8.BÖLÜM

Bedenini saran kolların arasında mırıldanıp sıcaklığına iyice sokulmaya çalışırken, burnuna dolan kokuyla mest oluyordu Nazenin. Şu an Metehan’ın üstünde yatıyor, çıplak tenleri hiç yabancılamadan birbirini sarıyordu. Usulca gerinip, burnunun ucuyla adamın boynuna dokunurken mırıldandı.

“Günaydın…’’ Sırtına dağılan saçlarının ve tenini okşayan parmakların temasıyla ürperirken yine mırıldanır gibi gülmüş, ardından da Metehan’ın uyumaktan boğuklaşan sesini duymuştu.

“Günaydın güzelim.’’

“Bugün kar yağsa ve şehirde tatil ilan etsem olmuyor mu ya… Evde mahsur kalsak falan.’’

Nazenin’in çocuk gibi şikâyet edercesine bir sesle söylediği bu sözlere gülen Metehan ise tek hamlede yan dönüp onu yatağa yatırmış, üstüne eğilmişti. Kadının yüzünü örten saçlarını yavaşça kenarlara itip uykulu gözlerine uzun uzun baktı. Sonra ise bıyık altından gülerek konuştu.

“Gece uyumazsan sabah da böyle şikâyet edersin işte küçük hanım. Kar yağsaymış, tatil ilan etseymişmiş. Mayıs ayında!’’ deyip kıs kıs gülmeye devam ederken sözlerine de devam etti.

“Bir de kendisinin tatil ilan edebildiğinin havasını yapıyor. Bak bak!’’ Bir kez daha kahkahalarla gülüp Nazenin’e sokuldu ve köprücükkemiğinin üstüne bir öpücük kondurdu.

“Gece uyuyamama sebebim ne acaba?’’ diye resmen carlayan kadının sesi ve sözlerine imalı bir sırıtış ve homurdanmayla karşılık verirken elinin tersiyle boynundan aşağıya doğru yol çizdi. Göğüslerinin arasından geçip karnına dokundu.

“Geçerli bir sebebin vardır umarım?’’ diye oyunbaz şekilde mırıldanırken eğilmiş ve kadını kasıklarından uzunca öpmüştü. Gelen bu öpücükle bir kez daha ürperen Nazenin ise yatakta kıvranıyor, kalçalarını tenine mühürlenen dudaklara doğru kaldırıyordu.

“Çok geçerli bir sebebim vardı Binbaşı’m.’’

“Neymiş o sebep? Ben de duyayım, Sayın Vali’m.’’

Metehan bu küçük oyunu kadının bacaklarının arasına bıraktığı öpücükle farklı bir noktaya taşımaya çalışırken, Nazenin’in parmaklarını saçlarının dibinde hissetti. Yapmak istediği şeyi onun da bu kadar istiyor olması heyecanını körüklüyordu.

“Sevgilimle sevişiyordum…’’ Cevabıyla boğazından güçlü bir homurtu yükselen Metehan, göz ucuyla komodinin üstündeki saate baktı.

“Mesainin başlamasına bir buçuk saat var.’’ diye fısıldadı dişlerinin arasından.

“Bugün çok yoğun olacak.’’ Şikâyet eder gibi mırıldanıp altında kıvranan Nazenin’e baktı yine.

“Daha fazla yorma diyorsan…’’

“Kahretsin… Yor… Zaten yorulacağım. Önce sen yor.’’ Tek solukta bağırırcasına söylediği sözlerin ardından bacaklarını daha da açtı ve Metehan’ı arasına aldı.

“Emredersin, Sayın Vali’m. Uykusuz bıraktığım gibi uykunu da ayıltırım,’’ demesiyle kadını kucağına alması aynı anda olmuştu. Yataktan hızlıca kalkıp odadaki berjere ilerledi ve oturup bedenini arkaya yasladı. Kucağındaki kadının tenini okşayıp, poposuna sert bir tokat indirdiğinde Nazenin’in dudaklarından zevk dolu bir haykırış yükselmişti. Onun bu tepkisine keyifle gülümseyen Metehan daha ileri gitmekten çekinmiyordu artık.

Nazenin’in beline doğru salınan saçlarını tek hamlede avucunun arasına alıp başını geri çekerken açılan boynuna önce diliyle dokundu. Kulağının altına küçük bir öpücük kondurup, “Bir ol benimle, hemdem ol, canıma can, nefesime nefes ol kadınım… Nazenin,’’ dediği anda kadın da karşılığını verip bedenlerini birleştirmiş, sevdiği adamla tek vücut olurcasına bir olmuştu.

Canları da birdi artık. Nefesleri de bir. Yürekleri de bir ve daima birlikte.

***

Saat tam sekizi gösterirken Nazenin makamında, Metehan ise Kutluhan Albay’ın yanındaydı. Herkes birkaç saat içinde şehirde olacak olan içişleri bakanını karşılamak için hazırlık yapıyordu.

“Metehan!’’

“Emredin komutanım.’’

“Bakan Bey’i ben ve Andaç Binbaşı yönetimindeki Kaplan Timi karşılayacağız. Siz ise Nazenin Hanım’dan gözlerinizi ayırmayacaksınız.’’ Metehan bir an bile beklemeden, “Emredersiniz komutanım,’’ cevabını verince Albay duraksayıp başını kaldırmış ve ona dikkatlice bakmıştı. İfadesiz yüzünde eğlenir gibi bir gülümseme belirirken, “Nazenin Hanım’dan gözünü ayırmayacaksın,” dedi. Metehan hemen, “Emredersiniz komutanım.” diye yanıtladı. Albay kıstığı gözleriyle onu süzüp, “derken yüzündeki gülümsemesi sırıtışa döndü. “Zaten gözümü ayıramıyorum komutanım diyemeyince tabii…’’ deyip oturduğu yerden kalktı, adım adım Metehan’a yaklaştı ve sırtını baba edasıyla okşadı.

“İyisiniz iyi, oldu sizden. İkinizin de yüzü gülüyor. Pişmiş kelle gibi hem de.’’

“Komutanım, siz de bu durumdan baya mutlu gibisiniz. Bizi kafaya almak epey hoşunuza gidiyor,’’ diye homurdanan askerine bakıp gür bir kahkaha attı.

“Ulan nasıl mutlu olmayayım, nasıl hoşuma gitmesin. Evlat… Birinizi evlendirdim, Andaç delisini yani… Birinizi de yakında evlendirecek gibiyim. Seni yani…’’

Metehan bu sözle yakın zamanda Nazenin’le ilişkisini resmiyete dökmesi gerektiği mesajını alırken gözünün önüne gelinlikli bir Naz, damatlıklı bir Mete görüntüsü gelmesini çok isterdi. Ancak şu an gözünün önüne gelen tek şey, beylik tabancasını alnına dayamış şeytani gülümsemesiyle sırıtan Seyfettin Paşa’ydı.

“Tövbe estağfurullah!’’ deyip diken diken olan tüylerini yatıştırmak için kıpırdandı.

Albay ise bir an ona ciddiyetle bakıp, gönül mü eğlendiriyorsun lan sen bizim kızla diyecekti ki Metehan’ın gözlerindeki o korkuyu gördü.

“Ulan… Seyfettin Paşa geldi değil mi aklına?’’

“Geldi valla komutanım. Deli herif, ya vermezse kızını?’’ Albay peş peşe kahkahalar atıp odasından çıktığında Binbaşı da onu takip ediyor, kendisi ise muhabbeti keyifle devam ettiriyordu. Onun böyle bir durumda ne yapacağını öğrenmek için sabırsızlanıp göz ucuyla yüzüne bakarak hemen sordu. İkisinin de yüzünde mimik kıpırdamıyordu ama gözlerinde muzip parıltılar vardı.

“Vermezse ne yapacaksın?’’

Metehan bir an bile tereddüt etmeden, “Kaçırırım!’’ cevabını verirken kıs kıs güldü. Tam o anda, “Nah kaçırırsın Biraderim. Bir siktir git asabımı bozma. Babam tamam diyene kadar efendi gibi gelecek, Allah’ın emri Peygamber Efendimizin kavliyle kızımızı isteyeceksin,’’ diyen Andaç’ın sesini duyduklarında arkalarına dönüp onunla göz göze geldiler.

“Andaç’ım, her maaşımı çiçeğe, çikolataya verdirir Paşa. Daha bunun nişanı var, düğünü var, ev kurması var, çeyizi var, bohçası var, balayısı var. Çoluk var çocuk var ulan. Para biriktirmem lazım yani. Bin kere gelip de evinizi Charlie’nin Çikolata Fabrikasına, Isparta’nın gül bahçelerine çeviremem. Bir kere gelirim, verirse verir, vermezse kaçırırım. Netim!’’

