14.BÖLÜM
Yeni haftanın ilk iş gününe herkes koşturmacayla başlamıştı. Departmanlar arasında incelenmek, imzalanmak gibi sebeplerle gidip gelen dosyalar, koridorlarda telaşla yürüyen insanlar, kısa ya da uzun toplantılar. Tempo, Yalın Holding’in Ankara binasında bilindiği gibi yine çok hızlıydı.
Bergüzar masasındaki dosyaların oluşturduğu ufak dağın arasında cebelleşirken, imzaya gelen dosyaların içindeki bazı belgelerde hâlâ eksikler olduğunu görünce sinirinin tepesine çıktığını hissetti. Geçen haftadan bu yana, bu belgeleri tamamlamaları için kaç kez bilgilendirme yapmıştı. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışırken, şirket içi sabit hat telefonunu kulağına dayadı.
“Buyurun Bergüzar Hanım.” Diyen sesi duymasıyla resmen patladı.
“Merih Bey, kaçıncıya söylüyorum bilmiyorum ama departmanınıza ait olan ve imza bekleyen beş dosyanın üçünde hâlâ eksik belgeler var. Belgeleriniz eksikken bunları Alparslan Bey’e imzaya götüremem. Ben, her birimin belgelerini kontrol edeceksem ve sizleri defalarca uyaracaksam, benim asıl işimi kim yapacak?” Sürekli olarak kullandığı, koridorda konumlanan ve Alparslan’ın kapısının karşısında duran masasında değildi. O masanın ardındaki kendine ait camekân ofisteydi ama buna rağmen sesi koridoru inletmeye yetmişti. Duyduğu öfke dolu sesle çalıştığı birkaç dosyadan başını kaldıran Alparslan şaşkın şaşkın odasının kapalı olan kapısına bakıyordu. Koltuğunu hafifçe sola kaydırıp koridoru görmeye çalıştı. Bergüzar koridordaki masasında olmamasına rağmen sesini çok net duymuştu.
Onun sesini ilk kez öfkeli duymuyordu ama ilk kez iş yerinden birine bu kadar öfkelendiğine şahit oluyordu. Çatık kaşlarının ardından koridora bakmayı kesip, koltuğunu yavaşça itti ve ayaklandı. Kapıyı açtığındaysa öfkeli son haykırışını duydu.
“Biriminizden çıkan dosyaları her kim kontrol ediyorsa kendisini bu konuda uyarın. Ayrıca, Bağlaç Olan De/Da ayrı yazılır. Dosyalarınız yazım yanlışlarıyla dolu. İşinizi doğru düzgün yapmanızı rica ediyorum Merih Bey.” Kocaman olmuş yeşil gözlerinin ardından, hiç sezdirmeden onu gözetlerken yüzünde muzip bir gülümseme belirdi.
“‘Körle yatan, şaşı kalkar’ dedikleri bu olsa gerek.” Kendi kendine gururlanıp, gülmeye devam ederek koridorun sonundaki mutfağa ilerledi. Birkaç dakika sonra yeniden Bergüzar’ın ofisinden içeri girdiğinde kızın gözlerindeki anlamsız bakışa aldırmayıp, iki elinde tuttuğu kahve kupalarından birini uzattı.
“Kahve… Bu da çikolata. Belki iyi gelir. Gerginliğini alır.” Bergüzar kahve kupasını ve çikolatayı alıp masanın kenarına koydu. Gözlerini dikkatle sevgili patronuna dikti.
“Regli değilim Alparslan Bey. Eğer öyle olsaydım dün gece…” masanın üstünden eğilip fısıldayarak devam etti.
“Sevişiyor olmazdık.” Alparslan alt dudağını kemirmeyi sürdürürken kahkaha atmamak için de kendini zor tutuyordu. Muzip pırıltılar barındıran ve imalı bakan gözlerini ondan ayırmadan kahve kupasını dudaklarına götürdü. Bir yudum aldı ama daha fazla dayanamayıp omuzları sarsılarak içine içine, gülmeye başladı.
“Regli takvimini bir ara benimle paylaş da yanlış tespitlerde bulunmamayım bebeğim.” Demesiyle Bergüzar’ın parmakları arasında çevirip durduğu, üstüne uçabilme ihtimali olan kaleme baktı. Onunla gözünü oyma hayalleri kurduğuna yemin edebilirdi ama ispatlayamazdı.
