6.BÖLÜM

Saat 17’yi gösterdiği an, koşar adım çıktı vilayet binasından ve hemen aracına geçti. Lojmana vardığında kendi evine girmeden Metehan’ın evinin kapısını çalmıştı. Yusuf Yüzbaşı kapıyı açtığında yüzündeki memnuniyetsiz ifadeyi görerek kaşlarını çattı.

“Affedersiniz ama bu adam ağzıma sıçtı. Neymiş, beyefendiye sizin gibi bakamıyormuşum. Ben Vali Hanım değilim, dedim. Olamazsın zaten dedi bana. Saatlerdir saate bakıyor, mesai bittiği andan beri dakikaları sayıyor. Azıcık aklı vardı, onu da size âşık olunca yitirdi. Hastayken de hiç çekilmiyor Allah affetsin. Gidiyorum ben.” Yusuf paldır küldür evden çıkıp giderken, Nazenin onun ardından şaşkın şaşkın bakıp kalmıştı.

Eve girip kapıyı kapattı ve salona ilerledi. Koltukta uzanmış, arkasındaki kırlentlere sırtını dayamış, üstündeki battaniyenin altındaysa kaybolmuş adamın asık suratına baktı. Salonda uğuldayan televizyonun sesini kısıp Metehan’a döndü.  Gülmemek için çabalarken “Ne yaptın da Yusuf’u delirttin?” diye sordu.

“Senden başkası bana bakmasın, istemiyorum. Ayrıca…” deyip kadının kolunu kavradığı gibi koltuğa çekti ve yanına oturttu. “Özledim seni.”

Nazenin, çocuk gibi surat asmış, homurdanarak konuşan adama bakarken kahkahasına engel olamamıştı. “İleride huysuz bir ihtiyar olacaksın. Ve ben seninle nasıl baş edeceğim bilmiyorum,” derken Metehan’ın alnına dokundu. Alnındaki sıcaklık yok olmuştu. Elinin tersiyle Boynuna dokundu bu kez ve bir an bekledi. Orada da sıcaklık hissetmeyince rahat bir nefes aldı.

“Ateşin düşmüş. Duş aldın, değil mi?”

“Aldım,” dedi aynı huysuz ses.

“Neden bu kadar huysuzsun? Ben yokken ne oldu?” Metehan iyice astı yüzünü ve homurdanarak konuştu.

“Beni kimseye emanet etme. Sonra dalga geçiyorlar.” Nazenin şaşkınlıkla ona bakıp neler olduğunu anlamaya çalıştı.

“Kim dalga geçiyormuş beni şapşal bordomla?”

“Götü bokluların diline düştüm. Bunca yıldır hasta olmayan adammışım. Bana bakacak, naz yapacağım kadını bulunca hemen hasta olmuşum. Dalga geçtiler benimle.” Nazenin duyduğu sözlerle içine içine gülerken, Metehan’ın yüzünü kavrayıp yanağına yaklaştı.

“Kıskanç onlar. Sen boş ver onları,” der demez daha fazla dayanamayıp yüzünü adamın boynuna gömmüş ve kahkahalarla gülmeye başlamıştı.

“Çocuk musun sen? Buna mı surat asıyorsun? Yahu buna takılınır mı hiç?”

“Ama çok dalga geçti vicdansızlar. İyileşince hepsinin ağzına sıçacağım. Beklesin onlar. Hele bir iyileşeyim.” Nazenin, onun hırsla söylediği sözlerle daha da gülerken geri çekilip, yüzünü yeniden kavradı ve burnunu burnuna usulca değdirdi.

“Komutan kimmiş göster onlara bebeğim.”

“Göstereceğim!” diye dişlerini sıkarak homurdanan adamın yanına sokulup battaniyenin altına girdi ve başucundaki sehpada duran telefonu işaret etti. “Alabilir miyim?” diye sordu telefona dokunmadan ve Metehan başını sallayıp, “Al tabii,” diyerek izin verince aldı telefonunu.

“Kilidini ve timin mesaj grubunu açar mısın?” Metehan bir an duraksadıysa da onun ne yapacağını anlamıştı. Keyifle sırıtarak telefonun yanına parmağını dokundurdu. Telefonu onun elinden almadan kilidini açtı ve göğsüne yaslanan kadına sıkıca sarılıp, ne yapacağını görmek için onun omzunun yanından ekrana bakmaya başladı. Nazenin, Pençe Timi yazan mesaj grubuna girip mesaj yazmak için boş satıra dokundu. Böylece klavye açılmış oldu.

‘Bittiniz oğlum siz. Bu adam hafta başında turp gibi dönecek. Yaptığınız goygoyun acısını nasıl çıkartır bilmem ama o acı size bir ömür yeter. (Vali)’

Yazıp mesajı gönderdiği anda Metehan kahkahayı basmış, Nazenin ise bir mesaj daha atmıştı.

‘Albayım saygılar. (Vali)’

Grupta Albay’ın olduğunu mesajı gönderdikten sonra fark etmişti ama ona fark etmezdi. Nazenin laf sokacaksa eğer her şartta, her durumda yapardı bunu. Metehan yazdığı ikinci mesajı görünce daha da gülmüş, onu göğsüne bastırıp şakağından öpmüştü.

“Senin havanı ne yapacağız Vali’m?” derken kıs kıs gülüyor, Nazenin ise umursamazca omuzlarını silkiyordu ki kadının yüzünü yüzüne çevirip birleştirdi dudaklarını.

“Özledim…” deyip usulca, kadının altdudağını dudaklarının arasına aldı ve uzun uzun öptü. Tam üstdudağına yönelmişti ki Nazenin’in elinde tuttuğu telefon çalmaya başladı. Dudakları ayrılmasa da Metehan göz ucuyla ekrana bakmış ve gülmüştü.

“Albay arıyor… Görüntülü olarak!” demesiyle Nazenin de güldü ama biraz da telaşlanmıştı.

“Bu şekilde cevap vermemiz çok ayıp olur. Artık uzaklaşsan mı komutan?”

“Açmasak…” diye fikir öne süren adamın sesindeki huysuzluğa güldü yine.

“Açmazsan o da sana çektirir biliyorsun değil mi?” Birbirlerinden ayrılıp aynı anda dudaklarını kemirdiler. İkisi de birbirinin dudaklarına baktı hoş bir tebessümle ve sonunda telefona döndüler. Metehan üstlerindeki battaniyeyi ayaklarıyla itip doğruldu. Koltuğa normal şekilde oturup Nazenin’i de yanına çekti. Ardından aramayı cevapladılar.

“Deli, deliyi Akdağ’da bulurmuş.” Albay’ın ilk sözü bu olurken Metehan ve Nazenin gülmeye başlamıştı.

“Ne yaptılar oğlum sana bu tekil horozlar?” diye Metehan’a merak ettiği soruyu sorunca Metehan’ın yüzü yine asılmıştı.

“Dalga geçti it horozlar, komutanım. Hasta oldum diye alay ettiler. Bakacak hanımı buldun, hasta olursun tabii dediler bana.” Albay basmıştı kahkahayı. Bir süre gülüp keyifle sırıtarak ekrandaki ikiliye baktı.

“Eee, pek de haksız değiller he Metehan? Biz senin hasta olduğunu görmüş adamlar değiliz. Nazenin Hanım’ı bulunca bağışıklık sistemin koyverdi kendini herhalde.” Nazenin, kızaran yanaklarına inat tebessüm ederek Metehan’a dönmüş ve göz göze gelmişlerdi.

“Yapma komutanım ya. Bari sen yapma. Günlerce köyün ayazında donduk. Ülkenin bir yerine yaz geldi, bizim köylerde hâlâ ayaz var. Şehir merkezi oraların yanında Muğla mübarek.”

“Dedi; karların içinde yatan komando,” deyip biraz daha gülmüş ve bu kez Nazenin’e odaklanmıştı.

