5.BÖLÜM
Eski bir şarkıyım
Bir sır gibiyim dudağında
Gönlümde kırık ayna
Bir sen varsın tam ortasında
El ele girdikleri muayene odasındaki yatağa uzanan Bergüzar, sağındaki ekran ve solundaki Alparslan arasında gözlerini gezdirdi. Onunla ilk kez muayeneye gelmenin heyecanına, bebeğin cinsiyetini öğrenecek olmanın ki karışmıştı. Doktor, hazırlıklarını tamamlayıp bebeği gösterecek olan cihazı eline aldığında heyecandan yüzü kızaran baba adayına bakıp tebessüm etti.
“Alparslan Bey, bebeğinizi görmeye hazır mısınız?” Sorusuna başını sallayarak cevap vermişti çünkü heyecandan ağzı kurumuş, dili damağına yapışmıştı. Gayri ihtiyari dudaklarını yalayıp ıslatmaya çalışırken, Bergüzar’ın elini kavramış sıkıyordu.
“Ee… Evet.”
“O zaman, babanla tanışma vakti geldi bebecik.” Diyen doktora şöyle bir baktı ve isyan eder gibi soludu.
“Yahu bu bebeciğin cinsiyeti yok mu?” Doktor Bey bu sözlere gülerken, ekranda bebeğin belirmesiyle Alparslan’ın odağı değişivermişti.
“O görünen” dedi zar zor. “Görünen şey eli mi?”
“Evet babası. İşte bu küçük ellerle elinizi tutacak, ortalığı karıştırıp haylazlık yapacak, saçınızı başınızı çekiştirecek. Bakın bu da…” deyip bir an duraksadı. Şu an ekranda bebeğin yüzü görünüyordu ancak bir kolunu yüzüne kapatmıştı. Yüz hatları o yüzden net değildi.
“Çek bakalım elini yüzünden. Utanma utanma, annenle babandan başka kimse yok. Hadi bakalım.” Doktorun bu sözleriyle ikisi de tebessüm edip birbirlerine bakmış, ardından yeniden ekrana dönmüşlerdi.
“Hehh, aferin sana. İşte bu da ton ton yanaklı yüzü. Kime benzeyecek dersiniz?” Alparslan ekrana baktı, baktı ancak kime benzeyeceğini kestiremedi.
“Anasıyla çok vakit geçiriyor. Benim yüzüme bakan mı var? Anasına benzer, kime benzeyecek.” Demesiyle Bergüzar hoş bir kahkaha atmıştı.
“İstersen al sende kalsın. Senin kocaman bedeninle Son dört ay daha rahat geçer. Hayır yani, şimdiden sıkışmaya, beni de tekmelemeye başladı da.” Alparslan bir kez daha duraksayıp kendine bakınca doktor da gülmeye başlamıştı.
“Yok yok Esmerim, siz dört ay daha takılın. Sonra hep birlikte takılırız.” Deyip usulca eğildi ve saçlarını öptü.
“Oho Bergüzar Hanım, bunlar daha iyi günleriniz. Önümüzdeki dört ay boyunca bebek daha da büyüyecek ve sığınamaz olacak. Bu ayaklarla sizi bol bol tekmeleyecek.” Ekranda beliren küçük ayaklar, bezelye kadar parmaklar Alparslan’ı hepten şok etmişti.
“Fazla küçük değil mi? Yahu bu çocuk bu kadar küçük doğarsa biz nasıl bakacağız? İnsan, eline almaya korkar.” Doktor yine gülümserken Alparslan’ın endişeli yüzüne bakmıştı.
“Büyüyecek babası, korkma korkma. Eline de alacaksın, omzuna tünemiş bir kuş gibi de gezdireceksin. Gazını da çıkartacaksın. Daha büyümek için bolca vakti var.” Durup ikisine de bakarken o soruyu sordu.
“Bergüzar Hanım bugüne kadar öğrenmek istemedi ama ikiniz de buradayken sorayım. Bebeğinizin cinsiyetini öğrenmek ister misiniz?” Gözleri birbirine değdiği sırada doktor sessizleşmiş bekliyordu. Sağ elinin avuç içiyle Bergüzar’ın saçlarını okşayan Alparslan, cevap hakkını ona bırakmıştı. Bergüzar da bunu bilerek doktora döndü, başını birkaç kez salladı.
“Evet, öğrenmek istiyoruz.” Doktor tebessümle ekrana dönüp birkaç fotoğraf çıkartırken
“Alparslan Bey, sizce kızınız mı olacak oğlunuz mu?’’ Sorusunu sorunca koskoca adamın yine şirazesi kaymıştı.
“Kızımız da olsa oğlumuz da olsa can bizim canımız. İkisi de birbirinden kıymetli ama sorduğunuz için söyleyeyim… Bence oğlumuz olacak.” Doktor anlıyorum der gibi başını sallayıp Bergüzar’a baktı.
