24.BÖLÜM

Kızlar köşeye saklanmış, evden çıkıp havuza doğru ilerleyen Cihangir ve Ayaz’ı bekliyorlardı. Yadigâr, Asena’ya gülerek “Saldır!” Demesiyle ellerindeki su balonlarını onlara atmaya başladılar. Oğlanlar ise bir an afallayıp, ne olduğunu anlamaya çalışırlarken evden çıkan Alparslan bu manzarayla mest olup bağırmaya başladı.

“Aferin kızlarım! Saldırın helal olsun size. Helal olsun. Girl Power çok yaşa!” Tezahüratlarına isyan eden Ayaz ve Cihangir ona dönüp asık suratlarıyla bakarken Alparslan daha da güldü.

“Alparslan amca…” yüzüne çarpan balon patlayınca susmak zorunda kalan Cihangir bir anda Yadigâr’a doğru koşmaya başlarken

“İnsan insana bunu yapar mı Alparslan amca?” Diye bağırıyordu. Ayaz da

“Baba yazıklar olsun. Kendimi evlatlıktan reddediyorum.” Diye bağırırken Asena’ya doğru koşmuş ve onu yakaladığı gibi havuza atmıştı. Havuzun diğer ucundaki Cihangir de Yadigâr’ı suya atarken, evlerden çıkan tüm çocuklar havuza atlamaya başladılar. Bahçedeki seslerle dışarı çıkan Suna, Neşe, Süleyman, Nadide ve Osman ise manzarayı kahkahalarla izliyordu.
Süleyman oğullarına bakıp

“Ulan hergeleler, sizden çıkan oğlanlar da ancak hergele olurdu zaten!” sözleriyle herkesi güldürdü. Bu sırada dışarı çıkan Bergüzar da kocasının yanına gelmiş ve karın boşluğuna sağlam bir yumruk indirmişti.

“Ben sana ne dedim?” Sinirle sorduğu soru karşısında Alparslan süt dökmüş kediye dönerken

“Ne dedin ki bebeğim?” Diyerek salağa yatıyordu.

“Çocukları horoz dövüştürür gibi dövüştürme dedim!’’ Alparslan parmağını karısının dudaklarına koyup

“Şşş… Çok ayıp sevgilim. Ben öyle bir şey yapmıyorum!” Dediğinde Bergüzar’ın gözleri çakmak çakmak olmuştu.

“Suratına vurmayı çok isterdim ama…”  Alparslan böbürlenirken göğsünü kabartıp

“Yakışıklılığıma kıyamıyorsun biliyorum bebeğim.” dediğinde Bergüzar kendini tutamayıp güldü.

“Kafan yeni yerine geldi. Zeval gelmesin diye yapmıyorum kocacım.”

“Kocan kurban oldun sana kadınım.” Bergüzar usulca omzuna vurup gülmeye devam ederken havuza doğru adım atmak üzereydi ki kendini Alparslan’ın kollarında buldu.

“Ne yapıyorsun? Bıraksana!”

“Yok yavrum o tren kaçtı. Aaa, bak burada ne varmış… Havuz!”

“Alparslan sakın!” Demeye kalmadan kendini kocasıyla birlikte suda bulmuştu. Yüzeye çıkıp gözlerini aralarken kendisine bakan yemyeşil gözlerin parıltısı sinirini yatıştırırken Alparslan’ın elini belinde hissetti. Tek hamlede burun buruna gelmelerini sağlayan kocası

“Ne oldu kız, korktun mu?” Deyince Bergüzar kendini tutamamış ve gülmeye başlamıştı.

“Az öte git! Aile var terbiyesiz.” Alparslan bu sözlerine gülüp, hiç aldırmadan dudaklarına yapışınca şaşmış, Bergüzar ise kolları arasında debelenip kendisini itmişti. Kahverengi harelerinde parlayan öfkeden kaçmak adına suyun altına dalıp havuzun başında duran babasının önüne ilerledi ve dışarı çıkıp, kollarını kenara koyarken

“Baba… Zorla öpüyor yaa!” Dediği an herkesten kahkahalar yükseldi.

“Yürü git ulan hergele… Elline merdiven dayadın hâlâ çocuk gibisin!” Alparslan babasına küskün bakıp suratını asınca kıkırtılar yükseldi.

“Ayıp oluyor yani Koca Süleyman! Yaşımı niye belirtiyorsun şimdi. Gücendim!” Deyip sudan çıkacağı sırada Atilla ve Ertuğrul tişörtlerini çıkartıp koşarak suya daldılar. Soluğu abilerinin yanında aldıklarında ikisi birden

“Aman da ellilik abimiz.” deyip gülüyorlardı. Yanlarına gelen Bergüzar ise kocasının elini tutup kendine çekti ve kardeşlerinin aralarından çıkardı.

“İkiniz de susun. Kocamı üzmenize izin vermem!” Herkes onun bu çıkışına gülerken Alparslan’ın gözleri Osman Bey’i bulmuştu.

“Şu kızı az daha erken yapsaydın, aramızda on bir yaş fark olmazdı babacım!”