“Bizim kız, iyi bak oğlumuza. Ama iyi gördüm aslan parçasını. Sabah sesi bile çıkmıyordu. Seni görünce şakımaya başlamış.” Bu sözlerle Metehan bile renk atmıştı sanki. Gözlerini ekrandan kaçıran gençlerin daha fazla üstüne gitmeyip, “Dikkat edin birbirinize. Haberdar edin arada,” diyerek kapattı telefonu.

Nazenin bir süre önüne bakıp suratının normale dönmesini beklerken, Metehan keyifle onu izlemişti. Sonrasında Nazenin üstünü değiştirmek için evine gidip geldi ve birlikte yemek yediler. Sofrayı toplayıp ocağa çayı koyan kadın salona geri döndüğünde, Metehan’ı boş gözlerle televizyon ekranına bakarken buldu. Düne ya da sabaha göre daha iyiydi ama yorgun olduğu aşikârdı.

Sessizce ona doğru yaklaşıp koltuğa oturdu ve battaniyenin altına girdiği gibi uzanıp adamın koluna yattı. Sırtı Metehan’ın göğsüne yaslı, yüzü ise televizyona dönüktü. Bu sırada, battaniyenin altından belini kavrayan ve karnının üstüne yerleşen elin üstüne elini koyup parmaklarını kenetledi.

Adamın yüzünü saçlarının arasında ve boynunun girintisinde hissedip titrerken, “Dün üzüldün. Ama üzülme,” diye kulağına fısıldadığını duydu. Hâlâ hastanedeki muayene sonrasında yaşadığı ruh hâlini dert eden Metehan’a döndü yüzünü ve onun gibi fısıldadı.

“Korktum. O izlerin yanına yenilerinin eklenmesinden… Belki de…” deyip sustu ve gözlerine dolan yaşlara engel olamadan devam etti:

“Seni kaybetmekten korktum.” Metehan kadının güzel yüzünü sevdi elinin sırtıyla bir süre. Sonra zor da olsa konuştu.

“Korkma… Bunu daha öncede konuştuk değil mi? Neyden korkarsan, o senin sınavın olur. Beni kaybetmekten korkma ki bununla sınanma, güzelim. Ben nefes aldığım sürece hep sana döneceğim. Yalnızca bunu bil ve bunu düşün. Başka ihtimalleri değil.”

“Evet, daha önce de konuştuk ama sen söyle bakalım komutan. Sen korkmuyor musun? Başkanla yaptığım görüşmeyi duymuşsun,” dediğinde Metehan’ın kaşları çatıldı. Yüzünün rengi resmen koyulaştı ama cevap verdi usulca.

“Korkuyorum. Bu korku beni çıldırtıyor. Mantığımı yitirmeme sebep olacak kadar çıldırtıyor hem de. Ben, seni içime katıp saklamak istiyorum. Hem de sana her sarılışımda. Benden başka kimsenin gözü değmesin istiyorum. Sana değecek gözleri bile kıskanırken senin canını, kanını isteyen birileri olduğunu bilmek… Zor… Çok zor.”

Nazenin onun yüzündeki endişeyi, kederi gördü yine. Korku gözlerine perde misali inmiş ve o güzel kahve hareleri örtmüştü sanki.

“Korkma…” dedi onun gibi. Neye dayanarak ya da inanarak dedi bunu bilmiyordu. Korkulacak bir durum içindeydi biliyordu ama onun gözlerinde korku görmeye dayanamıyordu.

“Bana korkma dedin… Sen de korkma,” deyip sokuldu Metehan’a doğru ve dudaklarını birleştirdi. Az evvel gerçekleşmeyen kavuşma bu sözlerin ardından yaşanırken ikisinin de kalbi sıcacık oldu.

“Film izlemeye ne dersin?” Aralarındaki atmosferi bozmaktan korkar gibi soruyu fısıltıyla soran adama gülümseyen Nazenin, onun gibi fısıldayarak cevap verdi.

“Olur.” İkisinin de merak ettikleri bir filmi bulup izlemeye başlayacakları sırada telaşla ayaklanan Nazenin koşar adım mutfağa giderken, “Mısırsız olmaz,” diyordu. Onun ardından tebessümle bakıp, “Mısır önemli,” diyen Metehan ise uzun bacaklarını orta sehpaya uzatmış ve keyifle soluk almıştı.

“Evde hatun olması bu kadar güzel bir şey miymiş ya?”

“Söylediklerini duyuyorum.” Nazenin’in sesini duyurmak için bağırarak söylediği bu sözlere gülerken, “Duy, hatta yanıma gel daha güzellerini söyleyeyim, yavrum,” demekten ve kahkaha atmaktan kendini alamamıştı.

Beş dakika sonra salondan içeri giren Nazenin, ışığı kapatıp elindeki bir kap dolusu patlamış mısırla Metehan’ın bacaklarının üstünden atlayacaktı ki, beline sarılan kollar buna engel oldu. Bir anda kendini adamın kucağında bulunca çığlık atmış, ardından da birlikte gülmeye başlamışlardı.

“Evde diyorum, hatun olması güzelmiş diyorum. Böyle cıvıl cıvıl geziyor…” kadının kulağına sokulmuş bu sözleri sıralarken elleri boş durmuyordu. Nazenin’in çiçek desenli elbisenin açıkta bıraktığı bacaklarına dokunup kesik kesik nefesler alırken artık tek kelime etmiyordu.

Çünkü dudakları kadının boynuna dayanmış, tenine küçük öpücükler bırakıyor, onun da nefesini kesiyordu.

“Metehan…” diye fısıldayan heyecanlı sesi duyup homurdanırken Nazenin’in elindeki mısır kabını alıp yan tarafında bir yere gelişigüzel bıraktı. Elleri bomboş kalan genç kadın ise ne yapacağını şaşırmış hâlde onun ellerine tutunmuştu.

“Ben senin bu güzelliğinle çok yaşamam, Nazenin Hanım. Yüreğime indireceksin…” deyip az önce öptüğü boynuna dişlerini geçirdi hafifçe. Bu esnada ise ellerini elbisenin eteğinden içeri sokup bacaklarına sürtünerek yukarı çıktı.

Teninde dolaşan ellerin ve parmakların yaşattığı heyecanla soluğu kesilen Nazenin, zar zor gözlerini araladı. Başını hafifçe döndürdü ve televizyondan yayılan ışık sayesinde adamın arzuyla puslanmış gözlerine baktı.

“Sen hasta değil miydin?” Fısıltıyla gelen bu soruya sessizce gülen Metehan, “Şifam sensindir. Hmm… Olamaz mı?” Dediğinde Nazenin kızaran yanaklarını nasıl saklayacağını bilememişti. Onun bu hâli Metehan’ı daha da güldürürken, “Gel…” diye fısıldadı. Nazenin ise bir an bile duraksamadan adamın kucağında dönüp yüzünü onun boynuna sakladı.

“Sen utanabiliyor muydun, Vali Hanım?” Mırıldanarak sorduğu bu soruya kendisi gibi mırıldanıp omuzlarını silken kadının beline bir koluyla sararken, boştaki eli ise bacağının üst kısmını kavrayıp usulca okşamaya başlamıştı.

Kendisine doğru dönüp oturduğundan elbisesi aralık olan bacaklarının bir hayli üstüne çıkmış, Metehan’ın dokunuşlarını ise kolaylaştırmıştı. “Senin dilin açılmış komutan. İyileşmişsin sen. Ben de yarın ve yarından sonrası için yıllık iznimden kullanıp sana bakayım diye düşünüyordum da…” durup adamın ense kökündeki saçları usulca çekti.

“Gerek yokmuş,” demesiyle elini kavrayıp parmaklarını birbirine kenetleyen Metehan fısıltıyla ve şaşkın şaşkın konuşmaya başladı.

“Sen ciddi misin?” Sorusunu sorarken bir yandan da başını geriye atıp Nazenin’in gözlerini görmeye çalışıyordu.

“Hmm, çok ciddiydim ama gerek yokmuş dedim ya. Sen iyileşmişsin hayatım,” demesine kalmadan bacaklarında dolanan ellerden biri daha içeri ve yukarı ilerleyip bel boşluğunu kavradı, bedenlerini birbirine yaklaştırdı.