“Allah’tan şirketteyiz. Yoksa canıma okurdun değil mi?” Masanın önündeki koltuğa oturmuş, bıyık altından gülmeyi sürdürüyordu.
“Aynen öyle!” diye homurdandığı sırada açık olan kapının önünde beliren Merih Bey’i fark edip sustu.
“Günaydın Alparslan Bey, günaydın Bergüzar Hanım. İmzalanması gereken dosyaların eksiklerini tamamladım, son kontrollerini de bizzat yaptım. Buyurun.” Dosyaları Alparslan’a uzattı ama Alparslan kılını bile kıpırdatmadan kahvesini içmeye, sol bacağının üstüne attığı sağ bacağını usul usul sallamaya devam etti. Şu an o dosyayı kendisine uzatarak Bergüzar’ı es geçtiğini, az evvel yediği azara rağmen ‘patron sen değilsin’ demeye çalıştığını fark etmeyecek kadar aptal değildi. O dosyaların masasına gelmeden önceki son kontrolleri, düzeni, tertibi Bergüzar’a aitti. Bir hafta boyunca işini yarın yamalak yapan adam, şimdi her şeyi tam yaptığının mesajını böyle veriyor, ezilen egosunun tatminini böyle yapıyordu demek.
“O dosyaları bana getirecek kişi siz değilsiniz Merih Bey. Dosyayı bana değil, son kontrollerini yapması için Bergüzar Hanım’a teslim edeceksiniz. Siz, Bergüzar Hanım’ın işini yapmayacağınız gibi, Bergüzar Hanım da sizlerin işini yapmayacak. Departmanınızdan çıkan her dosyadan, her kâğıt parçasından sorumlusunuz. Oldu ki eksik ya da yanlış var. Bu size bildirildiği anda düzelteceksiniz. Bergüzar Hanım’ı defalarca aynı şeylerle uğraştırmayacak, kendinizi elli kez ikaz ettirmeyeceksiniz. Bunları yapmadığınız gibi bir de şov yapmayacaksınız. Sadece işinizi yapacaksınız, bir daha Bergüzar Hanım’ın sinirle koridoru inleten o sesini duymama sebep olmayacaksınız ve suçlu olduğunuz hâlde, haksız olduğunuz hâlde, size defalarca uyarı verdiği, dosyaları revize etmenizi istediği hâlde, sırf egonuza yediremediğiniz için…” bir anda ayaklanıp, adamı boy ve beden farkından dolayı kendi gölgesinde bıraktı.
“Gelip, benim yardımcıma diklenmeye kalkarsan… Diklenen o boynunu gövdenden ayırırım. Beni burada gördüğünde gözlerinde beliren ters, imalı bakışını bir daha yakalarsam, gözlerini eline veririm. Beni zorlama Merih. Sakın beni zorlama. Her zaman çalışanına saygılı bir patron olmaya çalışırım. Ama ola ki saygısızlık yaparsınız ve ben buna bir kez daha şahit olurum… İşte o zaman korkun benden!” Merih’in zar zor yutkunup, dosyayı telaşla Bergüzar’a uzatışını izledi. İçine kaçan sesiyle özür dileyerek ofisten çıkıyordu ki
“Bunu herkese aynen böyle söyle Merih Bey!” diye son kez konuştu. Bergüzar’a dönüp
“Sınırlar iyidir. Sınırları aşmamak, nerede duracağını iyi bilmek daha da iyidir. Hem iş hayatında, hem de özel hayatta. Tıpkı senin ve benim haftalardır yaptığımız gibi.” dedi ve kendi odasına geçti. Öğlene kadar imzalanacak dosyalarla uğraşmaya devam eden Bergüzar
“Ee, ilk öğle yemeğimde beni yalnız bırakmayacaksın değil mi?” diyen çok tanıdık sesi duyarak başını kaldırdı.
“Aaa, Ayten… Sen bugün işe başlayacaktın değil mi? Ben onu tamamen unuttum. Ah canım arkadaşım, hoş geldin.” Masasının ardından çıktığı anda birbirlerine sarıldılar.