Andaç birkaç saniye ciddiyetle ona bakıp derin bir soluk aldı. Bu sırada Albay ise kenardan kenardan elinde büyüyen bu iki deli adamı, can kardeşi tebessümle izliyordu. O sırada Andaç her zamanki gibi kocaman sırıtıp Metehan’a yaklaştı ve omzuna sağlam bir yumruk indirirken sevdicek gibi şakıdı.

“Netliğin bozulmasın kardeşim. Ben de bizim deli kızı istemekten yorulup da kim kaçıracak diye hep merak etmiştim.’’

Metehan, kendisi dışında herhangi birinin Nazenin’e gönül düşürüp de Paşa’nın kapısına gidebileceği düşüncesiyle kıpkırmızı olurken, dişlerinin arasından resmen bağırmıştı.

“Fazla merak etme. Kaçıracak adam da belli işte. Benim! Kardeşin de benim gönlümün baş tacı. Bitti! Netim!’’

“Anladık ulan, netsin,” deyip Metehan’a sarılırken bir yandan da Albay’a bakıyor ve gülüyordu.

“Hadi hadi. Sevgi yumağı olmayı kesin de işimize bakalım.” Sözleriyle hareketlenip plan yapmaya devam ettiler.

Kutluhan Albay’ın dediği gibi Bakan Bey’i Andaç’la birlikte karşılamış, valiliğe doğru yola çıkmışlardı. Bu esnada Metehan ise Valilik Binası önünde timiyle birlikte bekliyordu.

Binanın kapısından çıkan Vali Hanım’ı görüp hazır ola geçerlerken gözleri bir an için Nazenin ile kesişti. Birkaç saniye ifadesizce birbirlerine baktıklarında Metehan neredeyse gülecekti. Sanki sabah koynundaki, kucağındaki kadın o değildi. Öyle bir bakışı ve duruşu vardı ki onları tanımayan kimse özel hayatlarında sevgili olduklarını asla anlamazdı.

Nazenin ağır adımlarla merdiven basamaklarından inip Bakan’ı beklerken oldukça gergindi ve bu herkesin dikkatini çekmişti.

Bir an için başını sağa sola yatırıp esnettikten sonra şakaklarını ovmasıyla gerginliğinin sebebini anlayan Binbaşı’nın kaşları çatılmıştı. Vali Hanım’ın başı ağrıyordu. Muhtemelen migren atağı baş göstermek üzereydi.

Şu an yanına gidip iyi olup olmadığını sormak için neler vermezdi! Ancak bunu yapabileceği bir durumda olmadıklarının farkında olarak yerinde durmaya devam ederken, “Pençe Timi, rahat!” komutunu verdi. Adamları hemen pozisyonlarını değiştirdiler. Nazenin ise bu sırada yine şakaklarını ovup boynunu esnetmiş, bir an için Valilik önüne uzanan yola arkasını dönüp soluklanmıştı.

Herkesin gözünün üstünde olduğunu bilse de bunu yapmaktan kendini alamıyordu. Çünkü başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Gözlerini kapatıp birkaç saniye öylece kaldı, bekledi ve zor da olsa gözlerini yeniden araladı.

Onun çektiği acıyı ve o acıyı gizleyemeyişini anbean izleyen Metehan ise deli gibi suçluluk duyuyordu. Kadının dinlenmesine izin vermemiş, daha da yorulmasına sebep olmuştu.

“Uygur, Figen’e söyle bir sağlık personeli buraya gelsin. Vali Hanım’a serum takmak gerekecek gibi duruyor.”

“Emredersiniz komutanım,” diyen Uygur yanlarından ayrılıp telefonunu eline aldığında, Nazenin neler olup bittiğini az çok anlamıştı. Minnetle Metehan’a bakıp tebessüm etti ve yeniden yola doğru dönüp misafirini beklemeye başladı.

Çok geçmeden Bakan Bey’in aracı görüş alanlarına girip binanın önünde durduğunda, Nazenin tüm acısını saklamış, nötr bir yüzle merdivenin son basamaklarını inmiş ve durmuştu.

Araçtan inen Bakan Bey tebessüm ederek başını hafifçe sallarken elini de uzatıp, “Vali Hanım, merhaba,” dedi. Nazenin belli belirsiz bir tebessümle eline uzanıp tokalaştıkları esnada etraflarındaki yerel ve ulusal medyaya bağlı gazeteciler bu ânı görüntülüyordu.

“Sayın Bakan hoş geldiniz.”

“Hoş buldum…” derken vilayet binasının dışına bakan adamın bu yaptığına neredeyse gülecekti.

“Geçmiş olsun, çabuk toparlamışsınız. Hiçbir şey olmamış gibi görünüyor.”

“Sağ olun, el birliğiyle vilayet binamızın hasarlarını giderdik,” deyip içeriyi işaret etti.

“Buyurun.” Onlar içeri girip gözden kaybolurken Pençe ve Kaplan Timi binanın etrafında güvenlik çemberi oluşturmuştu.

Ellerindeki ağır silahlar, gözlerini gizleyen siyah gözlükler, yüzlerini örten kamuflaj desenli bufflarıyla duvar gibi duruyorlardı.

Bir saatlik görüşmenin ardından Bakan Bey şehirde kısa bir gezintiye çıkmak isteyince, Nazenin başta olmak üzere birçok yetkili de ona eşlik etmek için binanın önünde belirmişti.

Kalabalık hâlinde yürümeye başlayıp caddedeki esnafla sohbete başlayan Bakan’ı birkaç adım arkadan takip eden Nazenin, etraflarındaki koruma ordusundan bunalıp gözlerini devirmemek için kendisiyle savaşırken telefonunu eline aldı.

Birkaç kelimeden oluşan mesajı Pençe Timi, eşleri, Albay ve eşinin de bulunduğu kendisinin de birkaç gün önce dahil edildiği sohbet grubuna gönderdi. Ardından telefonunu ceketinin iç cebine koyup misafirine eşlik etmeyi sürdürdü.

Saatler sonra, Bakan geldiği gibi askerî bölgeden havalanan helikopterle şehirden ayrıldığında, Nazenin ardında kopan kahkahaları duyarak omzunun üstünden Albay’a ve Pençe Timi’ne baktı. Hepsi telefonlarına bakıp resmen haykırıyordu.

“Ne oldu ya?” diye sorarken onlara dönüp yürümeye başlamıştı. Yüzündeki buffı, gözündeki gözlüğü çıkaran Metehan ise gülerek, “Bakan işte, bakıyor. Unvanının hakkını verircesine… mi? Cidden mi? Adamın yanında mesaj grubuna bunu mu yazdın gerçekten Nazenin?” sorusuna güldü usulca.

Metehan’a doğru yaklaşırken saatini kontrol edip daha da gülümsedi ve kolunu adamın beline dolayarak yürümeye devam etti.

“Mesai bitti Binbaşı. Karnım aç. Ve evet, Bakan’ın yanında nasıl güzel bakan bir adam olduğunu yazdım. Sadece baktı ve gitti işte. Haksız mıyım?”

“Sen her zaman haklısın hayatım. Yemin ederim ki haksız olduğun bir konu bile görmedim,” derken silahını sağ eline alıp sol kolunu kadının omzuna dolamıştı.

Başının üstüne küçük bir öpücük bırakırken ise hem kendi gülüyor hem de yanlarındakilerin gülüşlerini duyuyordu.

“Abicim, hortlak görmüş gibi bakmayı kesip yürür müsün? Karnım aç diyorum ya!” Nazenin abisine bakmasa da şu an şok olmuş vaziyette ikisini izlediğinin farkındaydı.

“Bu kadın gerçekten benim kardeşim mi ya? Anaaa, gitti sevgilisinin yanına sokuldu.”

“Mesai bitti abicim. Ne yapalım yani hâlâ buz gibi mi takılalım?” derken başını hafifçe kaldırıp Metehan’ın ışıldayan harelerine bakmış ve gülerek göz kırpmıştı.

“Şimdi bu adam seni kaçırsa…”

“Kaçarım,” deyip sırıtırken, Metehan’dan yükselen kahkahaya Albay, Pençe ve Kaplan Timi de eşlik etmişti.

“Tabii önce gelsin istesin de babam vermez muhtemelen. Ben de kaçarım. Böyle dalyan gibi adamı kaçıracak hâlim yok herhalde.” Metehan başını hafifçe sallayıp bu kez kıs kıs gülerken, Nazenin ona pek de masum olmayan bir ifadeyle bakıyordu.

“Dalyan gibi diyorsun yani…” diye fısıldayan adama doğru dönüp kulağına yaklaştı. Hâlâ yürümeye devam ediyor, arkalarındaki kalabalıktan uzaklaşıyorlardı.

“Ben bakan değilim dalyan. Ne gördüğümü de ne yaşadığımı da biliyorum.” Metehan güçlü bir kahkaha daha koyverip başını arkaya atmış gülerken, Andaç’ın bağırışları kulağına ilişti.