“Anneler hisseder derler Bergüzar Hanım. Sizin hisleriniz neler? Kız mı erkek mi?” Bergüzar soruyla heyecanlanıp dudağını dişlerken, Alparslan gözünü kırpmadan ona bakıyor, ne diyeceğini merakla bekliyordu. Doktorun asıl sonucu söylemesi bile kendisini bu kadar heyecanlandırır mıydı bilemiyordu? Bu kadın, daha ağzını açmadan nasıl oluyordu da yelkenlerinin ucuna kalbini bağlayıp uçsuz bucaksız bir denize salıyordu? Kendine, ona ve birbirlerine duydukları sevgiye hayret edip soluklanmaya çalıştı.
“Babasını peşinde koşturup, ortalığı birbirine katacak, asık suratlı gibi görünen ama kocaman yanaklı bir erkek olacak.” Alparslan yaşlar dolan gözlerini odanın içinde gezdirip iç çekerken doktorun
“Alparslan Bey, iyi hazırlanın. Çünkü bu oğlan sizi baya bir yoracaktır. Şuna baksanıza, durduğu yerde durmuyor.” Dediğini duymuş, gözleri yuvalarından çıkacak gibi açılmıştı.
“Erkek mi?” sorusuna gülerek başını sallayan doktor yeniden konuşmaya başladı.
“Hem de çok sağlıklı, baya da hareketli bir erkek. İşiniz zor gibi görünüyor.” Dediği andan sonra odayı bir ses kapladı. Hızla atan kalbin sesiyle kulakları uğuldayan Alparslan, elini ayağını nereye koyacağını bilemeyip yine Bergüzar’ın eline sarılmıştı. Yıkılan her şeyin altından el ele kalkacağız demişti. El ele kalkacaklardı biliyordu elbet ama ellerini birleştirecek asıl gerçeklikle ilk kez tanışıyordu. Elleri, oğulları için daha güçlü birleşecekti.
“Kalbi…” dedi zar zor.
“Çok hızlı atıyor.”
“Bebeklerin kalbi bizden daha hızlı atar. Korkulacak bir şey yok. Endişelenmeyin.” Dese de hayatında ilk kez iliklerine kadar korkup ürperdi. Ona bir şey olma ihtimalinin korkusu, endişesi bedeninde kol gezerken Bergüzar’a bakıyordu. Bir yıldır hayatında olan kadını bile ne kadar sevdiğini anlatacak kelime bulamazken, kalbini dolduran bu bambaşka sevgiyi nasıl anlatsa bilemedi. Annesini, babasını, kardeşlerini ya da Bergüzar’ı sevmek gibi değildi bu. Tarifi imkânsız bir duyguydu sanki. Hâlâ dizine yattığı annesi, sırtını dayadığı babası, aynı karında büyüdüğü kanı olan kardeşleri ya da kokusunda, teninde bir bakışında soluklandığı kadını… Onca farklı duygu, onca farklı sevgi tatmıştı da kırk yaşına merdiven dayayana kadar böylesini tatmamıştı. Elini tutup birkaç kez sıkan eli hissederek gözlerini elin sahibine yani Bergüzar’a çevirdi.
“Esmerim…” derken gözlerinden yaşlar süzülmüş, ikisi de birbirinin yanaklarına uzanıp o yaşları silmeye başlamıştı.
“Alparslan…”
“Bebeğim…” dedi boğuk bir sesle. Sanki son soluğunda saklamıştı bu kelimeyi. Öyle derinden ve öyle içtendi.
“Ağlıyorsun… Ağlama.” Diyen sevdiğine doğru eğilmeden önce odada baş başa olduklarını fark etti. Doktor muayene odasından çıkmış, yan taraftaki ofisine geçmişti. Yalnız olmalarını fırsat bilerek ona yaklaştı ve dudaklarına dokunmadan
“Oğlumun güzel anası… Sen de ağlama.” Diye fısıldadı. Bir süre öyle kalıp birbirlerinde soluklandıktan sonra Bergüzar’ın doğrulmasına yardım edip, karnındaki jeli yavaşça sildi ve kıyafetlerini düzeltti. Ayakkabılarını giydirmek için bir dizinin üstüne çöktüğünde dikkatle izlendiğini biliyordu.
“Bakma öyle… Uzun uzun bakma. Öpesim geliyor ama ortam müsait değil. Eve gidince istediğin kadar bakarsın ama şimdi bakma yavrum.” Sözleriyle kıpkırmızı kesilen Bergüzar ayaklanırken, Alparslan ellerini birleştirip kıs kıs gülmüştü.
“Hamilelikte hormonların daha fazla çalışması daha fazla isteğe sebep olur. Bence sen de beni zorlama koca adam. Zaten dengem bozuk.” Alparslan şok olmuş ifadeyle yüzüne bakıp kendi tükürüğünde boğularak öksürmeye başlarken gülmeden edememişti.