“Ne demek gerek yokmuş. Var, gerek var. Sensiz iyileşemem. Çok hastayım Nazenin. Valla bak…” az önceden beri dimdik duran omuzlarını düşürüp boynunu bükerken yorgunmuş gibi soluk alıp usulca verdi.

“Ateşim de var,” derken alnını kadının dudaklarına dayamış hâlâ, “Bak…” diyordu.

“Hmm, ateşin var doğru da…”

“Da’sı ne? Var işte.” Nazenin aniden çıkışan adama gülüp, “O ateşin sebebi başka gibi komutan,” demiş ve dudaklarına yaklaşmıştı. Metehan bir soluk mesafesindeki dudaklara bakarken yavaş yavaş kıvrılışlarını da izliyordu.

“Neymiş sebebi?” Sorusuyla o kıvrımlar büyüdü ve Nazenin gözlerine bakarken fısıldadı.

“Benim sanki!” İşte bu cevapla homurtu koptu boğazından ve tek hamleyle kadını yatağa resmen fırlatıp üstüne eğildi. Elbisesinin sıyrıldığı bacaklarının arasına girerken bir yandan da tenini okşayarak ona daha da yaklaşıyordu.

“Vali…”

“Söyle komutan…” ikisi de derin nefesler aldığı için birbirlerine çarpan göğüsleri, durumu hiç kolaylaştırmıyordu.

“Sen ikimizi de yakacaksın.”

“Yok ya… Yakacak olan sensin bence Kılıçarslan,” diye fısıldarken adamın eline uzanıp parmağındaki yüzüğün üstünde bulunan deseni okşadı. Birbirine geçmiş iki kılıcın gölgesinde duran aslan kafası detayı ilk gördüğü andan beri hoşuna gidiyordu. Yaptığı bu hareketi fark eden Metehan ise belli belirsiz gülümseyerek ona yaklaştı ve dudaklarının üstünde durdu.

Yakarım, dersem ne dersin?” Zar zor yutkunan Nazenin dudaklarını aralayıp, “Dur…” dedi ve bir soluk daha alarak devam etti.

Dur, derim. Şimdi değil, her şey bu kadar karmakarışıkken değil, derim.” Aldığı cevapla duraksayan Metehan alnını kadının alnına yasladı yine. Gözlerini kapatıp soluklandı ve ardından mırıldandı.

“Peki ya öpeyim, dersem…”

Öp, derim…” hiç bekletmeden ve tereddüt etmeden gelen bu cevapla dudaklarını birleştirip uzun uzun öptü Nazenin’i. Ne zaman soluğu tükendi ciğerlerinde o zaman ayrıldı kadının dudaklarından.

“Hadi… İzleyelim şu filmi,” deyip yavaşça bedenini yana bıraktı ve koltuğa uzanırken kadını kolları arasına aldı. Nazenin ise dudaklarında hissi kalan öpücüğün etkisinden çıkmaya çalışırken önündeki sehpada duran kumandaya uzanıp filmi başlattı.

***

“Komutanım, çay demledik. Daha iyiyseniz siz de gelin demek için rahatsız ettim,” diyen Hamdi’nin omzunu kavrayıp sıktıktan sonra kapının ardındaki anahtarı eline alıp kapıyı kapattı.

“Sağ ol aslanım. Daha iyiyim. Çay da iyi gelir.” Alt kata inen merdivenlere yönelmişlerdi ki, Hamdi birkaç soluk alıp ensesini sıkıntıyla kaşıdı. “Şey, komutanım…”

“Vali Hanım daha gelmedi. Geldiğinde onu da çağırırsınız aslanım.”  Hamdi, tuttuğu soluklarını bir anda verip başını salladı ama hâlâ bir şey söylemeye çalışır gibi bir hâli vardı.

“Söyle…”

“Nasıl anlıyorsunuz komutanım?”

“Neyi? Aklınızdan geçenleri mi?” Hamdi yine şaşkın şaşkın göz ucuyla komutanına bakıp başını sallamıştı.

“Evet…”

“Hepinizi tanıyorum oğlum ben. Diliniz söylemese de gözünüzün bebeğinden anlıyorum. Siz sadece benim askerim değilsiniz. Silah arkadaşım, can yoldaşım, sırtımı yasladığım dağ, canımı emanet ettiğim kardeşlerimsiniz. O yüzden sizi tanıyorum, biliyorum. Tam da olması gerektiği gibi,” deyip genç adamın omzunu usulca sıktı ve tebessüm etti.

“İnşallah bir gün ben de sizin kadar iyi bir komutan olabilirim, komutanım,” derken ki o heyecanı, isteği, şevki, Hamdi’nin gözlerinde görmüştü Metehan.

“Olursun tabii aslanım. Ben o kadar da ahım şahım biri değilim. Beni gözünde büyütme bu kadar. Sen, benden bile iyi bir komutan olacaksın inanıyorum.”

“Siz kendinizi bu sözlerle normalleştirmeye çalışıyorsunuz ama herkes sizin nasıl bir asker olduğunuzu biliyor komutanım. Siz…”

“Ben ne?” derken basamakları yavaşça iniyor, bir yandan da göz ucuyla yine Hamdi’ye bakıyordu.

“Siz efsanesiniz komutanım. Operasyonlardaki başarılarınız asker olmaya hazırlanan gençlerin dilinde ve dilden dile dolaşıyor.”

“Hmm… Öyleymiş. Duyuyorum,” deyip bıyık altından gülerken Yusuf, Günay, Ahmet ve Hamdi’nin birlikte yaşadıkları eve girdiler.

Elindeki çay tepsisiyle salona ilerleyen Uygur, “Oo, komutanım sizi iyi gördüm. Hoş geldiniz,” deyip gülümsemişti.

“Adil, sen de şu poğaça ve keki içeri götür,” diyen başka sesle duraksayan Metehan tebessüm etti. “Kızlar yine tim günü yapıyor galiba. Yaşadık.”

Salona girdiği anda, “Hoş geldiniz, komutanım. Geçmiş olsun,” diyerek ayaklanan Ahmet’e başıyla selam verdi. “Sağ ol, koçum,” dedi ve üçlü koltuğa oturdu. “Abi hoş geldin.” Sesleriyle başını çevirip, Yeliz ve Figen’i görürken gülümsemişti.

“Hoş buldum, kızlar. Sağ olun. Ayrıca ellerinize sağlık yine bir sürü şey hazırlamışsınız.”

“Ne demek abi, afiyet olsun. Sana da şifa olsun…” bir an duraksayan Figen sırıtarak, “Demişken senin şifacın nerede abi?” diye devam edip ortamda kısık sesli gülmelere sebep oldu.

“Allah, sizin dilinize düşürmesin.”

“Aaa, neden öyle diyorsun abicim ya? Yengemizi merak etmemiz suç mu?” Bu kez konuşan ve kıkırdayan Yeliz’di. Metehan kızlara bakıp gözünü devirirken, “Çalışıyor yengeniz. Her zamanki gibi,” dedi. Bir yandan da çay bardaklarından birini eline alıyordu ki kendi cevabına duraksadı. Nazenin için yengeniz, demişti. Hoşuna da gitmişti bu sıfat. İçini kıpır kıpır etmişti. Yenge… Nazenin yenge. Göğsünde sıkışan kahkahasını yutkunarak bastırmaya çalışırken çayından yudumladı. Tam çayını yutacaktı ki, Yusuf’un, “Allaaahhh!” diye bağırmasıyla irkilip çayı soluk borusuna kaçırdı ve öksürmeye başladı.

“N’oluyorsun lan manyak herif?” diye onun gibi bağırırken hâlâ öksürüyordu.

Yengeniz, dedin abi. Kabul ettin.” Yusuf’a dikkatlice bakıp gözlerini devirirken, “Kabul etmeyecek ne var ulan? Çocuk muyuz biz? Köşe bucak saklanacak hâlimiz yok,” demiş ve boğazındaki acıyı gidermek için derince soluk almıştı.