“Lan… Kız kardeşim kız kardeşim gibi değil, can kardeşim can kardeşim gibi değil… Kutluhan baba n’oldu bunlara?” sorusuyla birbirlerine sarılmış vaziyette önünde yürüyen ikiliye bakan Kutluhan Albay sadece, “Aşk aslanım, aşk,” demişti. Timler ise bu sözlerle yaygarayı basmıştı. Yusuf Yüzbaşı silah arkadaşlarına bakıp, “Yürüyüş kararı sayılacak!” emrini verip bağırarak marşın ilk sözlerini söylemeye, diğerleri ise tekrarlamaya başladı.

Biz dağlara atarız pusu

Haram oldu gece uykusu

Binbaşıya bir yudum su

Vermez misin Bursa kızı

Yusuf’un ufak dokunuşlarıyla komandoya sözü binbaşıya, Konya kızı sözü Bursa kızına dönünce birbirlerine bakıp gülen çiftten ilk konuşan Metehan oldu.

“Binbaşı’ya bir yudum su vermez misin, Bursa kızı?”

“Sen iste sana su arıtma tesisi projesi imzalayayım, Binbaşı’m. Ayıp ediyorsun.” Olayı tiye alışına kahkaha atarken, “Sen cidden çatlaksın yavrum valla bak,” dedi ve arkadaki kalabalığa dönüp bağırdı.

“Su vermekle kalmam su arıtma tesisi projesi imzalarım Binbaşı’m diyor…”

“Oooo!” Nidalarına kahkahalar karışırken herkes katıla katıla gülmekten renk değiştirmişti sanki.

“Abisinin gülü benim için ne…”

“Git karına sor o soruyu.” Cevabıyla kahkahalar bir kez daha yükselirken Andaç koşarak önlerine geçmiş, “Beni beni abini…” demeye başlamıştı ki, Aybars arkadan bağırdı.

“Komutanım, Nazenin Hanım şu an kardeşiniz değil. O sizin can kardeş kontenjanından yengeniz yengeniz…” Andaç dışındaki herkes meşhur repliğe gelen güzel dokundurmaya gülerken, Nazenin arkasına dönüp Aybars’ı işaretparmağıyla göstererek konuştu.

“Güzeldi, sevdim bunu.”

Onları sessizce ama gülerek izleyen Albay Kutluhan Kutalmış cebindeki titreşimi hissedip eline telefonunu aldı. Aramayı, “Nurancım…” diye cevapladıktan kısa süre sonra etrafındaki askerlerine ve Nazenin’e bakmıştı.

“Çocuklar…” diye seslenmesiyle Nazenin dahil herkes kendisine döndüğünde yüzünde minnet dolu bir tebessüm belirdi. “Söyle Kutluhan baba…” Bağırışlarına gözleri doldu. Onun bu halini fark eden Nazenin ise Metehan’a küçük bir tebessümle bakıp göz kırpmış ardından da usulca Albaya yaklaşıp koluna girmişti. “Seni dinliyoruz Kutluhan baba…”

“Yapma be Nazenin kız. Ağlatacaksın beni…” deyip zar zor yutkundu.

“Nuran Hocanız yemekler hazır hadi gelin diyor,” derken sesi titriyordu.

“Nuran hocamı bekletmek olmaz hadi gidelim,” diyerek yürümeye başlayan Nazenin yol boyunca Kutluhan Albay’la kol kola kalmaya devam ederken havadan sudan da muhabbet etmişlerdi. Onları adım adım izleyen Metehan, Andaç ve timlerin yüzünde ise hoş bir gülümseme vardı.

Nazenin’in iş dışındaki sevecen, sıcakkanlı, hoş sohbet hâline Pençe Timi aşikârdı ancak Kaplan Timi bunu ilk kez görüyordu ve ona gıptayla bakıyorlardı.

Yemek için lojmanın bahçesine kurulan masalara yaklaştıkları sırada, “Hoş geldiniz!” diye bağıran kadınların sesiyle irkilip şaşkınca etrafa bakan Nazenin, “Aaa!” diye bağırdı.

“Karım!” diye bağıran ve Birce’ye doğru koşan Andaç herkesi yeniden kahkahalara boğmuştu.

“Sen bi dur be kocam. Ben görümcemle kavuşacağım,” diyerek kendisine koşan Birce’yi kucaklamak için kollarını açan Nazenin saniyeler içinde dostuna sımsıkı sarıldı.

“Ama karım!” diyen abisine ise sırıtıyordu.

“Karın olmadan önce de benim dostumdu. Unutma. Bu sevdanın sebebi benim.”

“Nazo bak sinirimi bozuyorsun abim. Can kardeşim senin gözüne bakıyor, karım ilk sana koşuyor. Kızzz, Sinem bari sen önce benimle kucaklaş be!”

“Kucaklaşırım abim, ayıp ediyorsun,” diyen Sinem elindeki tabakları bırakıp Andaç’a doğru koşmuş ve sarılmıştı.

Herkes onların bu haline gülerken Nazenin, Birce’ye sarılıp yanaklarını sıktı ve ardından da uzun uzun öptü.

“Gelinim gönlüme gelmiş yaaa… Bircoş’um…” deyip bir daha sarılırken, Andaç, Sinem ve Metehan birbirlerine bakıp kıs kıs gülmüş karşılarındaki manzaranın tadını çıkarıyorlardı.

“Nazo’m…” diyen Birce bir anda Sinem’e dönüp, “Gel kız buraya,” diye bağırdığında Sinem de çocuk gibi onlara koştu. Üçü, civcivler misali toplanıp birbirlerine sarılıp bir yandan da birbirlerini dürtüklerken, kahkahalar onların bu haline yükseliyordu.

“Ayıp ama ya bana da sarılacak bir Nazo bırakın,” diyerek lojman binasından çıkan tanıdık bir başka yüzle Andaç ve Nazenin, “Oooo… Sayın Savcı’m…” diye bağırmaktan kendilerini alamamışlardı.

“Sayın Vali’m ve Binbaşı’m ve…” diyen Kerem, Metehan’a ters ters baktı bir süre.

“Nazo’mun sevgilisi…”

“Ha şunu bileydin Alacalı komutanımın emaneti.” Metehan’ın bu sözleriyle sessizlik oluştu. Kerem’in adımları durdu. Onun hemen arkasından gelen karısı İdil ve kucağındaki kızları Nazenin de durmuştu. Kerem buruk bir tebessümle başını sallayıp, “Eyvallah,” derken Metehan da aynısını yapıp bir cümle daha kurdu.

“Sana her zaman eyvallah Kerem Alacalı.” Bu sözler sen başkasın, Nazenin’le senin aranızdaki bağ başka. Anladım ben, demekti. Herkes anlamıştı sözlerinin asıl anlamını. Kerem yeniden yürümeye başlayıp Nazenin’e sıkıca sarılırken, İdil de Andaç’ın yanına gelmiş selamlaşıyorlardı.

“Andaç abicim nasılsın?”

“İyiyim İdil’im, iyiyim. Sen nasılsın? Küçük Nazo’m, amcam… Sen nasılsın bebeğim?” diyerek Nazenin’in küçük elini usulca okşadı. Bu sırada uykusundan yeni uyanmış ayılmaya çalışan kız ona utangaç bir bakış atıp güldüğünde, onları izleyen Metehan’ın yüzünde gülümseme oluşmuştu. İdil, Metehan’a boştaki elini uzatıp tokalaşırken, “Metehan Binbaşı’m merhaba,” dediğinde Metehan ona samimiyetle bakıp yüzündeki gülümsemeyi büyüttü.

“Hoş geldiniz İdil Hanım.”

“Abi, hanım falan onlara gerek yok. İdil desen yeter.” İdil olağanca sakin, ağırbaşlı, kibar ama samimi biriydi. Bu, gözlerinden de duruşundan da belli oluyordu.

“O zaman sen de bana Metehan abi de bizim kız. Ve sen gel bakayım buraya küçük Nazenin,” diyerek İdil’in kucağındaki kızı usulca kollarına aldı. Nazenin bir an için şaşkın şaşkın yabancı bu yüze bakıp, “Tocaman…” dediğinde sözleri duyan herkesi güldürmüştü.

“Evet, ben kocamanım. Ya da tocaman da olurum senin için.” Nazenin kıkır kıkır gülerek adeta Metehan’ın gönlünü çalıyordu.

“Bu ne?” Nazenin küçük elleriyle boynundaki buffı tutmuş merakla bakıyordu. Metehan onu sağ koluyla sarıp sıkıca tutarken buffı yüzüne çektiğinde küçük kız heyecanla, “Cö ööö…” deyivermiş Metehan da onun bu tepkisine kahkahayı basmıştı.

“Cöö ööö… Nerdeymiş Nazenin? Aaaa, buradaymış…” derken buffı yüzünden indirip onu şakağından uzun uzun öptü.