“Unuttun mu Alparslan Bey… Aslanın dişisi de aslandır.” Doktorun ofisine geçmeden önce söylediği son sözlerle onu cehennem ateşine attığını biliyor ancak zerre kadar umursuyor gibi durmuyordu.
“Karagümrük’ü de mi sen yaktın kadın?”
“Yok hayatım. Ben bir seni, bir de Roma’yı yaktım.” Derken omzunun üstünden öyle bir bakmıştı ki Alparslan gözlerini kaçırıp dudağını ısırmıştı.
“Doğrusu… İkinizi de aynı anda yaktım ama neyse…”
“Ah be kadın…” derken tek adımda aralarındaki mesafeyi kapattı, belini iki eliyle kavrayıp sıktı.
“Dikkat et de yaktığın ateşlerin içinde kalıp yanma yavrum. Çünkü senin yaktığım ateşin yangını kontrolsüz büyüyor. Çoluk çocuğu da kavurup geçmeyelim aman diyeyim.” Burnunu simsiyah saçların arasına daldırıp kokusunu içine çekerken, kolları arasındaki bedenin usulca titrediğini hissetmişti.
“Ne demek istediğimi anlamışsındır herhalde ananas aşeren Angaralı Esmer güzeli…” deyip kahkahayı patlatmasıyla karnına inen dirsek darbesini hissetti. Ne kadar zaman olmuştu böyle şakalaşmayalı, içten gülmeyeli. Doğacak oğlan neşeyi, şen kahkahaları peşinde getirecek ve yaralanan iki âşığı iyi edecekti. Doktorun yanına geçtiklerinde öncelikle bebeğin sonra da Bergüzar’ın sağlık durumundan konuştular. Bir saatlik görüşmenin sonunda hastaneden çıkıp araca geçtiklerinde Alparslan sırıtarak çevresine bakıyor, Bergüzar da onu izliyordu.
“Alparslan Bey, Bergüzar Hanım…” diyen şoförün sesiyle ona baktılar.
“Neşe Hanım akşam yemeğinde ailecek olmak istediğini iletti. Sizleri bekliyorlar.” Alparslan başını sallayıp ‘tamam’ derken, Bergüzar sessiz kalmış, üstüne üstlük biraz gerilmişti. Bunu hissederek gözlerine bakan Alparslan
“Eğer gitmek istemiyorsan…” diyemeden
“Olur mu hiç. Gitmezsek Neşe Hanım çok üzülür. Onu üzmek istemem.” Demişti ama söyleyecekleri bitmemişti.
“Sadece biraz heyecanlandım. Bütün aileyi bir arada görmeyeli iki ay oldu. En son Armağan ve Ertuğrul’un düğününde bir aradaydık. O gece yaşananlardan sonra Armağan’ı da Aylin’i de görmedim. Onları epey merak ediyorum, iyiler mi?” sorusu iki ay önce düğün gecesi yaşananları aklına getirmiş, Cenk’in yüzünü hatırlayan Alparslan’ın çenesi öfkeyle gerilmişti.
“Psikopat katil. En büyük baş belamızı öldürdü.” Derken bundan hoşnutmuş gibi değildi. Aksine asabı bozulmuştu.
“Karşımızdaki kötü bile olsa, canımızı bile yaksa… O şekilde katledilmesi bizi insanlığımızdan utandırdı değil mi? İtiraf etmeliyim ki Ender’in o şekilde ölmesi…” Susup soluklandı, yüzünü buruşturarak
“Öyle ölmemeliydi. Ancak ilahi adalet mi dersin ne dersin bilemiyorum. Bizlere bir gün huzur vermediği bu hayattan, huzursuzca, acı çeke çeke gitti.” Dediğinde Alparslan başını sallamakla yetinmiş, kolunun altına aldığı Bergüzar’ı iyice göğsüne yanaştırmıştı. Saçlarının dibini öpüp iç çekerken sohbeti değiştirmek için bir şeyler düşündü ve aklına gelen fikirle gözleri parladı.
“Eee, söyle bakalım oğlumun annesi. Oğlumuz için bir isim düşündün mü?” Beklemediği anda gelen soruyla hem şaşıran, hem de heyecanlanan Bergüzar yol boyunca kendilerine eşlik eden deniz ve boğaz manzarasına baktı, düşündü. Birkaç dakika sonraysa hafifçe doğrulup Alparslan’ın gözleriyle buluştu.
“Düşündüm ve buldum. Eğer sen de olur dersen…” Alparslan, daha ismi duymadan başını sallayıp heyecanla kıpırdanmıştı. Aklından ne geçiyordu, aylar önce Lâl olan dili çözülüp hangi ismi söyleyecek ve yıllar boyu o ismi zikredeceklerdi?
“Hadi söyle, yoksa meraktan çatlayacağım.”
“Ayaz…” dedi tek solukta.