“Kabul ettiğiniz bu durumu Seyfettin Paşa’nın da kabul etmesini diliyorum, komutanım. Amin inşallah,” diyen tanıdık sesle sağ omzunun üstünden evin kapısına doğru baktı. Yüzünde şaşkın bir ifade oluşurken hızla ayaklanıp bardağını sehpaya bıraktı.

“Laaan, Aybars…” derken kollarını iki yanına açmıştı. “Sen nereden çıktın? Görev bitti mi?”

“Bitti, komutanım. Size bilgi verilecekti ama hasta olmuşsunuz. Hayret bir şeylik durum.”

“Lan sıçarım bacağına, bir sen eksiktin,” derken birbirlerine sıkıca sarıldılar. Bu sırada Aybars ise kıs kıs gülüp fısıldadı.

“Bir ben eksiktim, ben de döndüğüme göre kadro tamam oldu işte abi.”

“Hoş geldin aslanım. Gözümüz yollarda kaldı. Hoş geldin.” Metehan bir adım geri çekilip timinin son üyesini dikkatle inceledi. “Hoş buldum abi. Özellikle seni çok hoş buldum… Ama merak ettiğim bir şey var, sormazsam içimde kalır,” diyen askerinin gözlerindeki eğlenceli parıltıları görünce ise bıkkınlıkla soluk verdi.

“Ne var lan? Ne yumurtladı bu dingiller sana?”

“Abi sen gerçekten, Vali Hanım’ı ters kelepçe yapmaya kalkıp dayak mı yedin? Sen… Binbaşı Metehan Kılıçarslan. Efsane bordo…”

Metehan küfür mırıldanıp söylene söylene yeniden koltuğa otururken, herkese tek tek baktı. “Siz ne ara buluştunuz da dedikodumu yaptınız ulan?” Yusuf gururla göğsünü kabartıp, “Dün akşam,” derken Metehan eline geçirdiği kırlenti Yusuf’un kafasına fırlatmıştı.

“Bu cinsini sevdiğim Yüzbaşı anlattı değil mi her şeyi?”

“Yok ya, Yüzbaşı’m senin korkundan tek kelime edebilir mi abicim? Albay anlattı.” Duyduklarıyla ağzı açık kalan Metehan şaşkın şaşkın, “Oha!” derken herkes kahkahayı basmıştı.

“Bir de böyle kaliteli dedikodu her zaman gelmez. Ben anlatayım da diğerleri avucunu yalasın, dedi.” Aybars Üsteğmen gülecekmiş gibi bir yüz ifadesiyle Metehan’ın yanına oturup arkasına yaslandı.

“Eee, sen asıl soruma cevap ver abicim. Yarı boyun kadar kız seni dövdü mü ?”

“Ulan Aybars seni bir döverim aslanım, o düşük çeneni geri takamazlar.” Bir an durduktan sonra ters ters genç adama bakıp iç çekti. “Ayrıca yarı boyumda da olsa avantajı çok. Seyfettin Paşa’nın kızı, Andaç Binbaşı’nın kardeşi. Eğitimini sağlam almış.”

“Diyorsun…”

“Bana bak, seni dövmeye uğraşmam. Nazenin’e dövdürtürüm. Ayrıca madem dün buluştunuz, bana neden haber vermediniz?” Hepsine sorar gibi bakarken mutfaktan gelen Figen araya girdi.

“Vali Hanım sendeydi o yüzden sizi rahatsız etmedik abicim.” Metehan bir an için Figen’e ve ardından gelen Yeliz’e baktı. Kızlar yine sırıtıyordu.

“Kızlar, bak ya. Tiplere bak. Ayıp ya…”

“Aman be Metehan abi, kırk yılda bir, sevdiğimiz iki insan sevgili oldu. Keyfimiz yerinde. O yüzden takılıyoruz işte. Kızma,” diyen Yeliz samimiyetle gülümseyince, Metehan da onu karşılıksız bırakmamıştı. Aybars bu sırada araya girip, “Abi bir şey diyeyim mi, Kutluhan baba bile sırıtıyordu. Bunca yıldır askeriyim ama adamın böyle sırıttığını, mutlu olduğunu görmemiştim,” dediğinde Yeliz ona dönüp yine dişlerini göstererek güldü.

“Bugün Nuran Hoca da gülüp duruyordu. Hocam, hayırdır ne oldu? diye sordum. Kutluhan ‘Metehan hasta olmuş, Nazenin de ona bakıyormuş. Oldu bu iş diyor. Ona sırıtıyorum’ dedi.” Anlık sessizliğin ardından herkes kahkahayı basmıştı. Bu kez Metehan da gülüyordu. Herkesin bu haberi böylesine heyecanla beklediğini, onları yan yana görmek istediğini hiç fark etmemişti.

“Kutluhan babaya bakın, gıybetçinin teki çıktı. Bu adam yaşlandıkça çok değişti biraderlerim.”

“Yok komutanım değişmedi. Adam sevincinden ne yapacağını şaşırdı hepsi bu.” Sakince söze giren Günay’a baktı Metehan ve devam et der gibi başını salladı.

“Sizi yani Andaç Binbaşı’mı ve seni oğlu gibi görüyor ve öyle seviyor. Olanları anlatması heyecanından. Evladı sevdiği birini bulduğu için, içi içine sığmayan baba heyecanı bu.” Günay’ın sözleriyle yüzündeki tebessümü büyüyen Metehan, ağzını açamadan Figen de birkaç kelime etti.

“Bence sadece o kadar da değil. Gelin hanım da tanıdık. Bildiği bir ailenin kızı. O yüzden de bu kadar heyecanlı.”

“Biz de bundan dolayı heyecanlıyız, komutanım. Derdimiz goygoy yapmak değil. Yani tek derdimiz o değil. Seni uzun zaman sonra bu kadar mutlu görüyoruz,” diyen ise Adil Teğmendi.

“Hatta ilk kez böyle görüyoruz, komutanım. Vali Hanım’dan bahsederken bile gözlerinin içi ışıldıyor sanki.” Çaylağın, yani Hamdi’nin bu sözlerinin ardından derin bir sessizlik oluşurken, Metehan onlara tek tek baktı. Bakarken de gözlerinin dolmasına, boğazının düğümlenmesine engel olamadı. Öksürür gibi yapıp kendini toparlamaya çalışırken, “Eyvallah,” dedi önce ve soluklanıp devam etti.

“İyi ki varsınız, hepiniz. Eyvallah.”

“Sen de iyi ki varsın abi. Mutluluğunuz daim olsun,” diyen Aybars oluşan duygusallığı yok etmek için, “Anaaa, bizim kızlar yine döktürmüş. Karnım da açtı. Allah razı olsun,” diyerek orta sehpadaki poğaçalardan alıp yemeye başladı. Herkes onun sözlerine gülerken farklı bir muhabbete de geçiş yapılmıştı.

Bir saat boyu gırgır şamata muhabbet ederlerken Metehan aklına gelen şeyle Aybars’ı usulca dürtüp balkonu işaret etti. “ Yürü, Sigara içelim,” dedi ve ayaklanıp balkona çıktılar. İkisi de sigaralarını peş peşe yakıp sessizce karanlık gökyüzüne bakarlarken Metehan, “Kızını gördün mü?” diye sordu. Göz ucuyla da Aybars’a bakıyor, onun duygularını, düşüncelerini anlamaya çalışıyordu.

Derin bir nefes alan genç adam hüzünle, “Görmedim abi. Döndüğümü annesine haber verdim ama aramadı. Göstermedi,” deyip bir an için başını önüne eğdi. Geldiğinden beri gülen, güldüren o adam yok olmuştu sanki. Yerinde içi bomboş bir adam duruyordu.

