7.BÖLÜM
Metehan’ın, beni başkasına emanet etme, isyanından sonra Nazenin hayatında ilk kez izin kullanıyordu. Gece boyunca Metehan’ın yatağında ve kollarında uyumuştu. Öğlene doğru gözlerini zar zor araladığında ise gördüğü yüz gülümsemesine sebep oldu. “Günaydın…” diyen fısıltılı sesine gülümseyen yüze bakmayı sürdürdü. “Günaydın yavrum…” diyen uykulu, hırıltılı ve boğuk ses içini titretti sanki. Adamı yakasından tutup kendine çekerken, “Yavrum demen hoşuma gidiyor,” diye fısıldadı.
“Senin bu halin de benim hoşuma gitti, yavrum,” derken gözleriyle kadını bir güzel incelemişti.
“Hafta sonu sürprizi de sen hasta olunca yalan oldu. Hadi söyle artık, sürpriz neydi?” Gözünü açar açmaz aklına bunun gelmiş olmasına gülen Metehan, “Başka bir zaman o sürprizi öğreneceksin. Söz veriyorum. O zaman gelene kadar da ağzımdan laf alamazsın.” Dediğinde Nazenin huysuzluk eder gibi omuz silkti.
“Ama merak etmiştim.”
“Merak etmeye devam et.”
“Ama Metehan…” derken gerinip bir yandan da dudak büken kadına tebessümle baktı. Boynuna sokulup tenine uzun bir öpücük bırakırken, elinin tersiyle gerdanına oradan da göğüslerinin arasına ilerledi. “Biraz daha burada kalmaya devam edersek…” deyip soluklandı. “Hele ki sen bu gecelikle koynumdayken, hele ki bu kahrolasıca gecelik beline kadar sıvanmışken ve bacakların gözlerime bayram ettiriyorken… Hele ki…” Son iki kelimeyi acı çeker gibi söyleyip kadının göğüslerinin arasına yaklaştı ve dudaklarını bastırdı. “Dantel detayı yüreğimi yakarken… Git üstüne bir şey giy gözünü seveyim. Yoksa…”
“Yoksa ne komutan?” diyen kadının sesindeki arzuyu duyuyor, belinin yataktan havalanıp kendisine doğru yükseldiğini hissediyordu.
“Duramayabilirim… Ulan, yakacağım bu şehri diyorum… Anla be kadın.” Sözlerine kahkaha atan Nazenin onu tek hamleyle yatağa devirip kolları arasından çıkıp ayaklandı.
“Şehri yakmanda sana eşlik edemem, hayatım. Sonuçta buraya bu şehri yakmaya değil, güzelleştirmeye geldim,” deyip yürüyecekti ki Metehan dirseğinin üstünde yükselip ileri atıldı ve kadının belini kavradı.
“Beni yakıyorsun ama, Vali Hanım.” Homurdanırken onu kendine çekmiş ve birlikte yatağa devrilmişlerdi.
“Sen sevgilimsin, benden gelen her ateş sana mübah. Sonuçta beni sen istedin. Peşimden koşup durdun.”
“Dilbere bak ya… Delirtip delirtip gidiyor. Kadın… Oynama ayarlarımla,” diye bağırırken üstünde yatan Nazenin’i gıdıklıyor bir yandan da kahkaha atıyordu.
“Gidemiyorum ki…” diyen Nazenin de karnını gıdıklayan parmaklar yüzünden kahkahalarla gülerken sözlerine zar zor devam etti: “Sabote ediyorsun. İki cilve yaptırmıyorsun.”
“Bu, cilve değil kadın, bu ölüm gibi bir şey ama…” dedi Metehan. Sözlerini kıkırtılarıyla kesip, “Kimse ölmüyor mu?” sorusunu soran kadını kolları arasında tutmaya devam ederek döndü. Nazenin Yüzü yatağa değdiğinde bir an için nefesi kesildi.
“Ölüyor… Ben ölüyorum. Yaşadığını yeni fark eden bu deli…” derken sertleşen uzvunu ona usulca sürttü. “Ölüyor…” Nazenin poposuna temas eden o ölüyü hissedip irkilirken altdudağını var gücüyle ısırsa da inlemiş, parmaklarını çarşaflara resmen saplayıp sıkmıştı.
“O kadar güzelsin ki…” diye fısıldayan Metehan geceliğin eteğini yavaşça yukarı itip kadının açıkta kalan tenine sokuldu. Bacaklarının arkasına öpücükler kondurarak usul usul ilerledi.
“Aklımı alıyorsun… Zihnimi bulandırıyor, uyuyan bu deliyi uyandırıyorsun,” derken gözleri önüne serilen popoya bakıp yarım bir gülüş takındı. Zorla dudaklarını aralayıp, “Güzel seçim… Sevdim…” diye fısıldadığı esnada Nazenin’in siyah dantel iç çamaşırının belini saran ince ipini tutup çekti ve tenine vururken çıkan sesi zevkle dinledi. Gözlerini kapatıp homurtuyla inlerken bir kez daha sürtündü kadının poposuna.
“Bu oluyor işte… Seni görünce… Hazır ola geçiyor.”
“Beni görünce hazır ola geçen tek şey bedenin görünen yerleri değil yani, öyle mi?” Sözlerine kahkahayla karşılık verip soluklanan Metehan, “Ne o, çok mu hoşuna gitti?” sorusunu sorduğunda Nazenin başını kaldırıp olağanca ona döndü ve gözlerine baktı. “Çok…” Daha ne kadar cilveli olup da aklını alabilirdi bu kadın? Bilmiyordu ama öğrenmek de istiyordu. Sıktığı dişlerinin arasından hatırı sayılır küfürler edip geceliği biraz daha itti parmaklarıyla. Onun kıvrılıp duran, arzuyla titreyen bel boşluğuna uzun bir öpücük bırakmaktı derdi ama gördüğü şeyle donup kaldı.
“Siktir…”
“Ne?” Yatağa yüzünü dayayan Nazenin’in boğuk sesinden dökülen bu soruyla kendine gelip zorla yutkundu.
“Dövmen mi vardı?”
“Evet… Hiç görmedin mi?”
“Nasıl göreyim yavrum? Zaten benden başkası da görmesin. Gözlerini oyarım bunu görenin.” Bu kez Nazenin boğuk bir kahkaha atıp, “On sekizimi doldurduğumda yaptırmıştım,” dedi zar zor ve soluk soluğa. Dövmenin üstünde parmaklarını gezdiren Metehan, “Lotus çiçeği…” diye mırıldandı. Dudaklarını çiçeğin tam üstüne bastırıp öylece durdu. Siyah renkli incecik çizgilerin oluşturduğu çiçeğe bir kez daha bakıp gözlerini kapattı ve kendini yatağa bıraktı.
“Gözünü seveyim, üstünü değiştir. Yoksa ne sen ne de ben duramayacağız. İstemediğin ya da bir anlık heyecana kapılıp hazır olmadığın bir şey yaşamanı, yaşamamızı istemiyorum Nazenin,” deyip derin bir soluk verdi.
Onun sözleriyle Nazenin’in içi titredi sanki. Evet, aralarındaki arzu ve çekim her an daha da artıyordu. Bunun ikisi de farkındaydı. Ancak bununla baş edip, partnerine saygı duymak, onun izin verdiğinden fazlasını talep etmemek, ona baskı altında hissettirmemek en önemlisiydi. Bu davranış, sevgiden ziyade aralarındaki güven bağını arttırıyordu. Nazenin şunu biliyordu, eğer istemezse Metehan kendisine yaklaşmaz ve dokunmazdı. İşte bunun oluşturduğu güven hissiyle bezenip usulca iç çekerken, “Binbaşı’m,” diye fısıldadı.
Kadının sesinde saklı olan o teşekkürü duydu Metehan ve şakağına dokunan dudakları hissederek gülümsedi. “Ben seninle baş edemiyorum. Bin tanesine binbaşı olsam kaç yazar, yavrum.” Sözleriyle ikisi de kahkaha atmış, Metehan kocaman açtığı kolları arasına Nazenin’i alıp göğsüne yatırmıştı.
“Güzel dövme… Bir anlamı var mı?” Nazenin uzandığı göğsü parmak uçlarıyla okşarken, “Var,” dedi ve devam etti. “Lotus çiçeği, arınma, yeniden doğma, ruhun temizlenmesi, demekmiş.”
“Ben de reşit olunca Seyfettin Tuna’nın esaretinden kurtulmamın şerefine yaptırmıştım.” Böyle bir cevap beklemeyen Metehan içi burkularak gözlerini araladı. Tavana bakmaya devam ederken, “Babanın esaretinden kurtuluşunun simgesi yani,” diye fısıldadı ve onu kollarıyla daha da sıkı sardı. Bir süre hiç konuşmadan yatakta öylece uzandılar. Nazenin bu sessizliğe ve onun içten içe yaşadığı hüzne son vermek için, “Aslında biraz öyle, biraz değil…” diye mırıldandı.
“Çiçeğin renklerini seçme sebebim bu çiçeği seçme sebebimden bağımsız ve çok farklı.”
“Neymiş o sebep?” diye soran Metehan bir yandan da dudaklarını kadının saçlarında gezdiriyordu.
“Çiçeğin renklerinin farklı anlamları varmış. Beyaz saflığı, mavi bilgi ve bilgeliği, pembe aydınlanmayı, kırmızı sevgi ve tutkuyu, mor ise maneviyatı temsil edermiş.”
“Senin dövmen beyaz ve maviden oluşuyor.” diyen adama başını sallayarak cevap verdi. Bir an durdu, “Doğru, dövmemdeki çiçeğin içi beyaz, dışa doğru ilerledikçe, yaprakların uçlarına geldikçe maviye dönüyor.”
“Saflık, bilgi ve bilgeliği temsil ediyor yani?”
Nazenin bir kez daha başını salladı. “Evet, beyazlık çocukluğundan kırgın, yarım olan Nazenin’i, mavi ise bilgiyle bezenip bugünkü kadın olabilmiş Nazenin’i temsil ediyor.”