“Ayaz olsun adı. Oğuz Soyundan, Kınık Boyundan gelen, Selçuklu’ya hükümdar olan, Anadolu’yu Türk’e yurt yapan Alparslan’ın oğullarından birinin adıymış.” Alparslan, onun tek solukta söylediklerini düşünürken, kıvrak zekâsına, nahif ruhuna, inceliğine bir kez daha hayran kalmıştı. Alnına sokulup öperken
“Ayrıca Buzlar Kralı lakabını sonuna kadar hak eden adamın oğluna da bir isim ancak bu kadar yakışır.” Demesiyle gülmeye başlamıştı.
“Bu da ancak senin zehir gibi aklına gelirdi bebeğim.” Deyip arkasına yaslanırken göğsünde sessizce duran kadının saçlarını okşuyordu. Aracın içinde motor sesi harici hiç ses yoktu. Tam da bu sessizlikte fısıldadı Bergüzar, günler evvel bebeğine usulca fısıldanan ancak kendisinin de kulak misafiri olduğu sözleri.
“‘Biz seni aşkın sıcacık kollarında yaptık. Ama buralar o kadar soğudu ki… Acı o kadar büyüktü ki… Aşkımızın sıcağı söndü de ayazı üstümüze çöktü sanki. Buz tuttuk… Acıyla kavrulurken, yanarken, oluk oluk kanarken donduk ve koptuk.’”
Alparslan, kendi sözlerini ondan işitirken öylece kalmış, gözlerinin içine bakamamıştı. O gece çocuğuyla ilk kez konuşurken, adını söylediğini bilmiyordu. Sırtı kasılıp kalmış, zar zor yüzünü dönmüştü. Kahverengi harelerin yaşlarla dolup kendisine baktığını görünce soluk bile alamamıştı.
“O gece… Günler sonra yanıma ilk kez gelip, oğlunla ilk kez konuştuğun, ona ilk kez dokunduğun gece bu sözleri söylemiştin.” Alparslan, Bergüzar’ın bu konuşmayı duyduğunu hiç anlamamıştı. Uyuduğunu sanmıştı ama belli ki yanılmıştı.
“Oğlumuza adını veren sensin. Ona bu ismi ilk kez söyleyen sendin. Üstümüze çöken ayaz, bize yeniden baharı getirsin. Gönlümüzde yeniden çiçekler açsın, evimizin içini kahkaha seslerimiz sarsın. İnan bana, bunun dışında tek bir dileğim yok. Seni yanımda, onu kollarımda istiyorum hepsi bu.” Sözleriyle gözlerini ovuştururken bir yandan da nefesleniyordu.
“Ayaz’ımız baharımız olsun Esmerim. Evimiz, yuva olsun. O yuvanın içine Ayaz’ımın kahkahaları dolsun. İki kişi başladığımız bu sevda onunla daha da büyüsün, aile olalım.” Derken az evvel gözlerini ovuşturan eli Bergüzar’ın karnını bulmuştu.
“Sağlıkla gel Ayaz Yalın… Sağlıkla, bereketle, sonsuz mutlulukla gel. Biz seni bekliyoruz babacığım.”
***
Neşe Hanım ve Süleyman Bey’in evine geldiklerinde Bergüzar’ın gözleri dalıp gitti. Toprak’ı kaybettikten sonraki günlerini burada geçirdiği için aklına o günler gelmişti. Onun durgunlaştığını fark eden Alparslan usulca yanına sokulup elini tuttu, boştaki kolunuysa omuzuna sarıp ilerledi.
“Hadi, herkes heyecanla bizi bekliyordur. Daha fazla bekletmeyelim.” Demesiyle evin kapısı açılmış Neşe ve Süleyman görülmüştü.
“Hoş geldiniz çocuklar.” Diyen Neşe birkaç adım dışarı çıkarken Bergüzar ona doğru yaklaştı ve sıkıca sarıldılar.
“Hoş geldin kara kızım.” Sırtını yavaşça sıvazlayıp yanaklarını öpmüş, torununu ise heyecanla okşamıştı.
“Sen de hoş geldin Babaannesinin canı.” Derken Alparslan babasının yanında duruyor, onlara tebessümle bakıyordu.
“Eee, Neşe Hanım… Kara kızınla torununu gördün beni unuttun. Şimdiden pabucumu dama atmasaydın yahu.” Oğlunun sözlerine gülüp diğer kolunu da ona açtı.
“Gel buraya, gel… Koca çocuk. Kıskandın mı?” Annesinin açtığı kolun içine sokulup boynundan da bir öpücük kaparken
“Hımm, bir kıskandım ki sorma anacım.” Demesiyle Neşe şen kahkahasını patlatmıştı.
“Anasının danası…” işte bu sözle kahkaha atma sırası Bergüzar’a gelmişti. Aylar boyunca değil güldüğünü, konuştuğunu bile duymamışlardı. Şimdi böylesine içten gülmesi en çok Neşe ve Süleyman’ı mutlu etmişti.