Baba, demeyi öğrenmiş biliyor musun?” derken kısılan ve ağlamaklı çıkan o sesle Metehan’ın da canı yanmıştı. Aybars’ın omzunu kavrayıp usulca sıkarken, “Üzülme diyeceğim ama… Boşa…”

“Beni görmeden, tanımadan büyüyor abi. Çok içime dokunuyor. Ara, bir kez sesini duyayım diyorum, ama aramıyor, göster, diyorum göstermiyor. Bir fotoğraf olsun at, diyorum o da yok. Boşanalım, dedi tamam, dedim. Babamın yanına döneceğim, dedi tamam, dedim. Ne dese tamam, dedim orta yol bulmaya çalıştım ama… Bıktım abi artık. Gaye, kendi aklıyla değil hâlâ babasının aklıyla yaşıyor. Adam beni kabullenmedi, ne yapıp edip ayrılmamıza sebep oldu. Evliliğim bitti, çocuğum babasız büyüyor ama ben yine de orta yol bulmaya çalışıyorum. Ama o adamın çocuğumu bana göstermek zorunda olduğunu anlamak gibi bir derdi yok. Canımdan bezdim, hayattan bıktım.”

Metehan, Aybars’ın dilinden dökülen son sözler yüzünden endişe duyup tedirginlikle ona baktı.

“Saçma sapan konuşma oğlum. Ne demek hayattan bıktım falan. Bana bak, yaşadıklarının ne kadar zor olduğunu sadece tahmin edebiliyorum ama kızın için bu sıçtığımın hayatını yaşamak zorundasın. Onun için mücadelene devam edeceksin. Gerekirse çocuğu göstermediğini bildireceksin. Velayeti için de elimizden geleni yapacağız. Duydun mu beni?”

Aybars başını hafifçe sağa sola sallayıp, “Nasıl yapacağız abi? Adamın eli kolu çok uzun. Biz adım atmadan önümüzü kestiğini unuttun mu?” dediğinde Metehan da başını tıpkı onun gibi salladı.

“Unutmadım aslanım, unutmadım da Gaye’nin seni ne kadar sevdiğini de unutmadım. Her şeye rağmen seninle evlendiğini de unutmadım. Babasının tehditleriyle buradan ağlaya ağlaya gidişini, senden zorla boşandığı gerçeğini de unutmadım. Babasının aklıyla yaşıyor, diyorsun ama yanlış… Babasının tehditleriyle yaşamak zorunda bırakılıyor Gaye.”

“Oysa her şey ne güzel başlamıştı değil mi? Gaye bir an bile şüphe etmeden evden kaçıp buraya gelmişti. Sonra Seyfettin Paşa ve Kutluhan Albay aracı olup Gaye’yi istemişti o soysuz pezevenkten.” Metehan o günleri hatırlayıp gülümserken, “Puşt, hepimizi karşısında üniformalı görünce göt korkusuna hayır, diyememişti. Kızı alıp buraya geri dönmüştük,” deyip durdu ve ona dönüp göz göze gelmelerini sağladı.

“Aybars, seni aramayan, sana kızının fotoğrafını atmayan, sizi görüştürmeyen Gaye değil aslanım. Kız hâlâ seni seviyor, senin hâlâ onu sevdiğin gibi seviyor. Kızınızı seninle büyütmek istediğine adım kadar eminim ama o babası olacak şerefsiz ne yapıp ettiyse kızı zorda bıraktı. O adama olan öfkeni sevdiğin ve seni seven kadına yöneltme. Ve bir daha ağzından az önceki gibi saçma sapan kelimeler döküldüğünü duymayacağım. Duydun mu beni?”

Genç adam kafasını sallayıp, “Duydum abi. Duydum,” dedikten sonra birbirlerine sıkıca sarıldılar.

“Geçecek aslanım, bugünler de geçecek. Elbet sizin de huzur içinde yaşadığınız, birbirinize kavuştuğunuz günler gelecek. Ben inanıyorum, sen de inan olur mu?”

“Zor ama… İnanmaya çalışacağım abi.” Sözlerinin ardından yeniden içeri girmiş ve yerlerine oturmuşlardı ki, kapı çaldı. Yusuf ayaklanıp kapıyı açtığında, “Sayın Vali’m!” dediğini herkes duymuş ve istemsizce oturuşlarını dikleştirip toparlanmışlardı.

“Aha, geldi valla. Ben de merakla bekliyordum. Seyfettin Paşa’nın kızı, Andaç Binbaşı’nın kız kardeşi…” bir an için durup kıs kıs gülen Aybars göz ucuyla komutanına baktı. “Metehan Binbaşı’nın yavuklusu, Vali Hanım.”

“Aybars, kaşınma aslanım.”

“Bir dur abi ya, kızma. Zaten en keyifli günleri kaçırmışım. Boşandıktan sonra kafamı toplayayım diye beni buradan gönderdiniz.” Metehan sabır dileyerek tavana bakıp iç çekti.

“Lan hırt, bu şehirde durmak bile zoruma gidiyor, dedin diye gönderdik. Sen kendin istedin ya!”

“İstedim de… Böyle büyük bir olayı kaçıracağım hiç aklıma gelmezdi. Aklıma sokayım.”

“Ben sana şimdi bir sokacağım… Elimi yani… Gırtlağına sokacağım, o ses tellerini de çekip kopartacağım. Sus lan artık.” Dişlerinin arasından fısıldayıp sövmeye devam ederken, Nazenin salona adım atmış ve herkese tek tek bakmıştı. Gözleri birkaç saniye Aybars’ın üstünde oyalanıp onun kim olduğunu anlamaya çalışırken, Metehan’ın dirseğini dayadığı koltuğun kenarına yaklaştı. Adamın kolunu usulca kavrayıp koltuğun geniş kolçağına oturdu ve elleri arasındaki kolu kucağına bıraktı.

Metehan sessizce ama dikkatle onu izleyip yaptığına tebessüm ederken göz göze geldiler ve Nazenin’in yüzünde hayranı olduğu o gülümseme belirdi.

“İyileştin mi sen? Gezmeye çıktığına göre iyileştin demektir.” Metehan bıyık altından gülerek ona yaklaştı, kolunu kadının kucağından çekti.

“Yarın izin alıp bana bakacaksan hâlâ hastayım ama yine işin çıkıp gideceksen aklın kalmasın, iyileştim,” dediği esnada kolunu onun beline sardı. Ama ne çok samimi ne de çok samimiyetsiz bir şekilde durmayı başardı. Nazenin birkaç santim aşağısında kalan adamın gözlerine bakmak için başını biraz eğerken derin bir soluk almıştı.

“Yarın için yıllık iznimden ayarlama yaptım. Yani evdeyim, yani çalışmıyorum.” Metehan bu haberle daha da gülümserken, “Çay…” dedi sorar gibi.

“Olur, içerim…”  Cevabıyla ayaklanıp Nazenin’e çay getirmek için mutfağa yönelecekti ki, onun tam önünde durdu.

“Rahatça şuraya otur. Hem Aybars ile de tanış. Seni çok merak ediyor.” Nazenin az önce gözünün iliştiği yabancıya daha dikkatli bakıp başını sallarken Metehan’ın kalktığı yere oturdu ve Aybars’a elini uzattı.

“Merhaba, ben Nazenin.” Aybars bir an duraksayıp kendisine uzanan ele baktı. Kadının yemyeşil gözlerine bakıp samimiyetinin gerçekliğini çözmeye çalıştı. Gerçekten samimi görünüyordu. Şaşılası şeydi ve kendisi de şaşırmıştı.

“Vali, diyecektiniz de yanlışlık oldu galiba, Sayın Vali’m.” Aybars’ın sözleriyle herkes gülerken, Metehan yüzünde kocaman bir sırıtışla mutfağa yöneldi. Nazenin şu dingilin boyunun ölçüsünü alsındı da içi rahat etsindi.

“Yanlışlık yok. Vali Hanım, vilayette kaldı. Ben Nazenin. Sen de…”

“Pençe Timi’nin en nadide üyesi Aybars… Aybars Gökdeniz. Bir süredir burada değildim. O yüzden tanışmak bugüne kısmet oldu,” derken o da elini uzattı ve tokalaştılar.