“Tocaman…”

“Efendim amcam söyle…”

“Sen çok mu süt içiyorsun? Ondan mı böyle büsbüyük oldun?” Sorusuyla herkesi bir gülme almıştı. Metehan göz ucuyla İdil’e bakıp ne diyeyim? sorusunu sorar gibi göz kırptığında İdil gülerek usulca başını salladı.

“Evet güzel kızım ben çok süt içiyorum, o yüzden böyle tocamanım. Sen de çok süt içersen büyür tocaman olursun.”

“Tamam içicem,” diye heyecanla şakıyan kızı sarıp sarmalarken sessizce güldü Metehan ve o esnada Nazenin’le göz göze geldi. Pırıl pırıl gözlerle, dudaklarında ufacık bir tebessümle baktılar birbirlerine. Kerem ise o bakışmayı yakalayıp Nazenin’e göz ucuyla bakarken, “Sevgilin kızımın gönlünü çalıyor Nazo. Hoş değil…” diye homurdanmıştı. Dili iğnelese de içinde artık bir huzur vardı. Binbaşı’nın kız kardeşi bildiği bu kadına bakışını görüyordu. Sevgiyle, aşkla bakan gözleri bilirdi elbet, kendinden bilirdi. Karısı İdil’e bakarak derin ama sessizce iç çekerken Nazenin’in, “Ama çok güzeller,” dediğini duydu. Daha da gülümsedi.

Metehan silahını Andaç’a vererek masaya ilerleyip Nazenin’i kısa süreliğine yere bıraktı. Üstündeki parkayı, boynundaki buffı, başındaki bandanayı çıkarıp saçlarını hızla düzeltti. Az ilerideki çeşmede elini yüzünü yıkayan askerlerine bakıp gözlerini masadaki sarmaya çevirdi.

“Nazenin, şurada sarma var ya amcam…” Nazenin parmak uçlarında yükselip masayı görmeye uğraşınca, güldü kendi kendine. Kızı kucaklayıp sandalyenin üstüne dikkatlice koydu. Onun belini sıkıca sararken, “At bakayım ondan bir tane ağzıma.” Nazenin kıkırdayıp heyecanla sarmadan bir tane almış ve Metehan’a dönüp sarmayı ağzına bırakmıştı. Sonra da hiç beklenmeyen bir şey yapıp yanağına uzun sulu bir öpücük bıraktığında, mest olmuştu Metehan.

“Allaaahh, yerim seni cimcime. Gel.” Kızı yeniden kucaklayıp sandalyeye oturdu.

“Ellerinize sağlık Nuran ablam. Sarma şahane olmuş.”

“Afiyet olsun Metehancığım.”

“Tocaman…”

“Efendim cimcime Nazenin’im.”

“Senin adın ne?”

“Benim adım Metehan,” dediğinde Nazenin bir süre durup düşündü, sessizce ağzını hareket ettirerek adını söylemeye çalıştı ama başaramayınca, “Offf, çok zormuş tocaman,” deyip omuzlarını düşürdü. Metehan kıs kıs gülüp tam ağzını açacaktı ki omuzlarını saran elleri ve başının yanına sokulan yüzü hissetti. Büyük Nazenin, yani sevgilisi Nazenin usulca kıza yaklaşıp saçlarını öptü.

Tam o anda, küçük kızın “Ben sana Mete diyeyim mi tocaman?” sorusuyla ikisi de donup kaldı. Küçük Nazenin ikisine de dikkatle bakarken onlar göz göze gelmeden edemediler. İkisinin de yüzünde şimdi imalı bir gülüş belirmişti.

“De amcam de sen bana Mete de. Demek ki Nazeninler Metehanları sadece sevmekle kalmıyor, Mete demeyi de seviyor.” Omzuna inen tokatla kahkaha atarken yüzünü döndürüp Nazenin’i şakağından belli belirsiz öptü.

“Ne? Yalan mı?”

“Değil… Ama çocuğun yanında yaptığın ima da uygun değil.”

“Bir şey ima etmedim ki yavrum. Sen öyle anladıysan, Mete deyince aklından ne geçiyorsa artık…” adamın omzunu sıkıp kulağına fısıltıyla, “Çıplak bir Mete,” dedikten sonra kulağının altıyla boynu arasındaki noktaya dudaklarını bastırdı. Şu an masada ya da yakın çevrelerinde kimse yoktu ve bunu görülmediklerini bilerek yapmıştı. Yaptığı bu hamleyle oturduğu yerde irkilen Metehan dişlerini sıkıp zevkten inlememek için çabalarken, “Naz…” diye fısıldadı. Tam o esnada ağzına uzanan küçük elin uzattığı sarmayla şaşkına dönüp sarmayı yemek zorunda kaldı.

“Afidet olsun tocaman Mete,” diyen her şeyden habersiz küçük Nazenin kendi ağzına da sarma atmaya çalışırken ikisini kahkahalara boğmuştu.

“Çocuk istediğime karar verdim kadın… Beni elleriyle doyuracak bir çocuk istiyorum duydun mu beni?” Nazenin şok olarak yüzüne bakıp kalırken bir kahkaha daha attı.

“Sen iyice delirdin komutan.”

“Sayende Vali’m, sayende.” Nazenin, bu muhabbetten kaçmak için masaya yiyecekleri getiren Nuran, Yeliz ve Figen’e yardıma giderken, arkasında bir bağırış koptu.

“Bana bak Leyla, sus artık vallahi kardeşim falan demeyeceğim çarpacağım ağzına.” Herkes sessizleşip kavga ederek yanlarına yaklaşan kızlara bakarken, Kutluhan ve Nuran derin bir of çekmişti.

“Ne oldu yine?” Kutluhan Albay’ın gür sesiyle sorduğu bu soru kızlarını birkaç saniye susturmuştu ancak Hüma yani büyük kızı sinirle kendisine bakıp, “Kızına sor!” diye resmen bağırmıştı. Her ne olduysa Hüma’nın gerçekten sinirlendiği, bakışından, yüzünün renginden belli oluyordu. Elindeki çantasını hırsla masaya bırakıp içinden sigara paketini alarak lojmanın arkasına doğru yürüdüğünde, herkes bir an birbirine baktı. Kutluhan Albay da olan biteni tıpkı onlar gibi şaşkınlıkla izleyip silkelenerek kendine gelmeye çalışırken kızına tedirgince baktı.

Evet, üniversite yıllarından beri Hüma’nın sigara içtiğini biliyordu. Ancak ne içtiğini görmüştü ne de sigara paketlerinden birini. Biliyor ama bilmiyor gibi yapıp kulağının üstüne yatıyordu.

Ki Hüma annesi, kardeşi, abileri gibi gördüğü Metehan ve Andaç’ın yanında da asla sigara içmez, paket falan çıkarmazdı. Kızının gerçekten bir şeye kızdığı aşikârdı.

Gözlerini küçük kızına çevirip ona bakarken kaşı usulca havalandı. Babasının bu bakışını daha görmeyen Leyla, “Oha, babam görür diye tedirgin bile olmadı,” diye mırıldandı. Sandalyesinden kalkıp küçük Nazenin’i babasına veren Metehan, “Demek ki ablanı gerçekten kızdırmışsın Leyloş,” demiş ve lojmanın arkasına yürümeye başlamıştı. Albay’ın yanından geçerken ise, “Ben konuşurum,” deyip onun omzuna dokunmak dışında bir şey yapmamıştı.

Lojmanın arkasında bina duvarının kenarına çöküp oturmuş Hüma’nın yanına gidip kendisi de sessizce yere oturdu.

“O kadar mı kızdın ya? Bizi de geçtim de babanı bile gözün görmedi.”

“Zaten biliyor. Çocuk gibi saklanıp durmaktan çok sıkıldım artık. Görürse görsün, duyarsa duysun.” Hüma yüzüne bakmadan sinirle bu sözleri söylediğinde, Metehan derdin gerçekten büyük olduğunu anlamıştı.

Kutluhan Albay’ın ilk çocuğu olmasının zorluklarını asıl çeken oydu. Şehir şehir gezmiş, sürekli göreve giden babasının yokluğuyla büyümüştü. Leyla ona göre daha şanslıydı. Çünkü o doğduğunda Kutluhan Binbaşı’ydı ve eskisi kadar sahaya inmiyordu. Operasyonları harekât merkezinden yönettiği zamanları biliyordu Leyla.

Sanırım bu yüzden Leyla daha deli dolu, nazlı niyazlı ama Hüma içine kapanık, daha sert ve duvarlıydı.

“Hüma güzelim…”

“Abi, konuşmasak olur mu? Ben gerçekten çok sinirliyim de!” Başını sallayan Metehan, “Bir sigara ver diyecektim ya, kızma,” dedi. Duraksayan Hüma bir an ne yapacağını şaşırıp ona baktı ve gülmeye başladı.

“Al…” derken ise paketi ona uzatmıştı.

“Gel buraya gel, cadı. Küçük cadım benim.” Sözleriyle ve kocaman açılan kollarla gardını indirip Metehan’a sarıldı usulca ve başını omzuna koydu.