“Bana sarılmak yok mu yahu? Pabucu damda kalan ben oldum sanki.” Diye sitem eden Süleyman’ın asık suratını gören Bergüzar ona doğru yaklaşıp önünde durdu. Bir an ne yapsa bilememiş, bocalamıştı. Onun çekingenliğini anlayan Süleyman ise kollarını açıp sıkıca sarılıverdi.
“Hoş geldin güzel kızım.” Bir an durup aralarında mesafe kalmasına sebep olan torununa baktı.
“Sen de hoş geldin dedesinin canı…” sözlerine kıs kıs gülen Alparslan
“Vay be Süleyman Bey, kocadın da dede mi oldun?” deyince ensesine sağlam bir tokat yemişti.
“Sen benimle dalga mı geçiyorsun lan hergele. Ayrıca dede olmakta geç bile kaldım. Hep sizin yüzünüzden. Hepiniz evlenmekte geç kaldınız.” Bu sözlerle aklında şimşekler çakan Alparslan birkaç saniye sessiz kalmıştı. ‘Biz daha evlenemedik bile’ diye düşünürken, bozuntuya vermeden, kolunun altına Bergüzar’ı aldı ve
“Kara kızınız anca büyümüş ben ne yapayım. Hep Bergüzar’dan ötürü. Azıcık daha erken doğsaydı böyle olmazdı.” Deyip bıyık altından gülmeye başladı. Onun sözleriyle şaşırıp kalan Bergüzar
“Bana göre yaşlı olduğunu kabul ediyorsun yani. İyi, peki, güzel…” Demiş, sözleri Süleyman ve Neşe başta olmak duyan herkesi kahkahaya boğmuştu.
“Yaşlı değilim ben. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre gencim. Yani senin gibi hanımefendi!”
“Hıhıı, evet.”
“Bak bu evdeki tek yaşlı, dedem.” Deyip salondaki tekli koltukta oturmuş kendilerini bekleyen dedesini göstermesiyle, kafasına terlik uçması aynı anda olmuştu.
“Yaşlı, senin babandır ulan puşt.” Atilla ile Ertuğrul, salonun gözden uzak bir köşesinde gülme krizine girerken Süleyman Bey asık suratıyla babasına bakıp
“Dünya sağlık Örgütü’ne göre ben de gencim baba.” Deyince şamata hepten büyüdü.
“Bunca akıllı kadın sizin neyinizi sevdi acaba? Ahh benim canım kızlarım.” yavaşça ayaklanan Sadullah Dede, dikkatle Bergüzar’a bakıyordu ki Atilla’nın sesini duydu.
“Feride babaannem seni sevince laf yok da bizim hanımlar bizi sevince mi laf çok dede. Alındım valla.” Sadullah gülmemek için yanağının içini dişlemiş sessizce dururken Alparslan’ın Bergüzar’a sokulup
“Dedem Sadullah…” Dediğini duymuştu.
“Hoş geldin kızım, sefalar getirdin.”
“Hoş buldum Sadullah dede. Siz de hoş geldiniz.”
“Yanındaki uzun ve yaşlı olan torunumu pek hoş bulmamıştım ama… Yıllık bakımını yapınca motoru çalışmış gibi görünüyor.” Bergüzar kocaman açılan gözleriyle dedeye bakarken
“Böyle devam ederse yanacak ortalık. Dedemize sahip çıkalım.” Diyen Ertuğrul’u duymuş ve daha fazla dayanamayıp gülmeye başlamıştı. Az evvel baya güzel laflar yiyen Alparslan kendi kendine söylenip duruyor, ailenin geri kalanı ise gülüyordu.
“Sarı çocuk Murat… Sen gülme, sana gıcığım. Ayrıca hazırlansan iyi edersin çünkü bu herifle işim bitince sıra sana gelecek.” Murat’ın yüzü yavaşça solarken, Armağan’la Aylin’in yüzünde acıma ifadesi belirmiş, Tomris ise göz ucuyla ona bakıp başını çevirivermişti.
“Laf sokmalarınıza biraz mola verirseniz sizlere bir haberimiz var.” Diyerek herkesin odağı hâline gelen Alparslan, gözlerini Bergüzar’a çevirdi.
“Biz bugün doktora gittik. Bebeğin hepinize selamı var.”
“Ahh amcasının canı, bizi de bilirmiş ya… Aleykümselam amcam…” Sözleri tabii ki Atilla’ya aitti. Yine oltaya gelmiş, saçmalamanın kitabını yazıyordu.
“Ertuğrul, Atilla abini kapının önüne at aslanım. Oksijen israfı oluyor.”
“Ben de senin gibi düşünüyordum abiciğim ama küçüğüm diye bir şey yapamıyordum. Şimdi bittin Ati…” deyip Atilla’nın üstüne resmen uçan Ertuğrul, sırtına sıkıca tutunup kulağına bir şeyler fısıldadı ve gözleri Alparslan’ı buldu.