“Sağ salim döndüğünüze sevindim…” Bir an için duraksayan Nazenin sorar gibi bakışlarını adamın omuzlarına indirdi ve sol kaşını oynattı. Karşısındaki adam sivil olduğu için rütbesine dair en ufak fikri bile yoktu. Kadının sözsüz sorusunu anlayan Aybars ise gülümseyerek, “Kıdemli Üsteğmen,” cevabını verince kadın sözlerine devam etti:

“Yeniden hoş geldiniz, Üsteğmen.”

“Hoş buldum. Siz de hoş geldiniz. Göreviniz hayırlı olsun.”

“Sağ ol,” dediği sırada, “O elini geri çek artık. Canımı sıkma,” diyen sesle ikisi de irkilmişti. Nazenin tepelerinde dikilen Metehan’a dönüp ters ters bakarken, Aybars kahkaha atmamak için kendisiyle savaşıyordu. Tıpkı içerideki diğer insanlar gibi.

“Ben delireyim diye mi sen böyle şeyler söyleyip, böyle triplere giriyorsun, Binbaşı? Yok yok, sen iyileşmişsin. Turp gibisin maşallah. Bakılacak yanın yok senin,” diyerek durup sinirle soluklanan Nazenin, adamın elindeki çay bardağını alıp, “Dikilip durma tepemde, git otur bir yere. Kapıkulu askeri gibi duruyor hâlâ,” diye carlamasıyla tutulan o kahkahalar gün yüzüne çıkmıştı.

“Kalk lan! Kalk…” Bağırışıyla eş zamanlı olarak Aybars’ı resmen ensesinden yakalayıp Nazenin’in yanından kaldıran Metehan, koltuğa oturdu. Bir yandan da göz ucuyla sevdiği kadının sinirden kızaran yüzüne bakıyordu. “Sevgilimi kıskanmak suç mu?” Pat diye sorduğu bu soruyla afallattığı kadına bakıp sırıttı. “Yaa, kalırsın öyle.”

“Metehan, seni bir temiz döverim ki… Anan da beğenir, baban da, babam da beğenir, abim de…” dedikten sonra hırsla adamın bacağına tekme atmıştı.

“Baban kesin beğenir canım, ona ne şüphe?”

Gözlerini deviren kadın derin bir soluk alıp odada bulunan ve atışmayı izleyen insanlara baktı. “Bu adam ilk tanıştığımızda konuşma özürlüydü. Özrünün kilidi açıldı sanki.” Sözlerinin son bulmasıyla kahkahalar havada uçuşurken Metehan da kıs kıs gülüyor hâlâ sevdiğine bakıyordu.

“Mühür bozulduysa demek ki…” deyip havaya öpücük atan Yusuf, karşısındaki ikiliden gelen kırlentlerin gazabına uğradığı sırada Metehan’ın bağırışı ortalığı inletti. “Yusuf, senin ağzını yamultacağım.” Nazenin, bağırışlar esnasında çay bardağını sehpanın üstüne bırakıp Metehan’ın koluna girdi ve tim üyelerine ters ters baktı.

“Siz, niye sevgilimle dalga geçiyorsunuz? Neden hasta oldu diye dalga geçiyor ve adamımın sinirini tepesine çıkarıyorsunuz?” Metehan hızla Nazenin’e dönüp kocaman açılan gözleriyle birkaç saniye kadına baktı. Az önce, Adamım, mı demişti?

Demişti, vallahi de demişti.

“Hadiii, bunu da açıklayın. Hadi…” diye yeniden yükseldikten sonra durdu ve hızını alamayıp kadını alnından şap diye öptü. Kolunu saran eli sol eliyle tutarken, sağ kolunu ondan kurtarıp omzuna sardı ve bedenlerini yaklaştırdı.

“Sen de bir dur be adam.” Nazenin bir yandan Metehan’a söylenip bir yandan da time söylenmeyi başarırken saatler usulca aktı.

Vali Nazenin’i, Binbaşı’nın kardeşi Nazenin’i, Paşa kızı Nazenin’i, annesinin kızı Nazenin’i, dostlarının gözbebeği Nazenin’i görmüşlerdi de Metehan Binbaşı’nın sevgilisi Nazenin ile ilk kez tanışıyorlardı. Ve bu Nazenin diğerlerinden daha şamatacı, daha sıcak, daha samimi ve sevgi doluydu. Muhabbetçiydi. Bol bol gülüyor, güldürüyordu.

Pençe Timi gibi Metehan da bu Nazenin ile ilk kez tanışıyordu. Sonuçta sevgili olarak ilk kez topluluk içindeydiler. Arada bir birbirlerine kaçamak bakışlar atıp gülümsüyor, bazen elleri birkaç saniyeliğine birbirini buluyordu. Bunlar, dikkat çekmeyen, kimseyi rahatsız etmeyen ufacık anlardı. Nazenin, Metehan’dan tarafta olan elini adamın dizine koymuştu. Metehan ise Nazenin’den tarafta olan kolunu koltuğun arkasına uzatmıştı. Arada bir omzunu okşuyor ya da saçına dokunuyordu.

Figen, Yeliz ve Nazenin kendi aralarında muhabbet ederken Metehan hem onları hem de timinde dönen muhabbeti dinliyordu ki, cebindeki titreşimi hissederek telefonunu eline aldı. “Abin arıyor,” diye mırıldanıp aramayı cevapladığı esnada Nazenin de kendisine odaklanmıştı.

“Söyle biraderim.”

“Biraderim, iyi akşamlar. Nazenin’e ulaşamadım da yanında mı Metehan? Aradım kaç kere açılmadı.” Andaç’ın sesindeki telaşa anlayışla tebessüm eden Metehan, “Bekle bi…” deyip kamerasını açtı ve Nazenin’le birlikte kameraya poz verdi. Hem de gülerek. Bu yaptığı ortamda sessizliğe sebep olurken, “Mesaja bak,” demişti telefonda bekleyen can kardeşine.

“Ohh, çok şükür. Aklımı aldı. Arıyorum açılmıyor, mesaj atıyorum görmüyor. Babamlar da bizdeler. Habire, Nazenin ile konuştun mu? diye soruyor …” deyip duraksayan Andaç, “Hıhıhı…” sesi çıkararak gülmeye başladı.

“Göstereyim bu şahane pozunuzu da kardeşimin omzuna doladığın o kolunu kırsın.” Yine durdu ve bir anda bağırdı. “Çek lan kolunu kardeşimin omzundan. Ne bu samimiyet?” demesine kalmamıştı ki, “Kimin kolu?” diyen gür bir ses salonda yankılandı. Seyfettin Paşa ortama tam anlamıyla bomba etkisiyle düşmüştü. Askerler, o görmese de toparlanmıştı. Hatta herkes nefesini tutmuş öylece kalırken Nazenin, Metehan’a şimdi ne yapacağız? der gibi baktı.

Metehan usulca omuzlarını silkip “Bilmiyorum,” diye fısıldarken Nazenin telefonu eline aldı. Tıpkı onun gibi fısıltıyla, “Fotoğrafı gördü galiba,” derken yüzünü buruşturup derin bir soluk almıştı ki babasının bağırışını duydu.

“O dingilin kolu, neden senin omuzunda babacığım? Hmm, neden?” Seyfettin Paşa bir an durdu ve bağırarak devam etti. “ Ne var lan sizin aranızda?” Hehh… İşte zurnanın zırt değil, zart dediği yere gelmişlerdi. Seyfettin Paşa çok doğru noktaya parmak basıp, en doğru soruyu sormuştu.

Nazenin ve Metehan hâlâ birbirlerine bakmaya devam edip olayı nasıl toparlayacaklarını düşünürlerken aynı ses yeri göğü inleterek kulaklarına ilişti. “Sinir tepemden vuruyor Meliha, sinir tepemden vuruyor ilacımı getir.” Meliha Hanım’ın, “Sakin ol, Seyfettin,” dediğini duyuyorlardı da Paşa hiç sakinleşecek gibi değildi. Aldığı solukların sesi telefonda uğultuya sebep oluyordu.