“Evet, bugün başladım. Çalıştığım alandaki arkadaşlarla tanıştım, bir kişi bana şirketi gezdirdi. Oryantasyonumun bu bölümünde ise seninle olmak istedim. Tabii ara verecek zamanın varsa.” Derken dosya yığınına şüpheyle baktı.
“Var tabii ki. Yemek yemediğimde patronum çok kızıyor.” Diyerek gözlerini devirmesiyle Ayten kıs kıs gülmüştü.
“Nasıl gidiyor? Aranızda bir sıkıntı yok değil mi?” Merakla daha fazla soru sormak istiyor ancak şirkette oldukları için kendine engel oluyordu. Bergüzar da tıpkı onun gibi gülerek
“İyiyiz, iyi gidiyor. Bir ara kızlarla yemeğe çıkalım ve uzun uzun konuşalım.” dedi ve aklına gelen şeyle duraksadı.
“Bu arada Gül ne yaptı? Çalıştığı yerde problem yaşadığı kişiyle sular duruldu mu?”
“Duruldu, duruldu. Gül’e kim dayanabilir ki. Cadının teki!” Bergüzar içi rahatlamış şekilde gülümseyip Alparslan’ın odasına doğru ilerlediği sırada kapı açılıvermişti.
“Ben de size, yemeğe gideceğimi haber verecektim.”
“Tamam birlikte… Aaa, Ayten. Senin burada ne işin var?” Kısa süre önce tanışsalar da Bergüzar ve Toprak’ın ailesi olan kızları hemen öğrenmişti. Ona yaklaşıp tokalaştı ve kızlara anlamaya çalışır gibi baktı.
“Merhaba Alparslan Bey, artık ben de burada çalışıyorum.” Cevabına epey şaşırarak gözlerini Bergüzar’a dikiverdi.
“Ayten’in iş başvurusu yaptığını neden söylemedin Bergüzar?”
“Çünkü böyle bir şeyi bizim söylememize, sizin de duymanıza gerek yoktu. Sedef annenin kızları, işlerini patronun kulağına kaçırılan kar suyuyla değil, bileklerinin hakkıyla alırlar. Bakın, gördüğünüz gibi…” Gururla Ayten’i gösterip omzunu sıvazlayışını izleyen Alparslan kapak gibi cevaba sadece tebessüm etti.
“Doğru, Sedef anne sizinle ne kadar gurur duysa az ama… Ah bir de şu dikenli diliniz olmasa!”
“Gülü seven dikenine katlanır Alparslan oğlum.” Asansörden inip kendilerine yaklaşan kadını gören kızlar heyecanla şakırken, Alparslan duyduğu sözlere ufak bir baş selamıyla karşılık verip gülümsemişti. Kızlar, Sedef annelerini iki yandan sarıp, boynuna sokulduklarında kadıncağız ellerindeki çiçeklerden onlara sarılamamıştı bile.
“Ah benim deli kızlarım, alın bakalım çiçeklerinizi. Yeni işin hayırlı olsun güzel kızım.” Deyip Ayten’e mor lalelerin olduğu kocaman bir buketi uzatmış ve Bergüzar’a dönmüştü. Ona da bembeyaz güllerin olduğu buketi uzatıp, yanağını usulca okşarken
“Sen hep böyle bembeyaz kal olur mu kara kızım. Doğru bildiğinden asla şaşma. Hayat sana ve sevdiklerine hep güzellikler getirsin. Senin gibi…” deyip göz ucuyla Alparslan’a bakarken minnetle gülümsedi ve fısıldadı.
“Yüreği güzel bu adam gibi…” Alparslan mahcup bir ifadeyle başını hafifçe eğerken, Bergüzar’la göz göze geldiler. İkisinin de gözleri ışıl ışıldı. Bunu gören Sedef Hanım onlara tarifi olmayan bir mutlulukla bakıyordu. Ayten ise bu sözlerin asıl sebebini bilmediğinden anlayamamış, pek de üstünde durmamıştı. Çünkü Sedef anne, kolunda asılı olan çantasına uzandı ve içinden dikdörtgen şekle sahip, şık bir ambalajla paketlenmiş olan hediyeyi çıkardı.