“Tehlikeli maddeyi imha ettim abiciğim… Sen devam edebilirsin.” Saniyeler içinde aralarında geçen bu saçma muhabbete ailenin geri kalanı göz devirirken
“Oğlumuz olacakmış. Ayaz oğlan geliyor.” Demesiyle herkes öylece kaldı. Gözler önce birbirleri arasında dolaştı, ardından da onların üstüne döndü ve yaygara koptu. Sevinçle bağıra çağıra birbirlerine sarılırlarken, Ertuğrul’u sırtına alan Atilla son sürat abisine koşuyordu.
“Allah’ım, oğlum bu ikisine benzemesin nolur. Amin.” Bergüzar, bu duaya gülerken geri çekilip onları izlemeye başladı.
“Ertığrılll, abimle kucaklaşıp sırtımdan indikten sonra paramı hazır et. Çünkü ben kazandım.”
“Çocuğum üstünden iddiaya mı girdiniz ulan? Ne pisliksiniz.”
“Aaa, öyle deme abiciğim. Gel öpücem, tebrik öpücüğü.” Alparslan yanındaki Murat’ı tutup Atilla’ya doğru ittirdi.
“Al bunu öp.” Deyip onlardan epey uzaklaşırken Murat
“Öpersen döverim Ati!” demiş, yıllardır tanıdığı dostunun gözlerinde çakan kıvılcımları gören Atilla ise surat asıp cevabı yapıştırmıştı.
“Öpemem, namahrem.” Güle oynaya yemek masasına geçerlerken, Sadullah dede başta olmak üzere herkesle yeniden kucaklaşmışlardı. Atilla ve Aylin’in kızı Derin’den sonra aileye bir torun daha gelecek olmasının sevinci yaşanıyordu.
Yemekler yendi, kahveler içildi. Kızlar bir köşeye geçmiş sohbet eden Bergüzar, Aylin ve Armağan’a nasıl olduklarını sormuştu. Yaşananlardan sonra görüşemedikleri süre boyunca biraz daha toparlanan kızlar da aynı soruyu ona yöneltirlerken muhabbet muhabbeti açtı. Birkaç ay önce anne olan Aylin, kendi deneyimlerini Bergüzar’a anlatırken, Tomris ve Armağan da işten güçten konuşuyordu.
Demini almış, tavşankanı çayını yudumlayıp ailesine uzaktan uzağa bakan Sadullah dedenin yüzünde tebessüm vardı. Kocaman bir ailesi vardı, hepsi canıydı. Gözleri bir an Bergüzar’ın karnına takıldı ve tebessümü büyüdü. Karısı Feride’nin hamile olduğunu öğrendiği günü ve Süleyman’ın doğumunu düşündü. Gözleri dolarken yaşını almaya başlayan oğluna baktı bu kez.
Derin bir iç çekip Neşe’ye odaklandı. Neşe kızın aileye gelişini, evlendikleri günü, ilk torunu Alparslan’ın haberini alışını ve Alparslan’ın doğduğu o günü düşünmeye devam etti. Gözleri şimdi Alparslan’ın üstündeydi. Dağılmış, yara almış ama çabuk toparlanmışlardı. Hergele, uğraştırmıştı ama kendi yuvasını da kurtarmıştı.
Saat gece yarısını bulduğunda herkes evine gitmek için ayaklanmıştı. Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından evlerine gelen Alparslan ve Bergüzar doğruca yatak odasına çıktığında uykulu gözlerle giyinip yatağa giren Bergüzar’ı Alparslan izledi.
“Bergüzar…”
“Hııı?” diyen uykulu sesine gülümserken onu kendine döndürdü.
“Ben bir şey yaptım.” Derken doğrulmuş, yumruk yaptığı eline de başını dayamıştı. Zor da olsa gözlerini aralayıp olabildiğince merakla ona bakan Bergüzar da doğrulmuştu.
“Ne yaptın?”
“Şey…” diye mırıldanan adama daha dikkatli bakarken merakı gerçekten artmıştı.
“Söylesene Alparslan, ne yaptın?” Derin bir soluk alıp üstündeki örtüyü atarak yatağa oturdu ve ellerini uzatıp Bergüzar’ı da kaldırdı.
“Bu dönem okula gidemediğin için okulunu dondurmuştum. Bahar döneminde alman gereken derslerini Yaz Döneminde alıp, bir vize ve bir final sınavına girerek verebilirmişsin. Hocaların öyle dedi.” Bergüzar ne dediğini idrak edemeyerek bir süre şaşkın şaşkın yüzüne baktıktan sonra
“Sen, hocalarla mı görüştün?” sorusunu sorunca başını salladı.