“Aranızda ne var dedim?” sorusunun tekrarlanmasıyla daha fazla dayanamayan Nazenin herkese kısa bir bakış atıp gözlerini Metehan’da durdurdu. “Aşk var, sevgi var, Paşa’m,” demesiyle herkes nefesini bir kez daha tutarken, Metehan’ın yüzünde tebessüm belirmişti.

Aşk, diyor, sevgi, diyor. Var, diyor Meliha. Delireceğim Meliha. Anlamam lazımdı ama. Anlamam lazımdı. Salak anıma denk geldi, hiç anlamadım. Hiç şüphe etmedim. Nasıl anlamadım?”

“Üzülme babacığım, biz de nasıl oldu anlamadık inan ki,” diyen kızının güler gibi sesi ve eğlenir sözleriyle tepesi hepten atan Seyfettin’in dişlerini gıcırdattığını duydular. Salondaki herkes gülmemek için dudaklarını kemirirken Nazenin hem kendi haline hem de onların haline bakıp gülümsemeyi sürdürdü. “Battı balık, yan gider, demişler değil mi ama Binbaşı’m?”

“Battık madem, yan da gideriz, yanar da gideriz. Ama bir şekilde gideriz, Vali’m.”

“Meliha, Meliha öldürecek bunlar beni. Söyledikleri sözlere bak. Şu tiplere bak, bir de gülüyorlar,” diyen Seyfettin Paşa’nın hâlâ fotoğrafa baktığını böylece anlamışlardı. “Bunun hesabını soracağım Binbaşı? Duydun mu beni Kılıçarslan?” Oklar kendisine yönelince oturuşunu daha da dikleştiren Metehan telefona eğilip, “Veremeyecek hesabım yok Paşa’m. İlk karşılaşmamızda sorun hesabımı, ben de cevabımı vereyim,” demişti.

“Nah verirsin. Kapatın şu telefonu. Kapatın. Sinirden tansiyonum çıktı, Meliha. Tansiyon aletini getir bir zahmet.”

“Babacığım, bu kadar kızacak bir şey…”

“Sen konuşma küçük hanım. Sen hiç konuşma. Konuşacağımız zaman gelecek. O zamanı bekle. İkiniz de bekleyin.” Bir solukta söylediği sözlerin ardından iç çekti ve aniden bağırıverdi. “Ayrıca… Çek lan kolunu kızımdan.” Herkes bu bağırışla irkilse de Metehan, buna aldırmayıp Seyfettin görmese de çocuk gibi omuz silkmişti. Tam o esnada Meliha Hanım’ın sevecen sesi duyuldu. “Hani, neymiş o fotoğraf? Bir de ben bakayım.”

Sözlerinin ardından bir süre sessizlik yaşandı. Ancak kadının heyecanlı ve sevinç dolu haykırışını duymaları çok uzun sürmedi. “Ayy, çocuklarım ne güzel çıkmışsınız, maşallah size. Sen de bir sus Seyfettin. Maşallah çocuklarıma, maşallah.” Meliha, kocasının haline aldırmayıp dahası oralı bile olmayıp bu sözleri söyleyince, Andaç ve Birce’nin kahkahasını duydular.

“Ne maşallahı Meliha’m? Ne diyorsun sen? Görmüyor musun fotoğrafı?”

“Ne demek ne diyorum ben? Görüyorum Seyfettin, görüyorum. Ve gördüğüm şey şu, evde kaldı, diye üzüldüğüm iki çocuğum da evde falan kalmamış. Birbirlerini bulmuşlar.”

“Meliha, senin dilin ne söyler karıcığım?” Acı çekercesine bir yakarışla bu sözleri söyleyen Seyfettin hüsrana uğramıştı. Bunu telefondan bile anlamışlardı. Meliha Hanım ise kocasının bu haline daha fazla dayanamayıp, sinirle, “Saçmalama artık Seyfettin. Kaç yaşında insanlar. Birbirlerini sevmiş olmaları…”

“Olmasın Meliha’m… Olmasın… Ben kızımı bu dingille paylaşamam.”

“Seyfettin! Kes saçmalamayı. Çocuk dediğimiz ama çocuk olmayan bu insanlar kaç yaşına geldiler farkında mısın? Biri kırk, diğeri otuz bir yaşında. Ömrü billah bekâr mı kalsınlar?”

“O dingil nasıl kalıyorsa kalsın bana ne Meliha. Ben kızımın bekâr olmasından gayet memnunum. Bana ne o dingilden, ben kızımın derdindeyim.”

“İyi, ne güzel işte. Madem kızının derdindesin şunu anla ve dertlerin son bulsun: kızın çok beyefendi bir adam bulmuş ve sevmiş. Daima onun yanında olacak, onu koruyup kollayacak, onu bizler kadar sevip sayacak biri… Elimizde büyüyen, evladımız bildiğimiz biri… Can oğlan, diye sevdiğimiz Metehan’dan daha iyi damat mı bulacaktın acaba?”

“Ben kızıma damat aramam ki Meliha. Damat da kimmiş.”

“Ayy! Yeter!” diye isyan eden Meliha Hanım’ın bağırışıyla Seyfettin Paşa sus pus olmuştu. Salonda konuşmayı dinleyen herkes ise artık kıpkırmızıydı. Gülmek istiyor ama başlarına geleceklerden korktukları için soluk bile alamıyorlardı.

“Siz bu kıskanç ihtiyara bakmayın çocuklar. Aferin size. Hayatınızda ilk kez doğru bir karar vermişsiniz. Vallahi tebrik ederim,” deyip bir soluk daha aldı ve kocasına inat edercesine ekledi. “Maşallah, ne de güzelsiniz. Çok da yakışmışsınız. Ohh, huzurla uyuyabilirim.” İşte bu son dokunuşla kimsede direnç kalmamış, kahkahalar havada uçuşmuştu. Meliha Hanım ise hâlâ kocasına söyleniyordu.

“Birce, babasının biricik kızı değil miydi sanki? Ben, babamın biricik kızı değil miydim? Beni isterken sorun yok, oğluna kız isterken sorun yok, askerlerine kız isterken sorun yok… Ama kendi kızına gelince damat aramıyormuşmuş. Ben arıyordum canım. Ben arıyordum. Kızımı güvenle emanet edeceğim bir damat arıyordum.”

Telefonun ucundan cızırtı gelirken Meliha’nın sesi gittikçe uzaklaşmaya başlamıştı ki Andaç’ın, “Annem nazar duası modunu açtı gençler. Babam hâlâ krizlerde. Biz artık kapatalım. Hadi iyi akşamlar,” dediğini duydular.

“Yediğin bu haltı konuşacağız, Andaç Tuna,” diye yükselen ses Metehan’a aitti.

“Konuşalım, konuşalım da fotoğrafı görmesi gerçekten tesadüf oldu. Bir anda arkamda bitti resmen. Ama… Artık duyması lazımdı. Arkasından iş çeviriyor gibi olmaktan çok rahatsızdım.” Metehan’ın sırf Andaç’ı sinir etmek için gönderdiği fotoğraf her şeyi açık etmişti. Kimse bu durumun suçlusu değildi. Kendi aralarında gülüp eğleneceklerken Seyfettin’in fotoğrafı göreceği kimin aklına gelirdi?

“Sağ ol, hayatım. Gizlimiz saklımız kalmadı. Hadi bay,” diyen Metehan homurdanarak gülerken, “Hayatını si…” diyen Andaç’ın sözleri yarıda kaldı. Çünkü Metehan telefonu yüzüne kapatmıştı. Bir an için Nazenin’le göz göze gelip birbirlerine baktılar.

“Buraya geldiğinde ağzımıza sıçacak biliyorsun değil mi?”

“Ağzıma sıçacağından korksam kızını sevmezdim değil mi?