Bu sözlerin ardından da sessizlik oluştu. Metehan ne diyeceğini bilemeyerek öylece dururken tek yaptığı sevdiği kadına sarılmak ve yanında olmaktı. Birkaç dakikanın sonunda Nazenin’in midesinden gelen guruldamayla gülen adam ayaklanıp onu da kaldırdı. “Kimseye yakalanmadan evine geç, üstünü değiştir ve kahvaltıya gel, güzelim. Çayı demliyorum hadi,” dese de kadını öyle kolay bırakmadı. Ensesini kavrayıp dudaklarını buluşturdu ve onu uzun uzun öptü.
***
Cuma gününü kapsayan bu bir günlük izin Nazenin’e iyi gelmişti. Daha iki gün de hafta sonu tatilinin olduğunu düşünerek huzurla iç çekerken bir yandan da yemek yapıyordu. Hasta bakıcılık yaptığı oyunbaz hastası ise içeride dinleniyordu. Keyifle mırıldanarak mutfakta bir oraya bir buraya kıpırdanıyor, bir yandan da çorba yapıyordu. Yemekleri çoktan hazırlamıştı ancak çorbayı bilerek tam da akşam saatine bırakmıştı. Sıcak olsun ve Metehan’a şifa olsun diye.
Salonda uzanıp televizyondaki saçma sapan gündüz kuşağı programlarına maruz kalmaktan beyni allak bullak olan Metehan sıkıntıyla iç çekip ayaklandı. Nazenin’den ne zamandır ses çıkmıyordu. Evde ona dair duyduğu tek ses mutfaktan gelen tencere, kaşık ve su sesiydi.
Mutfağa ilerleyip usulca baktı. Ocağın başında yemek yapan kadını mutfak kapısından izlerken gözleri elbisesinin açıkta bıraktığı sırt dekoltesine kaymıştı. Sabah bedenin altında kıvranan, dudaklarıyla dokunduğu sırtından gözlerini ayırıp elbisesine bir kez daha baktı.
Elbisenin incecik askıları omuzlarından kalçalarına kadar uzanıyordu. Yeni keşfettiği bel boşluğundaki dövmesi ise rahatlıkla göz önündeydi. Bu detayı gösterip kendisini iyice delirtmek için bu elbiseyi giydiğine adı kadar emindi. Onun kurnazlığına mı gülse, güzelliğine mi delirse bilemezken, gözleri başının üstünde topladığı saçlarına ilişti. Topuzundan kaçan birkaç tutam beline doğru salınsa da sırtını asla gizlemiyordu.
Hava ısınıp yaz mevsimi buralara da uğrar oldukça Nazenin’in yanında tercih ettiği günlük kıyafet seçimi de değişiyordu. Yakışmıştı elbise. Çok hoş ve yüreğini hoplatan bir manzara oluşturmuştu.
Tıpkı bir operasyondaymış gibi temkinli ve sessiz adımlarla ona yaklaşıp kalçalarını avuç içlerine aldı. Avuçlarındaki sıcaklığın dokunduğu yerde istediği etkiyi bıraktığını, Nazenin’in şaşkınlıkla açılan gözlerinin birkaç saniye sonra usulca kapanmasından anlamıştı. Avuçları bu sefer kadının karnına doğru kaydı ve kolları beline sıkıca dolandı. Sakallanan çenesini onun çıplak omzuna yerleştirip, “Bu elbiseyle üşümüşsündür,” diye fısıldamasıyla gözlerini aralayan Nazenin yavaşça soluk aldı.
“Ocağın başında yemek yaparken mi?”
“Hııı, olamaz mı?” cevabıyla başını biraz eğen Nazenin karıştırdığı çorbaya bakmıştı. Kızaran yanaklarının kendini ele vermesini istemiyordu ancak dibindeki adam bunu çoktan fark etmişti.
“Ne oldu? Kızardı yine yanakların.”
“Ama sen kur yapıyorsun,” diyen sitemli sesin altındaki utanç ve heyecan tınısını duyarak kıs kıs güldü. “Ben bütün kurlarımı sana, sen bütün cilvelerini bana yap. Olmaz mı?”
Sessizce ondan bir cevap almayı beklerken, tenceredeki çorbayı karıştırdığı kaşığı tutan elinin titrediğini gördü. Yüreği ağzında atarak ona biraz daha sokuldu. Göğsünün yarısından az fazlasını kaplayan sırtın titreyişini hissederken, gözleri göğüs dekoltesine ilişti. İç çamaşırı giymediği için ve elbisenin ön kısmı hoş bir görüntü sunacak kadar açıklığa sahip olduğu için gördüğü bu manzaradan şikâyetçi değildi.
Yüzünü hafifçe çevirip boynuna dudaklarıyla dokundu, burnunun ucunu kulak memesine değdirdi. “Naz…” dedi. Nazenin değil, Vali Hanım değil… Naz…
Özel hayatındaki herkesin Nazenin, iş hayatındaki herkesin Vali Hanım, arkadaşlarının ise Nazo dediğini biliyordu. Ancak o, kendisi için özel olan bu kadına herkesten farklı seslenmek istiyordu. En güzel seçeneğinin de Naz olduğuna şu an karar vermişti.
Adı dilinde, kendi gibi nazlı olsa, Naz olsa ne güzel olurdu. Söylemesi güzel, üç harften oluşan bu ismi işitmesi daha güzeldi. Kısa ve özdü. Aşkı gibi…
Yavaşça kolları arasında dönen kadın gözlerine kısa süre bakıp bir anda bedeninden uzaklaştı ve koşar adım mutfağın diğer ucuna gitti.
“Hayır!” demesiyle afallayan Metehan ona bakıyor ve neye hayır dediğini anlamaya çalışıyordu.
“Ne?” Yüzünde endişeli bir ifade belirirken Nazenin daha fazla dayanamayıp gülümsedi. Gülüşlerinin arasında da yeniden, “Hayır,” dedi. Ancak ilk seferki gibi değildi bunu söyleyişi. Eğleniyor gibi bakıyor, sesi de bu ruh hâlini yansıtıyordu. Metehan ise hâlâ şaşkındı. Neler olduğunu anlamakta güçlük çekiyordu. Tekrar, “Ne?” diye sormasıyla Nazenin omuzlarını düşürüp yüzünü buruşturdu ama gülüşü silinmedi, kaybolmadı.
“On sekizindeki ergenler gibi, bana Naz demenden etkilenmemeliyim. Hayır… Olamaz!” diye isyan etmesiyle, birkaç saniye durumu idrak etmek için olduğu yerde kalan Metehan aklı başına geldiği anda kahkahayı patlatmıştı. Uzun bacaklarının avantajını kullanarak ona doğru yaklaşıp, “Demek sana Naz dememden etkilendin. On sekizlik genç kızlar gibi hem de!” derken sesindeki hoşnutluk ve eğlence hâli belliydi.
“Hayır ya…” diye yeniden isyan eden Nazenin ondan kaçmak için geri geri koridora koştuğunda, Metehan adımlarını daha da hızlandırdı ve Nazenin’i belinden yakalayıp kendine çevirdi.
Onu yeniden kolları arasına alırken bir yandan da adımlarını sürdürüyor, kadını arkasındaki kapıya ilerletiyordu. Tam o esnada kapıya sırtı dayanan Nazenin, Metehan’ın bedenine yapışık olarak kalmıştı. Kaçacak yeri ise kalmamıştı. Gözlerini gözlerine kenetleyip, titreyen dudaklarının arasından, “Mete…” dediği anda, Metehan az evvel onun ne hissettiğini anlamış oldu. Metehan değil, Binbaşı değil… Kimse gibi değil, sadece kendi gibi ve kendine özel bir şekilde Mete demesi kalp atışını hızlandırmış, ona duyduğu arzu ateşinin fitilini yakmıştı sanki.
Eğilip dudaklarını dudaklarına değdirirken ellerini de tutup kapıya dayamış, Nazenin’in ince uzun, narin parmaklarını parmaklarına kenetlenmişti. Parmaklarını sıkıp gevşetirken dudaklarını dudaklarına sürttü.
“Bir daha söylesene…” Kalbi resmen ağzında atan Nazenin titreyen dudaklarını araladı. Bu sırada bedeni de titreyince Metehan hem güler gibi olmuş hem de onu daha fazla sıkıştırmıştı. Sanki bu mümkünmüş gibi.
“Hasta değil miydin sen?” diye isyan edercesine sorduğu soruya sırıtan adam, gözlerini gözlerinden ayırıp boynuna, gerdanına ve en son göğüs dekoltesine indirdi bakışlarını.
“Hastayım da sana hastayım ben. Diğeri seni gördüğü an, böyle güzel ve akıl alıcı gördüğü an geçti.” Bir an durup yeniden dudaklarına sokuldu. Nazenin’in ciğerlerinden serbest kalıp dudaklarına değen sıcacık nefesi içine çekti.
“Hadi… Bir daha söyle.” Nazenin bundan kaçamayacağını anlarken, “Mete…” diye fısıldamıştı. Metehan duyduğu dört harften oluşan kısacık ismiyle zevkle inledi. Dudaklarının arasından çıkan homurtuyla Nazenin de derin bir soluk koy verip ona eşlik ederken parmaklarını mengene gibi saran parmakları sıkıyordu. Bedenini öyle bir ateş sarmıştı ki, hayatında böyle bir şeyi daha önce hissettiğini hatırlamıyordu. Bacakları uyuşmuş, kasıklarına kramp girmişti. Ve en ilginciyse bacaklarının arasında hissettiği sıcaklıktı. Regli olmadığını biliyordu, o yüzden de bu sıcaklığa anlam veremedi. İçgüdüsel olarak kıpırdanıp Metehan’ın güçlü bedenine rağmen kıvrandı.
İşte o anda kasıklarına değen sertliği hissetti ve allak bullak olan zihninde şimşekler çaktı. Bedenindeki tepkiyi ilk başta anlayamamış olsa da anlaması uzun sürmemişti.
Bacaklarının arasındaki sıcaklığın, kasıklarındaki sızının adama duyduğu arzuyla oluştuğunu artık biliyordu. Çocuk değildi, yirmilerinin başında toy bir genç kız da değildi. İnsan bedeninin arzuyla verdiği tepkileri pratikte değil ama teorikte bilecek yaşta, olgunluktaydı.
