22.BÖLÜM

Çocuklar odadan içeri girip hızla yatağa çıktılar ve yorganın altı girdiler. Bergüzar ve Alparslan onların bu haline gülerken birbirlerine bakıyorlardı. Bergüzar yatağın ucundan kalkıp çocukların arasına girdi ve gözleriyle kocasını da yatağa davet etti. Alparslan onlara gülümseyerek ayaklandı. Üstünü değiştirmek için giyinme odasına girip kapıyı kapattıktan bir dakika sonra tekrar yanlarına dönmüştü. Bergüzar’ın kucağına yatan oğluna gülerken, yatağa uzandı ve Yadigâr’ı kolları arasına alıp göğsüne yatırırken sol eliyle karısının sağ elini sıkıca tuttu. Çocuklar aylardır bekledikleri bu ortamın huzuruyla uykuya dalarlarken Bergüzar ve Alparslan’ın gözleri buluştu. Bir süre sessizce birbirlerini izlediler. Alparslan yavaşça ona yaklaşıp alnını hasretle ve uzun uzun öperken kadının gözleri usulca kapanmıştı.

“Uyu artık bebeğim. Hiç iyi görünmüyorsun ve bu canımı yakıyor!” Kokusunu derin derin içine çekip, yüzünde ulaşabildiği her yere öpücükler kondurdu. Bergüzar ise gözlerini açmadan, içinde kaybolduğu huzurla uykuya daldı. Alparslan uzun süre uyumak yerine karısını izledi ancak yorgun bedenine daha fazla karşı koyamayacağını anlayınca, o da gözlerini usulca kapattı.

Sabaha karşı gözlerini açıp, çevresine baktığında Yadigâr’ın kucağından inmiş olduğunu fark etti ama elleri hâlâ sıkıca birbirini tutuyordu. Kızına gülümseyerek baktıktan sonra sol tarafına döndü ve gözleri karısıyla oğlunu buldu. Ayaz yine annesinin sırtına uzanmış, yüzünü de uzun siyah saçların arasına sokup, boynuna saklamıştı. Onların bu haline mutlulukla bakarken, Bergüzar’ın yüzüne yayılan saçlarına uzandı ve usulca yüzünden çekti fakat bir gariplik olduğunu anlaması uzun sürmedi. Elini saçlarına dokundurduğunda bile tenine vuran sıcaklık, karısının kıpkırmızı olan yanakları ve alnından aşağı süzülen minik ter damlacıklarını fark etmesiyle hızla yerinden doğrulup önce Yadigâr’ı, ardından da Ayaz’ı odasına götürüp yataklarına yatırdı. Geri dönüp, Bergüzar’ın bedenini yavaşça çevirdi ve kadının derin bir soluk aldığını duydu. Yaklaşık iki saattir uyuyordu. Bu süre boyunca Ayaz annesinin sırtında yatarak onun yorgun bedenini daha da yormuştu. Karısının saçlarını elleriyle hızlıca düzeltirken alnına ve vücuduna dokundu. Bergüzar resmen alev alev yanıyordu ve Alparslan paniklememek için sakin olmaya çalışıyordu.

”Bebeğim, aç gözlerini sevgilim. Bana bak! Kendine gelmeye çalış hadi!” deyip yüzüne dokundu ancak cevap alamadı. Başucunda duran suyun birazını eline döküp Bergüzar’ın yüzünü ıslattı.

”Bergüzar!” sesi gittikçe endişeli çıkıyordu ve ondan cevap gelmediği her an panikliyordu. Bir anda yatağın üstünde dizleri üzerine doğruldu ve Bergüzar’ın geceliğini bedeninden ayırıp fırlattı. Yataktan inip odanın kapısını kilitledikten sonra kendi üstündeki tişörtü ve eşofman altını da çıkartıp, karısını kolları arasına aldı ve banyoya yöneldi. Ama Bergüzar’ın tamamen kendinden geçtiğini anlamasını sağlayan şey, iki yana düşen kolları ve kendi kolları arasından geriye doğru düşen başı oldu. Saçları havada sahipsizce salınırlarken Alparslan hızla banyoya girip soğuk suyu açmış, Bergüzar’ı kollarıyla sıkıca tutmuştu. Korkudan ağladığının farkında bile değildi. Sadece

”Esmerim!” diye sayıklıyor, onu kendine getirmeye çalışıyordu. Onu kolları arasında daha fazla tutamayacağını anlayınca yavaşça küvetin içine oturdu ve karısını da kucağına çekti.

”Aç gözlerini sevgilim hadi! Haydi Bergüzar. Ne olur korkutma beni!” derken ağlıyordu. Bergüzar’ın ıslandıkça kuzguni siyaha dönüp yüzüne yapışan saçlarını geriye iterken kadının gözleri kıpırdadı.

”Bebeğim, ben buradayım. Aç gözlerini ne olur…” bir an sustu ve fısıltıyla ”Korkuyorum!” dedi. Bergüzar hissettiği soğukla titremeye başlarken

”Senin adın Alparslan Yalın! Hasta olmam seni bu kadar korkutmamalı!” diye zorla ve dura dura konuşmuştu. Alparslan hem ağlayıp hem de gülerken onu bedenine daha sıkı sardı ve saçlarını öpmeye başladı. Elinden gelse karısını içine sokacaktı sanki.