“Bu da senin hediyen Alparslan oğlum.” Ne çok büyük, ne de çok küçük olan paketi ona uzattığında Alparslan epey şaşırmış ve şaşkınlığını gizleyememişti. Kızlar merakla paketin içinde ne olduğunu düşünürken Alparslan, Sedef Hanım’a yaklaşıp, tıpkı ayrıldıkları son gün yaptığı gibi önce elini öpüp, alnına koydu, sonra da sıkıca sarıldı.
“Çok teşekkür ederim, böyle bir şeye gerek yoktu Sedef anne.” Derken Sedef Hanım da ufak tefek hâline rağmen ona sıkıca sarılmıştı.
“Damat bey, kayınvalidesinden geçer notu almış bile.” Diye mırıldanan Ayten’in sözlerine gülmemek için alt dudağını kemiren Bergüzar, sevgilisini dikkatle izliyordu. Paketi açıp hediyesine baktığı an gözleri kocaman açılmıştı. Alt dudağını ısırıp Sedef Hanım’a bin bir duyguyla baktı sanki.
“Hayatımda aldığım en güzel hediye. Çok teşekkür ederim.” Birkaç kelimeyi bile yan yana getirmesi zor olmuş, kadına yeniden sarılırken gözleri puslanmıştı.
“Beğenmene çok sevindim. Aslında biz, bu fotoğrafın kaybolduğunu zannediyorduk ama senin geldiğin günün akşamı arşivi karıştırırken bulduk.” Bergüzar daha fazla dayanamayıp yanlarına ilerlemiş ve çerçevenin içine saklanmış fotoğrafı görmüştü.
“Yurda geldiğimiz ilk zamanlarda çekilen fotoğrafımız. Kaybolduğunu zannedip çok üzülmüştük.” Fotoğrafa dikkatle bakıyor, parmağını usulca Toprak’ın yüzünde gezdiriyordu. O yaşlarına ait, birkaç fotoğraftan biriydi bu.
“Toprak’a bakın… Ne kadar küçükmüş ve ne kadar güzelmiş.” Diye fısıldadığı sırada gözünden yaş akıvermişti.
“Sen de küçükmüşsün Bergüzar Hanım… Şu çirkinliğinize bakar mısınız?” Gözünden akan yaşı hızla silmiş, sırtını da usulca sıvazlamıştı. Öğle arasında olduklarından etrafta kimse yoktu, bu yüzden kurallar birazcık esneye bilirdi.
“Çirkin görmesem belki söylediklerinize inanırım Alparslan Bey.”
“Gördüğün o çirkin kesinlikle ben değilim. Bak, Allah yukarıda, çarpılırsın bu bir. Ayrıca nazar değmesin diye çirkin dedim bu da iki…” Bu sözlerle üçü de gülmeye başlarken Bergüzar, gözlerini devirmiş ama dayanamayıp kendisi de gülmeye başlamıştı.
“Egonuz pilot olmuş Alparslan Bey. Bilin isterim.’’ Deyip hediyeleri Alparslan’ın odasına bıraktı. Onların yanına geri geldiğinde Alparslan’ın, Sedef anneyi birlikte yemek yemek için ikna ettiğini görerek gülümsedi. Öğlen arası güzel sohbetlerin döndüğü yemekle son bulduğunda Sedef anne, kızlarını uzun uzun öpüp, Alparslan’ın sırtını sıvazlarken onlara gururla bakmış ve yanlarından ayrılmıştı. Öğleden sonra da hızla geçip mesai saati son bulmuştu ancak Alparslan ve Bergüzar hâlâ kendi odalarında işlerle uğraşıyorlardı.
Masasındaki saate bakıp yerinden kalkan Bergüzar, ağrıyan bacaklarını esneterek Alparslan’ın odasının önüne ilerledi ve kapıyı hafifçe çaldı.
“Gel!” komutunu duymasıyla aklına şirketteki ilk günleri gelince gülmeden edememişti. O zamanlar agresif bir nida taşıyan bu komut, şimdilerde daha naifti. Kapıyı aralayıp içeri girdi.
“Saat yediye geliyor.”