Bir anda gözlerini araladı ve ona koyulaşmış, arzuyla alev almış yeşil harelerinin ardından baktı.
“Kasıklarıma giren ağrıyı nasıl geçireceksin, Binbaşı?” sorusuyla anlık olarak duraksayan Metehan nefesinin kesildiğini hissediyordu. Ancak karşısında duran kadının yangın yeri gözlerinin, o gözlerdeki isteğin ve arzunun farkına varması birkaç saniye sürmüştü.
Karşısında şu an yanında utanan, yanakları al al olan o kadın yoktu. Mesleki hayatında dimdik ve güçlü duran Nazenin’e benziyordu bu kadın. Tek farkı ise bakışlarıyla bile kendisini parçalayacak gibi bakıyor oluşuydu. Tüm ilkel duygular ve ihtiyaçlar açığa çıkmıştı sanki. Ve bununla beraber bambaşka bir Nazenin’in doğumuna tanık oluyordu. Heyecanla soluk almak isterken resmen kalbi fütursuzca göğüs kafesine vuruyor, göğsü acıyordu.
Bu bakışlarıyla ve sorduğu son soruyla Metehan’ın tüm iradesini yıktığını anlayan Nazenin kaşını usulca havalandırıp öyle bir güldü ki Metehan bu gülüşe bakarken ölmeyi diledi. Öyle işveli, cilveli, öyle baştan çıkarıcı, öyle tahrik ediciydi. Kadının ellerini daha sıkı tutup bedenini kapıya ve kendi göğsüne sürterek yukarı kaldırdı. Bir diziyle bacaklarını aralayıp araladığı boşluğa girdi ve kendini ona bastırdı.
İkisinin dudakları arasından da boğuk ve yakıcı inlemeler döküldüğünde, Metehan artık ondan uzak duramayacağını biliyordu. Bunu onun da istemediğini gözlerinde görüyordu.
“Kasıklarındaki o ağrıyı geçirmek için sevişeceğiz küçük hanım. Çünkü sen… Bende ne sabır, ne irade bıraktın,” dudakları hızla buluştu. Hangisinin öpüşmeyi yönettiği belli değildi. İkisi de birbirinin dudaklarını yakalayıp çekiştiriyor, istekli ve daha fazlasını arzulayan mırıltıları birbirine karışıyordu.
Ayaklarını yerden kestiği kadını kasıklarının üstünde tutup ona daha fazla yüklendi. Bu sırada beline dolanan bacakları hissederek bundan memnun olmuş gibi homurdandı. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluşurken kadının kendisini gülüşünden öpmesi kalbine taklalar attırıyordu.
“Nazenin…”
“Hmm…” diyen mırıltılı sesle inledi ama geri çekilip sağ elini kadının elinden kurtardı ve yüzünü yüzüne sabitlemek için çenesini kavradı.
“Bir an bile benden… Bizden şüphe etmeyeceğinden, yaşananlardan ya da yaşanacaklardan hayatının sonuna kadar bir an bile pişman olmayacağından emin olmam lazım.” Alnını alnına dayayıp gözlerini kapatınca, Nazenin de gözlerini kapatmış ve boşta duran eliyle adamın yanağını kavramıştı.
“Çocuk değilim ben Mete. Ne yaptığımızın farkındayım. Bunun nasıl sonlanacağını biliyorum. Ve…” Bir an durup bu kez o adamın çenesini kavrayıp gözlerini açmasını ve gözlerine bakmasını sağladı.
“Bunun bir son değil, başlangıç olduğunu da biliyorum. Çünkü kalbinin beni, kalbimin seni sevdiğini her zerremde hissediyorum. Önce kalbimle ait olduğum adama şimdi de bedenimle ait olmak istiyorum. O da bana ait olsun istiyorum. Ve bu dünyadan göçüp gittiğimizde ruhumla da sana ait olacağıma söz veriyorum.” Heyecanla ve kalbinde her saniye büyüyen aşkla soluk soluğa da olsa fısıldadı.
“Söz veriyorum, ne bir an şüphe edeceğim ne pişman olacağım. Sadece sana güvenip, sana ait olacağım,” demesiyle Metehan derin bir iç çekip ona sımsıkı sarılmıştı. Kolunun biri belini sararken, diğeri sırtını kavramış ve avuç içi başının arkasına uzanıp saçlarını okşamaya başlamıştı.
“Bebeğim… Benim güzel kadınım…” diye fısıldarken başını çevirdi ve kadının şakağına defalarca öpücükler kondurdu. Hem kokladı hem öptü. Bu sırada, “Benim tek şüphem…” diye mırıldanan sesi duymasıyla durup başını geri çekti ve korkuyla karışık bir endişeyle kadına baktı.
“Ne?” Nazenin mahzun bir ifadeyle kirpiklerini kırpıştırıp gözlerini süze süze bakarken yüreği ağzında atıyordu.
“Ne? Neyden şüphe ediyorsun Nazenin?” Kadın usulca dudaklarına sokuldu ve onlara dokunur vaziyetteyken fısıldadı.
“Evi yakabileceğimizden şüphe ediyorum, Kılıçarslan!” Kendi sözlerine dayanamayıp kıkır kıkır gülerken devam etti.
“Gerçek anlamda!” Ona boş gözlerle bakıp söylediklerini anlamaya çalışan Metehan ise bedenini şu an beyninin yönetmediğinin farkındaydı.
“Siktir… Hiçbir şey anlamadım yavrum. Çünkü şu an tek düşünebildiğim sensin. Seni düşünen ve isteyen de beynim değil başka bir uzvum. Ve kalbim ve ruhum. Ama üstünlük sağlayan arkadaş hepsini bastırmış durumda. Şu an tek isteğim seni yatak odasına götürmek ve…”
Susup birkaç küfür daha mırıldanırken huysuzca inledi. “Seni hissetmek. Seninle bir olmak.” Sözlerindeki arzu elle tutulacak kıvamdaydı ve Nazenin’i de etkisi altına almakta zorlanmamıştı. Kadın da kucağında durduğu adamı istiyordu. Tıpkı onun gibi homurdanırken isyan edercesine resmen bağırdı.
“Şu lanet olası ocağı kapat ve beni yatağa götür. Hemen! O ocağı şimdi kapatmazsak unutacağız. Sonra da sadece birbirimizi değil bütün evi yakacağız.” Metehan açık açık söylenen sözlerle durumu ancak anlamış, kadını kolları arasında tutmaya devam ederek mutfağa girip ocağı kapatmıştı.
“Sabırsız…” diye kulağına fısıldarken mutfağa göz gezdirdi. Evi yakma riski olan başka hiçbir şey göremeyince oradan çıkıp ışığı kapattı ve karanlığın içinde ilerlemeye devam etti. Bacaklarının arasındaki şişlik resmen yürümesine engel oluyordu. Çünkü bir anda gelişen yakınlaşma sonucunda büyüyüp baksırının arasına sıkışmıştı.
Odadan içeri girip kapıyı ters bir tekmeyle kapattı ve Nazenin’i yavaşça ayaklarının üstüne bıraktı. Ardındaki başucu lambasını yaktığında ortamı loş bir ışık sarmış, sanki aralarındaki arzu bu ışıkla daha da artmıştı.
Ağır adımlarla ona yaklaşıp çenesini kavradı ve başını göz göze gelinceye kadar kaldırdı. Tek kelime etmeden eğilip dudaklarına kavuştuğunda az öncekine göre daha sakin ve kontrollü bir öpüşme başlamıştı. İşte şimdi ilk kez birbirlerini keşfetmek ister gibi öpüşüyorlardı. Metehan bir eliyle kalçasını sıkıca avucu arasına alırken, diğer eli kadının sırtına uzanıp açıkta kalan teninde dolaşmaya başlamıştı. Bu dokunuşla irkilip titrediğini fark edince kalçasındaki elini kadının beline doladı.
İnce belini komple sarmış, hatta avuç içi karnının üstüne kadar uzanmıştı.
“Çok küçüksün bebeğim. Bu beni biraz korkutuyor. Ya canını yakarsam…” derken gerçekten endişe içindeydi. Bu sesinden bile belliydi. Gözlerini aralayıp ona huşu içinde bakan Nazenin, adamın iri bedeni karşısında korkmak bir yana dursun zevkle inlememek için dişlerini dudağına geçirmişti.
“Ben küçük değilim. Sen fazla büyüksün. Ve bu korkutucu değil. Heyecan verici. Bence çok keyifli olacak,” durup parmak uçlarında yükseldi ve olabilecek en yakın mesafeye ulaşınca fısıldadı.
“Hem de bir ömür.” Metehan bir ömrü vaat eden bu sözlerle başını geriye atıp mırıldanır gibi inlemişti.
“Delirteceksin beni,” demesiyle kıs kıs gülen kadına yeniden baktı ve “Sanki deli değilsin,” cevabına gülmeden edemedi. Ancak gülüşü eğlenir gibi değildi. Fazlasıyla cinsel imada bulunur gibi bakıyordu. Verdiği cevapla da bunu tescilledi.
“Deli olmamla, sana deli olmam arasında fark var yavrum!” durup onu bedenine çekerken fısıldadı.
“Aradaki farkı pazartesi sabahına kadar göreceksin. Söz veriyorum. Hayatımda verdiğim en gerçek söz bu. Ve vahşi!” O anda Nazenin hafızasında kısa bir yolculuğa çıktı sanki. Kaza yaptığı gece arabada hastaneye giderken iç çamaşırını yırttığı için Metehan’a vahşi misin sen? diye bağırmıştı. Onun verdiği cevabı da gayet net hatırlıyordu. Bilmek istediğine emin misin?
Adamın dudaklarına sokulup başını hafifçe eğdi. Metehan’ın dudakları alnına değiyor, sıcacık soluğunu hissediyordu. Anın büyülü havasına rağmen aklına gelen bu anlarla kahkaha attığında onun da güldüğünü duydu. Kollarını adamın beline dolayıp başını yeniden kaldırdı. Ama artık kahkahası dinmiş, kocaman gülüşü daha küçük ve meydan okur bir tebessümle yer değiştirmişti.