“Arsız… İyice terbiyesiz oldun sen!” Gülüşmeler devam ederken

“Hay ağzıma sıçayım…” diyen Atilla’nın ağzına vuran Aylin, kocasına ters ters bakıp

“Düzgün konuş Atilla!” Diye onu bir güzel azarlamıştı. Onların tartışmasının arasına giren Alparslan ise

“Yine ne yaptın lan?” Diye sormaktan kendini alamadı. Atilla gözlerini devirip kot şortunun cebinden ıslanmış on lira çıkardığı an, dakikalar süren kahkaha tufanı böylece kopmuş oldu.

Sabah kahvaltısı için herkes sudan çıkıp evlerine geçerek üstünü değiştirmeye gittiğinde bahçe biraz olsun sessizleşmişti. Alparslan yatak odasına girip banyodan gelen sesi duyunca kapıyı yeniden açıp koridora seslendi.

“Çocuklar! Üstünüzü değiştirip, saçınızı kuruttuğunuz gibi kahvaltıya iniyorsunuz.” Birkaç saniye sonra üç çocuğun da sesini duydu.

“Tamam!” odanın kapısını yeniden kapatıp kilitledi ve doğruca banyoya girdi. Üstündeki ıslak tişört ve şortu çıkarıp sepete attıktan sonra soluğu karısının yanında aldı. Bergüzar vücuduna değen ellerin soğukluğuyla irkilirken,

“Ne o, çok mu özledin?” diye sormuş, muzip, kendine güvenen ve tahrik edici sesi, Alparslan’a derin bir kahkaha attırmıştı. Elleri, çok tanıdık bedende usul usul gezerken karısının kokusunu soludu

“Her an özlüyorum bebeğim…” diye fısıldadı. Parmakları önce imzasının olduğu yere, oradan da yavaşça aşağı kayarak göbek deliğindeki piercinge ulaştı. Dudakları ise dövmenin üstüne öpücükler kondurmakla meşguldü. Bergüzar başını arkaya doğru atıp inlediği anda içine ilerleyen parmakların yaşattığı hisle başı döndü ve nefesi kesildi.

“Alparslan…” demeyi zor da olsa başarırken içinde gidip gelen parmakların hissettirdiği ilkel duygu aklını bulandırıyordu.

“Bergüzar… Hâlâ nasıl bu kadar sıkı olabilirsin Esmerim…” adamın sesi boğuk, aç ve ne istediğini bilir hâlde çıkınca Bergüzar buna memnun olmaktan kendini alamadı.

“Alparslan, çocuklar…” demeye çalışırken parmakları hızla derinlerine vurdu. Karısının dudaklarından kopan çığlığı dinlerken boynuna dişlerini geçirmişti. Bergüzar zorla nefes almaya başlayınca Alparslan suyun ısısını düşürdü. İçerisi buhar olmuştu ama Bergüzar bunun farkında değildi. Başı hâlâ kocasının omzunda, gözleri kaplı hâlde ayakta durmaya çalışırken, sırtını onun göğsüne yaslamıştı.

‘’Çocuklar çoktan kahvaltıya inmiştir.’’ Deyince gözlerini aralayan Bergüzar

‘’Biz de…’’ diyemeden, Alparslan onun zorla söylediği sözlere gülüp parmaklarıyla yaptığı zevkli anlara son verdi ve onu kolları arasında döndürdüğü gibi kucağına aldı. Kendisini bekleyen bacaklarının arasına girerken alınları birleşti. Kendisine dokumak için çırpınan ellerini sıkıca tutan Alparslan onları duvara dayadı ve parmaklarını kenetledi.

“Bu sefer oyun kurucu benim küçük hanım… Hadi bakalım!” Demesiyle bedeni hareketlendi.

Bu sırada çocuklar kendilerine söyleneni yapıp doğruca kahvaltıya indiklerinde Bergüzar ve Alparslan’ın yokluğu tabi ki gözden kaçmamıştı.

“Bana yetişmek için dörtlemezse ben de neyim!” Ertuğrul, Atilla’nın kulağına fısıldarken gülmemek için çenesini kasıyordu.

”Kesin sesinizi!” diyen Süleyman Bey’in gözleri önündeki tabakta olsa da oğullarının ne yaptığını gayet iyi biliyordu ve uyaran sesi bunu açıkça belli ediyordu. Süleyman hiçbir zaman aşka, sevgiye karşı çıkmazdı ve onun üzerinden yapılan şamataları da hoş karşılamazdı. Hep birlikte yaşamanın bu gibi ufak sıkıntılarını otoritesiyle kontrol etmeyi de yıllardır başarıyordu. Birkaç dakika sonra masaya gelen Bergüzar ve Alparslan’a dönen bakışlar dikkatle yüzlerinde gezindi. Ama bunun sebebi Bergüzar’ın burnundaki tampondu.

“Kızım ne oldu?” Diyen Suna Hanım ayaklanamadan Toprak devreye girdi ve ablasının yanına gitti.