“Hıhıı…”
“Yorgun görünüyorsun.” Derken ayaklarına batan topuklu ayakkabılarına uzanıp çıkardı ve yalın ayak ona ilerledi. Koltuğunun arkasında durup omuzlarını kavrarken
“Yapmam gereken bir yığın iş var ve günün bittiğine inanamıyorum. Sanırım bu geceyi ofiste geçireceğim ama…” başını geriye yasladı ve daha o anda alnına konan öpücüğün keyfini çıkarttı.
“Sen gidebilirsin bebeğim. Ayrıca bu öpücük iyi geldi. Mesainin bitmesine şimdi sevinebilirim çünkü seni öpebilirim.” Kızı kolundan tutup kucağına çektiği anda odayı saran kahkaha sesini keyifle dinlemişti.
“Sen gitmezsen ben de gitmem. Hem burada kalıp yardım edersem işlerin daha çabuk biter.” Kollarını Alparslan’ın boynuna dolamış, omzuna yatmış, kucağında ufacık olmak için bacaklarını karnına doğru çekmişti.
“Dinlenmen lazım. İkimiz de yorulursak işler iyice sarpa sarar. Birimizin ayık kalması lazım Esmerim.”
“Ama çok yorgun görünüyorsun.”
“Sen beni boş ver ve gerginliğinin sebebini söyle. Gerçek sebebini. Gün boyunca Sedef annenin sürpriz ziyareti dışında yüzünü güldüren hiçbir şey olmadı. Öğlen yemeğinden sonra yediklerini kustuğunu biliyorum. Neden, neler oluyor?” diye sorduktan sonra birkaç saniyeliğine sustu ama daha fazla dayanamayıp, sinirine de engel olamadan sorularına devam etti.
“Ender mi, o mu aradı? Onun yüzünden mi gün boyunca gergindi? Bir şey olursa söyleyeceğine söz vermiş…”
“Ender falan aramadı Alparslan, söz verdim ve sözümü tutuyorum. Bana inanmıyor musun?” diyerek parlayan taraf bu sefer Bergüzar olmuştu. Alparslan’ın kucağından inmek için hamle ettiği anda beline sıkıca dolanan kollara sinirle baktı.
“İnanıyorum…”
“Çarşamba günü mahkeme var. Semih yüzünden gergindim.” Bağırır gibi verdiği bu cevapla Alparslan gözlerini kapatıp derin bir iç çekti.
“Ben onu tamamen unutmuştum.”
“Ama ben unutmadım. Ne onu, ne de yaşadığım o anları unutmadım. Unutamam da. Ama iki gün sonra mahkemeden çıkacak kararı biliyoruz. Tüm suçlamalar bir şekilde kalkacak ve o sapık herif serbest kalacak. O gece beni bulan koruma dışında görgü tanığı yok, darp raporum dışında kanıt yok.” Kollarını sıkıca ona dolayıp alnını öperken hâlâ kendine kızıyordu. Aşkından ayakları yerden kesilmişti, bir de durduk yere sevdiği kadından şüphe etmişti.
“İnanmıyorsun değil mi? İçinde bir yerlerde hep şüphe kalıyor.”
“Hayır, hayır Bergüzar öyle değil. Ben… Seni öyle görünce aklıma sadece Ender geldi. Birkaç hafta önceki Bergüzar gibiydi. Gergin, tedirgin, hiçbir şey yemeyen, yediğini de kısa süre sonra çıkartan o kadın geri gelmişti. Yeniden aradı zannettim, korktun zannettim. Bergüzar…” Kızın yüzünü kavradı ve yaşlar dolan gözlerine ıstırapla baktı. Kalbini kırmıştı, gözlerindeki ifadeden bunu rahatlıkla anlayabiliyordu.
“Böyle bakma Esmerim… Böyle bakma. Özür dilerim, çok özür dilerim. Ben sana inanıyorum. Yemin ederim inanıyorum. Bundan sonra bu konuda ağzımı bile açmayacağım. Seni ajan gibi takip etmeyeceğim. Yakın koruma dışında hiçbir takip yok. Çünkü bir şey olursa senin bana geleceğini biliyorum. Söz veriyorum.” Dese de kahverengi cennetinde değişiklik olmamıştı. Kırgınlık yerli yerince duruyordu.