“Sadece bilmek değil, görmek ve yaşamak da istiyorum.” Metehan onu yüzünün yanlarından tutup kendine iyice yaklaştırırken biraz da kendisi eğilmiş ve dudakları buluşmuştu.
“Görecek, bilecek ve yaşayacaksın…”
“Bugün günlerden ne?”
Metehan, soruyu yanıtlamadan önce bir süre düşündü. “Cuma.”
“Hmm…” diyen kadına baktı ama gözlerindeki şüphe ve endişe pırıltılarını gizleyemedi.
“Ne? Cuma mübarek gün falan demeyeceksin, değil mi? Bak yakarım bu evi!” Nazenin içinden kopup gelen kahkahaya engel olamayıp başını arkaya atarak gülerken gözlerinden de yaş gelmişti. Zorla birkaç soluğu peş peşe aldığı sırada, “Pazartesiye kaç gün var onu hesaplıyordum, Binbaşı. Kaç akşam, kaç gece ve kaç sabah var diye…” demiş ve Metehan hınzır bir ifadeyle gülmüştü. Gülüşü sanki kırk yaşında bir adam gibi değil de gençliğinin baharında bir delikanlı gibiydi. Nazenin onu ruhen daha genç kılıyordu sanki.
“Bu geceyle birlikte üç gece… Ve Pazartesi sabahıyla birlikte üç sabah var. Dolu dolu ve çıplak geçecek iki koca gün,” derken boynuna dokunan dudaklarını, tenini sıyırıp geçen sakallarını hissederek ürperdi.
“Bütün hafta sonu şehrin uykuya dalmasını, hiçbir olay çıkmamasını ve bu yataktan çıkmamayı diliyorum.”
“Sen var ya… Beni cayır cayır yakıyorsun kadın…”
“Farkındayım… Ve inan ki hiç pişman değilim. Senin gibi bir adamı bu hâle getirmek… Açık söylemek gerekirse kadınlık gururumu okşamadı desem yalan olur.” Metehan kadının boynunda gezdirdiği dudaklarını durdurdu ancak teninden çekmedi. Yüzünde hâlinden gayet memnun bir gülüş belirirken, “Bak sen…” dedi oyuncu tavrıyla.
“Eğer bu kadar hoşuna gittiyse ben senin o kadınlık gururunu daima okşarım, yavrum. Emin ol bir an bile bıkmam,” diye fısıldarken kadının bacağının arkasına avucunu dayayıp ağır ağır yukarı çıkmış, eteğinin altına giren eli poposunu sertçe kavramıştı.
“Başka yerlerini de okşarım… Öperim…” Boynunu öptü. Öptüğü yeri dilinin ucuyla ıslatıp, sanki mühürlemişti. Nazenin poposunu kavrayıp sıkan elin ve boynunda gezinen dilin hissettirdikleriyle resmen yanmaya başlamıştı. Külotunu çekiştiren parmaklarla yerinde kıpırdanırken, “Bu sefer onu yırtmadan çıkarmanı umut ediyorum. Yoksa bu gidişle giyecek çamaşırım kalmayacak,” dediğinde Metehan’ın göğsünün sarsıldığını hissetti. Bir yandan da kulağına iç gıcıklayıcı homurtusu geliyordu.
“İşime gelir. Her an sana ulaşabilirim.” Sözleri söylerken hayalinde de birçok sahne oynaşıyordu. Keyifle güldüğü sırada bir anda gülüşü soldu, başını geri çekip kadının gözlerine ciddiyetle baktı.
“Yok olmaz… Seni her gördüğüm anda içinde hiçbir şey olmadığını hatırlarım. Bu da beni deli eder. Olmaz vazgeçtim,” deyip Nazenin’in elbisesinin askılarını omuzlarından düşürdü.
“Gerçekten hepsini yırtmayı düşünüyordun yani?” diye şaşkın şaşkın soran kadına bakıp, omuzlarını hafifçe sallarken gözleriyle göğüs dekoltesini işaret etti.
“Onları örten hiçbir şey olmadığını fark ettiğim için şu an buradayız bebeğim. Onları dantelli, saten ya da başka kumaşların altına saklaman da çok seksi inan bana ama… Ben bunu daha çok seviyorum. Bakıyorum, görüyorum,” derken yine göğüslerine üstten üstten bakmıştı.
“Dokunuyorum ve hissediyorum,” derken ise elbisesinin üstüne kocaman avucunu sarıp arasına kadının göğsünü aldı ve yavaş yavaş sıktı. Nazenin bedeninin en mahrem yerlerine dokunan eller yüzünden inlerken, Metehan keyifle onu izliyordu.
“Engelsizce ulaşılabilir olması benim için daha tahrik edici inan.” Elbisenin askıları kollarına sürterek bileklerine varmış ve daha fazla üstünde duramayıp ayaklarının dibine yığılmıştı. Metehan’ın karşısında üstünde hiçbir şey olmadan çıplak kalmak yanaklarına aniden kan pompalanmasına sebep olmuştu sanki. Yanakları cayır cayır yanıyordu.
Loş ışığa rağmen yanaklarının kızardığını görüp tebessüm eden Metehan, parmaklarının sırtıyla yumuşacık ve sıcak yanaklarını okşadı.
“Ama küçük bir uyarım var… Benim yanımda engelsiz ve ulaşılabilir olacaklar. Sadece benim. Olur ya evde oturuyorsundur ve kapı çalar. Benden başka hiç kimseye o kapıyı sutyensiz açma. Kıyafetlerine rağmen bu belli oluyor bebeğim. Ve ben kıskanç bir adamım. Kadınımın başka bir adamın zihninde bir an bile canlanmasına tahammül edemem. O adamı parçalarım. Sana gelecek olursam da…” Nazenin’in çıplak belini kavrayıp göğsünü göğsüne vurdu resmen.
“Seni acı dolu ama oldukça da zevkli bir sevişmeyle cezalandırırım.” Nazenin gözünden, sözünden, hatta bakışından bile kıskançlık akan adama şaşkın şaşkın baktı. Onu daha önce hiç böyle görmemişti. Metehan’ın hiç bilmediği bir yanını görüyordu şu an. Kıskanç, sahiplenici, kuralcı, biraz baskıcı ve tehditkâr şekilde sözünü geçirmeye çalışan bir adam vardı karşısında.
Şaşkınlıkla başını sallayıp ona çıkışıp çıkışmamak arasında gidip geldi. Bu sırada aklına, köy okuluna gittikleri gün eski sevgilisinden bahsedince adamın nasıl dikenlerini çıkardığı geldi. Bu hâlini ilk kez şu an görmüyordu. O gün de bu tavrının bir kısmına tanık olmuştu. Demek ki, Metehan’ın gerçekten kıskanç bir tarafı vardı.
Tam ağzını açıp ters yapacaktı ki yine durdu. Düşündü. Onun açısından düşünmeye ve bakmaya çalıştı. Çünkü Metehan da durmuş, bu sözlerini kendi içinde değerlendirmesi ve kendisini anlaması için zaman tanımıştı.
Bir kadının Metehan’ı üstsüz ya da baksırıyla tüm uzvu gözler önündeyken görmesini asla istemezdi. Kendisi bunu nasıl istemiyorsa, Metehan da istemiyordu. Bir erkeğin kendisine bakıp olmayacak şeyler düşünmesinden zaten hoşnut olacak değildi. Başını usulca sallayıp aklındaki bulutları dağıtmak ister gibi kıpırdandı.
“Bu isteğini makul ve anlaşılır bulduğum için susuyorum.”
“Teşekkür ederim bebeğim. Başkaları bu güzelliği özgürken, giysilerin ardında bile görmemeli. Yani…” diyerek yere doğru eğilmeye başladı.
“Kendi evinden benim evime geçerken bile o sutyeni tak. Popona külotunu geçir.”
“Gerçekten mi? İki adımlık yerde bile mi?” Dizlerini yere koyup dudaklarını aralayan Metehan başını kaldırıp gözlerine baktı. Gözlerinin ardında, en gerilerde soğukluk vardı.
“Bu apartmanda bir sürü erkek var. Evet, hepsi askerim, hepsi silah arkadaşım, hepsi seni korumakla görevli ama… Hepsi erkek! Ve biz erkekler sizin sutyen takıp takmadığınızı, dar bir pantolon ya da benzeri bir şey giydiğinizde külot mu yoksa tanga mı giydiğinizi fark ediyoruz.”
“Sapık mısınız siz?” diye çatık kaşlarının altından homurdanan Nazenin, şu an bu kadar arzu dolu olmasa Metehan’ı dövebilirdi.
“Yavrum sapıklık değil. Belli oluyor diyorum, anlamıyor musun? Anlamak mı istemiyorsun? Ya sabır ya… Yahu ben seni gömlek giymiş olarak gördüğüm ilk günden beri sutyen numaranı biliyorum,” demesiyle, “Ne?” diye haykıran bir çığlık kopmuş, Metehan da diz çöktüğü yerde kopmuştu. Kahkaha atıp gözlerini kadının gözlerinden ayırdı ve burnunun ucunda duran memelere uzun uzun baktı.
“Tabii, bunu anlamak için normalden biraz daha uzun bakmış olabilirim. Ama anlamam bir dakikamı almadı, bebeğim.” Ve susup kadının göğüs ucunu ağzına aldı. Sol göğsü dudakları arasındayken sağ göğsünü avuçlayıp sıktı.
“Çok dikkat çekici duruyorlardı. Şu anda da ayartıcı ve seksi duruyorlar.” Nazenin olduğu yerde kıvranıp bağırır gibi inlediğinde, Metehan sırıtmıştı.
“Şşş… Ses yalıtımı iyi değil… Bunu unutmamaya çalış.”
“Unutmamaya mı?” Sorusuyla başını kaldırmasa da kirpiklerinin altından gözlerine bakan adamın aklından neler geçtiğini kestirmek zordu. Tek anlayabildiği şey aklından geçenlerin yakıcı bir zevkle tanışmasına sebep olacağıydı.
