve ölümüne takılıp kalmıştım ve doktorlar bunun hayatımda büyük bir travma olduğunu söylemişlerdi ya…” Karısı başını usulca salladığında sözlerine devam etti. Aslında bu muhabbeti yineleyip onun canını daha fazla sıkmak istemiyordu ama başka türlü de anlatacak yol yoktu.
”Senin gidişinde bambaşka bir travmaya neden oldu. Gözlerimi açtığımda hastanedeydim ve anılarımızın bir kısmını hatırlıyordum.” Bergüzar’ın gözünden düşen yaşı parmak uçlarıyla sildi.
”Şirkete ilk geldiğin zamanları hatırlamamla her şey çorap söküğü gibi gelmeye başladı. Seninle vakit geçirdiğimiz yerleri gezmeye başladım. Hatırladıklarım bana güç veriyordu. Çocuklarla tatlı tarifi için seni aramadan önce Ankara’dan yeni dönmüştüm. Kız arkadaşlarınla uzun uzun muhabbet ettik, onlardan seni dinledim. Uçakta yeniden bir şeyler hatırlar gibi oldum.” bir an sustu ve alnını karısının alnına dayadı.
”Sana bunları anlatmayacaktım çünkü hâlâ çok eksik var. Mesela çocuklarımızı, hamilelik süreçlerini, düğünümüzü, sana nasıl evlenme teklif ettiğimi hatırlamıyorum. Ama az önce seni böyle görünce…” derken gözleri tutkuyla kadının teninde dolaştı.
”İlk gecemizi hatırladım bebeğim!” derken yüzünü yeniden kadının boynuna gömdü ve gözlerini sımsıkı kapadı. Bergüzar ise şefkat bekleyen çocuklar gibi omzuna yatan adamın saçlarına usulca dokunurken
”Sana o gece, o sözleri söylediğim için biraz üzgünüm. Ama sadece biraz.” dediğinde Alparslan boynuna boğuk boğuk güldü.
”Hak ettim… Ne söylesen hakkın…” başını kaldırıp, Bergüzar’ın gözlerine baktı.
”Ne olur sana söylediğim o saçma sapan şeyi yapalım deme. Ben sen olmadan, çocuklarım olmadan yapamam! Bunu benden isteme. Tamam, kabul. Bana ne istersen yap ama boşanma! Dayanamam Bergüzar!” Bergüzar ondan biraz geri çekildi ve dikkatle gözlerine baktı.
”Bana bunu söylerken, benim nasıl dayanacağımı hiç düşündün mü?” diye sormaktan kendini alamadı. Alparslan suçunu bilerek başını iki yana sallıyordu.
”Beni kıran şey neydi biliyor musun?” Alparslan yaşlar akan gözlerini yerden kaldırıp, aynı suçlu ifadeyle karısının gözlerine baktı.
”Karım olduğunu bile bile… Senin gözlerine baka baka, başkasını sevdiğimi ve onun yasını tuttuğumu söyledim!” dediğinde Bergüzar’ın gözünden yaşlar düştü.
”Unutup unutmamak senin elinde değildi. Buna asla, kimse kızamaz. Çabalamadın çünkü karşına geçip evlendin, iki de çocuğun var dediler duyduklarına inanamadın. Büyük bir boşluğa düştün, hayatın… Hayatımız tepetaklak oldu. Bunların hepsini anlıyorum. Bunların hepsi kabulüm ama ağzından çıkan sözleri bu kadar ölçüp tartmayan ve beni yıkan bir adam…” derken daha fazla konuşamayacağını anlayıp sustu. Bir süre sessizce birbirlerine baktılar.
”Nasıl devam edeceğim? Hiç kırmamış, hiç kırılmamış gibi?” ikisinin de gözlerinden yaşlar aralıksız dökülüyordu. Onlar gelecekleriyle ilgili büyük bir boşluğa düşerken odanın kapısının çalınması ve içeriye uzanan iki çocuğun yüzü tüm sorularına cevap oldu. Alparslan, Bergüzar’ın yüzüne uzanıp avuçları arasına alırken fısıldadı.
”Bizden önce gelen tek şey…” sözleri birlikte tamamladılar.
”Çocuklarımız!”