“Evet, kendileriyle görüştüm. Bugüne kadarki ders notlarını, okul ortalamalarını gördüler. Dönem dahası yıl kaybın olmasın diye sana ayrıcalık tanımaya karar verdiler. Eğer Yaz döneminde derslerini verirsen, Eylül ayında Yüksek Lisansının ikinci yılına başlayabilirsin. Tez çalışmalarına yani…”
“Gerçekten mi?” deyip bir anda Alparslan’ın boynuna atılıverdi. Sırtını okşayan ellerin huzuru, yeniden okula dönüp yıl kaybı olmadan eğitimini tamamlayabilecek olmanın heyecanıyla gülümsüyordu.
“Gerçekten bebeğim.” biraz geri çekilip Bergüzar’ın yüzünü sıkıca kavradı.
“Hayalini kurduğun her şeyi gerçekleştireceksin Bergüzar Hanım. Ve ben, hep yanında olacağım.”
“Ama doğumum, Güz yarıyılının ortasına denk gelecek.” Derken ki endişesine gülüp, burnunu hafifçe sıktı.
“Sen emzir yeter. Gazını çıkartıp uyutması benden.” Bunu öyle bir gururla, kendini göstere göstere söylemişti ki Bergüzar gülmeden edemedi.
“Hem ben, ağa babası mıyım Bergüzar? Allah Allah ya!”
“Yok hayatım sen değil, Ertuğrul ağa babası olur. Bir gün baba olunca olur.”
“Bak onda bu şans varken kesin olur.” Demesiyle daha da güldüler. Aldığı güzel haberin heyecanıyla uykusunu falan unutan Bergüzar’ın yeniden uykusunun gelmesi epey sürmüş, bu süre boyunca da sohbet etmişlerdi.
Yılın ilk altı ayında şirkette olup bitenler, altı aylık veriler, istatistikler, Ankara ve İzmir’den buraya yani İstanbul’a kesin dönüş yapılmasının olumlu olumsuz etkilerini konuşmuşlardı. Aylardır evde olan Bergüzar’a bu sohbet o kadar iyi gelmişti ki gözlerinin içi ışıldıyordu sanki. Yeniden yeşeriyor, kalbindeki acının harlı ateşini biraz olsun söndürüyordu.
O ne kadar keyifliyse, Alparslan da o kadar keyifliydi. Uzun zamandır işler hakkında sohbet edemediği, fikrine danışamadığı kadına, aklındaki her şeyi sormuştu. Onunla iş konuşmak bambaşka bir keyif hatta zevkti. İşkolik adamın zevki de böyle olurdu zaten.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp saate baktığında uyuyalı iki saat olduğunu gördü ancak bunu umursamadı. Gayet dinç ve dinlenmiş hissediyordu. Kolunda mışıl mışıl uyuyan kadının saçlarını öpüp yataktan çıktı. Yarım saat içinde duş almış, giyinmiş ve işe gitmek için hazır olmuştu. Kol saatini takmaya çalışırken yatak odasına dönmüştü ki az daha Bergüzar’a çarpacaktı.
“Günaydın bebeğim, görmedim. Özür dilerim.” Uyumaktan şişen gözlerine, yüzüne bakıp darmadağın olan saçlarını elleri arasına alarak geriye attı ve alnını öptü.
“Neden uyandın? Biraz daha uyusaydın, saat çok erken.” Dese de Bergüzar çocuk gibi omuz silkip göğsüne dayanmış, yüzünü de boynuna saklamıştı.
“Sen yataktan gidince uykum da gidiyor. Sen yanımdayken kâbuslar yok ama sen gidince kâbuslar geri dönüyor.” Bu sözlerine ne kadar üzülüp, dert etse de başına yağan karı eteğine sığınan kadına göstermeye niyetli değildi. Dedesinin dedikleri kulağına küpe olmuştu.
“Neyim ben, senin Düşkapanın mı?” demesiyle Bergüzar kahkaha attı.
“Hımm, fazla yakışıklı ve çok güzel kokan düşkapanımsın. Bir de sıcacıksın, sen gidince yatak soğuyor.” Kollarını sıkıca onun bedenine kenetleyen Alpaslan, duyduğu sözlerle mest olmuştu. Hem gülümsüyor, hem de sırtını okşuyordu.
“Ama yakışıklı, güzel kokulu ve sıcak düşkapanının çalışıp para kazanması lazım bebeğim. Yoksa oğlanın bez paralarını nasıl karşılarız!” Deyip alnını yeniden öptü ve gözlerine baktı.
“Yatağa gir, benim yattığım tarafa geç, yastığıma sıkıca sarıl ve uyu. Ben geri dönene kadar.”
“Tamam… Sen de çok çalış ve oğlunun bez paralarını biriktirmeye başla babası.” Dudakları küçük bir öpücükle buluştuktan sonra Bergüzar’ı yatırıp bebeğini de öptü. İkisini de örtüp odadan çıktığında yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Emine ablanın hazır ettiği kahvaltıdan bir şeyler atıştırıp soluğu şirkette almış, rüzgâr gibi eserek asansöre bindiğinde yine asık suratlı o adama dönüşmüştü. Gülen yüzünü evde bırakmış gibiydi. Doğrusu o yüzü evde değil de Bergüzar’da bırakıyordu.