“Neye kızdın sen söyle bakayım? Bana söyle. Söz kimseye söylemem.”

“Vali Hanım’a bile mi?”

Bir an duraksayıp ardından, “Söylemem, zaten o da sormaz. Abi kardeş arasına girmez,” dediğinde, Hüma gülümsedi ve iç çekerek mırıldandı. “İşsiz kaldığıma üzgünüm, Leyla’nın laf sokup durmalarına kızgınım. İş bulmak için uğraşıyorum ama sonuç alamıyorum. O yüzden de moralim bozuk.” Metehan onun bu halinin sebebini tahmin etmişti zaten ama ondan duymak düşüncelerini doğrulamıştı.

“Abiciğim, işinden ayrılmış olman can sıkıcı elbet ama senden de kıymetli değil. Bugün olmazsa yarın bir iş bulacak ve yeniden düzen kuracaksın. Bu dönemi bir mola olarak düşün ve dinlen. Keyfine bak. Olmaz mı?”

“Leyla gibi bir cadıyla aynı evdeyken keyfime mi bakayım? Bu dediğine sen inanıyor musun abi?” sorusuyla kahkaha atan Metehan, ona hak verir gibi başını salladı.

“Tamam kabul, Leyla ile bu biraz zor. Ama ne yap biliyor musun?”

“Ne?” Metehan ona bıyık altından gülerek bakıp, “Canını sıktığında, seni Metehan abime söyleyeceğim, de. Korkusundan bir daha bir şey yapamaz.” Hüma bu sözlere gülüp hafifçe başını salladı. Kısa süreli sessizliğin ardından, “Teşekkür ederim,” dediğinde Metehan sadece gülümsemiş ve onu başının üstünden öpmüştü. Hüma, Metehan’dan gelen bu destekle az evvelki durgunluğunu ve sinirini unutup aklından geçen düşüncelerle gülümsedi. Metehan’a bakıp, “Çok güzel kadın ama… Hükümet gibi kadın derler ya, aynen öyle.” Dediğinde Metehan sigarasını yakıyordu. Sigarasından derin bir nefes çekerken, duyduğu bu sözlere içtenlikle kahkaha attı.

“Biz ona devlet ana gibi kadın diyelim abim. Daha apolitik olsun.”

“Doğru… Vali Hanım politikadır siyasettir sevmez.”

“İnsan seviyor benim hatun, hizmet etmeyi seviyor.”

“Yaa Metehan abi…” diye yaygarayı basıp bu kez gülen Hüma’ydı.

“Benim hatun diyor ya yicem kiii,” deyip ona daha sıkı sarılırken konuşmaya devam etti ama bu kez daha kısık sesli alttan alta gülerek konuştu.

“Eee sen de taş gibi komandosun abiciğim. Oldu sizden oldu. Bebeleriniz güzel olur sizin.”

“Heh işte ben de onu diyorum abim ya… Güzel bebelerimiz olur bizim diyorum.”

“Dinletemiyor musun?”

“Azıcık ısrarcı olmam lazım galiba…” Hüma hem gülüp hem göz devirirken sol elinin yüzükparmağını havaya kaldırdı.

“Ne yapıyorsun kızım, hareket mi çekiyorsun sen bana?”

“Yüzük diyorum abicim, yüzük.”

“Ne yüzüğü?” Hüma sinirle soluyup ondan uzaklaşırken saçlarını geriye savurdu ve Metehan’a ters ters baktı.

“Harry Potter’da Voldemort’un hortkuluk yaptığı yüzük!”

“O ne be?”

“Ayy! Metehan abi sen âşık olunca Andaç abime benzemişsin.”

“Tövbe de kızım.”

“Ne tövbesi ya, Vali Hanım aklını almış resmen…”

“Aldı canım ona ne şüphe,” dediğinde gözünün önüne müstehcen sahneler gelivermişti. Başını hızla sallayıp âna dönerken Hüma’ya da döndü.

“Ne diyorsun kızım? Bilmece gibi konuşma açık açık söyle şunu.”

“Abi vallahi pes. Zekâ açısından da özel seçilmiş kişiler olduğunuzu bilmesem neyse… Yüzük diyorum, evlilik teklifi diyorum. Çocuk istemeden önce yapman gerekenler bunlar diyorum.”

“Heee!”

“He yaa hee. He ne be?”

“Şaşırma nidası olarak yani…” Cevabına gözlerini deviren Hüma ayaklanıp, “Kalk n’olur, biraz daha seninle bu diyalog içinde kalırsam seninle iletişimime bir süre ara vereceğim,” dedikten sonra yürümeye başlamış, Metehan’ı da orada öylece bırakmıştı.

Metehan bir süre daha yorgun aklını toplamaya ve Hüma’nın dediklerini düşünmeye çalıştı.

“Çocuk istemeden önce kızı babasından, pardon deli babasından istemem lazım değil mi lan… Tabii bir de Nazenin’e sormam lazım… Hayır diyecek hâli yok da… Acaba var mı? Nazenin bu, sağı solu belli olmaz. Ona da sormak lazım. Yüzük de o soruya lazım. Eee ben yüzüğü nereden bulacağım? Anneme mi sorsam? Yok yok, o ortalığı velveleye verir. Babaannemle düğün hazırlığına falan başlarlar. Olmaz… Ama ilk önce yüzük işini halledeceğim tamam, sonra baba faktörü var, sonra çocuk olur inşallah, amin.”

“Komutanım…”

“Ne?”

“Düğünü unuttun da hatırlatayım dedim,” diyen sesle kendine gelip sol yanına baktığında, Aybars’ı gördü. Gülmemek için dudaklarını kemiriyordu.

“Lan hele bi gül, ağzına sıçarım. Kaybol gözümün önünden. Hiçbir şey duymadın görmedin anladın mı?”

“Anladım komutanım. Ben de zaten yemek hazır diyecektim.” Aybars sırıta sırıta yemek masasının olduğu alana dönerken, kendisi de ayaklandı. Ağır adımlarla çeşmeye ilerleyip ellerini ve yüzünü yıkadı. Bandana yüzünden birbirine geçmiş saçlarını biraz ıslattı ve şekil verdi.

Masada boş olan tek yere yani Nazenin’in yanına geçerken onun tam arkasında durup yanaklarını avuç içleriyle sarmış ve başının üstünü öpmüştü. Öyle normal, öyle çabasız bir şekilde yapmıştı ki bunu ne yaptığını ne nerede olduğunu ne de yanlarında kimler olduğunu düşünmemişti bile.

Nazenin bir an için bu temasa şaşırıp duraksadıysa da yüzünde gülümseme oluşmasına engel olamamıştı. Küçük adaşını kucağında bir koluyla sıkı sıkı tutup diğer elini yüzüne doğru uzattı ve adamın elini kavradı.

“Acıkmışsındır hadi geç otur,” derken çorba kâsesini Nuran hocaya uzatıp biraz çorba koymasını rica etti. Çorba kâsesini Metehan’a verirken ise, “Başka ne istersin? Bak burada kuru patlıcan dolması ve biber dolması da var. Sarma önünde varmış… Salata ve yoğurt da ister misin?” diye soruyordu.

Masada kendisine ne uzaksa hepsini ona ulaştırmaya çalışıyordu. Metehan onun bu hâline, kendisini ve ilişkilerini benimsemiş tavırlarına tebessüm ederken sandalyesinin arkasına kolunu uzatıp kadının omzunu kavradı. Kulağına doğru sokulup yüzünün yanlarına dökülen saçlarını yavaşça kulağının arkasına iterken fısıldadı.

“Beni hep böyle sev isterim. Başka da bir şey istemem Nazlı yarim… Senin sevgin gönlümü de ruhumu da karnımı da doyuruyor.”

Nazenin, gayriihtiyari gayet olağan şekilde sorduğu sorularla Metehan’ın kalbini nasıl erittiğini fark edip ona kirpiklerinin altından bakarken dudaklarında ufacık bir tebessüm oluşmuştu.

“Severim… Ama yemeğini yersen.”

“Ben de yerim… Seni de yerim…” deyip göz kırptığında Nazenin kızarmaya başlamıştı. Onu daha da utandırmamak için küçük Nazenin’e sokulup saçlarını öptü. “Seni de yerim küçük Nazenin,” dediğinde küçük kız ağzında geveleyip durduğu sarmasını yutup güldü. Kollarını açtı ve Metehan’ın boynuna tutunup kucağına oturdu.

“Tocaman Mete…”

“Canım…”

“Sarma yiyelim mi?” Nazenin usulca Metehan’ın kolunu dürtüp çorba kâsesini gösterince, Metehan başını sallayıp küçük kıza dönmüştü.

“Aaa ama ben önce çorbamı içeceğim. Birlikte içelim mi?” Küçük Nazenin çorbaya burun kıvırarak bakıp isteksizce omuzlarını düşürürken, “Olur…” demişti ama bu hâli hem Metehan’ı hem de Nazenin’i güldürmüştü.