“Az sonra adını bile hatırlayamayacak hâlde olacaksın Nazenin ve ben o anlarda seni doya doya izlemek için sabırsızlanıyorum,” deyip daha sert şekilde göğüsleriyle ilgilenmeye devam etti. Önce şiddetle sarsılmasına sebep olacak şekilde göğüs ucunu emiyor, sonra neredeyse bütün göğsünü ağzıyla örtüp bunu tekrarlıyordu. Ardından dişlerini yumuşak etine geçirip, Nazenin’e çığlıklar attırarak ısırdığı yerlere şefkatli öpücükler konduruyordu.
Bu yaptıklarıyla soluk soluğa kalan kadının yüzünü görmek için başını kaldırdı. Ve daha o anda boğazında güçlü bir homurtu yükseldi. Kadının yanaklarındaki kızarıklık, derin nefesler alırken aralanan dudaklarının duruşu ve usul usul titreyişi bedeninde arzu dolu bir dalgalanmaya sebep olmuştu.
Göğüslerine burnunun ucunu sürtüp biraz daha onlarla ilgilenmeye ve Nazenin’e daha fazlasını vermeye odaklandı. Bu sırada saçlarını saran parmakları hissederek iç çekerken, yine mırıldanmıştı.
“Neymiş sutyen bedenim?” sorusu gerilerden bir yerden kulağına ulaşırken, gülmeden edemedi.
“80…” Nazenin parmakları arasındaki saçları var gücüyle çektiğinde, Metehan’ın dudaklarından erkeksi bir bağırış yükseldi.
“Gerçekten doğru…”
“Şüphen mi vardı yavrum? Doğru tabii,” dudaklarında kendiyle gurur duyduğunu gösteren bir gülümsemeyle karnına doğru ilerledi. Kadının karnını, kalçalarını uzun uzun öptü. Bu sırada kulağına Nazenin’in zevk dolu mırıltıları ve adını tekrarlayışı geliyordu. Dudakları arasından dökülen Mete deyişini duydukça kontrollü davranmayı bıraktı. Daha sert, daha vahşi ve daha yakıcı olmaya başladı. Resmen ağzının, dilinin ayarı kaçmıştı. Kadının kasıklarına sakallarını sürttüğü an attığı çığlıkları dinlerken bacaklarını sıkıca tutup olabildiğince ayırdı.
Dudaklarını bacakların arasındaki o gizli mabede yaklaştırıp sıcak nefesini üflediği an Nazenin kıvranarak ama ihtiyaçla adını haykırmıştı. Metehan da bir an daha düşünmeden dudaklarını o mabede dayadı. Dudakları ve dili tüm sıcaklığı ve ıslaklığıyla Nazenin’in sıcaklığını ve ıslaklığını karşılarken kendisi de zevkle inliyordu. Diliyle cinsel organının yumuşak iki kanadını aralayıp az sonra içini dolduracağı yeri keşfetmeye başladı.
Nazenin’in titreyen bacaklarına destek olmak için bir kolunu beline dolarken, boştaki eliyle kadının sol bacağını kavrayıp kendine çekti. Bacağını omzuna koyup ağzına daha fazla yer açtı. Nazenin bir ayağı yerde diğeri adamın omzundayken başını eğip oluşan manzaraya bakmış ve daha da tahrik olmuştu. Deliydi bu adam. Dakikalardır kendisine yapmadığı dokunuş kalmadığını düşünürken o, bambaşka bir pozisyona geçip daha da kendilerinden geçmelerini sağlıyordu.
Nazenin’e saatler gibi uzun gelen birkaç dakikanın ardından Metehan yüzünü bacaklarının arasından çıkardı. Alnı bocuk boncuk terle kaplanmıştı. Dudaklarına ve hatta çenesine bulaşan ıslaklığın parıltısını gören kadın altdudağını dişlerinin arasına alıp etini ısırırken, titreyen parmaklarını ona uzatıp dudaklarındaki ıslaklığı sildi.
“Ben… Hayatımda böyle güzel bir şeyi ne gördüm ne de tattım.” Sözleriyle Nazenin başını geriye atıp derin bir soluk almıştı. Soluğunu geri veremeden, Metehan’ın yönlendirmesiyle kendi etrafında döndü. Bel boşluğunda poposunun etrafında gezen dudakların bıraktığı ıslaklığı hissediyor ve kıpırdanıyordu. Kıpırtıları esnasında poposunu avuçlayıp sıkan eli hissetmesiyle bir çığlık daha koyverdi. Gözlerini kapatmış, başı geriye düşmüş soluk soluğa ayakta durmaya çalışıyordu. Kapalı olan gözlerinin sulandığını fark ederek, “Mete…” dedi. Buna daha fazla dayanamayacak ve çocuk gibi ağlamaya başlayacaktı. Kalbi dakikalardır yüksek hızla atıyor, bedeni zevkten gerildikçe geriliyordu. Gerginliği ve yaşadığı haz onu ağlama noktasına getirmişti. İnanamıyordu bu hisse.
“Naz…” diyen adamın dudaklarını sırtında hissetti. Geçtiği her yere öpücükler konduran Metehan sonunda ensesini öpüp onu kolları arasında çevirmişti. Gözlerini titrekçe aralayıp puslu görüş açısına inat adamın gözlerine bakan Nazenin, parmak uçlarıyla üstündeki tişörtü kavrayıp çıkardı ve gelişigüzel fırlattı.
Parmak uçlarıyla göğsünde gezintiye çıkarken, tenine dokunan yumuşak tüyleri, o tüylerin altındaki gergin kasları hissediyordu. Başını usulca kaldırıp adamın geniş omuzlarına baktı. O anda içi gitti. Omuz dediğin de böyle seksi olmazdı ama olmuştu işte. Omuzlarını kavrayıp sıkarken, ayak parmaklarının üstünde yükseldi ve dudaklarını birleştirdi.
Nazenin’in adı gibi nazlı dokunuşlarıyla mest olan Metehan, dudaklarına örtülen dudakları da aynı keyifle karşılamıştı. Ellerini omuzlarında, kollarında, belinin yanlarında… Üst bedenin her yerinde hissediyordu. Çıldırtıcıydı dokunuşları. Aklı gitmişti sanki çok kalmış gibi.
Tam o esnada, ince uzun ve narin parmaklar belindeki eşofmanı sardı. İnledi istemsizce. Başını geriye atıp Nazenin diye mırıldanırken, boynunun altındaki âdemelmasına konan öpücükle soluğu kesildi. Şimdi onu tutup yatağa yatırmanın eşiğindeydi. Ama müdahale etmeden beklemeye devam etti. Kendisi nasıl keşfettiyse sevdiği kadının bedenini, o da onun bedenini aynı şekilde keşfetsin istiyordu. Belinin üstünden başlayarak aşağı kayan eller eşofmanın arka tarafından içeri girip poposuna ulaştığı anda, altdudağını ısırarak haykırma isteğini engellemeye çalıştı. Nazenin’in, sadece dokunuşları dağılmasına yetmişti. Bir sonraki adımı hayal bile edemiyordu artık.
Eşofmanı baksırıyla aynı anda aşağı doğru kayıp giderken, göğsünde gezinen dudakların yaşattığı hazla tanışıyordu. Dudaklar daha da aşağıya indikçe heyecanı katlandı. Göbek deliğine dokunan ıslaklığı hissetti önce. Ardından konan öpücükleri. O öpücüklerin tam da kasık çizgisinde soluklanmasıyla kendisi de birazcık soluk aldı. Ancak bu soluklanma uzun sürmedi. Belinin sol yanından başlayarak kasık çizgisini takip eden kadın, sağ yanına usul usul ilerledi. Her yere öpücüklerini bıraktı ve bunu bir milim bile atlamadan yaptı.
Gözlerini aralayıp başını eğerek önüne baktığında titremişti resmen. Önünde diz çökmüş duran kadının oluşturduğu manzara aklını da bedenini de zorluyordu. Onu böyle görmek bir yana dursun, hayal bile edemezdi. Ancak Nazenin her zamanki gibi hayal bile edemediğini gerçeğe çeviriyor, yaşatıyordu. Korkusuzca ve sanki utanıp kızaran kadın kendisi değilmiş gibi, yaptığı her dokunuşa öyle büyük bir cesaretle karşılık vermişti ki… Yaşadığından aldığı zevki yaşatarak da geri veriyordu. Anlamıştı Metehan.
O anda dudakların biraz daha aşağı indiğini hissetti. Kasık çizgisinden aşağı ve daha aşağı… Bu kez öpücükleri teninin en hassas noktalarına kondu. Kıvrandı ve soluk soluğa kadının adını sayıkladı. Bitmişti artık, sabrı da kalmamıştı direnci de. Nazenin’in yumuşacık dudaklarını bedeninin her yerinde hissetmek son nokta olmuştu. Kadının saçlarını bir eliyle toplayıp başını geri çekti canını yakmadan ama hızla yaptığı bu hareketle gözleri buluştu. Başını kaldırmış, bacaklarının önünden kendisine bakıp soluklarını düzene koymaya çalışan kadının yüzünü birkaç saniye inceledi. Ardından onu koltuk altlarından yakaladığı gibi kucaklayıp yatağa ilerledi.
Nazenin yaşananların hızıyla anlık olarak gözlerini kapatmıştı. Ve gözleri kapalı hâlde yatakla buluştuğunu hissederken Metehan’ı ise üstünde bulmuştu. Ne zaman kendisini kucaklayıp yumuşak hareketlerle yatağa bıraktığını anlamamıştı bile.
Üstüne uzanan adamın altında küçücük kaldığını hem hissediyor hem de görüyordu. Usulca titrediği sırada, elinin tersiyle yüzünü seven ve yüzüne dökülen saçlarını geri iten adamın gözlerine baktı. Yüzünde gezen parmağında takılı olan yüzüğün soğukluğuyla ürperip titredi.
Bu sırada fısıltıyla, “Anamdan iki buçuk yıl emdiğim sütün hakkını vereceğime hiç şüphen olmasın yavrum. Gör endamımı şimdi,” demesiyle, Nazenin yine geçmişe gitti. Vilayet önündeki patlamadan sonra odasının tadilatında yardım isterken kurduğu cümleye gelen bu taşlama tam yerinde olmuştu hiç şüphesiz.