“Bu kafayla nah çalışırım.” Deyip koltuğunu hızla geri itti, kızı kucağından indirmeden ayaklandı. ‘Ne oluyor, ne yapıyorsun?’ gibi sorularını duymazdan gelip yatak odasının duvar görünümlü kapısını açtı ve kapattı.
***
Yüzüne yapışan saçların bunaltıcılığıyla gözlerini aralayan Bergüzar, tavanı kaplayan aynanın yansımasında kendini görünce ürkmüştü. Bir an ne olduğunu anlayamasa da sonradan aklı başına geldi. Şu an Alparslan’ın ofisindeki yatak odasındaydı. Aylar önce bu yatakta sızıp kalan Alparslan tarafından öpüldüğünü, ‘gitme’ dedi diye sol tarafta duran kanepede uyuduğunu anımsayarak gülümsedi. O günden bugüne çok uzun zaman geçmiş gibiydi. Üstündeki örtüyü kenara doğru atıp bacaklarını yataktan sarkıttı. Alparslan’ın başucundaki gece lambası sayesinde oda biraz olsun aydınlıktı. Etrafındaki eşyaları ayırt edebiliyordu. Yerde duran beyaz gömleğe uzanıp üstüne geçirdi ve tam ortadaki bir düğmesini ilikledi. Gömlek omuzlarında duramayıp, biraz aşağı inse de umursamadı.
Çıplak ayaklarının parmak uçlarına basarak yatak odasının kapısına ilerledi. Alparslan yanında değildi ve şu an masasında harıl harıl çalıştığına emindi. Kapıya varıp onu tam da tahmin ettiği gibi bulunca gülümsedi. Bu adam gerçekten işkolikti. Eksik çalışmaları bu gece tamamlayacağım demişti ve tamamlıyordu da. Bütün gün nefes almadan çalışmış, zaten yorulmuştu. Bir de uzun süre sevişerek efor harcamıştı. Normal bir insanın deliksiz uyuması, hatta uyurken bile fiziksel ve zihinsel yorgunluğunun ağrılarını çekmesi gerekirken o hâlâ çalışıyordu.
Bergüzar ilk şaşkınlığını atıp ona daha dikkatli baktığında yavaş bir soluk aldı. Altında siyah bir şort vardı ama üstü çıplaktı. Neden yarı çıplak çalıştığına anlam veremese de manzaradan şikâyetçi değildi.
“Beni yalnız bırakıp, yeniden çalışmaya dönmen kalbimi kırdı. Hâlbuki kalan tüm enerjini tükettiğimi düşünmüştüm.” Alparslan gözlerini kâğıtlardan ayırmadı ama yüzündeki yarım gülüşü de gizlemedi.
“Enerjimi kolay kolay bitiremezsin Bergüzar Hanım… Ben, toy delikanlı mıyım?” İşte şimdi başını kaldırmış, aynı gülüşle karşısındaki kadına sadece birkaç saniye bakabilmişti. Üstünde düşecek gibi duran gömleğiyle yarı çıplak karşısında durduğunu fark ettiği anda göz bebekleri resmen kararmıştı.
“Sen o toy delikanlıları cebinden çıkarırsın Alparslan Bey.” Derken omuzunu kapıdan ayırıp sakin adımlarla masanın önündeki koltuğa ilerledi. Oturup ayaklarını kendine çektikten sonra sağ omzu üstüne yatarak, gözleriyle her hareketini takip eden adamı izlemeye başladı. Saçları dağılmış, karmakarışık olmuş, alnına dökülmüştü. Sağ omzunun üstünde tırnak izleri vardı, kıpkırmızı izlerin sebebi olan tırnaklarına bakmamak için kendine engel olmaya çalışırken
“Onu ben mi yaptım?” diye sormasıyla Alparslan kıs kıs gülmeye başlamıştı. Dirseklerini masaya dayayıp öne eğildi. Aralarındaki mesafeye rağmen bu hareket Bergüzar’ı heyecanlandırmıştı. Sanki uzansa dokunacak ve birkaç saat önceki ateş yeniden harlanacaktı.