“Hadi aç bakalım ağzını…” Metehan bir elinde tatlı kaşığıyla küçük kıza çorba içiriyor, bir yandan da masada dönen muhabbetleri dinliyordu. Hüma ve Leyla hâlâ barış ilan etmemişlerdi ve didişip duruyorlardı.

“Bak çarparım ağzına artık. Laf sokup durma Leyla. Git başımdan ya, ne demeye geldiysem eve. Kalsaydım ya İstanbul’da.”

“Bence de kalsaydın ama orada kalamayıp işsiz kaldın.” Duyduklarıyla Leyla’ya dönüp saçını kavrayan Hüma var gücüyle kardeşinin saçına asılınca kızın çığlıkları etrafta yankılanmıştı.

“Hüma, bırak kardeşinin saçını. Leyla sen de ablana terbiyesizlik etme!” Albay’ın bağırışı onların seslerini bastırdığı an masadaki herkes de sessizleşmişti.

“Ulan ben binlerce adamı komuta ediyorum bu ikisiyle baş edemiyorum. Delireceğim ya… Nuran…”

“Bana hiç bakma Kutluhan, ben okul yönetiyorum bir sürü öğrenciyle, veliyle iletişim kuruyorum ama bu ikisiyle asla kuramıyorum. Ben anlamadım ki bu nasıl iş? Biz ana baba olamıyoruz herhalde,” diyen kadının isyanıyla herkesten, “Olur mu öyle şey Nuran abla,” sesleri yükselmeye başlamıştı ki Küçük Nazenin Metehan’ın göğsüne sokulup küçüldükçe küçüldü ve mırıldandı.

“Tocaman Mete amca, bu amca neden bağırdı?” İşte bu soruyla herkesin yüreği yufka gibi olmuştu. En çok da Albay’ın.

“Çocuğu korkuttum sizin yüzünüzden,” diye kızlarına çıkışıp küçük Nazenin’e döndü ve kollarını açtı.

“Gel dedem sen, gel korkma. Ben ablaların kavga ediyorlar diye kızdım. Kavga etmek kötü bir şeydir.” Küçük kız elden ele masanın başındaki Albay’a uzatılırken herkes kıs kıs gülüyordu. Andaç yüzünü sıvazlayıp, “Gel dedem demesine mi güleyim, yoksa yüzlerce şerefsizin canını alan adamın kavga etmek kötü bir şeydir demesine mi?” dediğinde Albay dahil herkes gülmeye başlamıştı.

Yemek hoş sohbetle devam ederken saat ilerledi, herkesin karnı doydu. Üstlerine bir ağırlık çökmeye başladı. Tam o esnada Nuran ve Yeliz ellerinde kocaman iki çaydanlıkla göründü.

“Abla ne diyorsun ya…” diyen Andaç’ı, “Allaahh, çaylar geldi,” diyen Metehan takip ederken ikisi de ayaklandı. Metehan, “Abla sen ver onu bana,” dediğinde Andaç da Yeliz’e doğru yürümüştü.

“Bizim kız, sen otur. Biz gerisini hallederiz sağ olasın.” Tim komutanları ayaklanıp çay servisine başlayınca, Yusuf mahcup bir sesle konuştu.

“Komutanım, biz yapsaydık.” Metehan ona başıyla selam verip, “Otur aslanım, otur. Üstümüzü değiştiremedik tamam da şu an siviliz. Abilerinizin elinden bir çay da içmeyecekseniz ayıp bize,” derken çayları doldurmaya başlamıştı. Herkes çayını eline alıp keyifle yudumladığı sırada Andaç, “Metehan,” dedi gayet duyulur net bir sesle.

“Söyle biraderim.”

“Sen şimdi bir türkü söylersin, hepimizi mest edersin.” Abisinin sözleriyle sevdiği adama bakan Nazenin, kaşını hafifçe havalandırmıştı.

“Aaa Nazo, Metehan’ın türkü söylediğini duymadım demeyeceksin değil mi abim?”

“Duydum da… Kendi kendine söylüyordu,” demesiyle o günü hatırladı ikisi de. Metehan’ın mutfakta yemek yaparken bir yandan da türkü söylediği, sonra Nazenin’in sesinden irkilip parmağını kestiği gün. Nazenin aklına gelen o sahneyle gülmemek için dudaklarını kemirip başını başka yöne çevirirken, Metehan dişlerinin arasından, “Sakın Nazenin, sakın güzelim,” diye homurdanıyordu. Herkes ise neler oluyor dercesine onlara bakıp olan biteni anlamaya çalışıyordu.

“Bunun altından acayip komedi bir muhabbet çıkacak. Metehan’ın yüzünden belli. Anlat abim, anlat ne oldu?” Nazenin haykırarak gülmek istese de susup başını sağa sola salladı ve dudaklarının üstüne fermuar çeker gibi yaptı.

“Anlatamam, dudaklarım mühürlü.” Metehan’a yandan bir bakış atıp göz kırpmasıyla Andaç ve Kerem dışındaki herkesten ooo nidaları yükselmişti. Metehan ise kadının bu imalı cevabına belli belirsiz gülüp kolunu omzuna sararken mırıldanarak konuştu.

“Ha şunu bileydin.”

“Bırakın şu tazeleri… Yusuf, git de evden bağlamayı getir aslanım. Marmarisli Kılıçarslan’a bir Ege türküsü çaldırıp söyletelim.” Sinem’in yanında akşam boyunca kedi gibi oturan yüzbaşı ayaklandı. Nazenin ise Kutluhan Albay’ın sözlerine şaşırmış vaziyette bir ona bir de sevdiği adama bakıp, “Aaa, işte bunu bilmiyordum,” dediğinde Pençe Timi’nden uğultu yükselmişti.

“Yapma Nazenin abla ya nasıl bilmezsin?” diyen Hamdi’yi Aybars takip etmişti.

“Ooo, Vali yengem sen asıl olayı kaçırmışsın. Abim çok güzel bağlama çalar.” Duyduklarıyla iyice şaşırmış ve meraklanmış bir vaziyette, “Vaay, Binbaşı…” dedi ona bakarak.

“Meziyeti bol olan bir tek sen değilmişsin demek ki yavrum.”

“Hemen de laf sok!”

“Yok canım ne laf sokması. Övüyorum seni. Ayrıca ben sana yetişemem. Hatun at biniyor, eli silah tutuyor, yakın dövüş biliyor. Ve hepsinden alakasız olarak buz pateni yapıyor,” dediğinde bunu bilmeyenlerden şaşkınlık dolu sesler çıkmıştı. Nazenin ise bu tepkilerden biraz utanmış, saklanma isteğiyle dolmuştu. Herkesin kendisine yönelen bakışlarından kaçmak için çay bardağına sarıldı ve   çayını yudumladı.

“Bu arada, Aybars senin yakın dövüş bilip bilmediğin konusuna çok meraklı. Onun üstünde birkaç antrenman yapmalısın.”

Duyduğu sözlerin şaşkınlığıyla komutanına ve Vali Hanım’a bakan Aybars, ellerini havaya kaldırıp tek solukta konuştu. “Vallahi merak etmiyorum. Andaç komutanımın kardeşi, paşamın kızısınız. Kesinlikle iyi eğitilmişsinizdir, Vali’m.”

“Eyvallah Aybarscığım. Tam da tahmin ettiğin gibi,” diyerek çayından tekrar yudumlamak üzere olan Nazenin, Metehan’ın kocaman açılmış gözlerinin ağırlığını hissederek ona döndü.

“Ne oldu yine?”

“Cımlı cimli konuşuyorsun ifrit oluyorum.”

“Kıskanç herif.”

“Sağ ol canım.” Onların atışmasını soluksuzca takip eden Andaç resmen uluyarak kahkahalar atarken gözleri yaşarıyordu. “Acımıyor canım kardeşim ya… Metehan’a lafları bir bir soktu.”

“Ulan Andaç, ben sana lafları bir bir sokacağım, öyle mal gibi kalacaksın,” diye homurdanan Metehan yeniden ağzını açmaya hazırlanıyordu ki Nazenin araya girdi. “Masada çocuk var güzel konuşun!” Andaç ve Metehan şaşkınlıkla ona dönüp ciddi misin der gibi baktıklarında, Nazenin tüm bu atışmayı kendisi başlatmamış gibi omuzlarını silkti.

Andaç gözlerini devirerek, “Haklısın canım kardeşim, masada çocuk var ve güzel konuşmamız lazım. Haklısın,” dediğinde Nazenin başını salladı. “ Ben her zaman haklıyımdır.” Sözleri gülüşmeleri başlatırken Metehan araya girip, “Haklısın hayatım, çok haklısın. Bir vilayetin valisi kadar haklısın hatta,” diyordu.

“Heh işte ben de onu diyorum ya canım.”