”Söz konusu sen ve çocuklarımızsa her zaman korkuyorum!” Bergüzar’ın bilinci gidip geliyordu ama can kulağıyla kocasını dinlemek için direnmesi onu ayakta tutuyordu.

”Çok soğuk!” derken titreyen dudaklarını Alparslan’ın boynuna bastırdı ve teninde sıcaklık aradı.

”Biliyorum sevgilim ama biraz daha dayanman lazım! Ateşin çok yüksek, biraz daha burada duracağız ve sonra odamıza döneceğiz tamam mı?” derken bir an Yadigâr’a dert anlatır gibi hissetmesi yüzünü güldürdü.

”Küçük bir kız çocuğu gibisin Esmerim… Nahif, kırılgan, tertemiz ve benzersiz…” Bergüzar kollarını onun boynuna dolayıp bedenini biraz daha dikleştirmeye çalıştığında yüzü hâlâ kocasının boyun girintisindeydi.

”Sen de sinir bozucu, inatçı, yaşlı adamın tekisin!” demesiyle Alparslan kahkaha attı ve onu kendinden uzaklaştırıp gözlerine baktı.

”Ne yaşlısı ya… Daha otuz yedi yaşında delikanlıyım. Seni bile yeni buldum!” derken gözleri arsızca Bergüzar’ın teninde dolaştı ve gözlerinde beliren tutku, kadının aklını başına getirdi.

”Ben şu an çıplağım dimi!” derken kendine bakmıyor ama durumun da farkında olduğunu belli ediyordu. Alparslan parmak uçlarıyla saç diplerinden, bel boşluğuna kadar tenini yaka yaka ilerlerken gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

”Çıplaksın bebeğim…” arzuyla harmanlanan sesi Bergüzar’ın aylardır uyuyan hormonlarını uyandırıyordu.

”Hastalığımdan faydalanıp, beni çırılçıplak banyoya soktuğuna inanamıyorum!” derken sinirli görünmeye çalışsa da başarılı olamamış, sesi cümlenin yarısına varmadan çatlamıştı. Alparslan ise onun bu hâline gülerken, tenine yeniden dokundu.

”Artık odamıza dönebiliriz. Bana laf yetiştirmeye bile başladığına göre!” dediği gibi kucağındaki kadınla ayağa kalktı ve küvetten çıktı. Bergüzar yaprak misali titrerken Alparslan’a sımsıkı sarılmıştı. Başını onun omzuna koyup gözlerini kapattığı sırada üstüne örtülen bornozun ısısı ürpermesine neden oldu.

”Şşş… Şimdi giyineceksin. Ben de saçlarını kurutup seni yatağa yatıracağım. Tamam mı sevgilim?” Bergüzar kapanmaya çalışan gözlerine hükmedemiyordu. Sadece

”Hı hıı” demeyi başardığında çoktan uyumak üzereydi. Alparslan onu yatağa oturtup, bornozunu giydirdi ve biraz kurumasını beklerken eline ince ve pamuklu kıyafetler alarak geri döndü.

”Benimle kal Bergüzar! Aç gözlerini… Hadi bana bak!” dese de kadının onun dediklerini yapacak takati yoktu. Bornozunu bedeninden ayırıp iç çamaşırını bacaklarından geçirdi ve hiç zorlanmadan giydirdi. Diğer kıyafetlerini de giydirip eline aldığı saç havlusuyla saçlarının ıslaklığını aldı. Arkasına geçip saçlarını usulca taramaya başladı.

”Nasılsın?” diye sorarken, Bergüzar bedenine zor hâkim oluyordu.

”İyi değilim sanırım.” kocasının dudakları ensesine küçük bir öpücük bırakırken gözleri kapandı.

”İyi olmazsın tabi… O kadar yorgunluk, stres, üzüntü, kesin doğru düzgün yemek de yememişsindir bir aydır!” derken sesi sinirli çıkıyordu ama siniri ona değil kendineydi.

”Seni buraya tek başına göndermemeliydim. Hata üstüne hata yapıyorum!” Bergüzar sessizce isyanını dinliyordu. Aralarına giren kurutma makinesinin sesi ve tenine vuran sıcaklıkla bir süre konuşmadan saçlarının kurumasını beklediler. Alparslan, uzun ve gür saçlarının her zerresini kuruttuktan sonra makineyi kapatıp onu yatağa yatırdı ve üstünü örttü.

”Ben yanındayım, biraz uyu lütfen. Doktora haber vereceğim. Gelip seni muayene etsin.” derken alnını öptü. Ateşi biraz önceye göre düşmüş gibiydi. Huzursuz bir nefes alırken, Bergüzar’ın uykuya dalışını izledi. Eline aldığı telefondan rehberine girip yıllardır tanıdığı ve ne zaman buralarda hastalansa kendisiyle ilgilenen doktorunu aradı. Bir saat içerisinde eve gelen Doktor, Bergüzar’ı muayene ederken Alparslan onun vücudunu dik tutmak için yanında oturuyor ve sırtına destek oluyordu.