“Burnum kanadı sadece. Önemli değil. Otur kahvaltını et ablacım!”

“Neden oldu ki durup dururken?” Toprak, ablasına bakarken kendi kendine sorduğu sorunun cevabı yine ablasından geldi.

“Hava çok sıcak Toprak ondandır. Endişe edilecek bir şey değil!” Atilla bıyık altından gülerek

“Doğru, yanıyor ortalık!” Dediğinde abisi tarafından suratına gelen zeytin çekirdeği alnına isabet etmişti.

“Kes sesini yoksa ben keserim!” Derken gözlerinde beliren öfke onu ve Ertuğrul’u durdurmaya yetmemişti. İkisi birbirlerine bakıp,

“Agresif!” Dedikleri an masadan kaçarak uzaklaşırlarken, herkes onlara gülüyordu. Bu sırada yerinden kalkan Asena sessizce Bergüzar’a yaklaştı ve kucağına oturmak için hamle etti. Onu kucağına alan Bergüzar saçlarını öperken

“Bergüzar iyi misin?” dediğini duymuştu. Asena küçük eliyle onun yanağını okşuyor ve gözlerine endişeyle bakıyordu. Bergüzar başını kaldırıp üç çocuğuna da baktı.

“Gerçekten iyiyim çocuklar! Sıcak hava yüzünden yazın insanların burnu kanayabilir! Korkulacak bir şey yok.” Yadigâr ve Ayaz’ın gözleri Suna ve Toprak’a dönünce onlar da Bergüzar’ı onaylayan sözler söylediler. Çocuklar iki doktorun da sözlerinden tatmin olunca kahvaltılarına devam ettiler.

* * *

Gece çocuklar yataklarına yatıp, uyumadan önceki sarılma ve öpücük faslı için anne babalarını beklerken Asena yatağının içinde küçülüp, noktacık hâlini aldı. Durumu fark eden Yadigâr ise onu sessizce izledikten sonra

”Asena iyi misin?” diye sormaktan kendini alamamıştı. Asena eve geleli bir ay olmak üzereydi ve yaşıtlarının bolca bulunduğu bu aile ona çok iyi gelmişti. Onlarla birlikteyken daha az korkuyor ve çekingen oluyordu. Şu âna kadar Bergüzar ve Alparslan dışında kimseyle konuşmamış ya da onlarla temasta bulunmamıştı ancak bu ailenin ne kadar sabırlı olduğu herkesçe bilinen bir gerçekti. Hepsi sakinlikle ve sabırla Asena’nın kendini hazır hissedeceği günü bekliyorlardı. Odadan içeri giren Bergüzar kızlara gülümsedi ancak Asena’nın yorganın altında kaybolma çabaları gözünden kaçmadı. Yadigâr’a göz kırparak durumu anlamaya çalışırken, kızın yanına uzandı ve onu kolları arasına aldı. Sessizce, soru sormadan, konuşmadan dakikalar boyu onun sırtını okşadı, saçlarını öpüp kokladı ve bedeninin yavaş yavaş gevşediğini hissetti. Alparslan usulca odaya girip Bergüzar’a yaklaştı ve kulağına

”Hadi hep birlikte odamıza gidelim bebeğim.” dediğinde kadın gülümseyerek doğruldu ve kucağında Asena ile ayağa kalkıp Yadigâr’a baktı.

”Hadi bebeğim.” deyip ona gülümserken, Alparslan kızını kucakladı ve yanlarına geldi.

”Evet hanımlar… Bu gece hayli kalabalık bir uyku çekeceğiz!” Alparslan’ın sözlerine gülen Yadigâr, babasının boynuna çoktan yuvasını kurmuştu.

”En sevdiğim!” diye homurdanan Ayaz ise elinde tuttuğu yastığını sürüyerek yatak odasına girip gözden kaybolurken hepsi onun bu huysuzluğuna gülüyorlardı. Odaya girip Ayaz’ı yatağın tam ortasında yatarken bulduklarında yeniden gülmeye başladılar.

”Ulan hergele, kay kenara. Hepimiz bu yatakta uyuyacağız!” Alparslan yatağa çıkıp ayağıyla oğlunu kenara çekerken, Bergüzar’ın çemkirmelerine kulak asmıyordu. Yatağa yatıp üstlerine pikeyi örttüklerinde kızlar ve Ayaz uykuya dalmıştı bile. Alparslan ve Bergüzar ise onlara bakıp gülüyorlardı.

”Diyorum sana. Yapalım şu dördüncüyü de. Bak yatakta hâlâ boşluk var.”

”Çocuklar büyüyünce o boşluk dolar kocacım sen dert etme.”

”Banyoda burnun kanamasaydı…” deyip karısını kendine çekti ve elini karnında gezdirdi.

”Şu an buralarda bir Yalın daha olacaktı Esmerim!”

”Uyu Alparslan. Hadi canım!” deyip dudaklarına küçük bir öpücük kondurup gözlerini kapattı.

”Sen bilirsin bebeğim… Teklif var, ısrar yok!”