Masada dönen bu diyaloglara herkes katıla katıla gülerken, Yusuf yeniden aralarına dönmüştü. Elindeki bağlamayı kılıfı içerisinde Metehan’a uzatıp, “En son sen çalmıştın abi. Muhtemelen ayarlama yapman gerekiyordur,” dedi ve yerine geçti.

“Yaparım koçum sağ ol. Ayağına sağlık.”

“Estağfurullah abi ne demek.”

Sözlerine baş selamıyla karşılık verirken bağlamanın kılıfını yavaşça açtı. Bu esnada Nazenin ise ona alan açmak için sandalyesini yana kaydırmıştı. Merakla sevgilisini izliyor ve bekliyordu.

Bağlamanın öylece durmaktan ve havanın ısınmasıyla salıveren tellerini, burgulardan sıkıp ayarlamaya başladı. Sol eli burguları tek tek tutuyor, sağ eli ise tezeneyi tele vurarak ayarlamaya yaptığı telden ses çıkmasını sağlıyordu. Bir dakika akort ayarlamasını yapan Metehan bağlamanın sapını bir güzel kavrayıp, parmaklarını perdelerin üstüne yerleştirdi ve tezeneyi tellere vurdu.

Herkesin bildiği bir ezgi doldurdu kulaklarını. Çok tanıdık, sevdikleri bir türkü yükseldi bağlamanın tellerinden, tezenenin vuruşlarından ve en sonunda da Metehan’ın sesinden duyuldu türkünün sözleri.

Deniz üstü köpürür
Hey canım rinanay rina rinanay
Gemilere binsem götürür
Hey canım hey
Gemilere binsem götürür
Hey canım hey

Benim de buraya gelişim
Hey canım rinanay rina rinanay
Bir güzelden ötürü
Hey canım hey
Bir güzelden ötürü
Hey canım hey

Aylar önce yine bu türküyü dinlemişti ondan Nazenin. Ve onun her zaman gür çıkan sesinin nahifliğine şaşırmış, etkilenmişti. Şimdi de aynı hisler kaplamıştı yüreğini. Hatta o güne göre içi daha bir coşkuluydu. Çünkü Metehan oldukça profesyonel bir şekilde hem bağlama çalıyor hem de türküyü söylüyordu.

Karıncanın katarı
Hey canım rinanay rina rinanay
Yüreğimde yatarı
Hey canım hey
Yüreğimde yatarı
Hey canım hey

Benim de bu dünyaya gelişim
Hey canım rinanay rina rinanay
Bir güzelin hatırı
Hey canım hey
Bir güzelin hatırı
Hey canım hey

Benim de bu dünyaya gelişim bir güzelim hatırı, derken yüzünde belli belirsiz oluşan tebessümü görmüştü Nazenin. Aklına annesi gelmiş olmalıydı.

Denizin ortasında
Hey canım rinanay rina rinanay
Mum yanar sofrasında
Hey canım hey
Mum yanar sofrasında
Hey canım hey

Benim de bu dünyadan gidişim
Hey canım rinanay rina rinanay
Memleket sevdasından
Hey canım hey
Memleket sevdasından
Hey canım hey

 

Ve türkünün son sözlerini söylerken gözlerini Andaç’a dikmişti. Hatta açıkça gülmüştü. Onlar bu dünyadan gidişlerinin memleket sevdasından olmasını dileyen adamlardı. Türkünün sözleri gönüllerindekini duyulur yapmıştı sanki.

Bağlamanın teline son kez vurup sustuğunda, birkaç saniye kimseden çıt bile çıkmadı. Ardından ise alkışlar, ıslıklar sardı etrafı.

“Tamam canım utandırmayın insanı,” diye homurdanıp çayına uzanmıştı ki, Nazenin kahkaha atıp ona dikkatle baktı.

“Sen utanabiliyor musun?”

“Bak ya, sürekli taşak geçiyor benimle. Birader, bu nedir ya?” derken Andaç’a bakıp kıs kıs gülecekti ki Albay bastı kahkahayı.

“Oğlum sizin bu meretle zorunuz ne lan? Bir sen bir Vali Hanım?” Sorunun duyulmasıyla herkes gülmeye başlamıştı bu kez.

“O başlattı Kutluhan Baba. Tanıştığımız gün bana, askerim, oldukça da taşaklı bir rütbem var, dedi.”

“Sonra gördü taşı maşı. Çocuk var masada yaptığımız muhabbete bak,” diye söylenen Albaya bakıp gülümseyen Nazenin, “Gördü değil de tuttu derler ona,” dedi. Metehan, “Ama yeter ya…” diye isyan etmiş, sağ kolunu ona sarıp ağzını kapatmıştı. Nazenin’in sözleri bu müdahaleyle ağzından boğuk çıksa da herkes ne dediğini duymuştu. Nazenin onun isyanına katıla katıla gülerken diğer herkes de kendisine eşlik ediyordu.

“Tamam tamam, susacağım bir şey demeyeceğim valla. Bırak tamam.” Hâlâ dudaklarını örten elin altından homurdanıyordu.

“Bak ısırırım.”

“Heh ya bir o eksik kalmıştı. Bir onu yapmadın. Zıplayıp kafa attın, dudağımı patlattın. Silahını çekip aklımı aldın. Dedim aha bu manyak sıkacak sağa sola bok yoluna gideceğim.” Metehan’ın tanıştıkları ilk anlardaki düşüncelerini herkes gibi ilk kez duyan Nazenin ona dönüp kırgın kırgın baktı.

“Ayıp… Ama ayıp.” Sonra durup gözlerini kıstı ve kıs kıs güldü.

“Ne yumurtlayacaksın? Ne yumurtlayacaksın acaba? Bak bak gözlere bak, felfecir okuyor, yarabbim. Tövbeler olsun.”

“Siz şeyi bilmiyorsunuz değil mi?” dedi hevesle ve masadakilere dönüp sırıttı.

“Bu bordo bereli Binbaşı’nız var ya…”

“Eee…”

“Var…”

“Heyecan yaratıyor resmen,” diyenlerin hevesiyle iyice kamçılandı sanki.

“Nazenin ne anlatacaksan bence anlatma güzelim…” diyen adama bakıp omuz silkti ve devam etti anlatmaya.

“Adamlar üstümüze sıkıyor, bu da takmış bana kimsin kimsin diye soruyor. Sonra durdu, bir arabaya baktı. Siyah cam tavan passat biniyorsun, aşiret kızı falan mısın? dedi. Yemin ediyorum ben bu yaşıma kadar böyle bir vizyon görmedim.”

İşte bu sözlerle dakikalarca sürecek bir kahkaha tufanını başlatmış, Nazenin de onlara içtenlikle katılmıştı. Bu gece masada rütbe yoktu, makam yoktu. Herkes dost, herkes yoldaştı sanki.

Passatttt Metehan, diyeceğim oğlum bundan sonra sana.” Andaç’ın bu sözleriyle yüzünü ekşiten Metehan, “Sen sus. Sen konuşma. Bu kız seninle büyüdüğü için böyle değil mi?” diye sordu. Nazenin de Andaç da aynı anda, “Evet,” demişti.

Ardından hızını alamayan Nazenin, “Ayrıca ben Metehan’ı ilk kez türkü söylerken duyduğumda ses çıkarmadan dinliyordum ki beni fark edince korkup elindeki bıçakla parmağını kesti,” dediği anda oturduğu yerden resmen uçarak ayaklanıp soluğu Kutluhan Albay’ın yanında almıştı.

“Hani dudakların mühürlüydü Nazenin Hanım?” Dişlerinin arasından hırıldayarak bu soruyu sorarken Nazenin ona bakıp tekrar sırıttı.

“İntikam Binbaşı, intikam… Bir daha susmam için müdahale etmemen gerektiğini anlamışsındır umarım. Ben susmam, sustururum Binbaşı.”

“Çok eğleniyorum ya… Mükemmel ya,” diye olduğu yerde resmen zıplayarak gülen Andaç kafasına uçan çay tabağından nasibini almıştı.

“Lan sus lan, sus. Ben biriyle baş edemiyordum. Birken iki oldular. Allah’ım sabır ver,” deyip hızla Nazenin’e döndü.

“Sen de gel yanıma. Kedi gibi sindin Kutluhan babanın eteğine. Ben Hüma ve Leyla’ya cadı diyordum. Asıl cadıyı başıma sarmışım.” Bağırışıyla Nazenin belli belirsiz tebessüm etti bu kez.

“Yanlışın var komutan. Başına değil, gönlüne sarmışsındır.” Metehan İşte bu sözlerle pili bitmiş oyuncak gibi susup kaldı ve gözlerindeki sahte kızgınlığın yerini sıcacık bir ifade aldı.

“Kadının fendi erkeği yendi galiba ne dersin Kutluhancığım,” diyen Nuran Hoca omzuna dolanan kolun altına girip kocasının elini sıkıca tuttu. Bir yandan da hâlâ kocasının kucağında duran ve uyuyakalmış küçük kıza bakıp tebessüm etti.