”Ateşinizi düşürmek için size ilaçlar yazdım. Yorgunluk, stres ve düzensiz beslenmeden dolayı bedeniniz yorgun düşmüş.” Deyip bir şeyler yazmayı sürdürürken başını kaldırdı ve Bergüzar’a dikkatle baktı.

”En son ne zaman regli oldunuz?” Bergüzar kısa bir an düşündüyse de ne zaman regli olduğunu hatırlamıyordu. Alparslan’ın gözlerini üstünde hissederken

”Hatırlamıyorum! Sanırım bu stres ve yorgunluk onu da etkiledi.” dediğinde doktor başını salladı ve yeni bir soru yöneltti.

”Hamile kalma olasılığınız olabilir mi?” Şimdi gözleri Alparslan ve Bergüzar’ın üstündeydi. Karı koca bu duruma hafifçe gülümserken, Bergüzar

”Hayır!” demekle yetindi. Uzun zamandır Alparslan ile cinsel bir birliktelikleri olmamıştı.

”Hayallerimi yıktın bebeğim!” diyen kocasına dönüp gözlerini devirirken gülmemek için kendini sıktı.

”Üçüncü çocuğa hayır demem diyorsun yani Alparslan Bey, öyle mi?”

”Asla!” Saçlarına aklar düşmüş doktor bey bu sözlere gülümserken ayaklanmış, yazdığı reçeteyi Alparslan’a uzatmıştı.

”Bergüzar Hanım dinlenmeni ve iyi beslenmeni istiyorum. İlaçlarınızı da düzenli kullanın. Bir terslik olursa muhakkak arayın. Geçmiş olsun.” Odadan çıkmak için kapıyı açmasıyla çocukların uykulu gözleriyle karşılaşmış ve onlara gülümserken

”Biri de size benzeseymiş Alparslan Bey. Büyüdükçe değişirler mi ki diyordum ama yok! Hâlâ aynılar. Tıpkı annelerine benziyorlar. Karınızı bu kadar çok mu sevdiniz?” Ailelerini uzun zamandır tanıyan, çocukların daha küçük hallerini bilen doktora gülümseyen Alparslan

”Çok! Ben, Bergüzar’a benzemelerine memnunum. Onlara her baktığımda karımı görmek çok güzel bir duygu.” derken gözleri Bergüzar’ın dolu dolu olan gözlerini buldu ve çapkınca göz kırptı. Dudakları sessizce

”Seni seviyorum.” dediğinde kadının gözünden bir damla yaş süzülüp yanığına düşmüştü. Alparslan, doktoru geçirip tekrar yatak odasına dönüp içeri girdiğinde çocukları annelerinin yanında sessizce otururlarken bulmuştu.

”Baba, annem çok mu hasta?” diye kendisine endişeyle bakan kızını kucağına alıp Bergüzar’ın yanına oturdu ve bir koluyla da Ayaz’ı kendine çekti.

”Anneniz güzel yemek yememiş, dinlenmemiş, uyumamış ve gördüğünüz gibi hasta olmuş. Bu da size örnek olsun. Ananız gibi olmayın!” derken çocukların kafalarının üstünden Bergüzar’a bakıp pis pis sırıtıyordu.

”Babanız doktorun dediklerini yanlış anlamış çocuklar. Ben hiç öyle şeyler yapar mıyım? Hadi siz aşağıdan bana bir bardak su getirin.” dediğinde Ayaz ve Yadigâr başucunda duran suya bakınca

”Aşağıdan getirin dedim.” diyerek gülümsedi ve çocuklar durumu anlayıp hızla odadan çıktılar. Alparslan ânında gözden kaybolup giden çocukların arkasından bakıp kalırken

”Ne o, çocukların arkasına saklanıp bana laf sokarken iyiydi!” demesiyle göz göze geldiler. Alparslan hiç tereddütsüz omzunun üstünde döndü ve Bergüzar’ın üstünü bedeniyle örttü.

”Saklanmaya gerek duymayacağımı biliyorsun.” derken kadının nefesini kestiğinin farkındaydı. Alparslan sol eline yüklenip, sağ eliyle Bergüzar’ın saçlarını okşadı ve tişörtünün altından belli olan göğüslerine bakmadan edemedi.

”Çok güzelsin… Hastayken bile…” sağ elinin parmakları tişörtün yakasını yavaşça aşağı kaydırıp açtı. Kendi imzasını gördüğünde gülümsedi.

”Hayatımda gördüğüm nadir güzel şeylerden biri sanırım.” derken burnunun ucuyla göğüslerinin arasına yol çizdi ve dudakları kendi imzası üzerinde durdu. Bergüzar’ın parmaklarını saçlarında hissettiği anda gülümserken, kapının çalmasıyla kendini bir anda yan tarafa attı. Hiçbir şey olmamış gibi odanın tavanına bakarken

”Gel!” diye bağırdı. Bergüzar ise şok olmuş bir yandan tişörtünün yakasını düzeltiyor, bir yandan da Alparslan’ın rahatlığına bakıyordu.

”Sen hep böyleymişsin… Anladım ben seni!” dediği sırada Ayaz’ın uzattığı su bardağını eline alıp çocuklarına gülümsedi.