”Israr yok! Gerçekten mi?” Alparslan yüzünü boynuna gömüp, boğuk sesiyle güldü.

”Yok tabi…” ikisinin de gözleri ağır ağır kapanırken uykuya teslim oldular.

* * *

”Bergüzar hocam, hoş geldiniz. Sizi çok özledik.” diyen son sınıf öğrencilerine gülen kadın

”Hoş bulduk. Ben de sizleri çok özledim arkadaşlar. Özel sebeplerden dolayı geçen sene derslerime ara vermek zorunda kalmıştım ama artık buradayım.” dediğinde amfiyi dolduran yüzlerce öğrencisinin alkış seslerine gözleri dolu dolu baktı.

”Eee, yeni dönem hayırlı olsun diyerek ilk derse başlayalım mı?” öğrencilerin itiraz seslerine güldü.

”Hocam aslında biz size sorular sormak istiyoruz ama biraz çekiniyoruz.” Bergüzar bunu söyleyen öğrencisine bakarak gülümsedikten sonra kürsüden indi ve onların aralarına karıştı. Yakasına takılı olan mikrofon sayesinde sesini tüm öğrencileri net olarak duyabiliyordu.

”Sorun bakalım!” derken aslında merak ettikleri şeyleri az çok tahmin ediyordu.

”Hocam, özel hayatınızla ilgili olacak ama yaşadıklarınız karşısındaki duruşunuz o kadar güzeldi ki biz, böyle bir canlı örneği kaçırmak istemedik. Hani siz ‘hayat okulda öğrenilmez, yaşayarak öğrenilir’ dersiniz ya o sebepten merakımızı mazur görün.” Bergüzar hepsine şöyle bir baktı.

”Evet, okulda bize çok fazla bilgi öğretiliyor ama o bilgileri gerçekten nerede ve nasıl kullanacağımızı deneyimleyerek yani hayatın içerisinde öğreniyoruz.” deyip bir an sustu. Her adımında yüzlerce göz üstünde geziniyordu.

”Kocam, geçen sene bu zamanlar ağır bir trafik kazası geçirdi.” deyip yutkundu ve gülümsemeye çalıştı.

”Doktorlar ameliyattan çıktıklarında yüzüme bakıp sadece ‘yaşıyor’ dediler ve bunun için mutlu olmamı istediler. Çünkü hâlâ hayatta olabilmesi bir mucizeydi.” tekrar kürsüye yürüdü ve masasının yanında duran sandalyesini sahnenin ortasına çekip otururken, açılan kapıdan içeriye birçok meslektaşı da girip öğrencilerin içine karıştı. Öğrencilerin bu gündemi uzun süre önce belirlediğini anlayan Bergüzar onlara gülerek başını sallayınca hepsi gülmeye başlamıştı.

”Sonra…  Doktorlar hafızasıyla ilgili geçici ya da kalıcı problemlerle karşılaşabileceğimizi ve buna hazırlıklı olmamızı söylediler. Aradan on gün geçti ama ben bu sözlerine inanmamakta kararlıydım. Uyandığında kendinde olacağına ve hiçbir problem çıkmayacağına inanıyordum. Fakat öyle olmadı. Gözlerini açtığı anda sorduğu ilk soru ve söylediği ilk isim eski kız arkadaşıydı.” dediğinde öğrencilerden hüzünlü bir uğultu yükseldi.

”Bu çok… Acı verici!” diyen öğrencisine bakıp başını sallarken

”Evet… Gerçekten çok acı verici ve zordu. Daha onun nasıl olduğunu anlamadan hastaneden gitmemiz istendi. Hafızası tam on üç yıl önceye dönmüştü ve sadece ailesini tanıyordu. Ne kardeşlerinin eşleri, ne yeğenleri, ne ben, ne de çocuklarımız!” öğrenciler gözlerinden akan yaşları silerken, öğretmen arkadaşları yüzlerini bir yerlere saklamaya çalışıyorlardı.

”Ben de tıpkı sizin gibi günlerce, aylarca ağladım. Alparslan’ın kalbinin üstünde benim ve çocuklarımızın isimleri var. Şu an oraya bir isim daha eklemenin mutluluğunu da yaşıyoruz, o ayrı bir konu.” öğrencileri hem gülüp hem ağlarken kendisine bakmayı sürdürüyorlardı.

”Kendini otuz üç yaşında sanan Alparslan ile konuşan doktorlar ona durumu ailesinin yardımıyla açıkladıklarında uzun süre buna inanamadı. Günlerce dövmesine baktığını ve bizleri hatırlamaya çalıştığını bilerek evde çocukları avutmak, bir eş ve anne olarak çok zordu. Uyandıktan bir ay sonra taburcu olduğunda, ailesi dışında kimsenin hastaneden çıktığından haberi yoktu. Bir dosyaya göz atması için Ertuğrul Yalın’ın odasına girdim ama kimseye bakacak gücüm olmadığından direk onunla konuşmaya başladım. Aslında o an Alparslan’ın orada oturmuş bana baktığını dakikalar sonra fark ettim ve tahmin edersiniz ki şok oldum.’’ Bir an susup zar zor yutkundu.