İkisi de fil hafızalı olmalıydı; hiçbir diyaloğu unutmuyorlardı. Güldü bu sözlere ve adamın gözlerine korkusuzca baktı. Bakışların altındaki beklentiyi, arzuyu gizlemeden, isteğini belli ederek kirpiklerini kırpıştırdı.
“Göster o zaman endamını da göreyim, Kılıçarslan.”
Metehan, alev saçan bakışlarıyla yakıyordu Nazenin’i. Dudakları usulca kıvrılıp pervasız bir tebessüm belirirken, “Göstereyim o zaman,” diye fısıldamıştı. Kadının aralık olan bacaklarının arasına yerleşti iyice ve kendini ona doğru sürttü. İkisi de kasılıp kıvranırken aynı anda keyifle mırıldanmışlardı. Sonra biraz daha yakınına girip daha belirgin dokundu kadınlığına. Nazenin’in dudaklarından dökülmek üzere olan çığlığı bastırmak için dudaklarına kapanıp öptü. Ağzının içine patlayan inlemelerle iyice aklını kaybediyordu sanki.
Nazenin’in yataktan ayrılıp kavislenen beli, beklentiyle titreyen bedeni ise aklına hiç yardımcı olmuyordu.
“Az önce… Önümde… Çok güzel görünüyordun,” diye kulağına bir kez daha fısıldadı ve kulak memesini canını acıtmadan ama tahrik edecek kadar da belirgin şekilde ısırdı. Boynuyla omzunun arasından başlayarak sakalını omzu boyunca sürttü. Nazenin, yumuşak tenine batan sakalları hissederken dudaklarını dişleyerek bağırmış ama konuşmuştu da.
“Bir daha yapsana…”
Metehan ona şöyle bir bakıp, “Demek hoşuna gitti buraya dokunmam,” dedi boğuk çıkan sesiyle ve Nazenin yalnızca başını salladı. Beklentiyle boynunu olabildiğince açmış, gözlerini ise kapatmıştı. Metehan yine boynuyla omzunun oluşturduğu o boşluktan başlayarak omzu hizasında sakallarını sürterek ilerledi. Nazenin altında kıvrandıkça aynı şeyi tekrar tekrar yaptı. Sakalları yüzünden kızaran tenini öpüp şefkat gösterirken bir yandan da yeniden onun bedeninin içine ilerlemeye başlamıştı.
“Seni seviyorum… Hep seveceğim,” deyip ondan bir tepki almak, bir cevap duymak umuduyla gözlerine bakıp bekledi ancak Nazenin ağzını açıp da tek kelime etmedi.
“Nazenin…” Bekledi ama bekleyişinin sonu yine sessizlikti.
“Naz…” deyip dudaklarına dokundu.
“Nefes al yavrum. Nefes al.” Nazenin, bunu bir komutla yapıyormuş gibi güç bir soluk alınca, Metehan kıs kıs gülmeye başladı.
“Korkuttun beni yavrum.”
“Mete…” dedi yalvarır gibi ve devam etti: “Bu çok fazla… Senden değil ama kalbimden korkuyorum. Kalbim dayanmayacak galiba.” Sözleriyle gülümseyen adam sevdiği kadının kalbinin tam üstüne dudaklarını bastırdı. Dudaklarının altında gümbür gümbür atan kalbi hissediyordu.
“O kalp benim ve dayanacak. Korkma…” diye fısıldarken ileri itti kendini. Nazenin yüzünü buruşturdu ve dudağını sertçe ısırdı. Bedeni ise kasılmıştı. Metehan onun yüzüne sokulup alınlarını birleştirirken, bir yandan da iki yanında duran bacaklarını tutup okşamış ve beline koymuştu. İçine girmek için can attığı o sıcaklığın kapısını böylece daha da aralamıştı sanki.
Biraz daha ilerledi, biraz daha ve Nazenin’in bedenine tamamen gömüldü. O anda, Metehan’ın dudaklarından boğuk bir haykırış yükseldi. Hissettikleriyle resmen başı dönüyordu. Gözlerini kapatıp yüzünü kadının boynuna gömdü ve öylece biraz durdu. Ardından başını kaldırıp sevgilisinin yüzüne sokuldu.
“İyi misin bebeğim? Canın acıyor mu?” derken endişeliydi ve Nazenin’in yüzünü inceliyordu. Nazenin ise hep rivayet edilen acıyı hissetmemiş olmanın şaşkınlığıyla bakıyordu Metehan’a.
“İyiyim. Canım acımadı. Yani… Bahsedildiği gibi acı hissetmedim.” Öyle güzel, öyle şaşkın ve zümrüt misali gözleriyle boncuk boncuk bakıyordu ki Metehan’ın içi gidiyordu. Bu kadın, kalbini eritiyordu.
“Şükür ki acı çekmedin. Çünkü senin kirpiğin titrese benim yüreğime ağrı giriyor kadınım,” diye fısıldadı. Nazenin, onun yüzünü kavrayıp kendine çekmiş ve dudaklarını birleştirmişti ki Metehan içinde geri gitmeye ve doldurduğu boşluğu terk etmeye başladı. Nazenin sanki onu tutmak ve gitmesini engellemek ister gibi beline doladığı bacaklarını sıkınca, Metehan resmen ulur gibi bir bağırış koyverdi ve yatağın başlığına avuç içini geçirdi.
“Yapma… Zaten çok sıkısın. Zor dayanıyorum. Yapma. Sıkma kendini.” Nazenin bacaklarını gevşetip şaşkın gözlerle üstünde kıvranan adama bakarken içinde can bulan darbeyle kasıldı. Dudakları aralanırken çığlığı odaya karıştı. Az evvel hissetmedim dediği acı, şimdi kasıklarına saplanan ve nefesini kesen acı mıydı? Muhtemelen oydu.
Kollarını acıyı hissettiği anda Metehan’ın sırtına dolamış, tırnaklarını da etine geçirip kocaman sırtında izler bırakarak aşağı indirmişti.
“Kıpırdama. Dur… Kendine ve bedenine zaman ver,” diyen fısıltılı sesi duyuyordu. Soluklanmaya çalışırken, “Bekle… Nefes al… Kıpırdama… Az sonra geçecek…” gibi telkin edici sözlerini de duyuyordu.
“Bunu neden geç hissettim?” diye mırıldanan kadının saçlarını okşayan Metehan onu sevgiyle, şefkatle nasıl sarıp sarmalayacağını şaşırmıştı.
“İlk anda çok yavaştım. Belli ki sen de esnektin. İkinci darbem daha hızlı ve sert olunca… Özür dilerim bebeğim. Böyle olacağını düşünemedim.” Nazenin loş ışığa rağmen yüzünün rengi beyaza çalan adamın üzüntüsünü görüyordu. Kollarını biraz geri çekip yüzünü kavradı ve okşadı.
“İyiyim. İlk anki sancı yok oldu sanki. Üzülme…” dese de Nazenin, Metehan bedenini geri çekip ondan ayrılmak için hamle yapmıştı. Nazenin ise onu boynundan yakalayıp hızla kendine çekti. Burun buruna durdukları anda dişlerinin arasından fısıldadı.
“Hiçbir yere gitmiyorsun. Bunun yaşanacağını ikimiz de biliyorduk. Çocuk muyuz biz de bu anı yaşayıp korkup saklanalım. Devam et, beni çıldırtma adam!”
Nazenin’in gözlerindeki kararlılığı görünce anladı Metehan. Korkuları bir köşeye geçmiş de çoktan sevişmeye başlamıştı sanki. Bıraktı kendini ve derin bir soluk alıp sakinleştikten sonra peşi sıra hamlelerle Nazenin’in bedeninde ileri geri hareket etmeye başladı.
Hareketleri senkronize ve peş peşe gelmeye başlayınca, yatağın başlığı da duvara vurmaya başlamıştı. İkisinin de dikkatini dağıtan ve şu an odada yaşananları herkese duyuran bu durum Metehan’ı çileden çıkarmaya yetmişti. Yavaşça Nazenin’den ayrılıp sövdü dudaklarının arasından ve kadını kolları arasına alıp yataktan kalktı. Metehan’ın kucağında, bacakları beline bağlı duran Nazenin ona sıkıca tutunmuştu. Bu sırada yatağın üstündeki yorganı bir ucundan tutup yere doğru fırlatan Metehan ise hâlâ sövüyordu.
“Yatakta hiç sevişmedim ki nereden bileyim böyle olacağını. Ağzına tükürdüğüm… Ne işe yarıyorsun sen. Yarın yakacağım ulan seni.” Sözlerine kıkır kıkır gülen Nazenin alnını onun omzuna dayamıştı.
“Gülme… Bak gerçekten tepem atık gülme yavrum.”
“Ama çok komik görünüyorsun. Kıpkırmızı oldun sinirden.”
“Sinirlenirim tabii. Özel hayatımızı ulu orta yaymaya niyetim yok. Ayrıca birinin aklından bir an bile bu şekilde geçsek deliririm. Sen bana, ben sana özelim. Bu kapının ardında olmak zorunda olduğumuz kişiler oluyoruz ama burası… Burası başka,” deyip yavaşça dizlerinin üstüne çöktü ve Nazenin’i yorganın üstüne yatırdı. Yüzüne dağılan saçlarını okşar gibi kenara çekerken, “Çok güzelsin,” diye fısıldıyordu. Başını biraz aşağı eğip kadının boynundaki kolyenin ucunda yer alan nazar boncuğunu usulca öptü.
“Nazar değmesin güzelime,” derken saçlarının üstünde gezen parmaklarla mest olmuştu. Siniri yavaş yavaş geçip yerini arzu dalgaları aldı tekrar. Yeniden buluştu bedenleri böylece. Az evvelkine göre daha özgürdü her hareketleri. Daha etkili, daha sert ve daha tutkuluydu. Dakikalar sonra, Nazenin’in bedenindeki kasılmayı hisseden Metehan’ın yüzünde heyecanlı ama biraz da kendini beğenmiş bir gülüş belirmişti. Sevdiği kadının az sonra yaşayacağı patlamayı daha da unutulmaz kılmak için darbelerini daha derine yaptı ve hemen geri çekilmedi. Ulaşabildiği en derin noktada kalıp kalçalarını kıpırdattı her seferinde.