”Teşekkür ederim. Hadi gidip yatın. Saat daha çok erken ve uykunuzu tam alamadınız. Hadi… Kaybolun!” demesiyle itiraz etmeye hazırlanan çocuklar yine odadan tıpış tıpış çıktılar. Alparslan sağ kolunu şakağına dayayıp bedenini ona döndürdü ve dikkatle baktı.

”Bu nasıl bir otorite bebeğim.” Bergüzar elindeki bardağı başucuna bıraktı. Bedenini yatağın içine doğru kayırıp üstünü iyice örttü. Tabi bu sırada kendisine yardım eden Alparslan’ın da varlığını yok sayamazdı.

”Otorite değil. Ne istediğimi ilk günden beri onlara doğru şekilde anlatıyorum. Onlar da aynısını sana ve bana yapıyorlar. Böylece bir şeyleri defalarca tekrarlayarak birbirimizi yormuyor ve üzmüyoruz.” derken gözleri kapanıyordu. Alparslan tamamen karısına yaklaşıp, bir eliyle saçlarını usulca okşarken onu seyretti. Saatler ilerleyip, Bergüzar’ın kıyafetlerinin terden ıslandığını fark ettiğinde yerinden yavaşça kalktı. Terden ıslanan saçlarını severken

”Bebeğim… Hadi uyan. Çok terlemişsin üstünü değiştirelim.” dedi ve karısının uyku mahmuru gözlerine bakıp gülümsedi. Bergüzar uyuşan vücudunu hafifçe doğrultup ona bakarken Alparslan da yanına oturmuştu. Üstündeki tişörtü eteklerinden tutup bir anda bedeninden ayırdığında Bergüzar anlık şokla çığlık atıverince onun bu yaptığına gülmeden edemedi. Gözleri önüne serilen tene bakarken

”Yapma Bergüzar… Seni ilk kez görmüyorum.” Dedi, dudaklarına yaklaştı ve küçük bir öpücük bıraktı. Sonra yeniden karısını giydirip yatağına yatırdı ve başında beklemeye devam etti.

Birkaç gün Alparslan’ın özenli bakımıyla iyileşip ayaklanan Bergüzar, Alparslan’la birlikte Özden Holding binasından içeri girince meraklı gözler üstlerine dönmüştü. İkisi de koridoru aynı anda adımlıyor, hızla ilerliyorlardı. Alparslan’ın yüzündeki sert ve soğuk ifade, Bergüzar’ın aklına birlikte çalışmaya başladıkları ilk zamanları getirmişti. Gülmemek için kendini sıkarken elini tutan elin sıcaklığını düşünmemeye çalışıyordu. Alparslan arabadan indikleri anda elini sıkıca tutmuş ve kendisinden kaçmasını engellemişti. Asansöre binip, doğruca Bergüzar’ın odasına çıktılar ve hiç vakit kaybetmeden işin başına geçtiler. Alparslan her zamanki takım elbiselerinin aksine, beyaz bir tişört ve siyah kot pantolon giyip, spor ayakkabıları ve montuyla şirkete gelince, başta Bergüzar olmak üzere onu gören birçok kişiyi şaşırmıştı. Bu giyimi onu yaşından daha genç göstermiş, Bergüzar’ın da hoşuna gitmişti. Fakat ona bakmamak için kafasını dosyalara gömen Bergüzar boyun fıtığı olacaktı.

”Çok zayıflamışsın!” Alparslan’ın dış görünüşünün aksine gergin ve buz gibi çıkan sesi, onu gerçek hayata döndürdü.

”Farkındayım.” Derken kendisine şöyle bir baktı. Gerçekten çok zayıflamıştı. Normalde üstüne tam olan mavi takımı şu an yanlarından hafif hafif bol geliyordu. Alparslan ona bakmayı sürdürürken, elindeki dosyayı uzattı.

”Burada eksilen meblağ bir hayli büyük!” sesinde saklayamadığı öfkesi, gözlerine ve bedenine de yansıyordu. Ayağa kalkıp camın önüne ilerledi ve şehre bakarken

”Hangi dangalak böyle bir şey yapmaya cesaret etti gerçekten çok merak ediyorum.” dediği sırada içeri giren çalışanları görmesiyle sustu ve yeniden yerine geçti. Bergüzar ve Alparslan, şirketin malî bölümüyle ilgilenen tüm kişilere saatlerce resmen kan kusturmuş ve ortadan kaybolan paraya ne olduğunu çözmeye çalışmışlardı. Akşam eve tekrar döndüklerinde Bergüzar başının ağrısından duramayacak hâle gelmiş, evin içinde deli gibi dönüyordu.

”Şimdi aklımı kaçıracağım! Her ay, şirketten onca parayı nasıl fark ettirmeden çalabildi ya da çalabildiler?” Alparslan da aynı şeyi düşünüyordu. Bir süre sessizce önündeki dosyalara bakmaya devam ettikten sonra ayağa kalkıp bir anda Bergüzar’a sarıldı.

”Sakin ol Bergüzar. Elbet bunu yapanı bulacağız!” derken onu koltuğa oturttu. Önündeki sehpaya da kendisi oturup eline uzandı ve tuttu. Bergüzar elini tutan kocasından güç almaya çalışıyordu ama kafasının içi resmen davul gibiydi.