‘’Çok iyi tanıdığınız, hayatı paylaşmaya söz verdiğiniz ve yıllarınızı geçirdiğiniz kişinin size bir yabancıya bakar gibi bakması… Sanırım bunun bir tarifi yok gençler!” Şimdi amfiyi derin bir sessizlik kaplamıştı. Kimse ağzını dâhi açmıyordu. Birkaç dakika bu durum devam ettikten sonra öğrencilerden biri

”Peki çocuklarınız, onlar ne yaptılar?” diye sordu.

”Oğlum Ayaz için babası bir kahraman. Kendilerini hatırlamadığını duyduğunda ona çok öfkelendi. ‘Bizi unuttu’ diyerek günlerce ne benimle, ne de babasıyla konuşmayı reddetti. Kızım Yadigâr ise her kız gibi babasına âşık…” sınıftan sevgi dolu bir uğultu koptu.

”İlk başta durumu kabullenmeye çalışsa da Ayaz’ın tavırları onu da etkiledi ve birlik oldular. Ben ise çocuklarım ve kocam arasındaki uçurumdan aşağı bodoslama düştüm. Yere çakılmamak için sarf ettiğim çabalar, Alparslan’ın hiçbir şey hatırlamamasına ve hâlâ eski duygularına sadık kalmasına dayanamadı. Bir gece kapımı çalan büyük aşkımın ellerinin arasına yüzüklerimi bırakacağımı hiç düşünmemiştim ama oldu!” Derin sessizlik dalga dalga yayılırken, gözyaşları her geçen saniye artıyordu.

”Aklındakilere takılıp kalmak yerine, kalbini dinlemesini söyledim. Çünkü hafızasından silinip gitmiş olabilirdik ama kalbi hâlâ bize aitti.” amfiden yükselen alkış sesleri sözlerini bölerken, herkesin gözleri kıpkırmızı olmuştu. Bergüzar ise ağladığı her âna inat eder gibi kendini tutuyordu. Öğrenciler yine sessizleşirken sözlerine devam etti.

”Bu sırada Amerika’daki şirketimin para akışında bir gariplik olduğunu fark ettim. Birisi ya da birileri paraları çalıyordu. Şu an o kişiler hapisteler ve cezalarını çekiyorlar. Ancak acilen oraya gitmem gerektiğini bilerek bir süre daha beklemek zorunda kaldım. Çünkü çocukları daha büyük bir tramvaya sürüklemek istemiyordum. Fakat söylediklerin kalın kafalı kocamın aklını başına getirmiş olmalı ki çocuklar ile konuşmanın yolunu bulmuş ve onların yeniden güvenini kazanmaya başlamıştı. Önemli olan ben ve onun arasındaki ilişki değildi. Önemli olan Ayaz ve Yadigârdı!’’ Masada duran bardağındaki sudan bir yudum alıp soluklandı ve devam etti.

Evlilikler her ne sebepten olursa olsun, sevseniz de sevmeseniz de bitebilir ama bunun acısını çocuklarınıza çektiremezsiniz. Anne baba olarak buna hakkınız yok. Şartlar ne olursa olsun, onlar için elinizden gelenin en iyisini yapıp, onları sevmeyecek ve mutlu etmeyecekseniz… Başlarını okşayıp, öpmeyecek ve sarıp sarmalamayacaksanız… O çocukları dünyaya getirmenizin bir anlamı yok! Bu haksızlığı onlara yapmaya hakkınız yok!” dediğinde öğrencileri ve öğretmen arkadaşları ayağa kalkarak onu delicesine alkışlıyorlardı. Bergüzar da yerinden kalkıp onlara gülümserken gözlerinden akmak isteyen yaşlara daha fazla engel olamadı. Sınıf dakikalar sonra yeniden sakinleşip, sessizleştiğinde

”Peki sonra?” diyen herkese güldü.

”Benim zaten işim gereği gitmem gerekiyordu. Ayrıca varlığım Alparslan’ın dikkatini dağıtıyordu. Çocuklarla yeniden tanışıp iletişim kurmaya çalışmak ve bana nasıl ve neden âşık olabileceğini çözmek arasında sıkışıp kalıyordu. Ben de onu bu dertten kurtarmak adına Amerika’ya gittim.

Alparslan’ın on üç yıl önceye dönmesinin sebebi de onu bırakıp giden kız arkadaşının öfkesini, acısını içinde hâlâ bir nebze de olsa saklamış olmasıydı. Benim gidişim onda bu travmayı tetikledi ve hafızasının bir kısmı geri geldi.” sınıftan sevinç dolu sesler çıkarken gülümsemeye devam etti.

”Hafızasının geri geldiğini öğrendiğiniz de ne yaptınız hocam?” Bergüzar yaşlarla dolan gözlerini onlardan kaçırmadan yine gülümsedi.