Nazenin ise içini dolduran sertliğin içinde döndüğünü hissettikçe dudaklarından dökülen bağırışlara engel olamıyordu. Tıpkı bedeninin kasılmalarına engel olamadığı gibi. Bacaklarının arasında oluşan yoğunluğu, baskıyı ve arzu dolu sancıyı hissediyordu. Bu yoğun hissin yakın zamanda büyük bir rahatlamayla son bulacağının farkındaydı ve o rahatlamayı yaşamak istiyordu artık. Çünkü dayanacak hâli kalmamış, vücudu pelteye dönmüştü.
“Mete…” dedi canhıraş bir feryatla. Kulağının dibinde ise adını sayıkladığı adamın sesini duydu, boynunda gezen soluğunu hissetti.
“Söyle bebeğim…” Metehan böyle diyordu ama onun da tek kelime edecek durumda olmadığını biliyordu, görüyordu, hissediyordu.
“Nazenin…” dedi zorla. Nazenin’in kasılmaları arttıkça Metehan da son noktaya adım adım yaklaşmaya başlamıştı.
“Metehan…” İşte kadının dudaklarından kopan çığlığa karışan adını duymasıyla kendisi de boğuk ama güçlü bir bağırış koyverdi. Yüzünü hızla kadının boynuna kapatıp, boğazından yükselen ve dudaklarından firar eden bağırışını böyle baskılamaya çalıştı. İkisi de şiddetli şekilde sarsılıyor, birbirlerinin sırtlarına doladıkları kollarını daha da sıkıyor, boğuk ama arzu dolu sesleriyle odayı dolduruyorlardı.
İkisine de uzun ve sonsuz gelen sarsıntılar son bulduğunda hâlâ soluk soluğaydılar. Nefesleri birbirine karışıyor, hızla inip kalkan göğüsleri birbirine vuruyordu.
“İşte şimdi gerçekten Hemdem olduk kadınım,” dedi dakikalar sonra Metehan. Yüzü hâlâ kadının boyun girintisinde, bedeni hâlâ onun sıcacık bedeninin üstündeydi. Ve hâlâ bedenleri bir bütündü.
“Tamamlandık… Can olduk, nefes olduk…” diye fısıldadı Nazenin de. Bir yandan onun kocaman sırtını okşuyor, bir yandan da yaşadığı anın yorgunluğuyla kapanmaya çalışan gözlerini açık tutmak için direniyordu.
Bu sırada Metehan biraz geri çekilip yüzüne baktı. Sevgisini, aşkını ve tutkusunu gizlemeden. Zaten ne zaman gizlemişti ki? Nazenin’in yorgun ve kapanmamak için savaş veren gözlerine gülümserken göz kapaklarını şefkatle okşadı.
“Uyu… Ben buradayım. Yanında. Sen huzurla uyu güzelim,” deyip onun canını yakmamaya özen göstererek yavaşça geri çekti bedenini. Nazenin birkaç küçük mırıltı çıkardıysa da bacaklarını uzun sayılabilecek bir süreden sonra birleştirip yan dönmüş ve yorganın üstünde büzüşmüştü.
Metehan ona büyülenmiş gibi bakmayı kesip yatakta duran yastığa uzandı ve kadının başının altına koydu. Ardından ayaklanıp bir süre bacaklarının kendine gelmesini bekledikten sonra dolaba ilerledi ve üst rafta duran yorganı indirdi. Nazenin’in yanına uzanıp yorganı üstlerine örttükten sonra sokuldu bedenine. Sırtını göğsüyle buluşturup yüzünü ensesine yasladı. Başını ise yastığın diğer yarısına bıraktığı anda gözleri huzurla kapandı.
Kollarının arasında yatan kadının varlığına binlerce kez şükretmek istediyse de bini bulamadan uykuya dalmıştı.
Ne kadar süre sonra uyandı bilmiyordu ancak kollarında yatan kadının farkındaydı. Burnuna dolan o mis kokusu genzini yakıp geçiyordu sanki. Gözlerini açmaya bile gerek duymadan kokunun en yoğun olduğu noktaya sokuldu yavaşça. Dudaklarını Nazenin’in boynuna sürtüp titrek bir nefes aldı. Bu sırada sevdiği kadının dudaklarından bir mırıltı yükselmişti.
“Mete…”
“Naz,’’ diye karşılık verirken bir soluk daha çekti içine. Taa ciğerlerine, en derinine.
“Nasılsın güzelim?” Sorusunu sorduktan kısa süre sonra kolları arasında kıpırdanıp gerinen kadının çıplak teni kendi tenine sürtününce, irkilip hızlıca iç çekti.
“İyiyim… Sen?” dedi sorar gibi ve yavaşça Metehan’a yüzünü döndü.
“Ben…” diye mırıldanan adam yüzünü okşayıp, dağılan saçlarını sevdi. Ardından da konuşmaya devam etti: “İyiyim… Uzun zamandır olmadığım kadar iyi ve huzurluyum.” Sözleri bittiğinde dudakları yavaşça kavuştu.
“Teşekkür ederim. Yaşattığın tüm güzellikler için. Ve teşekkür ederim bana güvendiğin için,” diyen Metehan’ı, Nazenin takip etti sakin bir sesle.
“Teşekkür ederim pes etmeyip bir an bile vazgeçmediğin için. Ve teşekkür ederim güvenimi boşa çıkarmadığın için.”
***
Gelmesini istemedikleri pazartesi sabahına uyandıklarında Metehan sol kolunu başının altına koymuş yatağın ortasında sere serpe yatıyor, duştan yeni çıkmış sevgilisinin odada çıplak vaziyette koşturup durmasını izliyordu. Daha önce böylesi bir keyifle izlediği bir manzara hatırlamıyordu. Nazenin’le geçirdikleri hafta sonunda gördüğü diğer güzel manzaralar dışında tabii.
“Elbisem nerede?” diye carlayan kadına bıyık altından bir gülüşle bakıp dudaklarını eğip büktü.
“Bilmem. Onu en son cuma akşamı gördüm. Sonra… Sonrası şahaneydi ve şahane olan hiçbir anda o elbise üstünde değildi.” Nazenin’in, “Metehan!” diye bağırmasıyla içtenlikle kahkaha attı. Nazenin ise yerdeki yorganı kaldırıp altına bakmayı sonunda akıl etmişti. Eğilmesiyle, Metehan’dan yükselen homurtuyu duyarak ve duruşunu hiç bozmadan, havaya kaldırdığı sağ kaşının altından ona baktı.
“Güzel pozisyon,” diye geveleyen adamın sesindeki boğukluk ve alev alan gözleri, o gözlerin tüm bedeninde aç kalmış bir kurt gibi gezinmesi dikkatini dağıtmak üzereydi. Bunu fark ettiği anda işine geri döndü ve elbisesini yerden aldı. Onu bulmanın rahatlamasıyla iç çekip hızlıca giyindi. Metehan’ın çıplak bedenine ve o bedende az evvel gördükleri yüzünden yaşanan değişime bakmamaya çalışarak dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu.
“Giyinip geliyorum. Sen de hazırlan artık.” Odadan koşarak çıkan kadının son sözleri bunlardı ve Metehan’ın hiç hoşuna gitmemişti.
“Seni istiyorum… Ama akşama çok var. Kahretsin!” diye bağırmış, evden çıkmak üzere olan Nazenin ise duyduğu sözlerle kıkırdamıştı.
“Akşam olmasını sabırsızlıkla bekleyeceğim, Binbaşı. Emin olabilirsin.”
Evden çıkıp kapıyı kapattığı gibi kendi evine geçip giyinmeye başlamıştı. On beş dakika sonra hazırlanmış olarak yeniden Metehan’ın evine girdiğinde, onun da hazır olmak üzere olduğunu gördü. İki gün aradan sonra birbirlerini ilk kez bu kadar giyinik görmek ikisine de garip gelmişti. Sanki birbirlerini ilk kez görüyor gibi bakıp süzdüler. Metehan ağır adımlarla Nazenin’e yaklaşıp belini sararken kadının dudakları zaman kaybetmeden dudaklarını örtmüştü.
“Eve gelince de isterim bu öpücükten,” diyen adama gülümsedi içini yakmak ister gibi.
“Ben de öperim,” derken parmak uçlarında yükselip kollarını onun boynuna dolamış ve ensesindeki saçlarıyla oynamaya başlamıştı.
“Böyle dokunmaya devam edersen seni bu kapıya dayarım…”
“Eee…”
“O eteği yukarı çekerim…”
“Eee…”
“İçine girerim. Zorlama beni Nazenin! Sana direncim yok, biliyorsun.” Adamın gözlerindeki kararlılığı gören Nazenin derhal ellerini indirdi ve geri çekildi.
“Uslu dur. Artık işe gitmemiz lazım.”
“Hıhıı!” Homurtularına gülüp başını sağa sola sallarken, “Aaa, az daha telefonumu unutuyordum,” diyerek salona yöneldi. Metehan ise öylece durmuş onu izliyordu. Salona girip gözden kaybolmasıyla kendisi de salona doğru ilerledi ve kapıya omzunu dayayarak onu izlemeyi sürdürdü.
Bir an bile gözünün önünden gitmesine izin vermediği kadınını nasıl olacak da bütün gün görmemeyi başaracaktı, bilmiyordu. Suratı iyice düştü. Nazenin, telefonunu alıp yeniden yanına geldiğinde kapıya ilerlediler. Dışarı çıkmadan önce, bir kez daha bakışıp ufacık öpücük verdiler birbirlerine.
“Akşama görüşürüz,” diye fısıldayan Nazenin, yüzünü onun göğsüne gömüp kedi gibi kıvrılırken, Metehan da, “Akşama görüşürüz bebeğim,” demiş ve kollarını sımsıkı sarmıştı ufak tefek bedene.
Sonunda önce birbirlerinden ardından da evden ayrılıp iki sevgiliyi o evde bıraktılar. Kapının eşiğinden dışarı adım attıkları anda, Nazenin yine Vali Hanım, Metehan ise yine Binbaşı oluverdi.