”Alparslan…” gözleri buluştu.

”Kısa süreliğine İstanbul’a dönsek… Bu raporları oradaki müdürlerinde incelemesini istiyorum. Hatta babamların, Ertuğrul, Atilla ve Tomris’in de göz gezdirmesi bir fikir edinmemizi sağlayabilir.” Alparslan tuttuğu elini dudaklarına götürüp uzun uzun öptü.

”Gidelim… Peki sonra?” işte bu soru Bergüzar’ın hiç düşünmediği bir soruydu. Derin bir nefes alıp,

”Ben tekrar buraya dönerim ve işleri yoluna koyup en kısa sürede İstanbul’da olurum.” Dediğinde diğer elini de yakalayıp bedenini kucağına çeken Alparslan’a karşı koymadı ve kucağına oturdu. Burunları birbirine sürterken göğüsleri aldıkları nefeslerle inip kalkıyordu.

”Affet…” fısıltıyla kulağına dolan sözlere gülümsedi. Kocasının yüzünü elleri arasına alıp, usulca severken

”Sen affedilmeyecek bir şey yapmadın Alparslan. Sadece hepimiz zor zamanlar geçirdik ve hepimiz bunu ayrı ayrı yaşamak zorunda kaldık.” derken alnını onun alnına dayadı. Titrek bir nefes aldı. Alparslan kollarını sıkıca beline dolayıp yüzünü göğsüne saklarken

”Seni seviyorum… Beni bırakma!” dediğinde kadının gözünden yaşlar süzüldü.

              *    *   *

Osman, Süleyman ve Yalın kardeşlerin hepsi Özden Holding’in Bergüzar’a ait olan odasındaki masada oturmuş raporları inceliyorlardı. Osman Bey dakikalardır elinde tuttuğu ve her ayrıntısına defalarca baktığı raporu masaya çarpıp

”Kim yapar böyle bir şeyi?” diye resmen öfkeyle gürledi. Süleyman ise elini arkadaşının omzuna koyup hafifçe sıktı.

”Elbet çıkar kokusu!” Bergüzar yorgun gözlerini bir süre kapatıp soluklanırken

”O kadar iyi çalışmış ki… Ne olduğunu anlayabilmek için aylardır uğraşıyorum!” demişti. Ertuğrul ve Atilla gözlerini Bergüzar’dan ayırıp dikkatle Alparslan’a baktıklarında yorgunluğun da sinirinin de yüzünden okunmasına şaşırmadılar. Yine de

”Abi iyi misin?” diye soran Atilla ondan yanıt almayı beklerken Bergüzar gözlerini açmış Alparslan’a bakıyordu.

”İyi değilim koçum! Zaten aylardır başımıza gelmeyen kalmamıştı. Bir de bu çıktı. Ruhum daraldı!” derken boynundaki kravatı sinirle çekerek çözdü ve masanın üstüne attı.

”Amına koduğumunun çocuğu… Bunca parayı nereye soktu onu çok merak ediyorum!” derken bir an babalarının, kız kardeşinin ve karısının varlığını unutmuştu. Durumu fark edince yüzünü ekşiterek ”Pardon!” dese de duyulan duyulmuştu artık.

”Herkes önce sakin olsun. Bu dosyaları gerekli tüm birimler ve avukatlar detaylıca tekrar incelesin. Ondan sonra çıkacak sonuçlara göre yeniden oturup konuşuruz.” diyen Süleyman hepsine tek tek baktı ve yerinden kalktı.

”Osman, hadi eve gidelim. Neşe ve Nadide bizi bekliyorlar. Torunlar da gelir birazdan.” derken arkadaşının omzuna kolunu attı ve birlikte odadan çıktılar. Odada kalan herkes masadan kalkıp koltuklara geçerken gözler Bergüzar ve Alparslan’ın üstündeydi. Geldikleri andan itibaren iki gündür konuşulan tek şey bu olay olsa da Alparslan’ın tek başına yaşadığı eve gitmediğinin, Bergüzar ve çocuklarla kaldığının herkes farkındaydı. Tomris oturduğu yerde kıpırdanıp durunca Bergüzar gülmemek için kendini tuttu ve

”Sor!” dediği an Tomris ”Oh bee…” deyip rahat bir nefes aldı. Alparslan onun bu yaptığına gülerek

”Merakından çatladın abicim. Yemin ederim çatladın!” dediğinde herkes gülmeye başlamıştı. Tomris’in lafı dolandırmak gibi bir niyeti yoktu. Bodoslama

”Barıştınız mı?” demesiyle Ertuğrul

”Oha! Bari yavaş sorsaydın abicim.” dediği sırada odanın kapısı bir anda açıldı ve içeriye Toprak, Arda, Murat, Aylin ve Armağan girdi.

”Bak bunu biz de çok merak ediyoruz!” diyen Aylin’in sesi odayı doldurdu.

”Alın işte… Tek çatlayan ben değilmişim!” Tomris yanaklarını şişirip kollarını göğsünde bağlarken, oturduğu koltuğun kolçağına ilişen Murat ona sarıldı, saçlarını öptü ve güldü. Herkes koltuklara yerleşirken Toprak ablasına yaklaşmış birbirlerine sımsıkı sarılmışlardı.