”Dakikalarca ona sarılıp ağladım.” yüzlerce öğrenci, kız erkek fark etmeksizin ağlayarak kendisine bakıyordu.

”Sonrasında her şey yavaş yavaş oturdu ve birkaç ay önce kocam tamamen hatıralarına ve bizlere kavuştu.” alkış sesleri tekrar tekrar yüreğini ısıtırken

”Nasıl dayandınız hocam? Bizler yüzde birini dinlerken dağıldık. Siz nasıl ayakta kaldınız?” dediğinde ortam yeniden sessizleşmişti.

Esmerim Abre adlı bir kitapta okumuştum… Yazar şöyle diyordu; Sevdanın yolu her zaman çiçekli bahçelerden geçmez. Aşta maharet, dikenlerin arasındaki çiçekleri görebilmektir. Kocamın beni hatırlayıp hatırlamaması, yeniden sevip sevmemesi umurumda değildi. Önemli olan onun yeniden ve ne koşulda olursa olsun mutlu olmasıydı. O beni hatırlamasa da ben onu ve anılarımızı hatırlıyordum. Onu hâlâ ilk günkü gibi seviyordum ve seviyorum da…” şimdi herkes hülyalı gözlerle kendisine bakarken, öğrencilerinin toyluğuna gülümsedi ve sahnenin ucuna oturup dikkatle hepsine baktı.

”Aşk, âşık oldum demekle olmaz. Onu taşıyacak yüreğiniz var mı diye şöyle bir bakmak gerekir. Evlilik, hadi evlenelim demekle olmaz. Onu yıllandıracak sabrınız var mı, bilmek gerekir. Çocuk yapalım demekle hiç olmaz. O çocukları sevecek merhametiniz ve vicdanınız olması gerekir.

Şimdi çok gençsiniz. Önünüzde uzun bir hayat var. Ayağız takılacak, düşeceksiniz, yara alacaksınız ama ayağa kalkmayı her zaman bilmeniz gerekiyor. Hayat sizin. Hayat çok kısa. Hayat sürprizler ve mucizelerle dolu. Eğer hâlâ yaşıyorsanız umut vardır. Eğer hâlâ hayattaysanız şanslısınızdır. Toparlanıp, kırılan dökülen ne varsa elinize alıp, yürümeye devam etmelisiniz. Kırıklarınızı elinize alacak cesaretiniz olmazsa, yürümeye kalktığınızda ayağınıza batarlar. Yürüyemez bir daha düşersiniz.” Bu sırada açılan kapıdan içeri Alparslan’ın girmesiyle sınıftan uğultu yükseldi. Bergüzar onun burada bir yerlerde olduğunu zaten tahmin ediyordu ama ne zaman içeri gireceğini kestirememişti. Arkasına hiç bakmadan

”Hoş geldin Alparslan!” dediğinde öğrencilerinin gözleri şaşkınlıkla kocaman oldu.

”Ama kapıdan kimin geldiğine bakmadınız hocam!” Bergüzar sözleri söyleyen öğrencisinin omzuna dokunup gülümsedi.

”Gözlerim şu an onu görmüyor diye, kalbim ve ruhum hissetmiyor değil ya!” diyerek yüzünü kocasına döndü ve gülümseyerek bakarken, başı hafifçe sağ omzuna doğru yattı.

”Hoş buldum.” diyen Alparslan sahnenin önüne yürüdü ve az önce Bergüzar’ın oturduğu yere oturup, karısının kendine yaklaşmasını izledi. Bergüzar da onun yanına, sahnenin ucuna oturduğunda içeride konuşmasını dinleyen herkes onlara bakıyordu.

”Yani aşkın büyüsü sevmekten çok sabretmek öyle mi hocam?” Bergüzar başını sallayıp

”Evet!” derken yeni bir soru geldi.

”Alparslan Bey, on üç yıl önceye gidip, geri gelmek nasıl bir his?” bir anda kahkahalar havada uçuşurken Alparslan kolunu karısının beline sıkıca sardı.

”Bir yılda on üç yıl gençleşip, yaşlanmak gibi bir şey.” herkes gülmeye devam ederken kızlardan biri söz hakkın istedi.

”İkiniz de iş dünyasında hatta magazin dünyasında tanınmış kişisiniz. Biriniz çok güzel, biriniz baya yakışıklısınız. Şimdi Allah var yukarıda hocam, aksini söyleyenin ağzı yamulur!” dediğinde amfide yeniden kahkahalar yükseldi. Alparslan, Bergüzar’ın şakağına öpücük kondurup gülmeye devam ederken

”Kırk yedi yaşındayım ve hâlâ yakışıklı olduğumu duymak mutlu etti.” dediğinde Bergüzar kolunu sıkıca ona sarmış herkes gibi gülüyordu.

”Soru neydi?” diyen Bergüzar yeniden sessizliği sağlarken öğrenci asıl soruyu sordu.