Ancak karargâha varan Binbaşı’nın da Hükümet binasına varan Vali Hanım’ın da gözlerinin içi parlıyordu. Mesleklerinin ağırlığından dolayı yüzleri gülmüyordu belki ama mutlulukları, huzurları gözlerinin içinden belli oluyordu.
Pençe Timi kendilerine ait olan alanda oturmuş muhabbet ederken göz ucuyla komutanlarına bakıyor, Metehan’ın arada bir yüzünde seğiren tebessüme benzer ifadeyi yakalayıp birbirlerine dönüyor ve hayırdır der gibi kaş göz işareti yapıyorlardı.
Onlara bakmasa da ne yaptıklarının farkında olan Metehan, “Ne oynaşıp duruyorsunuz lan? Hayırdır?” dediğinde homurtulu çıkan sesiyle askerleri bir kez daha kıpırdanmıştı. Hiç kimseden ses çıkmayınca, Metehan telefon ekranına diktiği gözlerini usulca kaldırıp onlara baktı. Her birine tek tek bakmayı sürdürürken de başını sorar gibi salladı.
“Ne bakıyorsunuz oğlum?” Sorusuyla herkesin bakışları hızla Yusuf’a dönerken, Yusuf dudaklarının arasından kısacık bir küfür salladı onlara.
“Amına koyayım, yanan hep ben oluyorum.” Yanan hep o oluyordu çünkü meraklıydı, dedikodu severdi, çoğunlukla boş boğazdı ve tabii ki Metehan’dan sonra en rütbeli kendisiydi. Bu bakışlar da soruya cevap vermesi gereken kişi sensin demek oluyordu.
Yusuf gerginlikle kıpırdanıp yüzünü sıvazladıktan sonra komutanına döndü ve gülümsemeye çalıştı.
“Sizi çok iyi gördük komutanım. Maşallah diyecektik,” deyip anında çenesini kapattı ve kendisini dikkatle izleyen gözlerin altında usulca terlemeye başladı.
Metehan onların karın ağrısını böylece anlarken, suratlarındaki meraklı ama ürkek ifadeye katılarak gülmek istese de ifadesizliğini hiç bozmadan elindeki telefonu birkaç kez çevirdi. Ardından da, “Sizinle kapanmamış bir hesabımız var aslanlar. Geçen hafta hasta olup rapor aldığımda benimle taşak geçiyordunuz ya hani…”
Susup bir anda ayaklanmasıyla timi de ayaklandı ve esas duruşa geçti. Hepsine yeniden bakıp, bıyık altından ama belli de olacak şekilde gülüp oradan çıkarken, sözlerine devam etti: “İşte o goygoyun hesabını vereceksiniz.” Ardında bıraktığı timinin mırıltılı ama komutanım siz yanlış anlamışsınız sözlerine ise kıs kıs gülmeyi sürdürdü. Tam odasına girecekti ki, “Kılıçarslan!” diye koridoru inleten sesle hazır ola geçti.
“Emredin komutanım.”
Albay ona ciddiyetle bakıp, “Eğitim alanına gidiyoruz,” diyerek emir verdiğinde esas duruşta başını hafifçe salladı.
“Emredersiniz komutanım.” Koşar adım komutanını takip edip askeri araca geçtiklerinde, araç çoktan hareket etmişti.
“Eğitimini tamamlayan taze komandoları şehirdeki hücre evlerine göndereceğiz. Sahaya inmeye böyle böyle alışacaklar,” diye söze giren Albay, planlarını anlatmaya başladı. Metehan ise dikkatle dinlemeye koyuldu.
Vakit akşamı bulup mesai bitene kadar ikisinin de gözü sık sık saati kontrol etmişti. Çünkü Nazenin de Metehan da işlerini bitirip eve gitmeyi ve birbirlerini görmeyi istiyordu. Ancak son anda gelen sürpriz bir haberle Nazenin’in işi uzamıştı.
Çünkü Valilik binasına yapılan saldırı sonrasında olan biteni yerinde incelemek isteyen içişleri bakanının yarın şehre geleceğini öğrenmişti. Hâlâ odasında işleriyle boğuşurken, kapısının çalındığını duydu.
“Gel,” diyen net sesi odada yankılanırken öksürür gibi bir ses daha duydu. Tanıdık bir ses. Başını yavaşça kaldırıp karşısına baktığında kapıya omzunu dayamış, ellerini ceplerine sokmuş öylece duran adamı gördü. Ve yüzünde yorgun bir tebessüm belirdi.
“Binbaşı!” derken yavaşça arkasına yaslanıp parmaklarının ucundaki kalemi çevirmeye başladı. Bu sırada içeriye adımlayan adamın da yüzünde tebessüm oluşmuştu.
Onun karşısındaki üçlü deri koltuğun tam ortasına oturup arkasına yaslandı ve bakışmaya devam ettiler. İkisinden de tek kelime çıkmıyordu ancak gözleri çok şey anlatıyordu. Derin bir bakışta saklıydı sevda da huzur da aidiyet de.
“Sürpriz misafiriniz için sabaha kadar mesai yapacak gibisiniz,” diye mırıldanan adama bakmayı sürdürüp omuzlarını hafifçe silkti.
“Bu, sizin için bir sorun mu? Sabaha kadar mesai yapmam,” demesiyle Metehan bıyık altından, çapkın, can alıcı bir gülümsemeyle gözlerine baktı.
“Binbaşı için asla sorun olmaz ama… Metehan için olur.” Nazenin sol kaşını kavis alacak şekilde havalandırıp, “Yaa… öyle mi?” dedikten sonra kalemi çevirmeyi bıraktı ve masaya doğru eğildi. Sanki ona yaklaşmak ister gibi.
“Metehan için neden sıkıntı olur?”
“Özledim!” Cevap saniye gecikmeden, en net şekliyle gelmişti. Bu cevapla yanakları kızarmaya başlayan Nazenin, sessiz ama bariz belli olan derin bir soluk aldı.
“Bu özlemini Nazenin anladı da Vali Hanım…” diyemeden ayaklanan Metehan üç adımda yanında bitivermişti.
“Vali Hanım falan anlamam. Özledim diyorum, bütün gün akşam olsun da sana kavuşayım diye saat saydım diyorum.”
“Yoo öyle bir şey demedin ki.”
“Bak, seni burada öpmem çok uygunsuz kaçar. O yüzden beni deli etme. Evimize gidelim.” Eğilip burnunun dibine giren adama şaşkın şaşkın bakıp, “Yoksa…” diye fısıldadı. Bu esnada evimize dediğinin de farkındaydı ve bu kelime kulaklarında çınlıyor, kalbini deli gibi attırıyordu.
“Yoksa kaçırırım seni, Nazenin.”
“Kırkından sonra kuduranı da teneşir paklar dedikleri doğruymuş…” diyen kadının şaşkın sesiyle bir an duraksayan Metehan, içinden kopup gelen kahkahasını serbest bıraktı. Odayı sıcacık gülüşü doldururken Nazenin de gülmeye başlamıştı.
“Dalga geçme de kalk gidelim kadınım. Hadii…” Sözlerine dayanamayıp yavaşça ayaklanan kadın askıdan ceketini aldı ve üzerine geçirirken, kapıya doğru ilerlemeye başladı.
“Adam kudurdu. Şaka gibi…”
“Şaka falan değil. Daha hızlı yürür müsün?” diyerek Nazenin’i elinden tuttuğu gibi çekiştirircesine merdivenlere yöneldi.
Koşar adım binadan çıkıp Metehan’ın aracına geçtiklerinde, Nazenin rahat rahat gülmeye başlamıştı.
“Delisin biliyorsun değil mi?” dediği anda, bacağını kavrayan adam elinin altındaki tenini sertçe sıkıp usulca okşadı. Ardından da elini eteğinin altına doğru ilerletti.
“Delirtene bakacaksın yavrum… Delirtene!”
Dişlerinin arasından yükselen bu fısıltıya aracın motor sesi karışmıştı. Elini olduğu yerden çekmeden harekete geçip askeriyeye ilerledi. Lojmana vardıklarında ise saniye kaybetmeden araçtan inip onun da kapısını açtı.
Birlikte lojmana girip dairelerinin bulunduğu kata geldiklerinde Nazenin evinin kapısına yönelmiş, Metehan ise tam arkasında bitip ellerini kalçalarına uzatmıştı.
“Aç şu kapıyı…” diye mırıldanırken bir yandan da kadının boynuna sokuluyor, tenine burnunun ucuyla dokunuyordu.
“Ama karnım aç…” Nazenin’den yükselen bu isyana kıs kıs gülüp, “Ben de açım. Ama sana… Sen açlıktan ölmezsin ama ben sensizlikten ölebilirim. Benim durumum daha kötü,” diye mırıldanırken paldır küldür eve girip kapıyı tekmeyle kapatmıştı.
Kadının üstündeki ceketi çekiştirip yere fırlatırken, yatak odasına doğru yürümeye devam ediyorlardı. Metehan parmak uçlarıyla Nazenin’in gömleğinin düğmelerini açarken, ondan yükselen mırıltıları duyarak iç çekti. Gömleği de yere fırlattığı esnada dudakları kadının ensesinde gezmeye başlamıştı. Saçındaki tokaya usulca asılıp canını yakmadan çıkardığında saçları özgürlüğünü ilan ederek sırtına doğru döküldü.
Kolları arasında dönüp belindeki palaskayı kavrayan parmakların çekişiyle Nazenin’in göğsüne sertçe çarptı. Bu sırada da dudakları aynı sertlikle kavuştu. Üstündeki üniformada gezen eller kıyafetini çıkarırken keyifle mırıldanıyor, kendisini ona bırakıyordu.
“Hâlâ aç mısın?” sorusunu gülerek sorarken, Nazenin yüzünü buruşturup, “Evet ama önceliklerim değişti,” dedi. Bedenini ardındaki yatağa bırakırken Metehan’ı da üstüne çekti.
Sonrası değil saatler, saniyeler sayılarak beklenen kavuşmaydı.