”Nasılsın ablam?’’

”Ben iyiyim bebeğim, asıl sen söyle. Sen nasılsın, Işıl nasıl?”

”Hızla büyüyor.” diyen Toprak’a gülümseyip, elini tuttu.

”Aman bu zamanların kıymetini bil. Sonrası baya zor oluyor. Bak bize…” deyip koltuklarda oturan genç anne ve babaları gösterdiğinde herkes kendini bir yana atıp baygın taklidi yapınca Alparslan başta olmak üzere hepsi kahkahalara boğuldu. Biraz daha devam eden gırgırın üstüne Tomris huysuz huysuz

”Sorumu kaynatamazsınız! Çabuk dökülün!” deyip gözlerini abisi ve Bergüzar’a dikti.

”Zamanla her şey daha güzel olacak güzelim…” diyen Alparslan, Bergüzar’a bakıp gülümsedi.

Herkes bu umut ışığına sarılıp derin bir nefes alırken aradan günler geçmiş, dosyalar ve şirketin para hareketleri defalarca incelenmişti. Sonucun ortaya çıkmasıyla ise Yalın ve Karcan erkekleriyle birlikte Osman Bey de birkaç gün gözden kaybolmuştu. Ailenin hanımları nerede olduklarını ve ne yaptıklarını gayet iyi bilerek salonda rahatça oturup kahvelerini yudumlarken, bu duruma en çok şaşıran Toprak’tı. Ailenin kadınlarına dikkatle bakarken

”Gerçekten hiçbir şey yapmadan oturup kahve mi içeceksiniz?” diye sormaktan kendini alamadı. Onun endişesinin aksine hepsi usulca başlarını sallayıp kahvelerinden aynı anda bir yudum aldılar.

”Alışırsın Toprakcım… Bak ben bile alıştım!” diyen Bergüzar herkesi güldürmüştü. Gece yarısına doğru hepsi evlerine geçerken, kocalarından hâlâ bir haber çıkmamasını göz ardı etmeyi öğrenmişlerdi. Bergüzar yatak odasına girip, üstünü değiştireceği sırada telefonuna gelen mesajla duraksadı ve mesajı açtı. Alparslan ona bir konum göndermişti. Bir bina adı ve daire numarasını da not olarak eklemiş olduğunu görünce üstüne ceket alıp, doğruca evden çıktı. Kapının önünde bekleyen korumalara aldırmadan motoruna binerken, arkasına takılan koruma araçlarını yok sayarak gaza bastı ve adrese doğru ilerledi.  Adres Galata Kulesi’nin oralarda bir yeri gösteriyordu ve motorunu gecenin bir vakti tenha olan köşe çekip, direksiyonu kilitledi ve apartmandan içeri girdi. Korumalar ise çoktan apartmanın girişinde beklemeye başlamışlardı. Apartmanın en üst katına çıkıp, dairenin önüne geldiğinde kapıyı çaldı. Kapı saniyeler sonra Alparslan tarafından açıldığında rahat bir nefes alıp, ona dikkatle baktı.

”Alparslan burada ne işimiz var?” sorusunu bölen şey adamın dudakları oldu. Bedenini kendine bastırıp, onu hızla içeri alırken kapıyı kapattı ve kapıya dayadı. Bergüzar parmağına yerleşen yüzüğün ağırlığını hissederken Alparslan’ın sesi kulağına doldu.

 ‘Cevabın ‘evet’ olursa bilmen gereken tek şey, bu yüzükleri asla parmağından çıkaramayacağın. Kavga edersek barışırız. Küsersek konuşuruz. Bir yolunu buluruz, bunun için her şeyi yapmaya hazırım. Fakat gitmek yok. Ayrılmak yok.’  Tam olarak böyle demiştim değil mi Esmerim?” gözlerinden akan yaşlar, Alparslan’ı görmesine engel oluyordu.

”Evet!” diye fısıldamasıyla Alparslan’ın dudaklarına yapışması bir oldu.

”Bu ‘evet’i barışma evet’i olarak kabul ediyorum.” demesiyle karısını kucağında taşıyarak yatak odasına götürdü. Bergüzar heyecandan nefes almayı bile unutmuş ona bakarken, adam gülümsedi.

”Nefes al bebeğim… Sen nefes al ki ben yaşadığımı hissedeyim.” dudakları yeniden özlemle kavuşurken üstlerindeki giysiler saniyelerle yarışırcasına çıktı ve yerle buluştu. Şimdi ikisi de çıplak ve savunmasızdı.

”Seni çok özledim Bergüzar…” derken yüzünü kadının boynuna gömüp, ağırlığını üstüne verdi.

”Ringdeki o günden beri aylar geçti bebeğim…” Bergüzar’ın gözlerinden yaşlar dökülmeye devam ederken, adamın dudakları tenini özlemle sardı. Vücudunun her yerinde uzun uzun oyalanıp, hasret giderirken Bergüzar heyecandan bayılacağını sandı. Kocası tarafından usulca aralanan bacaklarının arasında hissettiği sertlikle dudaklarından özlem dolu bir inleme firar ettiğinde Alparslan buna hem güldü, hem de kendine hâkim olabilmek için bir süre durdu.