“Günaydın Alparslan Bey.” Diyen asistanının sesiyle düşüncelerinden sıyrılıp
“Günaydın.” Demekle yetindi. Odasına ilerlemeye devam ediyordu ki
“Atilla ve Ertuğrul Bey odanızda sizi bekliyor.” Dediğini duymuş, bir an duraksamış, ardından adımlarını daha da hızlandırıp odasına girmişti.
“Günaydın, hayırdır. İkiniz de sabahın köründe burada ne yapıyorsunuz?” Kardeşlerine şüpheyle bakarken kapıyı kapattı ve kilitledi. Jaluzi perdeleri de kapatıp, koridordan görülme ihtimallerini sıfıra indirdi.
“Abi, şöyle otursana…” diyen Atilla’nın yüzünde görmekten hiç hoşlanmadığı o ifade vardı. ‘Bir şeyler ters gidiyor’ ifadesiydi bu.
“Atilla!” diyemeden
“Alparslan, otur!” demesiyle iyice gerildi. Aralarında iki, bilemedin iki buçuk yaş vardı. Yaş farkının az olmasına rağmen Atilla, ona hep ‘abi’ diye hitap ederdi. Aslında olması gerekeni yapardı ancak hayati meseleler söz konusu olduğunda bu değişirdi. Kardeşten ziyade bir dost gibi durduğu anlardı bunlar ve Alparslan böylesi anlardan nefret ederdi.
“Tamam oturuyorum. Neler oluyor anlatın.” Derken koltuğun ucuna ilişti. Sanki koltuğun devamında iğne vardı da daha rahat otursa batacaktı.
“Abi, bir şey göstereceğiz ama ne olur sakin ol.” Diyen Ertuğrul’a bakıp derin bir soluk aldı, başını hafifçe salladı.
“Hadi… Hadi artık.” Atilla, eline aldığı bilgisayarı onun önünde duran orta sehpaya bıraktı ve
“Videoyu oynat.” Demekle yetindi. Birkaç saniye duraksayan Alparslan, ne göreceğini bile bilmeyerek, tedirginlikle videoyu oynattı.
Ekranda beliren görüntü, bir dağ evinin bahçesine aitti. Bahçede birçok koruma vardı. Bu ev neredeydi, kimin eviydi ya da kendisi bu görüntüleri neden izliyordu hiçbir fikri yoktu.
“Bu kimin evi? Kimi izliyoruz?” demesiyle evin kapısının aralandığını fark ederek sustu. Gözleri kapıdan çıkan kişiyi ilk başta seçemese de anlamsız bakışlarının anlam, şaşkınlık, şok, korku ve daha nice duyguyla dolması bir olmuştu.
“Bu…” dedi zar zor. Sonra kamera kaydının tarihine baktı. İki gün öncesinin tarihini okurken midesi kaynıyor, mide asiti, yemek borusunu yaka yaka yükseliyordu. Bünyesi sağlam biri olmasa kusardı biliyordu. Derin derin soluklar alıp gözlerini sağında ve solunda dikilen kardeşlerine çevirdi.
“Bu kimin evi?” Bu sefer Atilla susmuş, Ertuğrul konuşmuştu.
“Meral ve Eşref Hulusi Açıktan’ın evi.” Cevabıyla gözlerini kapatıp, ayaklandı ama başı dönmüştü. Bir adım bile atamadan gerisin geri oturdu. Zar zor engel olduğu kusma hissi geri gelirken
“Kamera kaydı iki gün önceye ait. Bu imkânsız.” Diye fısıldadı. Bozulan sinirleri, yaşadığı şokun etkisi derken bedeni titremeye başlamıştı.
“Ertuğrul, şirketin doktorunu çağır. Alparslan’ın tansiyonunu ölçsün. Rengi bembeyaz oldu.” Diyen Atilla’nın sözleriyle odadaki telefona uzanan Ertuğrul reviri aramış, Atilla ise abisinin önündeki bilgisayarı itip oraya oturmuştu. Ceketini çıkarmasına yardım ettikten sonra boynundaki kravatına uzanıp çözdü, gömleğinin üst düğmelerini açtı. Manşetlerindeki kol düğmelerini ve kol saatini de çıkardı.
“Abi…” dedi usulca. Bir süre tepki vermesini bekledi ama baktı ki tepki verecek aklı bile yok, devam etti. Gördüklerini söze döker, sesli dile getirirse kabullenmesi daha kolay olur diye devam etti.
“Toprak yaşıyor abi. O yaşıyor.”
Ayaz kaldı bende
Bahar sonrasında
Karlar yağdırdın sen
Yazın ortasında
ESMERİM – ABRE / 6.BÖLÜM’ü Okumaya Devam Et.