”Birbirinizi kıskanmıyor musunuz? Yani ben delirirdim herhalde!” kahkahalar bu itirafla yükselirken Alparslan karısına bakarak

”Kıskanmak, sevmenin doğasında var ama bunu hayatı zehir edecek derece de yapamazsınız. Birbirini sevmekle, birbirini mahkûm etmek aynı şey değildir. Kıskanmanın dozunu kaçırırsan bu sevgi ve saygıyı tüketir. En önemlisi de güveni sonsuza dek yok eder.” dedi ve gülümsedi.

”Alparslan Bey, Bergüzar hocamıza nasıl evlenme teklif ettiniz desek? Bize de bir yol gösterirseniz seviniriz. Er ya da geç başımıza gelecek yani!” diyen genç adam Alparslan’ı güldürdü.

”Bergüzar Hanım’a iki kere evlenme teklif ettim!” dediğinde herkesten alkış ve uğultu sesleri kopup alanı sarmıştı.

”Helal be!” diye bağıran kızları, erkelerin homurtuları takip ederken Bergüzar gülerek kocasına bakıyordu. Alparslan elini kaldırıp onları susturdu ve

”İlkinde teklifimi kabul etmedi!” demesiyle karısının kahkahaları kulağında çınladı. Az önce romantik bir durum var sanarak bağıran herkes sessizleşmişti. Alparslan, parmaklarını Bergüzar’ın parmaklarına kenetlerken

”Ben bile nasıl yaptım bilmiyorum ama ilk teklif edişimde elimde ne bir yüzük, ne öyle romantik hazırlıklar… Hiçbir şey yoktu. İkinci kez sorduğumda da zaten ertesi gün evlenecektik. Fakat adet yerini bulsun diye sordum.” dediğinde kızlar şok ve hayal kırıklığıyla bakarken biri konuşmayı başardı.

”Hocam çok özür dilerim ama kocanızın içinden… Bir şey çıktı tövbe estağfurullah!” Bergüzar kahkahalar atarken gözleri gülmekten yaşarmıştı. Doğrusu Alparslan’ın da ondan farkı yoktu.

”Öküzdür o, öküz.” demesiyle herkes gülmeye başladı.

”O sorunun cevabını ben zaten gözlerinde her gün görüyordum. Bana her bakışında, her gülüşünde… Soruya ne gerek var… Ama her kadın buna özgürce cevap vermeli diyerek soruyu sordum canım… O kadar da öküz değiliz şükür!” Bergüzar içinde hissettiği duygularla ona sıkıca sarılırken, Alparslan da karısını sardı. Öğrenciler ayaklanmış, onları alkışlarken ikisi de ayağa kalktı ve onları alkışlamaya başladı.

”Cesur olun, sabırlı olun ve sevgiye inanın! Dünyayı sevgi kurtaracak.” deyip öğrencilerine gururla bakarken, Alparslan’a döndü ve gülümsedi. Sonra gözleri yeniden amfiye döndüğünde

”Hayat bilgisi dersimiz burada sona ermiştir. Hepiniz çıkabilirsiniz!” dedi ama öğrenciler yerlerinden kıpırdamadılar. Aralarından biri koşarak sahneye gelip Bergüzar’a kocaman bir beyaz gül demeti uzatırken, Alparslan ona sadece göz kırptı ve gülümsedi. Bir başka çiçek ise öğrencileri ve çalışma arkadaşları adına kollarındaki yerini alırken, gözleri mutluluk gözyaşlarıyla dolmuştu.

”Fotoğraf çekip bugünü ölümsüzleştirmeliyiz.” diyen bir başka öğrenci hızla yanlarına gelip sahneye çıktı ve o günün anısını sonsuzlaştırdı.

* * *

”Hadi hadi… Fotoğraf asmaca!” diye bağıran Bergüzar’ın sesiyle çocuklar koşarak merdivenlere geldiler ve duvara yeni asılacak resimleri görmeye çalıştılar. Alparslan, Asena’yı bir anda omzuna alınca kızın kahkahaları evi çınlattı.

”Al bakalım Asena… Bu çerçeveyi oradaki çiviye asabilir misin?” diyerek kıza çerçeveyi uzattığında Asena başını sallamıştı. Ancak fotoğrafı eline aldığı an duraksadı ve dikkatle inceledi.

”Burada ben de varım!” diyen şaşkın ve mutlu sesi hepsini gülümsetmişti. Ayaz, Yadigâr’ın omzuna elini atmış sıkıca sararken

”Sen de bizim ailemizdensin. Tabi ki fotoğraflarda olacaksın!” dediğinde Alparslan ve Bergüzar göz göze gelip birbirlerine huzurla baktılar. Asena heyecanla çerçeveyi asınca Yadigâr ellerini çırparak alkışlamaya başladı ve buna diğerleri de dâhil oldu. Alparslan kızının belini kavrayıp onu kolları arasına alırken yanaklarını öptü.

”Diğerleri… Diğerleri…” Yadigâr yerinde zıplıyor ve fotoğrafları görmeye çalışıyordu.

”Gel bakalım deniz kızım… Bunu da sen as!” diyen Alparslan Asena’yı yere bırakıp, Yadigâr’ı kucakladı ve yine omuzlarına aldı. Ardından Ayaz da duvara fotoğraf astığında sıra Bergüzar ve Alparslan’a gelmişti.