“Düşmanın aklını adıyla bile alan adama bakın hele… Yedi kelime, iki cümleyle düşürdü süngüsünü. İndirdi şalterleri.”

Sözlerine Metehan ve Nazenin dışında herkes tebessüm etmişti. Onlar ise hâlâ pür dikkat birbirlerine bakıyor, gözleriyle konuşuyorlardı. Ta ki Nazenin o çocuksu, eğlenceli, deli yanını bir köşeye bırakıp ayaklanarak yanına gelene kadar. Omuzlarını kavrayarak usulca okşayıp, kulağına yaklaşıp fısıldayana kadar.

“Zemheri söyle komutan. Zemheri zamanı tanışmamızın hatırına söyle.” Bu sözlerle bir kez daha gönlüne sevda ateşi düştü sanki Metehan’ın. Yandı da kül olamadı sanki. Başını hafifçe kaldırıp sevdiği kadının yemyeşil olduğunu bildiği o güzel gözlerine baktı. Akşam vakti gözlerinin rengi net görünmüyordu ama o biliyordu sonuçta.

“Otur yamacıma da söyleyeyim güzelim,” dedi derin bir soluk alarak. Nazenin ise sessizce oturdu yerine. Metehan bağlamasını tekrar kavradı, parmaklarını perdelerin üstünde gezdirmeye başladı.

Haber saldım tez gelesin oy, oy, oy
Sabrım azaldı bilesin oy, oy, oy
Nere koyam gönlümdeki gülleri

Ustam yine dört bir yanım zemheri, zemheri, zemheri ustam
Ustam yine dört bir yanım zemheri, zemheri, zemheri ustam

Gün geçtikçe azalırım oy, oy, oy
Bir gün yıkılır kalırım oy, oy, oy
Üstümü karlar örtmeden dön geri

Ustam yine dört bir yanım zemheri, zemheri, zemheri ustam
Ustam yine dört bir yanım zemheri, zemheri, zemheri ustam
Ustam yine dört bir yanım zemheri, zemheri, zemheri ustam
Ustam yine dört bir yanım zemheri, zemheri, zemheri ustam

***

Her şey iyi hoştu güzeldi ama bir sonu vardı. Bu güzel yemek de son bulmuş herkes dağıldığında Andaç, Birce ve Sinem, Nazenin’in evinin yolunu tutmuştu.

“Ben misafirhanede kalırım ya. Sen niye beni zorla evine götürüyorsun kızım?” Sinem yorgunluğuna inat hâlâ bu soruyu sorarken, Nazenin sinirle soludu.

“Çünkü misafirhaneler misafirler içindir. Sen misafir değilsin. Yürü.”

“Naz’om doğru diyor. Sus da yürü artık,” diye kendisini destekleyen Birce’ye bakıp güldü.

“Hem sen benimle uyumayı özlemedin mi?”

“Özledim de git sevgilinle uyu kızım. Niye benimle uyuyorsun ki?” Sözleriyle birkaç adım arkalarından yükselen boğulma sesini duydular.

“Abim kendi kendine mi boğuluyor yoksa sevgilimi mi boğuyor? Bir bakar mısınız kızlar. Ben bakamayacak gibiyim,” demesiyle Metehan’ın kahkaha sesi kulaklarına ilişmişti. Nazenin gayet rahat bir şekilde, “He tamam sıkıntı yok kendi kendine boğuluyormuş,” dediğinde, Birce homurdandı.

“Neyine boğuluyor? Sanki evlenmeden önce benimle kalmıyordu da. Aman bunlar da. Kendileri yaparken sıkıntı yok, kardeşleri yapınca tü kaka,” demesine kalmamıştı ki burnunun dibinde biten kocasının yüzünü fark edip çığlığı bastı.

“Ayyy… Andaç ne yapıyorsun kocam ya?”

“Kaka!”

“Ne?”

“Bok!” Söylediklerini anlamayan Birce yanındaki arkadaşlarına dönüp, “Ne diyor be bu?” dediği anda hepsi kahkahayı basmıştı.

“Diyor ki Birceciğim, gözlerim görmez kulaklarım duymaz olaydı bu sözleri, diyor. Kardeşini kıskanıyor ki hakkıdır. Abi sonuçta.” Cevap Metehan’dan gelirken Andaç, “Evet!” diye bağırıyordu. “Can kardeşimle de olsa kız kardeşim bir adamla birlikte ve bunu kıskanıyorum. Çünkü Nazo’m… Gözbebeğim.” Sözleriyle, Nazenin abisine bakıp içtenlikle gülümsedi.

“Yapma bee, ağlarım bak.”

“Sus kız. Ben seni bu dingile bile veremeyecek gibiyim. Bak bir fena oldum Nazenin.” Nazenin abisine yaklaşıp sıkıca sarılarak yürümeye devam ederken, Metehan onları birkaç adım geriden takip etmeye devam ediyordu.

“Zaten beni kimse kimseye veremez abiciğim. Ben kendime koca alırım. Sen bunu bilmiyor musun? Lütfen ama!”

“Doğru, bak bunu doğru dedin Nazo’m.”

“Bu sözleri çiçekle çikolatayla kapına geldiğimde de söyle olur mu güzelim? Unutma ama söyle. Yoksa darılırım.” Arkalarından yükselen sözlere ve akabinde gelen gülme sesine dönüp, abi kardeş Metehan’a baktılar.

Tam ona cevap yetiştirecekken lojman binasına girmişlerdi. Bu yüzden sessiz kalmayı tercih ettiler. Yoksa tabii ki cevapları hazırdı.

Birbirlerine iyi geceler dileyip evlerine girdiklerinde misafir yatak odasını abisi ve Birce için hazırlayan Nazenin, Sinem’e de kendi yatağını hazır etmişti.

“Sen uyu Sinem kuşum. Benim biraz işim var, salonda çalışacağım,” dediğinde Sinem zaten ayakta uyuyordu. Hiç itiraz bile edemeyip bıraktı kendini yatağa. Nazenin ise üstünü değiştirip geceliğini giydi önce. Ardından da sabahlığını üstüne geçirip salona ilerledi. Herkes uyurken sessizce bilgisayarından bazı dosyaları inceledi. Saat epey ilerleyip Sinem’in yanına kıvrıldığında, gözlerini kapattı.

Ancak uykusu olmasına rağmen bir türlü uyuyamıyordu. Yok, gelmiyordu o uyku denen meret. Yanında birini arıyor, istiyordu. Ki bu kişi asla dostu Sinem değildi. Usulca yataktan kalktı ve yatağa yatmadan önce çıkardığı sabahlığı hızla giyip evin kapısına ulaştı. Kilitleri usulca açıp kapıyı en yavaş şekilde araladı. Tam o sırada, karşı dairenin kapısının açılması aynı anda olmuştu.

“Geç kaldın yavrum,” diyen adama bakıp uykulu gözlerle güldü ve hızla koştu ona doğru. Kendisini bekleyen kollara atılıp kollarını adamın boynuna, bacaklarını ise beline doladı.

“Çok uykum var Mete.”

“Benim de güzelim. Benim de çok uykum var ama sensiz uyuyamadım.” Sözleriyle yüreği eriyip bitmişti sanki Nazenin’in.

“Hadi uyuyalım o zaman,” diye mırıldanıp yüzünü adamın boynuna sakladı. Bir yandan da ensesindeki kısacık saçlarıyla oynamaya başlamıştı. Metehan içeri girip kapıyı kapattıktan sonra kilitleri çevirdi ve yatak odasına ilerledi.

“Uyuyalım güzelim,” dedi sadece. Sonra Nazenin’i yatağa bırakıp yanına sokuldu. Üstündeki sabahlığı çıkarıp attı, ardından da yanağını kadının göğsüne koyup, kollarını beline sararak gözlerini kapattı.

Onlar birbirlerini buldukları anda uykuya teslim olurken, kapı sesini duyup uyanan Andaç, kapının dürbününden iki deliyi de görmüştü. “Vallahi kaçar bu kız kocaya,” deyip kendi kendine gülerken onların birbirlerine sımsıkı sarılmış hallerine huzurla, sevgiyle bakmış sonrasında hiçbir şey görmemiş gibi yatak odasına geri dönmüştü.

“Ne oldu? Neden uyandın?” diye mırıldanan karısını kollarına alıp saçlarını öperken, “Herkes sevdiğine kavuştu mu diye emin olmak istedim,” dedi. Birce başını kaldırıp ona baktı bir süre. Kocasının yarım bir gülüşle kendisine göz kıpmasıyla, ne demek istediğini anladı.

“Herkes sevdiğine kavuştu mu peki?”

“Kavuştu… Kavuştu…” dedi bir soluk arayla. Gözlerini kapattı usulca ve uykunun huzurlu kollarına bıraktı kendini.

HEMDERT – 9.Bölüm’ü Okumaya Devam Et.

error: Content is protected !!