“Başka kim yapacak Esmerim?” Cevap vermedi, sadece onu izlemeye devam etti. Bu sırada az önceden beri fark etmediği sese kulak verdiğinde Alparslan, pür dikkat şarkının sözlerine vereceği tepkiyi izliyordu. Onun ne kadar kıvrak zekâlı bir kadın olduğunu biliyordu, bu yüzden de şarkının sözlerinin kendisine bir mesaj olduğunu anlayacağına hiç şüphesi yoktu. Yavaşça ses sisteminin kumandasının tuşlarından birine dokundu. Odadaki ses artarken Bergüzar’ın bakışları derinleşmişti. Kahverengi hareleri puslanmış, burnunun ucu kızarmış, dudağı bükülmüş, bu yüzden de çenesi içe çökmüş ve titremişti.
Yerinden kalkıp onun yanına ilerledi. Koltuğun iç tarafına uzandı, Bergüzar’ı göğsüne çekip kulağına eğildi. Göğsüne yaslanan sırtın titremesiyle iç çektiğini anlarken, kulağının altına uzun bir öpücük bıraktı.
“Ağlama… Sadece dinle. Bence bu şarkı bizi anlatıyor. Benim sana olan aşkımı.” Sevcan Orhan’ın yanık sesi odayı doldururken Bergüzar’ın yanağından da yaşlar süzülmeye başlamıştı. Bir insan, bir insanı böyle sever miydi? Biri anlatsa masal derdi, hayal derdi, abartıyor derdi de, benim başıma gelir demezdi. Hızla Alparslan’a doğru dönüp göğsüne sokuldu. Sıcacıktı. Ev gibi, yuva gibi. İlk kez kardeşi dışında birine bu kadar yakın, gönülden bağlı, ait hissediyordu. Bedenine dolanan kollara karşılık vermek ister gibi o da kollarını sevdiği adamın boynuna dolamıştı ki kulağına fısıldanan naif sesini duydu.
O Yandırıp Kalbimden Meni (O benim kalbimde yaktı)
Ebedi Yanar Bir Sevgi Meşeli (Sonsuz yanan bir sevgi ateşi)
O Sevmeyip Terk Etse Meni (O sevmeyip terk etse beni)
Deli Olaram Inan Onsuz Deli (Deli olurum inan onsuz deli)
Gözlerim Onu Görüp (Gözlerim onu gördü)
Yüreğim Onu Sevip, Onu Sevip (Kalbim onu sevdi)
Onu Severem Onu Men (Onu severim onu ben)
Ona Kalbim Söz Verip (Ona kalbim söz verdi)
Bağırmadığı zamanlarda da hoş, otoriter, erkeksi bir sesi vardı ama bu seferki öyle değildi. Alparslan çalan şarkıya eşlik ediyordu ve bunu çok güzel başarıyordu. Bergüzar, her zaman olduğu gibi gözlerini kocaman açarak başını kaldırdığı anda muzip bakışlarını gördü. Şaşırttığının farkındaydı ve bu, hoşuna gitmiş gibi görünüyordu.
Vurulmuşam Bir Yara (Âşık oldum bir yâre)
Gözü Kaşı Kapkara
Derken parmak uçlarıyla gözünü kaşını sevdiğinde Bergüzar buna daha fazla dayanamayacağını sandı. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki solukları yetişmiyordu. Zaten dip dibe ve yarı çıplak olmak zordu, bir de böylesi duygular yaşamak ânın ritmini arttırıyordu. Alparslan ise dünyayla bağını kesmiş gibi hâlâ şarkıya eşlik ediyordu.
Çok Heyif Açıb Eşgimi (Çok yazık açıp aşkımı)
Ona Söylemeye Utanıram Men (Ona söylemeye utanıyorum)
Onu Görenden Beri (Onu gördüğümden beri)
Unutmuşum Dertleri (Unutmuşum dertleri)
Sevecek Bir Gün Beni (Sevecek bir gün beni)
Ben Sevdiğim Gibi Inanıram (Ben sevdiğim gibi inanıyorum)
Şarkı bitti, odaya sessizlik çöktü. Gözleri bir an bile birbirinden ayrılmazken
“Ben sana inanıyorum Esmerim. ‘Ben sevdiğim gibi inanıram’. Sakın ola bir daha bana, öyle kırgın, küskün, üzgün bakma.” Demesiyle kızı kucağında, boynuna sokulmuş bulması aynı anda olmuştu.