”Çok uzun zaman oldu Esmerim… Canın yanabilir…” Bergüzar o andan sonrasını hatırlamakta güçlük çekeceğini bilmeyerek

”Özledim seni…” dediğinde içine doğru yol alan Alparslan’ın varlığını vücudu gerçekten garipsemişti. Dudaklarından kaçan acı dolu bir haykırış, anında adamı durdursa da Bergüzar buna izin vermeyip

”Devam et…” diye fısıldadı ve ayların hasreti son buldu.

***                                                                    

Sabahın ilk ışıkları İstanbul’u aydınlatırken Alparslan ve Bergüzar birbirlerine sarılmış, evin yanındaki Galata Kulesinin ihtişamına bakıyorlardı.

”Burayı ne kadar sevdiğini biliyorum… Bundan sonra seni buraya sık sık getireceğimden şüphen olmasın Esmerim…” Bergüzar gülümserken gözünü Galata’dan bir an olsun ayırmıyordu.

”O da bizim gibi…” Alparslan ne demek istediğini anlayıp burukça gülümsedi.

”Defalarca yara alsa da asla yıkılmayan Galata. Hâlâ dimdik ayakta… Bizim gibi değil mi?” demesiyle Bergüzar’ı kolları arasında döndürdü ve sımsıkı sarıldı. Onlar manzaranın güzelliğine dalmış sakin sakin sohbet ederlerken duydukları bir sesle kendilerine geldiler. Bergüzar sesle irkilip çevresine bakarken

”Sen de duydun mu?” diye sordu. Alparslan başını sallayıp, karısından ayrıldı ve terasın kenarına ilerleyip, aşağı doğru baktı. Sabahın ilk ışıkları daha sokakları tam olarak aydınlatmaya yetmiyordu ama yerde yatan küçük bir bedenin karartısını görmüştü sanki. Hızla içeri girip telefonunu alırken terasa geri döndü.

”Halim abi, adamlara söyle apartmanın oradaki ara sokağa baksınlar. Çocuk sesi geliyor sanki! Ben de şimdi geliyorum.” demesiyle Bergüzar’ı da yanına alarak içeri girdi ve üstünü hızla değiştirdi. Bergüzar da ona yetişmek için hızlıca hareket ederken bir anda karısını tuttu ve gözlerine baktı.

”Bergüzar burada kal! Lütfen!”

”Orada ne gördün Alparslan? O çocuk neden öyle ağlıyor?” Alparslan’ın buz gibi bakışlarından anladığı tek şey, gördüklerinin hiç hoş olmadığıydı. Ondan uzaklaşıp ceketini giyerken

”Ben de geleceğim!” deyip ayakkabılarını ayağına geçirirken kapıya ilerledi. Alparslan onu evde tutamayacağını bildiği için, tam barışmayı başarmışken yeniden kavga etmek istemediği için sustu ve karısının peşinden evden çıktı. Bergüzar koşarak yan sokağa girip alacakaranlığın içinde ilerledi ve korumaların etrafını sardığı çocuğun yerde yatan bedenine yaklaştı. Gördüğü şeyle önce donup kalırken, geriye doğru gitmek istedi ama Alparslan’ın bedenine çarptı ve kocasının sesini duydu.

”Allah kahretsin!” Yerde yatan kız çocuğu yarı baygın şekilde acıyla kıvranıyor ve bacaklarından aşağı durmaksızın akan kan Bergüzar’ın bacaklarının bağını çözüyordu sanki. Küçük kız gözlerini aralayıp, çevresindeki erkeklere korkuyla bakarak çığlık atmaya başlayınca Bergüzar yere oturup ona doğru usulca emekledi ama kız tarafından fark edilmişti. Çocuğun bağırışlarıyla hissettiği acı yüreğini dağlarken konuşmaya çalıştı.

”Tamam… Tamam bebeğim. Bağırma ne olur! Biz sana kötü bir şey yapmayacağız. Yardım etmemizi ister misin?” Gözlerinden akan yaşlara engel olamayarak konuşurken kıza elini uzattı ama çocuk daha çok ağlamaya başladı. Korku dolu gözleri hâlâ korumaların ve Alparslan’ın üstünde geziyordu. Bergüzar bir anda onlara bakıp

”Hepiniz gidin… Gidin!” demesiyle Alparslan ve korumalar birbirlerine bakıp geri çekildiler. Sokağın girişini bedenleriyle kapattılar.

”Bebeğim… Hadi bana bir şey söyle lütfen… Adın ne?” küçük kız başındaki insan topluluğunun dağılmasıyla biraz daha rahatlamış ve bağırmayı bırakmıştı. Bergüzar’ın hâlâ kendisine uzattığı eline bakarken

”Asena…” diye fısıldadı. Bergüzar ise ona biraz daha yaklaşıp,

”Çok güzel bir ismin var Asena, benim adım da Bergüzar.” Dediğinde kızın gözlerinin kapanmak üzere olduğunu fark etti.