İşte bu cevapla salondan uğultular, ıslık ve alkış sesleri yükseldi. Nazenin ise onca sesin ve kendilerine merakla, tebessümle bakan gözlerin arasında olmalarına aldırmadan, tüm zırhlarını bir kenara koyup gülümsedi Metehan’a. Onun âşık olduğu kadını diğer gözlerden saklamadan, saklamaya çalışmadan yaptı bunu.

Bir süre daha muhabbet devam ettikten sonra evde yaşayan dört bekâr dışındaki herkes ayaklandı ve evlerine dağıldı. Nazenin evine yöneldiğinde ise Metehan bir an bile tereddüt etmeden yakaladı kadını. Beline sıkıca sarılıp kulağına eğildi. “Sen nereye acaba?”

“Evime gidiyorum cesur yürek. Gece oldu, uyuyacağım.” Kendisine cesur yürek demesiyle kıs kıs gülerken, “Yok ya…” demişti. “Sen yarın izinli değil misin?”

“İzinliyim, dedim ya Metehan. Kırk kere mi soracaksın?” dediği anda, adam bu kez onun dudaklarına sokuldu. “O zaman benimle kal. Birlikte uyuyalım ve birlikte uyanalım. Yüzümüz gözümüz uyumaktan şişsin. Ben seni doya doya öpüp koklayayım.” Nazenin, kirpiklerinin altından sevdiği adama bakıp iç çekerken, kollarını ona uzatıp boynuna doladı.

“Gözlerindeki ifade yaramazlık yapmaya hazırlanan afacan çocuklara benziyor, Metehan.”

“Yaramazlık mı? Yanımda uyursan neden olmasın?” Sözlerini dile getirirken, kadının boynuna sokulmuş gülüyordu.

“Sen bu yaşına kadar iyi dayanmışsın, Binbaşı’m.”

“Karşıma sen çıksaydın dayanamazdım, Nazenin Hanım.” Hiç vakit kaybetmeden gelen bu cevapla zar zor yutkunup bir adım geri çekilirken kızaran yanaklarını gizlemek için başını önüne eğdi. Onun yüzündeki değişimi gören Metehan ise kahkahasını resmen yutmuş, kendisiyle mücadele ediyordu.

“Ağzını açarsan yumruk atarım. Git başımdan. Üstümü değiştirip geleceğim. Pijamalarımı özledim. Günlerdir bu kılıkta uyuyup kalıyorum.” Nazenin evinden içeri girip gözden kaybolurken, Metehan da homurtulu bir gülüşle kendi evine geçmişti. Mutfağa girip bir bardak suyla ilaçlarını içtikten sonra ense kısmından tuttuğu tişörtünü çıkarıp banyodaki kirli sepetine attı. Salona doğru ilerliyordu ki kapının çalındığını duyarak kapıya adımladı ve açtı.

Karşısında duran kadına bakıp kalırken ağzının içi saniyeler içinde kurumuştu. Tükürük namına hiçbir şey kalmamıştı ve boğazı acıyla kavruluyordu. Siyah geceliği ve sabahlığıyla kapısında duran kadını baştan aşağı süzüp zorla yutkunduğu esnada, “Göz banyon bittiyse kenara çekil de eve gireyim.  Birilerine bu kılıkta yakalanmak istemiyorum,” dediğini duyarak kadını bileğinden tuttuğu gibi evine soktu.

“Sen beni deli edeceksin. Bak vallahi deli olacağım Nazenin. Bu…” derken bir kez daha onu süzmeye başladı. Siyah saten geceliğin göğüs kısmı tamamen danteldi ve örtmesi gereken o güzelim göğüsleri örtüyor ama saklamıyordu. Sabahlık ise ince bir kuşak yardımıyla belini sarmış, ayak bileklerine uzanıyordu.

“Allah’ım sabır ver. Ver yoksa ben bu manzaraya bakıp sabırlı olamayacak gibiyim,” demesiyle sabahlığın kuşağına parmağını geçirip kadını kendine çekmesi aynı anda olmuştu. “Pijama denilen şey anam babam usulü olur Nazenin. Bu pijama değil. Buna pijama demek hakaret sayılmalı.” Boğuk sesinden dökülen sözlere kıs kıs gülen Nazenin, kollarını adamın boynuna dolarken parmak uçlarında yükseldi.

“Sen öyle diyorsan.” Metehan bir an için gözlerini kapatıp nefes almaya çalışırken, sabahlığın dantel işlemeli kollarının tenine değmesiyle irkilmişti.

“Allah’ım affet yarabbim. Ben de aciz bir kulum sonuçta. Bu manzaraya ne kadar dayanabilirim ki…” demesiyle boynundaki kolları tutup Nazenin’in bel boşluğuna sabitlemesi bir olmuştu.

“Yine mi ya… Yine mi ters kelepçe…” Kadının isyanına gülüp bir yandan da, “Bu sefer göstereceğim ben sana ters kelepçeyi,” diyordu. Nazenin’in ellerini tek eliyle sarıp boştaki eliyle kalçasını kavrarken bedenini de arkasındaki duvara dayadı.

“Adama bak, bir gecelikle tahrik oldu.” Sözlerine homurdanarak gülerken dudaklarına yaklaştı ama gözlerini gözlerinden bir an olsun ayırmadı. “Ben senin her haline tahrik oluyorum yavrum da… Zorlama istersen…” Metehan’ın boğuk sesinden dökülen bu cevapla kendi sesi de nefesi de kesilmişti.

Sabahlığın omuzlarında dolaşan parmaklar onu usulca aşağı iterken adamın dudakları açılan teninde gezinmeye başladı. “Tahrik olmuşmuşum… Sen tahrik etmedin yani… Ben oldum… Hatuna bak ya…” Homurtulu sözleri devam ederken öpücükleri de eş zamanlı olarak devam ediyordu.

Nazenin ise onun son sözlerine mırıldanır gibi gülüp başını geriye atmış, kirpiklerini kırpıştırarak, “Ben mi yapmışım? Hiç farkında değilim…” dedi.

“Nazenin!” Metehan’ın bağırışı Metehan’ın boğazından yükselirken elleri de boş durmadı. Kadının kalçalarını kavrayıp sıktı ve resmen yoğurmaya başladı.

“Aradığın Nazenin’e şu an ulaşılamıyor hayatım. Çünkü uykum var,” deyip elleri arasından kurtulan kadının geride bıraktığı boşluğa yani duvara öylece bakıp kalan Metehan, “Benim kaçan uykum ne olacak?” diye çocuk gibi isyan etti. Nazenin ise omzunun üstünden ona bakıp kıkır kıkır gülüyordu.

“Ninni söyleyeyim mi?” Gözleri önce kısılan sonra da imalı bir pırıltıyla parlayan Metehan ona doğru adımlayıp kollarını beline bağladı ve yatak odasına doğru adımlamaya devam etti. Yüzünü kadının saçları arasında gezdirip kulağına yaklaştığında, “Ben sana ninni söyleteyim istersen…” demiş ve genizden gelen o kalın, erkeksi sesiyle gülmeye başlamıştı.

“Sen iyice edepsiz oldun, komutan.”

“Bu hâlini görüp edepli kalabilmem garip olurdu, Vali Hanım. İşte o zaman ben bile kendimden şüphe ederdim, emin ol.” Sözleriyle kısa süre sessiz kalan Nazenin, Doktor Aydın Bey’in odasında aralarında geçen muhabbete gelen taşlamayı fark edip gülmeye başlamış ve adamın kolları arasında dönüp gözlerine bakmıştı.

“Sana ninniler söylemeyi çok isterdim sevgilim ama… Daha değil,” derken ona sokulup alnını alnına dayamıştı.

“Gel koynuma da sarılıp uyuyalım o zaman… Uslu uslu…” diyen Metehan kısık sesli bir kahkaha patlattı. “Ninnici…” derken kadının poposuna küçük bir tokat indirmiş ve onu da güldürmüştü.

HEMDERT – 7.Bölüm’ü Okumaya Devam Et.

error: Content is protected !!