”Seni de kaldırayım mı, yoksa yetişir misin?” derken ki arsızlığı karısını güldürdü. Kollarını beline dolayıp, çenesini omzuna koyan adamın burnunu öperken bugün okulda çekilen fotoğrafı duvara astı ve gülümseyerek ailesine baktı.

”Sizi seviyorum.” Çocuklar onlara sarılırken, onlar hâlâ birbirlerine sarılıyorlardı. Yemekler yenip, çocuklarla vakit geçirildikten sonra uyku saatleri gelince onları yatırıp salona geri döndüler. Bergüzar kocasının kucağına oturup, kollarını boynuna bağlarken

”Alıştılar galiba!” diye fısıldadı.

”Alışıyorlar bebeğim… Yavaş yavaş!” dakikalarca öylece oturup birbirlerinin kalp atışlarını dinlediler. Sabah uyanıp, üstlerini değiştirdikten sonra çocukları uyandırmak için önce kızların odasına girdiler ve gördükleri manzara karşısında gözyaşlarını tutamadılar. İki yatak birleşmiş, Ayaz ve Yadigâr ise Asena’yı ortalarına alıp ona sıkıca sarılmışlardı. Bergüzar bir süre onlara baktıktan sonra yüzünü kocasının göğsüne sakladı ve sessizce ağlamaya devam etti.

”Şşş… Uyandırmadan çıkalım. Bırak bugün istedikleri gibi vakit geçirsinler. Nasılsa okul daha yeni başladı. Bir günden hiçbir şey olmaz!” derken Bergüzar’ı da alarak dışarı çıktı. Şirkete geçtiklerinde Bergüzar, Ateş’ten gelen telefonla bir an duraksadı. Adamın söylediklerini duymasıyla kanı çekilmişti sanki. Derin bir nefes almaya çalışırken telefonu kapatıp, doğruca Alparslan’ı aradı. İlk iki aramada cevap vermese de üçüncüde

“Yavrum…” diyen ve nefes nefese gelen sesini duydu.

“Neredesiniz?” Karşı taraftan cevap gelmezken sinirle ayağa kalktı ve resmen kükredi.

“Alparslan!” Kocası adresi mesaj atacağını belirtip telefonu kapatırken, Bergüzar çoktan Aylin, Armağan ve Tomris’i aramış ve hazırlanmalarını söylemişti. Bir saat sonra eski eve geldiklerinde dört kadının topuklu ayakkabısının sesi mekânı inletiyordu.

“Yaklaşan tehlikenin farkında mısın piç kurusu?” Diyen Ertuğrul, karşısında oturan adama pis pis gülerek bakıyordu. Dört kadının da içeri girmesiyle kafaları onlara doğru döndü. Bergüzar hepsini ardında bırakıp suratı dağılmış adama usulca yürürken

“Sen miydin? O küçücük çocuğa bunu yapan sen miydin?” Diye öfkesini kontrol etmek isteyerek fısıldadı. Yarı baygın adam başını kaldırıp suratına bakarak, onu onayladığı an Bergüzar şu âna kadar görüp görecekleri en iyi hareketlerden birini yaptı. Ayağını kaldırıp, ayakkabısının topuğunu adamın tam suratına indirdiği anda içeride uğultu oluştu.

“İşte benim hatunum!” Diyen Alparslan’ın gururlu sesi Murat, Atilla ve Ertuğrul’u güldürmüştü.

Bergüzar adamın suratına yumruklarını peş peşe indirip, kendi ellerini kanatmaya başlayınca araya Alparslan girdi.

”Tamam bebeğim… Bırak artık! Gerisi bizde.” dediği an yanında duran diğer üç kadından yükselen sesi duydu.

”Yok canım, gerisi bizde…”

O günün akşamı eve geçtiklerinde içeride kopan kıyamete inanamayarak baktılar. Cihangir ve Ayaz, Yadigâr ve Asena birlik olmuş evin altını üstüne getirmişlerdi. Onları kapıdan şok olmuş hâlde izlerlerken, kızlar köşeye sıkıştıklarını anlayıp

”Anne, baba!” diyerek koşarak ikisinin yanına gelmeye çalıştılar. Bergüzar ve Alparslan ise Asena’nın ağzından ilk kez çıkan iki kelimenin şaşkınlığını ve mutluluğunu yaşarken gözleri buluştu. Evdeki herkes onun sözlerini fark edip durduğunda, Asena dikkatle karşısındaki iki insana baktı ve yüzlerindeki mutluluğu görerek gülümsedi. Bergüzar kollarını açıp onu sıkıca sararken Alparslan da çocuklara sarıldı.

”Aferin size çocuklar! Onu aramıza bu kadar çabuk katmayı başardığınız için teşekkür ederim!” deyip üçünü de öptü.

ESMERİM – ABRE / 25.BÖLÜM – VEDA’yı Okumaya Devam Et.

error: Content is protected !!