”Asena sana yardım etmek istiyorum. Bana izin verir misin?” küçük kız gözlerini araladı ve zorla başını sallarken kendine uzanan o elini var gücüyle tuttu. Hayatta kalmaya devam etmek ister gibi güçlü bu tutuşu anlatacak tek kelime bile yoktu. Bergüzar hiç vakit kaybetmeden dizleri üstünde ona yaklaşmaya devam edip bedenini yavaşça kucağına alırken kızın acı dolu çığlıkları sokağı inletti. Bergüzar sanki onun çektiği acıyı kendi bedeninde, ruhunda hissediyordu. Dişlerini sıkarak, gözyaşlarını durdurmaya çalışarak ayakları üstünde doğrulurken Alparslan ve korumalar kendilerine doğru yaklaştılar. Sokağın çıkışına yürüyen Bergüzar birkaç adım sonra Alparslan’la karşılıklı durdu.

”Hastaneye gitmesi lazım. Toprak sabaha karşı orada olacaktı.” derken gözlerinden hâlâ yaşlar akıyordu. Kızın acı dolu mırıltıları herkesin yüreğini paralarken Alparslan onu kucağına almak istedi ama bunu fark eden Asena, kollarını hızla Bergüzar’ın boynuna doladı ve çığlık atmaya başladı.

”Tamam… Tamam bebeğim… O benim kocam. Sana zarar vermez… Sakin ol bir tanem!” derken kendilerini bekleyen arabaya ilerleyip hızla bindiler. Yolda Toprak’ı aramış, durumdan haberdar etmişlerdi, araç acil girişinde durduğu an dışarı çıkan Bergüzar, bilinci gitmek üzere olan Asena’yı sedyeye yatırdı ve elini sıkıca tuttu.

”Ben buradayım bebeğim. Tamam mı? Korkma!” hızlı adımlarla müdahale odasına girerlerken Alparslan gördüğü şeyin şokunu hâlâ atamamıştı. O sırada kardeşlerinin, Murat ve Arda’nın yanına geldiğini hayal meyal gördü. Kendini zorla koltuklardan birine bırakırken Ertuğrul’un elini omzunda hissetti.

”Abi ne oldu? Niye bizi hastaneye çağır… Üstündeki kan kimin?” derken sesindeki endişe o kadar belliydi ki Alparslan ellerini yüzünden çekip zorla nefes almaya çalıştı.

”Küçük bir kızın!”

”Hangi küçük kız? Kaza falan mı yaptın abi konuşsana?”

”Ses duyduk sokakta… Çocuk sesi. Aşağı indik… Küçük bir kız çocuğu yerde… Her yeri kan…” dediği anda hepsinin kanı ağır ağır dondu sanki…

”Biri ona saldırmış…” demesiyle Ertuğrul’un gözleri kayarak kapanırken, Arda ardındaki koltuğa çöktü. Atilla ve Murat ise dişlerini sıkarak duyduklarını sindirmeye çalışıyorlardı. Alparslan yüzünü ıslatan yaşlardan bir haber konuşmaya devam etti.

”Yadigâr kadar… İnsan o kadar çocuktan ne ister! Kahretsin!” diyerek önündeki sehpaya vurdu.

”İnsan değil onlar… Hayvan desen hayvana hakaret… Onlar caniler… Sapık ruhlu canavarlar!” diyen Atilla da arkasındaki duvara öfkeyle yumruk attı.

”Çocuk nerede?” Murat’ın bu sorusuyla müdahale odasının kapısı açıldı ve Bergüzar bembeyaz bir yüzle dışarı çıktı. Hepsi ayaklanıp ona yaklaşırlarken kadın titreyen bacaklarına komut vermekte zorlanıyordu. Elleri, yüzü, kıyafetleri olduğu gibi küçük kızın kanına bulanmıştı. Alparslan onun kollarıyla sıkıca sarıldığında

”Ameliyata alıyorlar…” dediğini duydu. İçeriden çıkan Toprak ve diğer tüm sağlık personelinin yüzlerinin rengi kül gibi olmuştu. Bergüzar, Alparslan’dan ayrılıp onlara yaklaştı.

”Onu ameliyata alıyorlar… Çok fazla zorlanmış!” derken konuşmakta zorluk çeken Toprak, dişlerini sıkarken ablasına baktı. Hepsi zar zor nefes alırlarken, küçük kızın yorgun ve yaralı bedeni odadan çıkartıldı. Kimse bir an nasıl bir vahşetin kurbanına baktığının bilincinde olamadan, kendilerini küçük kıza gülümsemeye çalışırken bulmuşlardı.

”Bergüzar…” diye fısıldayan kızın gözleri ve eli onu arıyordu.

”Buradayım bebeğim… Şimdi seni kardeşime emanet ediyorum ama ben hemen kapının önünde seni bekliyor olacağım.” derken küçük eli tuttu. Ameliyathanenin kapısında ayrılık vakti geldiğinde Bergüzar, Asena’ya gülümsedi ve elini usulca bıraktı. Hayatında hiç böyle bir boşluğa düştüğünü hatırlamayarak ellerine bakarken, Alparslan kollarını omzuna sarmış, saçlarını öpüyordu.

”İyi olacak!”

 

ESMERİM – ABRE / 23.BÖLÜM’ü Okumaya Devam Et.

error: Content is protected !!