“Seni seviyorum Koca Adam… İyi ki varsın.” ‘Koca adam’ demesine önce şaşırsa da gülmeden ve onu sımsıkı sarmadan edememişti.
“Ben de seni seviyorum Esmerim… Sen de iyi ki varsın.” Bir an durdu. Dili durdu, sesi sustu ama elleri için bu geçerli değildi. Kendi gömleğinden içeri sızıp, sevdiği kadının tenine dokunurken keyifle homurdandı.
“Gömleğim bana bu kadar yakışmıyordu Esmerim. Gömleklerimi daha çok giymelisin.” Bu sözlerin ardından dudakları birleştiğinde Ankara’ya gün doğmak üzereydi.
O günün sabahına da diğer günlerin sabahına da birlikte uyandılar. Bergüzar’ın gergin olmasına sebep olan duruşmaya birlikte gittiler. Davalı Semih, Davacı Bergüzar, olayın görgü tanığı olan koruma yeniden dinlendi. Darp raporu incelendi, Semih’in tutuklama esnasında kaçıp, kamu malına verdiği zarar hâkimlerin dosyalarında yer alıyordu. Yeniden gözden geçirildi.
Bergüzar, hâkim karşısında yaşadıklarını anlattıkça Alparslan’ın yüreğine bir ağırlık çöktü. İçinde kıyametler kopuyor, takım elbisesi içinde şık şıkıdım duran şerefsiz heriften gözlerini alamıyordu. Boynunu tutuverse gövdesinden ayırırdı, biliyordu. Bunu yaparken de zerre şüphe duymaz, üzülmez, insanî duyguları devreye girmezdi. O şerefsiz, Bergüzar’a saldırırken insanlığı neredeydi ki ona insanlık besleyecekti.
Alparslan tüm bu duygu ve düşüncelerle boğuşurken, götünü sağlama alan Semih ne acı ki yine paçayı ağza bal çalmak tabirine yakışır bir cezayla kurtarmıştı. Bergüzar, ‘ben demiştim’ diyen bakışlarıyla sevdiği adama bakıp başını hafifçe sallarken, Semih’i bekleyen asıl cezadan bir haberdi. Salondan çıkıp, kapının önündeki araca geçtiklerinde Bergüzar’ın ağzını bıçak açmıyordu. Araç usulca hareket edecek gibi olduğunda Alparslan şoförüne kısa bir bakış attı, araç durdu.
Adliyenin merdivenlerinden zafer kazanmış edasıyla inen Semih’e çevirdi bakışlarını. Yüzünde bu gülümsemenin bir daha beliremeyeceğinin bilinciyle sırıttı. Öyle kin dolu, öfke dolu bir gülüştü ki bu Bergüzar bile ürpermişti. Bir şey olacağını anlayıp gözlerini Semih’e çevirdi. Aracına binmek üzereyken yanına hızla gelen adamın elindeki bıçağı fark etmesiyle, bıçağın Semih’in kasıklarına saplanması aynı anda olmuştu. Ağzı açılmış, çığlık atacak olmuş ancak şaşkınlıktan sesi çıkmamıştı.
“Adalet şimdi yerini buldu. Gidebiliriz!” diyen buz gibi sesle yerinden sıçrayıp, ilk kez görüyormuş gibi yemyeşil gözlere baktı. Evet, ilk kez görüyordu. Nefreti, öfkeyi, kini, intikam hırsını o gözlerde, gerilmiş bedeninde, kaslarının her zerresinde ilk kez görüyordu. İlk kez ondan korktuğunu hissetti. Öfkesi gözünü bürüyünce yapamayacağı hiçbir şey olmadığını anladı. O öfkeden nasiplenmediğine ise şükür edecek hâle geldi. Ya gerçekleri öğrenemeseydi, sebeplerini anlamasaydı? Karşısında böyle bir adam mı görecekti? Bu, hayalindekinden bile korkutucu bir adamdı.
Alparslan’ın hiç görmediği bir yüzüyle daha tanışırken aklında dönüp duran bu düşüncelerle savaşıyordu.